ANSİKLOPEDİK ÇEVRE SÖZLÜĞÜ

ANSİKLOPEDİK ÇEVRE SÖZLÜĞÜ



Çevre kavramı içine giren değişik terim ve

konuları işleyen Ansiklopedik Çevre Sözlüğü’nün
“K” Harfindeki maddeler, örnek olarak aşağıya konmuştur.



- K -

KADMİYUM (Cd)

Atom numarası 48 olan, gümüş beyazı rengindeki elementtir. Nükleer reaktörlerde nötron tutucu olarak kullanılır. Daha çok su ürünlerinde birikerek gıda zinciri yoluyla insanlara geçer ve patolojik etkiler meydana getirir. Kol ve bacaklarda, eklem yerlerinde ciddî hasarlara da neden olabilir. Aşırı alınması halinde ölüm kaçınılmazdır.

KÂĞIT
Kâğıt endüstrisinde kullanılan hammaddeler, genel olarak odun, saman ve çeltiktir. Bunlar kimyasal yöntemlerle pişirilir ve hamur haline getirilir. Elyaflı hammaddelerden imâl edilen kâğıdın en önemli doğal kaynağı, ormanlardır. En çok çam cinsi ve diğer yumuşak ağaçlar kullanılır. Elyaf, duvarları belirli miktarda selüloz içeren tüp şeklindeki hücrelerdir. Elyaflar, duvar kalınlığı ve çap olarak içindeki değişik kimyasal maddelerin bulunuşu nedeniyle farklı fiziksel özellikler gösterir. Odunun içinde değişik miktarlarda bulunan başlıca 3 ana bileşik vardır. Bunlar selüloz, hemi selüloz ve lignindir. Selüloz, büyük çapta kristal yapıda meydana gelen karmaşık bir moleküldür. Kâğıt endüstrisinde kullanılan kâğıt hamurunun en önemli özelliği, işlenme sırasında yüksek oranda buhara ihtiyaç duyulmasıdır. Buharın elde edilmesinde kullanılan fosil yakıtlar nedeniyle kükürt dioksit kirliliği ortaya çıkar. Kâğıt hamuru ve benzer ürünlerin kaynağı olan bu endüstri kolunda, diğer kirletici kaynaklar arasında kireç fırınları ile ergitme tankları yer alır. Yanma sonucunda açığa çıkan emisyonlara ilâve olarak kâğıt-baskı gibi işlemler sonucu ortaya çıkan organik çözeltilerle, çeşitli kimyasal tozlar ve kurşun oksitler, çevreyi önemli ölçüde kirletecek potansiyele sahiptir.

KALKINMA

Ülkelerin, bölgelerin, toplulukların; ekonomik, toplumsal, kültürel ve çevresel şartlarında gerçekleştirilebilen, yerel ve toplumsal dengeli iyileşme süreci; yapısal gelişme. Düzeyi, ekonomik büyüme olgusundan farklı olarak, üretim unsurlarındaki ve dolayısıyla üretimdeki artışların yanı sıra, üretim unsurlarının bileşimindeki değişime ve yaşam kalitesine ilişkin göstergelerle ölçülebilen ve izlenebilen değişme süreci.

KALKINMA PLANLARI

Ülke, bölge ve/veya daha küçük ölçeklerde ekonomik, toplumsal, kültürel ve çevresel iyileşmelerin ve bu amaçla kullanılabilecek kaynakların verimli kullanılmasını sağlamak amacıyla izlenecek politika ve stratejilere uygun olarak belirli dönemler için hazırlanan; kalkındırma faaliyetlerinin konularına, kapsamlarına, zamanlarına, yerlerine, kaynaklarına, ilgili kurum ve kuruluşlarına açıklık getiren belgeler.

Son zamanlara kadar, daha çok ekonomik; kısmen de toplumsal ve kültürel boyutları öne çıkaran kalkınma planları, 1990’lı yılların başında sürdürülebilir kalkınma (Bkz. “Sürdürülebilir Kalkınma”) kavramının gündeme gelmesiyle, çevre sorunlarının önlenmesi ve çözümlenmesi, çevrenin iyileştirilmesi gibi yaklaşımlara da yer verilerek hazırlanmaktadır.

Kalkınma planı kavramı, Türkiye’de 1930’lu yıllarda gündeme gelmiştir. Yaptırım gücünü kazanması ve nisbeten daha kapsamlı bir hale gelmesi ise 1960 Anayasası’nın 41. ve 129. maddelerinde yer verilen hükümlerle, 1960 yılında Devlet Planlama Teşkilâtı’nın (DPT) kurulmasına ilişkin 91 sayılı Kanun’un çıkarılmasıyla ve DPT’nin çalışmalarıyla gerçekleşmiştir. Bu yaklaşım, 1982 Anayasası’nın 166. maddesinde; “Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayinin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini; ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli teşkilâtı kurmak Devletin görevidir” hükmüne yer verilmesiyle, sonraki yıllarda da sürdürülmüş; sonuncusu 2001-2005 dönemini kapsayacak şekilde ulusal ölçekli Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı olarak hazırlanmıştır (Bkz. “Bölge Planlaması”).

Türkiye’de kalkınma planlarında çevre sorunları ile ilgili yaklaşımlarda ise, ilk olarak, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ile 1966 Yılı Programı’nda hava kirliliği sorununa yer verilmiş; bölge planlaması yerine de çevre kalkınması kavramı kullanılmıştır. Bununla birlikte, nisbeten daha kapsamlı ve tutarlı yaklaşımlara, ilk olarak Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda yer verilmiş; zamanla, Altıncı ve Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planları’nda sürdürülebilir kalkınma yaklaşımları benimsenmiş; bu doğrultuda ilke ve politikalar ile tedbirlere yer verilmiştir.

KALKINMADA ÖNCELİKLİ YÖRELER

Kalkınma düzeylerindeki bölgesel ve yöresel farklılıkların giderilmesi ve özellikle de nisbeten geri kalmış yerlerde kalkınmanın hızlandırılması amacıyla özel tedbirlerin alınması için Bakanlar Kurulu kararıyla iller düzeyinde belirlenip Resmî Gazete’de ilân edilen yerler.

Kalkınmada Öncelikli Yöreler, uygulamada ilk olarak 1963 yılında çıkarılan 202 sayılı Kanun gereği, Doğu ve Güneydoğu Anadolu yöresindeki illeri (Adıyaman, Ağrı, Artvin, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, Gümüşhane, Hakkâri, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Mardin, Muş, Siirt, Sivas, Tunceli ve Van) kapsayacak şekilde gündeme gelmiştir. İl kapsamı sürekli olarak değişen Kalkınmada Öncelikli Yöreler, en son 17 Ekim 1998 tarihinde 49 il ve 2 ilçeyi içerecek; Türkiye yüzölçümünün % 57,7’sini ve nüfusunun da (1997) % 36,5’ini kapsayacak şekilde belirlenmiştir.

Kalkınmada Öncelikli Yöreler kapsamındaki il ve ilçelerde; gelir, kurumlar, katma değer vb. vergi ve resimlerden bağışık tutulma; çalışanlardan kesilen vergilerin ertelenmesi, bedelsiz yatırım yeri tahsis edilmesi, yatırım indirimi, enerji ve kredi desteği vb. tedbirler uygulanmaktadır.

KALORİ

Bkz. “Enerji Birimleri”.

KALSİYUM (Ca)

Atom numarası 20 olan, beyaz renkte bir metaldir. Bileşikleri, kalsiyum karbonat adıyla (CaCO3), mermer ve kireçtaşı halinde bol miktarda doğada bulunur. Organizmada kemik ve dişlerin oluşumunda ve gelişiminde kalsiyum sülfat (CaSO4), son derecede önemlidir.

KANALİZASYON
Atık suyun toplanmasında ve işlenmesinde kullanılan donanım sistemi.

KANALİZASYON KAPASİTESİ

Bir kanalizasyon borusunun tutabileceği, kişi başına düşen günlük azamî su miktarı.

KAPALI TOHUMLU BİTKİLER (ANGIOSPERMAE)

Bitkiler evreninin en gelişmiş türlerini kapsayan bir alt bölümdür. Bu alt bölümde 300 civarında familya, 10.000 civarında cins, 200.000 civarında tür ve bu türlerin de çok sayıda alt türü ile çeşidi ve formu bulunmaktadır. Kuzey Yarıküre’de yaygın olmakla birlikte Güney Yarıküre’de de geniş ormanlar, ağaçlı alanlar, çalılıklar ile orman altı bitki toplulukları meydana getirmektedir. Söğütgiller (söğütler, kavaklar), cevizgiller, huşgiller (kızılağaçlar, gürgenler, kayacıklar, fındıklar, kayınlar, meşeler, kestaneler), ıhlamurlar, akçaağaçlar, dışbudaklar, zeytinler, akasyalar, karaağaçlar ve bazılarının tarımı yapılan çok sayıda otsu bitki bu alt bölümde toplanmıştır.

Kapalı tohumlu bitkilerin, herkes tarafından görülebilen ayırt edici özelliği, tamamına yakın bir kısmının, kış aylarında yapraklarını dökmesidir. Bunun dışında tohumları karpeller tarafından kapatılmıştır; çift döllenme olmaktadır; tozlaşma rüzgâr dışında da çeşitli yollarla gerçekleşebilmektedir. Bu alt bölümde hem odunsu hem de otsu bitkiler bulunmaktadır.

KAPALILIK

Herhangi bir ormanda ya da ağaçlıklı alanda, ağaçların tepe taçlarının toprak yüzeyini örtme oranı. Tam kapalılık, ağaçların tepe taçlarının birbirinin içine girecek biçimde sık olması; kapalı, ağaçların tepe taçlarının birbirine değebilecek durumda olması; gevşek, ağaçların tepe taçlarının, aralarına bir ağaç giremeyecek kadar birbirine uzak olması; çok gevşek, ağaçların tepe taçlarının, aralarına bir ağaç girebilecek kadar birbirine uzak olması ve boşluklu da ağaçların tepe taçlarının, aralarına birkaç ağaç girebilecek kadar birbirine uzak olması anlamına gelmektedir.

KARA AVCILIĞI KANUNU
5 Mayıs 1937 tarih ve 3167 sayılı bu Kanun, 13 Mayıs 1937 tarih ve 3603 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanmıştır.

Türkiye’de yabani olarak faydalı ve zararlı hayvanların (memeliler, kuşlar, yerde sürünenler) her türlü vasıta ile avlanması, bu Kanun hükümlerine bağlıdır. Kanun’un uygulanması amacıyla düzenli olarak sirkülerler çıkarılmaktadır.

KARA KÖKENLİ KİRLETİCİLER
Genel olarak, denizlerdeki kirliliğin iki temel nedeni vardır. Bunlar, denizde seyir halinde olan çeşitli tip ve büyüklükteki yük ve yolcu gemilerinin sintine ve balast gibi atıklarını doğrudan denize boşaltmaları sonucu meydana gelen kirliliktir. Diğer bir kirlilik çeşidi de, asıl kaynağı kara olan ve çeşitli sanayi kuruluşları ile meskûn bölgelerden, yakın akarsulara deşarj edilen atıkların denizlere ulaşması sonucu meydana gelen kirliliktir. Kara kökenli kirleticilere verilen örneklerden biri İskenderun Körfezi olabilir. Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin Adana ve civarındaki yörelerden topladığı atıklar, doğrudan Körfez’e akmakta ve önemli bir deniz kirliliği ortaya çıkarmaktadır. Özellikle Çukurova’daki tarlalardan gelen çeşitli gübre ve tarım ilâçlarının yanında; tekstil, gıda, soda, kâğıt ve madencilik gibi sanayilerin ürettiği organik, kimyasal ve metalik kirlilik kayda değerdir.

Karadeniz
Türkiye, hem Karadeniz’e hem de Akdeniz’e kıyısı olan tek ülkedir. Karadeniz’in batısında Bulgaristan ve Romanya, kuzeyinde Ukrayna, doğusunda Rusya Federasyonu ve Gürcistan, güneyinde ise Türkiye yer alır. Ancak Orta Avrupa ülkelerinden, Tuna Nehri çanağına yerleşmiş 80.000.000 insanın atığı doğrudan bu denize dökülüyor ve sonuç olarak Karadeniz, günümüzde en kirli denizlerden biri olarak sayılıyor. Çevre sorunları devam ederken, 1992 yılında Barselona’da, Karadeniz’e kıyısı olan söz konusu ülkeler tarafından Karadeniz’in Korunması Antlaşması imzalandı. Küresel Çevre Fonu (Bkz. “Küresel Çevre Fonu”) tarafından da desteklenen bu Antlaşma gereğince, bir yıl sonra, Odessa Deklarasyonu imzalandı. Böylece Karadeniz’de kirliliğin denetim altına alınması için geniş çapta bir plan hazırlandı.

Diğer taraftan, Tuna Nehri’nin Karadeniz’e sürüklediği atıkların önlenmesi için, Sofya’da 1994 yılında imzalanan antlaşma da mevcuttur. Karadeniz’de besin zincirinin (Bkz. “Besin Zinciri”) kopması sonucu ortaya çıkan en çarpıcı ve olumsuz etki, balık türlerinin ve sayılarının azalmasıdır. Uzun süren araştırmalar ve deniz dibi sondajları sonucunda, 1960’lı yıllarda 26 balık türü mevcut iken; bu sayının, 1980’li yıllarda 6’ya düştüğü anlaşılmıştır. 1980 yılında Karadeniz’de toplanan balık miktarı, 900.000 ton iken; aşırı kirlilik nedeniyle 1992 tarihinde bu miktar, 100.000 tona düşmüştür. Balık türlerinde ön sırada yer alan hamside de önemli bir azalma olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye’de toplanan hamsi, 1985’te 295.000 ton iken; 1990’da 66.000 tona inmiştir. 1950’lerde, Karadeniz’de 1.000.000 yunus balığı varken; 1980’lerde bu sayının 100.000’in altında kaldığı belirlenmiştir. 1950-1987 yılları arasında Tuna Nehri’nin fosfor yükü 13.000 tondan, 30.000 tona yükselmiş, aynı süre içinde azot yükü 143.000 tondan, 740.000 tona çıkmıştır. Dinyester Nehri ağzında nitrat konsantrasyonu 3, fosfat konsantrasyonu ise 7 kat artış göstermiştir. Bütün bu olumsuz gelişmeler, Karadeniz’de güneş ışığının derinlere sızmasını engellemekte; bu yüzden, ekonomik değeri bulunan sığ su yosunu “phyllophora” stoklarında % 95 oranında azalmaya neden olmaktadır. Karadeniz’in açık sularında Sechhi disk derinliği (Bkz. “Sechhi Disk Derinliği”) 1960 yılında 20 metre iken; son yapılan ölçümlerde, bu değerin zaman zaman 6 metreye indiği görülmüştür. Diğer taraftan, derin sularda bulunan organik materyaller, yüzeyden yaklaşık 200 metre derinlerde % 90 oranında oksijensiz bir ortam meydana getirmiştir. Bu oksijensiz koşullar altında kalan organik maddeler, nitrat ve sülfatlardaki oksijen bağını kullanarak koparmakta ve sonradan parçalanarak hidrojen sülfür haline dönüşmektedir. Karadeniz’in dip kısımları, yalnızca anaerobik bakteriler ile yaşanabilir bir ortam meydana getirmiştir (Bkz. “Anaerobik”). Karadeniz’de yüzey sıcaklığı kış aylarında, ortalama 5 ºC, yazın ise 25 ºC arasında değişmektedir. Bütün yıl boyunca, 1000 metre derinlikteki su sıcaklığı 8 ºC ile sâbittir. Karadeniz’deki su akıntıları, saat yönünün tersinedir ve akıntılar genelde kıyıya paraleldir. Bu akıntı sistemi ile kıyı ve açık sular birbirinden ayrılmaktadır.

KARADENİZ’İN KİRLENMEYE KARŞI KORUNMASI SÖZLEŞMESİ

Karadeniz’e kıyısı bulunan dört devletin girişimiyle hazırlanan Sözleşme metni, Bulgaristan, Romanya, Türkiye, Gürcistan, Rusya Federasyonu ve Ukrayna tarafından 21 Nisan 1992 tarihinde Bükreş’te imzalanmıştır. İmzalandığı yer dolayısıyla kısaca “Bükreş Sözleşmesi” olarak da anılır. Türkiye, Bükreş Sözleşmesi ve eklerini, 94/5362 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylamış, metin 26 Nisan 1994 tarih ve 21869 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanmıştır.

Sözleşme, Karadeniz havzasının çeşitli kaynaklardan gelen kirlenmeye karşı korunması için temel ödevleri düzenleyen 30 maddeden meydana gelmektedir. Kirliliğin denetim altına alınması için gereken ayrıntılı hükümlere Sözleşme’ye ek Protokoller’de yer verilmiştir. Protokoller üç tane olup; “Karadeniz’de Deniz Çevresinin Kara Kökenli Kirlenmeye Karşı Korunmasına İlişkin Protokol”, “Karadeniz’de Deniz Çevresinin Petrol ve Öteki Maddelerle Kirlenmesine Karşı Mücadelede Âcil Durumlarda İşbirliği Yapılmasına İlişkin Protokol” ve “Karadeniz’de Deniz Çevresinin Batırma Yoluyla Kirlenmekten Korunması Protokolü”dür. Bükreş Sözleşmesi’yle aynı zaman ve yerde imzaya açılan bu üç Protokol, Sözleşme’nin ayrılmaz birer parçasını meydana getirmektedir. Sözleşme ve Protokoller, imzaları üzerinden geçen iki yıl gibi kısa bir sürede yürürlüğe girmiş olmasına rağmen, bugüne kadar etkili biçimde uygulanamadıkları için Karadeniz’in kurtarılması hedefine ulaşılamamıştır.

Kararlılık-Kararsızlık

Atmosferin dikey sıcaklık profiline göre belirlenir. Özellikle hava kirliliği konusunda, modelleme metot ve uygulamalarında oldukça fazla söz edilen meteorolojik bir tanımlamadır. Kuru adyabatik sıcaklık oranı dikey boyutta her 100 metrede yaklaşık 1 derecedir (-0,980 ºC /100 m.). Eğer mevcut atmosferik şartlarda, sıcaklık yükseklikle, 100 metrede 1 dereceden daha fazla artıyorsa, bu havaya kararlı denir. Yükseklik ve sıcaklık her 100 metrede, 1 dereceden daha fazla düşüyorsa, bu durum kararsız bir karakterle temsil edilir. Kararlı hava koşullarında ortaya çıkan kirlilik, atmosferde yayılma imkânı bulamadan, birikme eğilimi gösterir. Yüksek basınç ve inverziyon durumları ile hafif rüzgâr koşullarında bu olumsuz etki sık sık görülmektedir. Önemli episod dönemlerinde havanın kararlı olduğu belirlenmiştir.

Karbon monoksit (CO)

Renksiz, kokusuz, tatsız bir gazdır ve karbon içeren yakıtların (odun, kömür, petrol vs.) yanmasıyla ortaya çıkar. Eğer bir ortamda yeteri kadar oksijen yoksa, tam olarak yanma gerçekleşmeyeceğinden, karbon dioksit (CO2) yerine CO gazı meydana gelir. Karbon monoksitin atmosferde kalıcılık süresi, yaklaşık 2 aydır. Bütün dünyada CO üretiminin, yıl bazında 232.000.000 ton olduğu tahmin edilmektedir ve bu gazın % 70’inin ulaşım sektöründen kaynaklandığı ortaya çıkmıştır. Karbon monoksitin yere yakın seviyelerde birikmesiyle her yıl konsantrasyonun 0,03 ppm değerinde artacağı hesaplanmaktadır. Şehir havasında bulunan karbon monoksit, kan hücrelerinin oksijen taşıma kabiliyetini azaltır. Sonuç olarak, vücudun oksijen miktarı azalarak tehlikeli bir durum ortaya çıkar. Tam olarak yanmayan sobalardan sızan CO, her yıl, çok sayıda ailenin toplu ölümüne neden olmaktadır. Atmosfer içindeki karbon monoksit, kimyasal bir reaksiyonla karbon dioksit haline dönüşür: CO + OH ® CO2 + H

KARBON VE KARBON DİOKSİT DÖNGÜSÜ

Karbon (C) atomu olmadan dünya üzerinde hiç bir canlı var olamaz ve oluşamaz. Bilinen bütün canlı organizmaların ortak yapı taşı karbondur. Karbon kaynağı, atmosferde karbon dioksit (CO2) olarak bulunur. Bununla birlikte, Yerküre’nin su tabakası olan hidrosferde bikarbonat ve karbon dioksit; katı yer kabuğu demek olan litosferde kömür, petrol, doğal gaz şeklinde yer alır. Doğadaki karbon ve oksijen döngüsü birbiriyle sıkı bir etkileşim halindedir. Her türlü doğal ve yapay yanma olayından karbon dioksit açığa çıktığı gibi, canlıların solunumu sırasında da karbon dioksit havaya karışır. Ancak, yeşil bitkiler bu aşamada devreye girer ve havadaki karbonu alır ve fotosentez işlemlerinde kullanarak atmosfere oksijen bırakır. Karbonun Yerküre’nin tamamında bulunma miktarı, aşağıdaki tabloda görülebilir:





Karbon İçeren Bölümler


Milyar Ton Karbon

Yerküre’deki sediment kayalar
6 x 107

Yerküre kabuğundaki fosil organik karbon
107 kömür+ 10.000 oil

Derin okyanus dipleri
43

Topraktaki biyomas
2.000

Atmosfer
700 Karbon dioksit halinde

Okyanus Yüzeyi
530 Biyokarbonat


Dünya’nın değişik bölge ve yörelerindeki karbon birikimlerinin dönüşüm esasları aşağıdaki tablodan özet halinde görülebilir:





Karbon Rezervuar değeri (milyar ton karbon /yıl)


İşlemler

50
Okyanuslardan buharlaşma

50
Atmosferden okyanuslara

80
Bitkiler yoluyla atmosferden toprağa

80
Solunum, yanma ve ayrışma yoluyla atmosfere geçiş

5
Kömürden atmosfere geçiş

0.05
Volkanik faaliyetlerden atmosfere

0.20
Topraktan denizlere geçiş


KARIŞIK ORMAN

Kural olarak, herhangi bir ormanda birden fazla orman ağacı türünün bir arada bulunması halidir. Kışın yapraklarını döken (meşe, gürgen, kayın, kestane, ıhlamur, akçaağaç, ıhlamur, karaağaç, kızılağaç vb.) ya da dökmeyen (çam, sedir, göknar, lâdin, ardıç vb.) ağaç türlerinden birkaçının birlikte meydana getirdiği “geniş yapraklı karışık” ya da “ibre yapraklı karışık” ormanlar olabileceği gibi, “geniş yapraklı ve ibre yapraklı karışık” ormanlar da olabilmektedir. Karışık ormanların, öncelikli özelliği (ibre yapraklı ya da geniş yapraklı) veya cins ya da tür adı, ilişkin olduğu ormanda hangi özelliğin ya da cinsin/türün hâkim olduğunu açıklamaktadır. Türkiye koru ormanlarının % 7,3’ü “geniş yapraklı karışık”, % 8,7’si “ibre yapraklı karışık” ve % 9,8’i de “geniş yapraklı ve ibre yapraklı karışık” ormanlardır.

KARIŞMA YÜKSEKLİĞİ
Atmosferin yere yakın seviyelerindeki türbülanslı havanın, hava kirleticilerini yayabileceği hacimdir. Karışma tabakası, atmosferin kirlenme potansiyeli hakkında önemli fikir verebilecek bir parametredir. Hava kirliliği sürekli incelendiğinde, karışma yüksekliğinin gün içindeki değişimleri izlenerek kirlilik konsantrasyonu hakkında önemli ipuçları elde edilebilir. Parsel metodu olarak da bilinen bu yöntemle, 1200 GMT radyosonde rasatları yardımı ile günün en yüksek sıcaklığından kuru adyabatik eğriler boyunca gidilerek, sıcaklık profilinin kesiştiği noktanın yerden yüksekliği belirlenir.

KARSTİK ARAZİ

Ana kayası, genel olarak kalkerden meydana gelen; çoğunlukla “dolin” (kokurdan) ve “polye” gibi jeomorfolojik oluşumların bulunduğu; özgün bitki örtüsü, su düzeni vb. özelliklere sahip araziler. Bu arazilerde yerüstü suları, derin oyuntularla yüzlerce metre derinliklere sızarak, yeraltına sızdığı yerden uzaklarda yeniden ortaya çıkabilen büyük yeraltı su birikintilerini meydana getirmektedir. Türkiye’de bu türden arazi yapıları, daha çok, Akdeniz Bölgesi’nde, özellikle de Toros Dağları’nda, geniş alanları kaplamaktadır.

KARTEZİYEN KOORDİNAT
Ele alınan bir (P) sisteminin uzaydaki yerini belirlemek için kullanılan ve birbirine dik açılarla (O) merkezinde kesişen doğruların meydana getirdiği bir gösterim biçimidir. Yatay eksene (x) ekseni, dikey eksene (y) ekseni ve diğer dikey eksene de (z) ekseni adı verilir. Buna göre P’nin uzaydaki yeri (x,y,z) olarak belirlenmiş olur.

KATALİTİK KONVERTÖR
Katalitik konvertörler, benzinli motorlarda başta kurşun olmak üzere, zararlı egzos emisyonlarının önemli bir bölümünü temizleyebilmektedir. Avrupa Birliği (AB), 1 Ocak 1993 tarihinden itibaren, “EURO 93 Egzos Emisyon Standartları”nın uygulanmasını zorunlu hale getirmiştir. Türkiye’de de, söz konusu standardın sağlanması için, katalitik konvertör kullanımına geçilmesi amacıyla ön çalışmalara başlanmıştır. Bu çerçevede, motorlu taşıtlardan kaynaklanan egzos emisyonlarının azaltılması konusunda, Otomotiv Sanayi Birliği ile Çevre Bakanlığı arasında imzalanan protokoller gereğince, 1995 yılından itibaren imal edilecek araçlarda, katalitik konvertör kullanılması zorunluluğu getirilmiştir (Bkz. “Benzin”).

KATI ATIK
Ürünlerin işlenmesi ve tüketilmesi sırasında birincil amaçlarla kullanılmayacağı düşünülen maddeler. Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’nin 3. maddesinde ise, katı atık; “Üreticisi tarafından atılmak istenen ve toplumun huzuru ile özellikle çevrenin korunması bakımından düzenli şekilde bertaraf edilmesi gereken katı maddeler ve arıtma çamuru...” olarak tanımlanmaktadır (Bkz. “Çöp”, “Geri Kazanım”).

Katı atıkların fiziksel ve kimyasal özellikleri ile miktarının yanı sıra toplanması, taşınması ve depolanması çeşitli çevre sorunlarına yol açmaktadır. Sanayileşmiş ülkelerde kişi başına düşen günlük evsel katı atık miktarı 1000 gr. civarındayken; Türkiye’de, 1990’lı yılların ortasında, bu miktarın, yaz aylarında 603 ve kış aylarında da 516 gr. olmak üzere ortalama 600 gr. civarında olduğu belirlenmiştir. Aşağıdaki tabloda, bazı büyükşehir belediyelerinde kişi başına düşen katı atık miktarları (gr./gün) verilmiştir (1993):



İller
Yaz Aylarında
Kış Aylarında

Adana
865
473

Ankara
615
635

Bursa
613
793

Diyarbakır
365
250

Gaziantep
221
175

İstanbul
554
514

İzmir
724
484

Kayseri
752
374

Konya
683
539

Samsun
542
450


Kaynak: DİE Çevre İstatistikleri Türkiye İstatistik

Yıllığı, Ankara.

Aşağıdaki tabloda ise bazı illerde evsel katı atıkların yaz aylarındaki bileşimi (%) verilmiştir:



İller
Yaş
Kül; Cüruf
Geri Kazanılabilir
Adana
75,42
1,66
22,91

Ankara
80,50
2,74
16,77

Bursa
77,16
3,33
19,51

Diyarbakır
85,99
4,34
9,64

Gaziantep
83,30
0,17
16,53

İskenderun
78,86
0,19
20,94

İstanbul
80,53
1,29
18,18

İzmir
84,01
1,13
14,86

Kayseri
76,87
11,61
11,52

Konya
76,84
14,73
8,42

Samsun
87,79
1,68
15,00


Kaynak: DİE Çevre İstatistikleri Türkiye İstatistik Yıllığı, Ankara.

KATI ATIK YÖNETİMİ
Katı atıkların toplanması, işlenmesi, tasfiyesi ve yeniden işlenerek kullanılması için gereken planlamaların tamamı.

KATI ATIKLARIN KONTROLÜ YÖNETMELİĞİ

Bu Yönetmelik, 14 Mart 1991 tarih ve 20814 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanmıştır.

Yönetmeliğin 1. maddesine göre, bu düzenlemenin amacı; “her türlü atık ve artığın çevreye zarar verecek şekilde, doğrudan ve dolaylı bir biçimde alıcı ortama verilmesi, depolanması, taşınması, uzaklaştırılması ve benzeri faaliyetlerin yasaklanması, çevreyi olumsuz yönde etkileyebilecek olan tüketim maddelerinin idaresini belli bir disiplin altına alarak, havada, suda ve toprakta kalıcı etki gösteren kirleticilerin hayvan ve bitki nesillerini doğal zenginlikleri ve ekolojik dengeyi bozmasının önlenmesi ile buna yönelik prensip, politika ve programların belirlenmesi, uygulanması ve geliştirilmesidir”.

KATRAN
Kömür ve odunun damıtılmasından sonra geriye kalan siyah, yapışkan maddedir. Petrol arıtımı sonucunda meydana gelen kalıntı da bu tanıma girer.

KAVAKÇILIK

Çeşitli amaçlarla kullanılmak üzere kavak odunu elde etmek amacıyla çeşitli türden kavaklarla yapılan kavak yetiştiriciliği. Türkiye’de, merkezi Kocaeli’de bulunan Kavak ve Hızlı Gelişen Yabancı Tür Orman Ağaçları Araştırma Enstitüsü’nün kurulması, nisbeten küçük boyutlu odunu hammadde olarak kullanabilen levha sanayii ve ahşap ambalaj sanayiinin artan talebiyle birlikte hızla yaygınlaşmıştır. Ancak, özellikle Marmara Bölgesi’nde, verimli tarım arazilerinin kavak yetiştiriciliğine ayrılması, çeşitli ekolojik kaygılara yol açmaktadır.

KAYBOLAN TÜRLER

Çeşitli nedenler ile ortadan kalkan, yok edilen türler. Dünya’da ve dolayısıyla Türkiye’de, yaşama ortamlarının zarar görmesi ve/veya tamamen ortadan kaldırılması nedeniyle çok sayıda bitki ve hayvan türü yok olmuş ya da yok edilmiştir. Özellikle yağmur ormanlarının, sulak alanların ve bozkırların yok edilmesi, göllerin, akarsuların ve denizlerin kirletilmesi, kıyılardaki yapılaşmaların yol açtığı bu süreç sonunda, belirlemelere göre son 200 yıldan bu yana, Dünya’da 900.000 civarında türün soyu tükenmiştir. Bir başka belirlemeye göre her gün 140 ve her yıl da 50.000 omurgasız canlı, yaşama ortamları olan yağmur ormanlarının tahrip edilmesi nedeniyle yok olmaktadır. Ayrıca, Avustralya’da 320 memeli hayvan türünün % 3’ünün; Meksika’da da 961 kuş türünün % 3’ünün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu; Porto Riko’daki 46 sürüngen türünün 15’inin ve Fransa’da ise 29 amfibi türünün 18’inin yok olduğu belirlenmiştir.

KEBAN BARAJ GÖLÜ

Doğu Anadolu’da Fırat Havzası’ndaki su kaynaklarından çeşitli amaçlarla yararlanmak amacıyla yapımı 1974 yılında tamamlanan baraj dolayısıyla meydana gelen göl. Yüzey alanı 695,5 km2; kıyı uzunluğu 1000 km., denizden yüksekliği 846 m. ve en derin yeri de 155 m. olan Keban Baraj Gölü, çevresindeki yerleşmelerden kaynaklanan evsel, endüstriyel ve tarımsal atıkların yanı sıra, göle su taşıyan akarsuların getirdiği maddelerle de hızla kirlenmektedir. Özellikle, Elâzığ İli’nin kanalizasyonunun arıtılmadan Mürü Çayı aracılığıyla göle salınması, 64.100 km2 genişliğinde su toplama havzasında süregelen şiddetli toprak erozyonu nedeniyle her yıl ortalama olarak 31.500.000 ton toprağın birikmesi, Keban Baraj Gölü’ne çeşitli düzey ve şekilde zarar vermektedir.

KELAYNAK

Türkiye’de, ekosistemleri meydana getiren unsurlar arasındaki etkileşimli ilişkilerin boyutlarının sergilenmesine yönelik açıklamalar sırasında örnek olay olarak ele alınan; doğal yaşama ortamları arasında Birecik’in de bulunduğu, geleceği tehlike altında olan bir kuş türü (geronticus eremita). Kelaynaklar, 1950 ve 1960’lı yıllarda yörede tarımsal zararlılarla mücadele sırasında kullanılan kimyasal ilâçların etkisiyle beslenme imkânlarını büyük ölçüde yitirmiş ve yaşama ortamlarının kirlenmesi nedeniyle hızla azalmış ve sayıları onlarla sayılabilen düzeye inmiştir. Bu gelişmeler karşısında Millî Parklar ve Av-Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü, 1977 yılında Kelaynak Koruma ve Üretme Projesi’ni uygulamaya koyarak kelaynakları koruma altına almış ve üretme çabasına girmiştir.

KELAYNAK DERGİSİ

Doğal Hayatı Koruma Derneği tarafından yayınlanan dergi.

KEMOSENTEZ

Kendi besinini kendi üreten ototrof canlıların, inorganik bileşikleri, güneş ışınlarından yararlanmadan kimyasal olarak okside ederek sentezleme süreci. Örneğin metan bakterilerinin, bataklık gazını; metan ve CO2 olarak ayrıştırması böyle bir süreçtir.

KENT ORMANI

Kentsel yerleşmelerde ve/veya yakınında ya da çevresinde, dinlenme, spor, sağlık, hava kirliliğini azaltma, gürültüyü önleme, estetik vb. amaçlarla kurulan ya da bu amaçlarla yönetilmek üzere ayrılan ormanlardır. New-York’taki Central Park ve Fransa’daki Boulogne ormanları bu çerçevede verilebilecek başlıca örneklerdir. Türkiye’de, kentlerin genişlemesi sonucu kente yakınlaşan, kent içinde kalan orman parçaları ya da ağaçlandırma alanları da kent ormanı sayılabilir. Örneğin, Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ormanı, Gaziantep’te Dülükbaba, Antalya’da Düzlerçamı, İstanbul’da Belgrat Ormanları ile çeşitli korular, kent ormanı özelliği taşımaktadır.

KENT PLANLAMASI

Kentsel yerleşmelerin altyapı yatırımlarının, toplu kullanım alanlarının, konut, dinlenme, spor, iş ve öğretim gibi işlevlerin görülebileceği ortamların, tesislerin niteliğinin, niceliğinin ve yersel konumunun dinamik ve çok boyutlu yaklaşımlarla belirlenmesine ve yönlendirilmesine yönelik planlama çalışmaları.

KENTLEŞME

Ekonomik gelişme ve özellikle de sanayileşmeye bağlı olarak kent sayılabilen yerleşim yerleri ile kent sayılan yerleşmelerdeki nüfusun artması; kentli sayılan davranış şekillerinin egemen olması; işbölümünün artması, yaygınlaşması ve kurumsallaşması süreci.

Türkiye’de hızlı sayılabilecek düzeyde kentleşme süreci yaşanmakta ve bu süreç, kentlerden kentlere ve köylerden kentlere olmak üzere iki boyutlu olarak gerçekleşmektedir. Belirlemelere göre, köylerde 1980’de + ‰ 13,29, 1985 yılında ‰ 10,58 ve 1990 yılında da ‰ 5,56 iken; kentlerde 1980 yılında + ‰ 30,47 olan yıllık nüfus artışı, 1985’de + ‰ 62,08’e çıkmış ve 1990’da da + ‰ 41,57 olmuştur. Bu gelişmeler sonunda il ve ilçe merkezlerinde yaşayan nüfus, 1985-1990 döneminde 5.200.000 kişi artarken bu miktar, bucak ve köylerde 641.000 kişi düzeyinde kalmıştır. İller düzeyinde incelendiğinde, il ve ilçe merkezlerinde nüfus azalmasının yalnızca Kırıkkale’de gerçekleştiği (13.852); buna karşılık, 36 ilin bucak ve köyündeki nüfusun toplam 571.000 kişi azaldığı ortaya çıkmaktadır. Diğer bir ifadeyle, 1985-1990 döneminde il ve ilçe merkezlerindeki nüfus artışının % 11’i, köylerden kentlere yapılan göçlerle gerçekleşmiştir. Bu köylerdeki nüfus azalmasının % 28’i üç ilde (sırasıyla Kars’ta 69.804, Sivas’ta 56.978 ve Giresun’da da 36.953 kişi) gerçekleşmiştir. İl ve ilçe nüfusu en çok artan üç ilin (sırasıyla İstanbul’da 1.181.711, İzmir’de 324.892 ve Ankara’da da 324.683 kişi) il ve ilçe nüfusunda gerçekleşen toplam artış içindeki payı ise % 35,3 olmuştur.

Kentleşmenin bir başka göstergesi de belediyeli yerleşmelerdeki nüfus sayısında görülen artışlardır. Türkiye’de il ve ilçelerin belediyeli nüfuslarının toplam nüfus içindeki payı 1960 yılında % 32 iken 1970’de % 38,5, 1980’de % 43,9 ve 1990 yılında da % 59 olmuştur. Hane sayılarında da aynı yönde bir gelişme yaşanmıştır. Belirlemelere göre, 1970-1990 döneminde Türkiye genelinde belediye sınırları içinde toplam hane halkı sayısındaki artış 4.985.000 olmuştur. Bu artışın % 49,4’ü beş kentte (sırasıyla İstanbul 1.220.052, Ankara 480.432, İzmir 377.896, Adana 194.832, Bursa 186. 921) gerçekleşmiştir.

KENTSEL YÜZEYSEL AKIŞ

Yoğun imar görmüş alanlarda meydana gelen ve özellikle içinde katı maddeler, zehirli maddeler, bakteriler, besin maddeleri, asbest, yağ ve çöp bulunan, çeşitli kirleticilerin bulaştığı yüzeysel su akışı.

KIRMIZI GELGİTLER

Kirlenme ve kanalizasyon vb. yollarla denizlere ve göllere taşınan besin maddelerinin birikmesi, su bitkilerini arttırarak suda çözünmüş oksijen miktarının azalması (ötrofikasyon) ve dolayısıyla da planktonların hızla çoğalmasıyla sonuçlanması, özellikle kıyıya yakın kısımlarda renk değişikliğine yol açması.

KIRMIZI KİL

Nemli tropikal ve subtropikal bölgelere özgü, demir ve alüminyum oksit bakımından zengin, kırmızı renkli, ince toprak.

KIRMIZI LİSTELER

Geleceği, çeşitli nedenlerle tehlike altında olan, ender bulunan bitki ve hayvan türlerinin bölgelere ve IUCN’in tehlike sınıflarına göre sıralandığı listeler. Türkiye’de bitkilere ilişkin ilk örnek, Türkiye Tabiatını Koruma Derneği tarafından yayınlanmıştır.

KIRSAL ÇEVRE

Temel unsurları arasında kırsal yerleşmelerin (kasaba, belde, köy, mezra, kom, mahalle vb.) yanı sıra, tarım arazilerinin, bozkırların, ormanların, yaylâların, çayır ve mer’aların bulunduğu alanlar. Bu alanlarda yaşanan çevre sorunlarının nitelikleri, nedenleri ve sonuçları, kentsel sayılanlardan, özellikle onarılabilmelerinin güçlüğü ve bazı durumlarda imkânsızlığı ve nisbeten daha uzun bir zaman gerektirmesi; önlenebilmesi ve çözümlenebilmesi uygun teknolojilerin kullanılmasından çok davranış biçimlerinin değiştirilmesini gerektirmesi gibi yönlerden farklılık göstermektedir.

KIRSAL ÇEVRE VE ORMANCILIK SORUNLARI
ARAŞTIRMA DERNEĞİ

Başta ormansızlaşma olmak üzere kırsal çevre sorunlarının belirlenmesine ve çözümlenmesine yönelik araştırma, eğitim ve yayın yapmak amacıyla, 1989 yılında kurulmuştur.

Kırsal Çevre Bülteni adıyla yayınlanan bir haber bülteni de çıkaran Derneğin merkezi Ankara’dadır ve çeşitli illerde (İstanbul, Antalya, Bolu, Bursa, İzmir) temsilcilikleri bulunmaktadır.

KIRSAL KALKINMA

Kırsal yerleşmelerde yaşama kalitesine, nisbeten iyileşmesine katkıda bulunan ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmelerin tamamı. Geçinme kaynakları, özellikle de üretim süreçleri ve biçimleri, nüfusun toplumsal ve kültürel özellikleri, altyapı yatırımlarının niteliği vb. yönlerden farklılık gösteren kırsal kesimde, kalkınma süreci de farklı dinamiklere dayanmakta ve dolayısıyla da farklı yaklaşımlarla sürdürülmeye ve yönlendirilmeye çalışılmaktadır.

KIŞLAK

Hayvanların kış aylarında barındırılması ve otundan yararlanması için ayrılmış ve geçmişten günümüze kadar bu amaçlarla kullanılan alanlar.

KIYI

1990 yılında çıkarılan 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 4. maddesine göre; “Deniz, tabiî ve sunî göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden meydana gelen...” şeklinde tanımlanan kıyı çizgisi ile “deniz, tabiî ve sunî göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırı” şeklinde tanımlanan kıyı kenar çizgisi arasında kalan alan.

Kıyılar, su ve karasal yaşamların iç içe girdiği, ekolojik şartlar nedeniyle, başlı başına ekosistem sayılan oluşumlardır.

Diğer taraftan, kıyılar, Türkiye’de de çeşitli yönlerden önemli ekosis-temlerdir. Yalnızca deniz kıyılarının 8333 km. olduğu Türkiye’de, 160 civarında adanın da yaklaşık olarak 9000 km. uzunluğunda kıyısı bulunmaktadır. Ayrıca, toplam yüzölçümleri 8900 km2’yi aşan 48 göl ile her birinin yüzölçümü 5 km2’yi aşan 58 göletin yanı sıra akarsu kıyılarının da bu çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir.

KIYI ALANLARI

Kıyı alanları, kıyılar boyunca 20-40 km. kadar içeriye sokulan bir şerit içinde yer alan tarım, sanayi, turizm, balıkçılık, ulaştırma ve su ürünleri gibi ekonomik faaliyetleri ve doğal zenginlikleri içermektedir. Doğu ve Orta Anadolu bölgelerinde yaşayan geniş halk kitlelerinin kıyı alanlarına akın etmesinin sebebi, bu alanların önemli bir câzibe merkezi olmasıdır. Türkiye, kıyı şeridi, doğal ve çevresel kaynaklar yönünden çok zengin bir ülkedir. Doğal güzelliklerin ve kültürel zenginliklerin çeşitliliği arasında benzersiz kıyılar, doğal parklar, verimli ovalar, sulak alanlar içeren haliçler ve ormanlar bulunmaktadır. Türkiye’nin tamamının % 29’unu meydana getirmekte ve nüfusun % 50’den fazla bir bölümünü barındırmaktadır. Türkiye’de ortalama nüfus yoğunluğu km2 başına 65 kişi iken, kıyı bölgelerinde bu rakam, 130’dur.

Kıyı bölgelerinde önemli sayılabilecek sanayi merkezleri arasında; deri, tekstil ürünleri, gıda, metal, kâğıt ve plastik imalâtı gelir. Ayrıca, petrol rafinerileri, boya, gübre, kömür ve bakır madenciliği diğer önemli faaliyetler arasındadır. Bu endüstri ürünlerinin kabaca, % 75 oranının bu bölgelerde yer alması, çevre sorunlarının ne kadar ciddî boyutlara ulaştığını göstermektedir. Bütün bu olumsuz göstergelere rağmen, kıyı alanlarının büyük bir bölümünün doğal görünümünü koruduğu veya olumsuz gelişmelerden en az düzeyde etkilendiği görülmektedir. Bunun nedenini, kıyı şeridinin bir hayli uzun olmasında, turizm sektörünün yakın zamanlarda gelişmesinde ve geçmişe göre nisbeten artan denetim faaliyetlerinde aramak gerekir. Kıyı yönetiminde göze çarpan önemli ölçüde eksiklikler ve yetki karmaşası henüz giderilememiştir. Bazı konularda gereğinden çok fazla kuruluş bulunurken; diğerlerinde çok az sayıdadır. Merkezî hükümetin denetim faaliyeti yine de sınırlı kalmakta, mahallî idareler gereğinden fazla yakın ve denetleyici olabilmektedir. Ancak en önemli idarî problem, kıyı bölgelerinde genel bir çevre yönetimi programının eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Kanun dışı yapılaşma artmaya devam etmekte, belediyeler çoğu kez başarısız veya isteksiz davranışlar sergilemektedir. Kıyı Kanunu, kıyıların korunmasında etkili olamamakta; kıyı şeridinin tanımı, kullanım yöntemleri ve fiziksel değişimleri konusundaki uygulamada çok sayıda Bakanlık söz sahibi olmakta ve işbirliği bir sorun haline gelmektedir. 1990 yılında çıkarılan Kıyı Kanunu’nda kıyı şeridi halkın sınırsız kullanımına açık ve belli sınırlar içinde yapı izni verilmeyen alan olarak tanımlanmıştır. Söz konusu Kanun’a göre, kıyı, “haliçler, gel-git etkisi yüksek ırmaklar ve limanlar da dahil olmak üzere, en düşük su seviyesi ile en yüksek su seviyesi arasında kalan suların çekildiği bölge” olarak tanımlanmıştır. Kıyı şeridi ise “kıyı çizgisinden karaya doğru derinliği 100 metre olan kuru arazi” olarak tarif edilmiştir. Yönetim açısından bakıldığında, kıyı bölgesinin bu tanımının kıyı karasularını ve bu suları besleyen önemli ırmak havzalarını veya kıyı etki alanını içine alacak şekilde genişletilmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır.

KIYI BÖLGESİ YÖNETİMİ

Kıyı sularının ve su havzalarının kirlilikten korunması ve azamî yarar sağlanması amacıyla yönetimi.

KIYI KANUNU

4 Nisan 1990 tarih ve 3621 sayılı bu Kanun, 17 Nisan 1990 tarih ve 20495 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanmıştır.

Kanun, deniz, tabiî ve sunî göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerinin gözetilerek korunması, toplumun yararlanması, kamu yararına kullanılma esaslarının tesbit edilmesi amacıyla düzenlenmiştir.

1982 Anayasası’nın 43. maddesiyle, kıyı kuşaklarının kullanım amaçlarına göre derinliğinin ve yararlanma imkânlarının kanunlarla düzenleneceğinin belirtilmesi üzerine, TBMM 1984 yılında Kıyı Kanunu’nu çıkarmıştır. 1 Aralık 1984 tarih ve 18592 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiş olan 3086 sayılı Kıyı Kanunu, “kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde imar planlı yerlerde yatay olarak en az 10 metre, diğer yerlerde en az 30 metre genişliğindeki alanı” kıyı kuşağı olarak tanımlanmaktadır. Kanun, kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğunu belirterek, kıyıların herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açık olduğunu kurala bağlamaktadır. Kıyı Kanunu’nun geçici 2. maddesiyle 1 Ekim 1983 tarihinden önce kıyı ve kıyı kuşağına yapılmış olan yapıların kullanımına devam edilebilmesi için özel hükümler getirilmişti. Bu madde dolayısıyla Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, 18 Mayıs 1985 tarih ve 18758 sayılı Resmî Gazete’de bir Yönetmelik yayınlamıştır.

Kıyı Kanunu’nun bazı maddelerinin iptali için yapılan bir başvuruda Anayasa Mahkemesi, kanun ve yönetmelikte yer alan hükümlerin kıyıların korunmasında yeterli olmadığına karar vererek, Kıyı Kanunu’nun 4., 6., 9., 13. ve Geçici 2. maddelerini iptal etmiştir. Bu kararın bir sonucu olarak Kanun’un diğer maddelerinin yürürlük şansı kalmadığından Mahkeme, Kanun’un tamamını 10 Temmuz 1986 tarih ve 19160 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan kararı ile iptal etmiştir. Mahkeme, kararda ayrıca, bu karar dolayısıyla uygulamada boşluk doğmaması için altı ay içinde yeni bir hukukî düzenlemenin yapılmasının uygun olacağını vurgulamış olmasına rağmen, böyle bir kanun ancak 1990 yılında çıkarılabilmiştir. Hukukî düzenlemenin bulunmadığı bu dönemde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı yayınladığı genelgelerle uygulamaya yön vermeye çalışmıştır. Bu genelgelerden ilki 15 Ekim 1987 tarihinde yayınlanmış ve kıyılardan yararlanmayla ilgili genel esasların neler olduğunu göstermiştir.

4 Nisan 1990 tarihinde kabul edilen yeni Kıyı Kanunu ise 3621 sayılı Kanun’dur ve kıyı şeridini, imar planı yapılacak alanlarda yatay olarak en az 20 metre genişliğindeki, uygulama imar planı bulunmayan belediye ve mücavir alan sınırları içinde ya da dışındaki yerleşim alanlarında, çevre düzeni ve/veya nâzım imar planı bulunsun ya da bulunmasın, yatay olarak 50 metre genişliğindeki, belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışındaki iskân dışı alanlarda ise yatay olarak en az 100 metre genişliğindeki alan olarak belirlemiştir. Ancak, Anayasa Mahkemesi Kanun’un anılan maddesini, 20 metre genişliğindeki bu alanın “çevre koşullarını ve kamu yararını gözetecek, kişilere sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama olanağı verecek derinlikte olmadığı” gerekçesiyle iptal etmiştir (23 Ocak 1992 tarih ve 21120 sayılı Resmî Gazete). Bunun üzerine çıkarılan 3830 sayılı Kanun’un getirdiği değişiklikle (11 Temmuz 1992 tarih ve 21281 sayılı Resmî Gazete) kıyı kuşağı, “kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde yatay olarak en az 100 metre genişliğindeki alan” olarak kabul edilmiştir.

KIYI YÖNETİMİ

Kıyıların korunması, çeşitli nedenlerle ortaya çıkan bozulmaların onarılması ve yararlanmanın sürdürülebilir ve kamu çıkarı gözetilerek yönlendirilmesi amacıyla kurulan idarî düzen.

Kıyı yönetimi, diğer alanlarda da olduğu gibi; i) kıyıların özelliklerinin, tehdit kaynaklarının ve boyutlarının belirlenmesi; ii) uluslararası yükümlülükleri de dikkate alan ulusal ve yerel koruma ve onarma politikalarının, stratejilerinin ve ilkelerinin geliştirilmesi; iii) yönetim planlarının hazırlanması; iv) uygulama projelerinin geliştirilmesi ve gerekli araçların sağlanması; v) plan ve projeleri izleme ve yenileme sistemlerinin geliştirilmesi ve işletilmesi boyutlarını içermektedir.

Türkiye’de, Anayasa’nın “Kamu Yararı” başlığı altında verilen 43. maddesine göre; “Kıyılar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve
akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinde yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir”. Diğer taraftan, 3621 sayılı Kıyı Kanunu da, 1. maddesinde belirtildiğine göre; “...deniz, tabiî ve sunî göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tesbit etmek...” amacıyla düzenlenmiştir (Bkz. “Kıyı Kanunu”).

KİMYASAL İŞLEM

Zehirli, kokulu ya da aşındırıcı nitelikteki gazların ve emisyonların arıtılmasında kullanılan kimyasal yöntem.

KİMYASAL OKSİJEN İHTİYACI (KOİ)

Bir su örneğindeki organik ve oksitlenebilir inorganik bileşikler için gerekli olabilecek oksijen miktarını belirleyen, suyun kalitesi ile ilgili bir gösterge.

KİMYASALLAR

Günümüzde kimyasal maddeler, yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuş ve bu nedenle kimyasal maddelerin imalât ve kullanımında, eskiye oranla büyük bir artış kaydedilmiştir. Bütün dünyada 5.000.000’dan fazla kimyasal madde bulunmakta; bunlardan yaklaşık 80.000’i ise günlük hayatta kullanılmak-tadır. Her yıl piyasaya 1000-2000 arasında yeni kimyasal madde sürülmek-tedir. Bu nedenle, uluslararası çalışmalarda mevcut kimyasallar sistematik bir şekilde araştırılmakta ve böylece kontrolleri, taşıyacakları riskler ve kullanma yöntemleri için gerekli olan standartlar hazırlanmaktadır. Kimyasalların ticaretinde, taşınmasında uluslararası normlara ve mevzuata uyulması, zorunlu hale getirilmiştir. Günlük hayatta kullanılan deterjanlar, kimyasallar sınıfına girmektedir. Deterjanların çok çeşitli kullanım alanları olmasına rağmen, bazı zararları da beraberinde getirdiği bir gerçektir. Sular kirlenmekte, su ürünleri olumsuz yönde etkilenmektedir. Ziraî mücadele ilâçları da kimyasallar sınıfında kabul edilmektedir. Önceleri DDT yararlı bir kimyasal olarak kullanılmış; ancak, yıllar sonra zararları anlaşılmış ve bir çok ülkede kullanımı yasaklanmıştır.

Herhangi bir kimyasal maddenin kabul edilebilir konsantrasyon değerlerinin üzerine çıkması, istenmeyen etkilere neden olabilir. Kükürt dioksit, kükürt trioksit, sülfürik asit, hidrojen florür, klor ve bazı organik bileşikler, her türlü canlıda olumsuz etki gösterir; bitkilerde fidan ve ekinlerin bozulmasına neden olur. Ozon, akciğer ödemine sebep olurken; florürler, temas ettikleri vücut yüzeyini tahrip etmektedir. Karbon monoksit, hücrelere oksijen geçişini engellemekte, radyoaktif maddeler kan hastalıklarına, sakatlıklara ve kansere yol açmaktadır. Asitler, bazlar ve istenmeyen katı parçacıklarla temas eden canlılarda, deride aşınma ve lezyonlar meydana gelmekte; çabuk üreyen mantar ve bakteriler bünyeye yayılmaktadır. Ağır metaller başta sanayi atıkları olmak üzere, bacalardan ve egzoslardan havaya, toprağa ve suya geçerek, canlılar için tehlike yaratmaktadır. Havada bulunan metaller, solunum yoluyla; sudakiler içilmek veya kullanılmak suretiyle bünyeye doğrudan alınır. Ayrıca metal kirlilikleri ile beslenen bitki ve hayvanlardan da insana bulaşan; arsenik, nikel, krom, selenyum, vanadyum, alüminyum, kadmiyum, cıva ve kurşun en önemli zehirli kimyasallardır. Tarım sektöründe mücadele ve koruma amaçlı kullanılan pestisidler de zamanla toprakta birikmekte ve yağmur sularıyla yeraltı sularına karışmaktadır. Pestisidler, insanların en önemli gıdası olan et, süt, yumurta sebze, meyve ve su gibi gıda zinciri ile de insanlara ulaşmakta ve bu kimyasallar hücre zarında difüzyonla hücre içine girmekte ve genellikle yağ dokusunda birikmektedir. Asbest, kimyasallar içinde zararlı olduğu bilinen ve kanserojen olarak üst sıralarda bulunan bir maddedir. Daha çok solunum yoluyla vücuda giren asbest (amyant), solunum darlığına da sebep olmaktadır. Çevre Bakanlığı tarafından, 11 Temmuz 1993 tarihinde yayınlanan Zararlı Kimyasal Madde ve Ürünlerin Kontrolü Yönetmeliği, bu konuda yapılacak her türlü idarî, teknik ve hukukî işlemleri kapsamaktadır. Söz konusu yönetmelikteki zararlı kimyasallar listesinde yer alan maddelerin üretimi, ambalajı, etiketlenmesi, depolanması, ticareti ve kullanılması ile ilgili güvenlik ve risk durumları ayrı ayrı belirtilmektedir.

KİRLETEN ÖDER İLKESİ

Çevre sorunlarının çözümlenmesi; dolaylı olarak da çevre sorunlarına yol açabilecek tutumların ve işlemlerin engellenmesi ve/veya en aza indirilmesi için kirlenmeden sorumlu olanların kirlenmenin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yönelik harcamalara katılmasını hedefleyen ilke.

KİRLETİCİ

Doğal dengeyi bozabilecek konsantrasyonda, canlılar için tehlike yaratabilecek dozda, her türlü katı, sıvı ve gaz halindeki maddeler.

KİRLİLİK
Çevrenin insan, bitki ve hayvan yaşamı açısından tehlikeli veya potansiyel tehlikeli olacak şekilde kirlenmesi; hemen bozulup dağılmayan her türlü katı, sıvı veya gazların; hava, toprak ve sularda tesbit edilmiş azamî standartların üzerinde bir konsantrasyon miktarı bırakması sonucu, doğal ve yapay çevrenin zamanla tahribata uğraması.

KLİMATOLOJİ
Bkz. “İklim”.

KLOR İHTİYACI
Belirli bir hacim pis su içinde bulunan tehlikeli bakterileri öldürmek ve suyu kullanılabilir hale getirmek için gerekli klor dozu.

Klorofil

Yeşil bitkilerde bulunan ve kimyasal olarak iki şekilde fotosentez olayını gerçekleştirmeye yarayan bir maddedir. Birinci şekli C55H72O5N4Mg olarak bilinmektedir. İkinci şekli, C55H70O6N4Mg olarak verilir.

KLOROFLUOROKARBONLAR

Başta soğutucu aygıtlar olmak üzere aerosol püskürtücülerde; sanayide de çözücülerde kullanılan bir bileşik. Ozon tabakasının incelmesine ve dolayısıyla da ser’a etkisine yol açması nedeniyle önem taşımaktadır.

KOBALT 60

Tıp alanında çeşitli amaçlarla kullanılmakta olan ve canlılara çeşitli düzey ve şekillerde zarar veren radyoaktif içerikli kobalt.

KOBALT 80
Hem insanlara hem de hayvanlara zarar verici nitelik taşımasına rağmen, tıpta belirli dozlarda kullanılan radyoaktif madde.

KOMPOST

Organik kaynaklı katı atıkların oksijenli ortamda ayrıştırılması suretiyle üretilen toprak iyileştirici maddedir.

KOMPOSTLAMA
Katı atık ve çamur gibi organik maddeleri, aneorobik çürütme yoluyla bir çeşit gübreye dönüştürme işlemi.

KONDÜKSİYON

Isının bir maddenin sıcak olan bölgesinden soğuk olan bölümüne iletilmesi işlemidir. Demir bir çubuğun bir ucu ısıtılırsa, atomların (veya moleküllerin) sahip oldukları kinetik enerjilerinin sıcak olan uçtan soğuk olan uca taşınması sonucunda ısı iletilmiş olur (Bkz. “Radyasyon”).

Konsantrasyon

Bir madde içinde yer alan başka bir maddenin birim hacim veya birim kütle içindeki miktarının bulunma oranı. Örnek olarak hava içinde bulunan kükürt dioksit (SO2) miktarının, birim havaya göre bulunma miktarıdır. Yaygın olarak kullanılan birim, mikrogram/metreküptür (mgr/m3). Kullanılan bir başka konsantrasyon birimi ise, milyonda bir olarak ifade edilen (parts per million: ppm) bulunma oranıdır. 1.000.000 m3 hava içinde mevcut olan 1 m3 kirletici maddeyi gösterir. Bu iki birimin birbirine dönüştürülmesi sık sık kullanılır. Verilen bir mutlak sıcaklık (K = t+273) ve basınç değeri (p) için,



formülü geçerlidir.

Çeşitli gazların mol ağırlıkları da şöyledir:

CO = 12 + 16 = 28 gr./mol

CO2 = 12 +2x16 = 44 gr./mol

SO2 = 32 + 2x16 = 64 gr./ mol

NO2 = 14 + 2x16 = 46 gr./mol















Aşağıda verilen problem örnek olarak incelenebilir:

1952 yılında Londra episodunda ölçülen maksimum SO2 konsantrasyonu 0,7 ppm’dir. Söz konusu konsantrasyonu 0 ºC ve 1 atm. basınç altında mili-
gram/m3 (metreküpte bir gramın binde biri) ve mgr/m3 (metreküpte mikrogram- bir gramın milyonda biri-) cinsinden hesaplamak için yukarıda verilen formüle göre, bulunan değer aşağıda gösterilmektedir:


KONTUR SÜRÜM

Bkz. “Aykırı Sürüm”.

KONVEKSİYON

Bir sıvı veya bir gazın sahip olduğu ısıyı, hareket ederek iletmesi işlemidir. Isı kaynağı ile doğrudan temas eden bir gaz, ısınır, genişler, yoğunluğu azalır ve yükselme eğilimi gösterir. Boşalan ortama bu kez daha soğuk bir gaz gelir. Böylece meydana gelen akımlara konveksiyon akımları denir. Bu
akımlara verilecek en güzel örnek, soba veya kalorifer radyatörleri ile yakın temasta bulunan havanın ısınması, genişlemesi ve yer değiştirerek, yerine soğuk havanın yerleşmesidir. Bu şekilde yayılan ısı, odanın tamamını kaplar.

KORU ORMANI

Kural olarak, tohum ekilerek veya doğal ya da insan eylemleriyle tohumlama olması sağlanarak ya da fidan dikilerek yetiştirilen ve istenilen işlevi, baltalık ormanlara göre çok daha uzun (iki-üç kat) zaman sonra en üst düzeyde görebilecek duruma gelen ormanlar. İbre yapraklı ağaçların (çamlar, lâdinler, sedirler, göknarlar, ardıçlar vb. türlerin) meydana getirdiği ormanlar, koru ormanlarıdır. Ancak, kışın yaprağını döken kayın, meşe, gürgen, kestane, huş vb. türler de koru ormanları meydana getirebilmektedir. Türkiye’de ormanların, % 78’i ibre yapraklı olmak üzere, % 67’si (13.800.000 hektar) koru ormanı niteliğindedir.

KORUMA

Öne çıkan bazı özellikleri nedeniyle ayrılan doğa, tarih ve kültür varlıklarının bütün ya da bazı özelliklerini, zarar görebilecekleri herhangi bir etkiye karşı gözetmek; zarar görmemesini sağlamak. Eş anlamlısı olarak kullanılan, “muhafaza etmek” fiili; herhangi bir varlığın, nesnenin ya da ortamın gelecekte herhangi bir şekilde yararlanılmak üzere saklanmasıdır. Bu nedenle, yapılan eylemin amaçlarına göre bu farkın gözönünde bulundurulması gerekmektedir.

KOTA
Yıllar itibariyle dolum yapılmış plastik ve metal kapların yeniden değerlendirilmesi ve bertaraf edilmesi amacıyla, bu kapların geri toplanan miktarının, dolum yapılan miktarına oranıdır.

Kömür

Milyonlarca yıl önce dev bitkilerin toprak altında kalarak karbon ve karbon bileşikleri şeklinde ortaya çıktığı yanıcı bir katı yakıttır. En önemli tipleri, linyit ve taş kömürüdür. Türkiye’de çıkartılan ısınma amaçlı kömürler, daha çok linyit rezervleri şeklinde, Marmara, Ege ve Karadeniz bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Enerji tüketimi bakımından Türkiye’de petrolden sonra (% 47) kömür kullanımı gelmektedir (% 43). Bu oranın % 6’sı taşkömürüne, % 37’si de linyitlere aittir. Tahminlere göre, Türkiye’deki linyit rezervleri, 8.600.000.000 ton civarındadır (Bkz. “Linyit”). Her yıl tüketilen linyit ise, 50.000.000 tonu bulmaktadır.

Kömürün içerdiği su miktarı yüzdesine nem denir. Taşkömüründeki nem, % 1-3; linyitlerde % 20-30; yumuşak linyitte ise % 40-60’tır. Kömür, yanma sırasında kimyasal olarak değişikliğe uğrar ve kömürden karbon monoksit, metan ve diğer hidrokarbonlar gibi yanıcı özellikte gazlar çıkar. Bu gazların içeriği, kömürün uçucu madde miktarını belirler. Uçucu maddeler, kömürün hızlı tutuşması ve verimli yanması için dikkate alınması gereken unsurlardır. Uçucu maddenin ayrılmasından sonra, kömürün geriye kalan yanabilen kısmına sâbit karbon denir. Sâbit karbon, kömürün katı halde yanan kısmı olarak da tanımlanır. Kömürün bileşiminde kirletici olarak tanımlanan en önemli bölüm kükürttür. Kükürt, kömürde organik ve inorganik şekilde bulunur. Organik kükürt, hidrokarbon yapıya bağlanmıştır; kömürü oluşturan bitkisel maddelerin içerdiği aminoasitler, organik kükürtü meydana getirir. İnorganik kükürt; içinde daha çok sülfat bileşiği (CaSO4) bulunan kükürttür. Yanma ürünü olan kükürt dioksit (SO2)’in büyük bölümü bu bileşenden açığa çıkar. Yanma sonucunda arta kalan maddeye kül denir. Kül, artık yanıcı vasıfta olmamasına rağmen, içerdiği sodyum oksit (Na2O) içeriği ile ızgaraları kirletebilir. Normal kül analizinde; SiO2, Al2O3, Fe2O3, CaO, SO3, MgO, Na2O, K2O gibi bileşenler bulunmuştur.

Kömürlerin bulunma ve arama faaliyetlerinde kullanılan tanımlamalar şu şekilde açıklanabilir. Rezerv; varlığı, yeraltı ve yerüstü sondaj çalışmaları ile belirlenmiş, teknik ve ekonomik açıdan işletilmesi ayrıntılı fizibilite raporları ile kanıtlanmış kömür miktarıdır. Görünür rezerv; uzunluk, genişlik ve derinlik boyutları ile belirlenmiş, jeolojik gelişmeleri kesin olarak bilinen rezervlerdir. Muhtemel rezerv; sadece iki boyutta belirlenmiş olan rezervlerdir. Mümkün rezerv; boyutları belirlenmemiş ve varlığı, bazı jeolojik bulgular sonucunda gelişeceği ümit edilen kömür kütlesidir. Potansiyel rezerv; işletilmesi teknik ve ekonomik şartlarda imkânsız görülen kömür miktarıdır. Satışa arz edilen kömür, yıkama işlemlerinden geçirildikten sonra, belirli teknolojik büyüklüklere (boyut, kül içeriği, kükürt içeriği, alt ısıl değer vb.) sahip kömürdür. Yıkanmış kömür, inorganik kükürtle, kül içeriğini belirli ölçüde azaltmak ve alt ısı değerini yükseltmek için yıkama işlemlerinden geçirilmiş kömürdür. Elementer analiz, kömür bileşeni içindeki nem, karbon, hidrojen, kükürt, azot, oksijen ve kül yüzdelerinin belirlenmesi için yapılan çalışmadır.

KÖPÜK GİDERİCİLER

Köpürmeyi azaltmada kullanılan veya köpük oluşumunu denetlemek için deterjanlara eklenen kimyasal maddeler.

KÖY HİZMETLERİ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ

Genel olarak, tarımsal üretim yapılan alanlarda verimliliğin arttırılmasına yönelik teknik ve teknolojilerin (arazi iyileştirme, toprak ve su kaynaklarını koruma, tarımsal mekanizasyon vb.) geliştirilmesi amacıyla araştırma ve eğitim çalışmaları yapan; Başbakanlık Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı enstitüler. Sayısı 1990’lı yılların sonunda 11’e (Kırklareli, Ankara (2), İzmir, Samsun, Erzurum, Eskişehir, Konya, İçel, Şanlıurfa ve Tokat) ulaşmıştır ve bu enstitülerde, 200 civarında uzman araştırmacı çalışmaktadır.

KÖY HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

Önceleri Tarım, Orman ve Köyişleri Bakanlığı’na bağlı, katma bütçeli bir kuruluş olarak faaliyette bulunan, 1993 yılında ise Başbakanlığa bağlanan kamu kuruluşu. 3202 sayılı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun’un 2. maddesinde sayılan görevlerinin başlıcaları şunlardır:

“a) Kalkınma plan ve programlarında yer alan ilke ve politikalara uygun bir şekilde toprak ve su kaynaklarının verimli kullanılmasını, korunmasını, geliştirilmesini sağlamak,

b) Devletin hüküm ve tasarrufu altında veya özel mülkiyetinde bulunan yabani fıstıklık, zeytinlik, sakızlık, harnupluk, fundalık, makilik, çayır ve mer’aların altyapı tesislerini imar, ıslâh ve ihya etmek için gerekli projeleri ve programları hazırlamak; tasvip edilenlerini uygulamak ve uygulatmak,

c) Tarım alanlarının gayesine uygun bir şekilde kullanılmasını sağlamak, denetlemek ve bu konu ile ilgili diğer kuruluşlarla işbirliği yapmak,

d) Devletin hüküm ve tasarrufu altında veya özel mülkiyetinde bulunan taşlı, asitli, alkali veya turbiyer toprakları ve kurutulmuş sahaları tarıma uygun hale getirmek,

e) ...suyun tarımda kullanılması ile ilgili arazi tesviyesi, tarlabaşı kanalları, tarla içi sulama ve drenaj tesisleri gibi tarım sulaması hizmetlerini ... yapmak;...ekonomik üretime imkân vermeyecek derecede parçalanmış, dağılmış, şekilleri bozulmuş tarım arazilerinin teknik, ekonomik ve işletme imkânları ölçüsünde toplulaştırılmasını sağlamak,

f) Toprak muhafaza, arazi ıslâhı ve sulama gibi faaliyetlerde gerektiğinde birlikler, ortaklıklar, döner sermayeli ve tüzel kişiliği haiz işletmeler kurmak....”

Genel Müdürlüğün örgütlenmesinde, özel olarak bu görevler doğrultusunda faaliyette bulunmak üzere Havza Islâhı ve Göletler Dairesi Başkanlığı’na da yer verilmiştir. Kanun’un 11. maddesine göre; “...Toprak erozyonunu önleyici, giderici, azaltıcı, toprak ve su dengesinin kurulması ve korunmasını sağlayıcı tedbirleri almak, gerekli tesisleri yapmak ve yaptırtmak;” bu Daire’nin görevlerindendir. Ayrıca, “Toprak ve su kaynaklarının geliştirilmesi ve verimli şekilde kullanılması ile ilgili araştırma çalışmaları yapmak ve yaptırtmak”, Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Dairesi Başkanlığı’nın; “Toprak etüdü ve her türlü toprak analizleri, sınıflandırmaları ve toprak harita raporlarını yapmak ve yaptırtmak” ise Etüt ve Proje Dairesi Başkanlığı’nın görevleri arasında sayılmaktadır.

Taşrada, bölge müdürlüğü ve il müdürlükleri düzeyinde örgütlenen Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 11 yörede faaliyette bulunan araştırma enstitüsü bulunmaktadır.

KÖY KANUNU

18 Mart 1340 (1924)’ta kabul edilen Kanun, 7 Nisan 1340 (1924) tarih ve 68 sayılı Resmî Ceride’de yayınlanmıştır.

Bu Kanun’un amacı; köylünün karşılaşabileceği sorunların neler olabileceğini ve ne şekilde çözümler getirebileceğini belirlemektir.

KRİSTALLEŞME

Sıvı atıkların arıtılmasında atık maddeden, suyu ayırmak için kullanılan bir yöntem.

KSEROFİL (BİTKİLER)

Bkz. “Kurakçıl Bitkiler”.

KULLANMA SUYU
Aşırı mineral veya tuz yoğunluğu taşımayan; insan ve hayvan sağlığına zarar verecek madde birikimlerini içermeyen ve tüketilmesinde sakınca olmayan su.

KUMUL

Rüzgârın yığdığı kumlardan meydana gelen tepe ve tepecik.

KURAKÇIL BİTKİLER

Kurak sayılabilecek şartlarda doğal olarak yetişebilen bitkiler (kserofil). Bu bitkiler, yapraklarını küçülterek ya da tamamen ortadan kaldırarak su kayıplarını (terlemeyi) en aza indirerek ve/veya yaprakları üzerinde eterik yağlarla koruyucu tabakalar meydana getirerek bu şartlarda varlıklarını sürdürebilmektedir.

Kurakçıl bitkiler, üç grupta toplanmaktadır. Efemer bitkiler; çoğunlukla 20-40 gün süreyle yaşabilen, çöl bitkileridir. Kökleri yüzeyseldir; toprak kuraklığına direnemeyen; ancak, hava kuraklığına karşı koruma donanımı gelişmiş bitkilerdir. Sukulent bitkiler, yapılarında, kurak dönemlerde kullanmak üzere su biriktirebilen, kaktüs örneği bitkilerdir. Üçüncü grupta toplanan kurakçıl bitkiler ise, nisbeten derinlere inebilen ve dallanan kök sistemlerine sahiptir. Toprak üstü organları, çoğunlukla küçük ve tüylü bitkilerdir.

KURAKLIK

Canlıların varlıklarını sağlıklı olarak sürdürebilmesini engelleyebilecek ve giderek ölümlerine yol açabilecek düzeyde su kıtlığı, azlığı, azalması. Kuraklık, olağandışı bir durumu yansıtmaktadır. Mevsim koşulları nedeniyle yaşanan olağan su kıtlıkları, azalmaları kuraklık değildir. Bazı görüşlere göre, nisbî nem oranının % 30’un altına düştüğü; rüzgâr hızının 5 m./sn.’nin üzerine çıktığı ve hava sıcaklığının da 25 ºC’ı aştığı dönemleri ifade etmektedir.

KURAKLIK ENDEKSİ

P= yıllık toplam yağış miktarı; T= yıllık ortalama sıcaklık olmak üzere;

işlemiyle elde edilen değer. Tarım yapılabilecek araziler ve iklimler, bu endeksten yararlanılarak aşağıdaki gibi gruplandırılabilmektedir:



Endeks
Tarım Arazisi ve İklimler

10’dan küçük
Çöl: Ancak sulama yapılarak tarım yapılabilmektedir.

10-15
Çok Kurak: Gerekli durumlarda sulama yapılarak tarım yapılabilmektedir.

16-20
Kurak: Yalnızca kuru tarım yapılabilmektedir.

21-30
Az Kurak: Kuru tarım yapılabilmektedir.

31-40
Az Nemli: Bitkisel üretim için zaman zaman kurutma işlemlerinin yapılması gerekebilmektedir.

41-60
Çok Nemli: Tarım yapılabilmesi için kurutma yapılması zorunlu olmaktadır.

60’dan büyük
Herhangi bir tarımsal üretim faaliyeti imkânsızdır.


KURŞUN (Pb)

Atom numarası 82 olan, yumuşak, mavi-beyaz renkte bir metaldir. Akümülatörlerin yapımında kullanılır. Biriken bir zehir olduğundan, küçük bir dozu bile ciddî hastalıklara yol açabilen, hattâ ölümlere sebep olan, doğal çevrede inorganik halde bulunan bir maddedir. Motorlu taşıt araçlarının emisyon bileşenleri arasında, kurşun emisyonları büyük önem taşımaktadır. Benzinli motorlarda vuruntuyu önlemek için kullanılan “kurşun tetra etil” adındaki katkı maddesi, bir litre benzine 200-800 mg. eklenmektedir. Yapılan basit bir hesaplama ile 100 km. mesafede, 10 litre kurşunlu benzin yakan bir araç, bu uzaklık için, 2-3 gr. kurşunu havaya bırakacaktır. Saatte, 200 araçlık bir trafik yoğunluğunda, 40-60 gr./km.saat kurşun havaya aktarılmaktadır. Kurşun insan bünyesine genel olarak, % 15-18 oranında solunum yollarıyla, % 85 oranında ise, aşırı kirlenmiş hava ve yiyecekler ile alınmaktadır. Kandaki kurşun konsantrasyonu 0,2 mgr./ml. limitini aştığında olumsuz etkiler görülmektedir. 1,2 mgr./ml. limitinin aşılması durumunda ise, yetişkinlerde geri dönüşü olmayan beyin hasarlarının görüldüğü belirlenmiştir. Az miktarda vücuda giren kurşun; uyku bozuklukları, yorgunluk, hafıza kaybı, baş dönmesi gibi rahatsızlıklara da neden olabilir. Kurşun bileşiklerinin zaman zaman rüzgârlarla açık denizlere kadar taşındığı ve deniz organizmalarında ölümlere yol açtığı anlaşılmıştır. Kurşunun yarılanma ömrü, kanda 20-40 gün; kemiklerde ise, 10 yıldır. Kurşun, çocukların kanında erişkinlere kıyasla, daha yüksek konsantrasyonlara ulaşabilmektedir. Avrupa Birliği standartlarına göre, kurşunlu benzinde, kurşun miktarı en fazla, 0,40 gr./litre; kurşunsuz benzinde ise en fazla, 0,013 gr./litre olacaktır (Bkz. “Motorlu Araçlar”).

KURŞUNSUZ BENZİN

Organik kurşun bileşikleri katılmamış benzin.

KURUM
Eksik yanmadan meydana gelen ince karbon parçacıkları.

KUŞLAR

Omurgalıların “aves” sınıfından canlılar. Yeryüzünde, yaklaşık olarak 160.000.000 yıldır bulunmaktadır ve ayırt edici özellikleri, bedenlerini tamamen kaplayan tüyler ve uçmalarını mümkün kılan kanatlar, iskelet ve kas yapısıdır. Yeryüzü’nde 27 takımda toplanan 9000 civarında kuş türü bulunmaktadır. Kuşlar, beslendikleri hayvanların (böcek ve kemirgenleri) sayılarını doğal olarak denetimde tutarak ekosistemlerin varlıklarını sürdürebilmesine katkıda bulunabilmektedir. Türkiye, konumu nedeniyle, kuşbilimsel (ornitolojik) yönden önem taşıyan bir ülkedir ve 450 civarında türün bulunduğu ve bu türlerin yaklaşık olarak 300’ünün Türkiye’yi kuluçka alanı seçtiği belirlenmiştir.

KUŞLARIN HİMAYESİNE DAİR MİLLETLERARASI SÖZLEŞME

Bu Sözleşme, 1 Aralık 1966 tarih ve 797 sayılı Kanun ile onaylanarak 17 Aralık 1966 tarih ve 12480 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanmıştır.

Sözleşme, 18 Ekim 1950’de Paris’te düzenlenmiş olup, kuşların himayesi hakkındadır. Bu çerçevede, bütün kuşların (ki, burada kastedilen göçmen kuşlardır), hiç olmazsa üreme devrelerinde, yuvalarının bulunduğu yerlere gelişleri sırasında özellikle de Mart, Nisan, Mayıs ve Temmuz aylarında; bilimsel bir yararı olan veya ortadan kalkma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan türlerin de bütün yıl boyunca korunmalarını öngörür.

KUZEY ÜLKELERİ

Kuzey Yarıküre’de bulunan, ekonomik olarak gelişmiş ülkeler.

KÜÇÜK SANAYİ SİTELERİ

Bireysel olarak faaliyette bulunduklarında altyapı yatırımları götürülemeyen ve/veya altyapı maliyetleri nisbeten yüksek olan ve uygun çalışma koşullarına sahip olmayan; yerel olarak başka işletmelerle birlikte bulunduklarında çeşitli kolaylıklardan yararlanabilme imkânı bulunan; kentsel yerleşmelerin içinde ve/veya yakın çevresinde dağınık olarak bulunduklarında çeşitli çevre sorunlarına yol açan küçük ve orta ölçekli işletmelerin toplu olarak yerleştirildikleri; altyapı yatırımları merkezî olarak çözülmüş siteler.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın yönetiminde meydana getirilen Organize Sanayi Bölgeleri ve Küçük Sanayi Siteleri İnşaatı ve İşletme Giderleri Fonu’ndan sağlanan parasal ve teknik destekle gerçekleştirilen küçük sanayi sitelerinin sayısı, 1998 yılı sonuna kadar 294’e; buralarda faaliyette bulunan işyeri sayısı 70.603’e ve bu işyerlerinde çalışanların sayısı da 424.000 kişiye ulaşmıştır. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın belirlemelerine göre, Türkiye’deki küçük sanayi sitelerinin, % 39’u oto onarım; % 30’u metal işleme; % 23’ü ahşap işleme alanlarında faaliyette bulunmaktadır.

KÜKÜRT (S)
Atom numarası 16 olan bir elementtir. Diğer bir ismi de sülfürdür. Metalik değildir ve mavi renkte bir alevle yandığı zaman, tehlikeli bir gaz olan ve hava kirliliği sorunlarında önemli bir yer tutan kükürt dioksiti meydana getiren bir gaz haline gelir. Doğada volkanik bölgelerde bulunur. Kömürün yapısında bulunur. Tıpta ve kimya sanayiinin değişik alanlarında kullanılır.

KÜKÜRT DİOKSİT (SO2)
Kükürdün havada yanması sonucu meydana gelen; renksiz, tahriş edici, keskin kokulu gazdır. En belirgin hava kirleticilerindendir. Suda çabuk çözünür. Birincil derecede hava kirleticileri arasında sayılmaktadır. Genellikle, nokta kaynaklarında, yakıtların yanması sonucunda meydana gelir. Antropojenik kükürt oksitlerin, % 80’den fazlasının durağan kaynaklardan meydana geldiği bilinmektedir. Petrol ve kömür gibi fosil yakıtlar, genel olarak % 5 ilâ 6 arasında kükürt içerir. Bu yakıtların yanması sonucu meydana gelen SO2’nin sayısal değeri incelendiğinde, bütün dünyada her yıl neşredilen küresel emisyonların 132.000.000 tonu; antropojenik kaynaklı emisyonların ise, 50.000.000-75.000.000 tonu bulduğu tahmin edilmektedir. Sadece Avrupa’da her yıl atmosfere bırakılan SO2’nin 20.000.000 tonun üzerinde olduğu anlaşılmaktadır.

Kükürt dioksit atmosfere bırakıldıktan sonra, aşağıda gösterildiği üzere sülfürik aside dönüşmektedir:

SO2 + OH → HOSO2

HOSO2 + O2 → SO3 + HO2

SO3 + H2O → H2SO4

Buna göre, kaba bir hesaplama ile % 1 oranında kükürt içeren bir ton kömür yandığı zaman, 10 kg. kükürt açığa çıkacaktır. Kükürt dioksitin molekül ağırlığı 64’tür (Kükürdün molekül ağırlığı 32, oksijenin 16). Bu verilere göre, bir ton kömürün yanması sonucunda, atmosfere 20 kg. kükürt dioksit bırakılmış olacaktır. İnsan sağlığı açısından da son derecede tehlikeli olan kükürt dioksitin 0,3-0,5 ppmv konsantrasyonu, üst solunum yollarında çeşitli tahrişlere neden olur. 1,5 ppmv konsantrasyonda ise bronşlarda enfeksiyon baş gösterir. 10 ppmv konsantrasyona mâruz kalan kişi, 5 dakika içinde ölür. OECD ülkelerinde kişi başına tüketilen SOx, OECD dışı ülkelerde 3,5 katına çıkmaktadır ve bu oran, sanayi sektörünün, gelişmiş ülkelerde ne kadar yüksek seviyede olduğunu göstermektedir.

KÜKÜRT DÖNGÜSÜ
Kükürt içeren bileşiklerin; biyosfer, hidrosfer, atmosfer ve litosferdeki çevrimidir. Sürdürülen çeşitli araştırma ve bulgulardan, kükürdün atmosferde oldukça az miktarda bulunduğu ortaya çıkmıştır. Atmosferdeki kükürt miktarının, SO2 ve H2S halinde, 3 megatona (milyon ton) ulaştığı bulunmuştur. Diğer taraftan, Yeryüzü’nün alt katmanlarındaki, yer yüzeyindeki ve okyanuslardaki kükürt miktarının birbirleriyle sürekli bir alışveriş halinde olduğu anlaşılmıştır. Kükürt döngüsünde en çarpıcı sonuç, insan eliyle yakıtlardan çıkan kükürt dioksitin atmosfere karışması ve burada su ile birleşerek asit yağmurları halinde yeryüzüne düşmesidir. Yeryüzü ile atmosfer arasındaki kükürt dolaşımının yılda 75 megatona eriştiği, elde edilen veriler arasındadır.

KÜL
Yanan maddelerden arta kalan madde.

KÜLTÜR ARAZİSİ

Sürekli olarak bitkisel ve hayvansal üretim amacıyla kullanılan araziler. Bahçeler ve tarlalar ile mer’alar, en bilinen kültür arazilerindendir.

KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KANUNU

21 Temmuz 1983 tarih ve 2863 sayılı bu Kanun, 23 Temmuz 1983 tarih ve 18113 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanmıştır. Kanun’un amacı, “Korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile tanımlarını belirlemek; yapılacak işlem ve faaliyetleri düzenlemek; bu konuda gerekli ilke ve uygulama kararlarını alacak teşkilâtın kuruluş ve görevlerini” belirlemektir. Kanun kapsamında üç çevresel unsura yer verilmektedir. Kültür Varlıkları: “Tarih öncesi ve tarihî devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan yer üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz varlıklar”. Tabiat Varlıkları: “Jeolojik devirlerle tarih öncesi ve tarihî devirlere ait olup ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından gerekli yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan değerlerdir”. Sit: “Tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimarî ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları; önemli tarihî hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tesbiti yapılmış tabiat özellikleriyle korunması gerekli alanlar”. Ancak Kanun, “taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının muhafazaları veya tarihî çevre içinde korunması zorunlu” alanları da Koruma Alanı olarak tanımlamaktadır.

Kanun kapsamındaki çalışmalar Kültür Bakanlığı’na bağlı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğü ile Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve Kanun’un 51. maddesiyle meydana getirilen Yüksek Kurul ve Bölge Kurulları aracılığıyla yürütülmektedir. Kanun’da taşınmaz ve taşınır kültürel ve doğal değerlerin araştırılması, belirlenmesi, gerektiğinde kamulaştırılması, tescili, taşınması, ticareti, korunma altına alınması, kullanılmasının yönlendirilmesi, kural dışı tutumların cezalandırılması ve korumacı çabaların özendirilmesine ilişkin yaptırımlara ayrıntılı olarak yer verilmektedir.

Kanun’un sağladığı imkânlarla, yaklaşık 48.000 korunması gereken kültürel ve doğal varlık belirlenmiştir. Bu varlıkların sayıca % 2,5’i doğal niteliktedir.

KÜLTÜRTEKNİK

Arazileri topraklarının yapısal özelliklerini, su ekonomisini ve üzerindeki bitki örtüsünü etkileyerek, istenilen amaç doğrultusunda nisbeten daha verimli duruma getirmek amacıyla geliştirilen ve/veya kullanılan teknikler ve mühendislik hizmetleridir.

KÜRESEL ÇEVRE FONU

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Birleşmiş Milletler Çevre Programı ve Dünya Bankası tarafından kurulan ve yönlendirilen fon. Bu fondan, değişik ülkelerdeki çevre projelerine ve bu arada gönüllü kuruluşların projelerine destek sağlanmaktadır (Global Environmental Facility/GEF).

KÜRESEL ISINMA

Bkz. “İklim Değişikliği”.

KÜRESELLEŞME

1980’li yıllarda gündeme gelen; uluslararası düzeydeki teknik, ekonomik, toplumsal, kültürel ve ekolojik etkileşim ve dönüşümlerin boyutlarını göstermek amacıyla kullanılan kavram.

KÜTLE

İki türlü tanımı yapılabilir. Eylemsizlik kütlesi, bir cismin kendisine uygulanan kuvvet ve ivme ile orantılı olan bir sâbittir. Buna göre, Kuvvet F; İvme de a ile gösterilirse, m kütlesi m = F/a olarak verilir. İkinci tanım, Newton’un genel çekim kanunundan elde edilebilir. Gravitasyonal kütle, ağırlık kavramından ortaya çıkan ve m = P/g bağıntısı ile verilen bir değerdir. Her iki tanım birbirine eşdeğerdir.

KÜTLE-ENERJİ DENKLEMİ

Bir cismin kütlesi, içerdiği enerji miktarının ölçüsüdür. Işık hızı değişmezi c= 300.000 km./sn. ve kütle de m olarak gösterilirse, enerji kütle bağıntısı, E= mc2 denklemi ile verilir. Burada m: gr., E: joule cinsinden enerjiyi gösterirse, c ışık hızı değişmezi, m./sn. olarak alınmalıdır. CGS sisteminde Kütle : gr., hız: cm./sn. olarak alınırsa, enerji: erg cinsinden çıkar. Bu denklem, kütle ile enerji arasında hiç bir farkın kalmadığını, sadece ışık hızı gibi bir sâbitle yorumlanabileceğini göstermesi bakımından önemlidir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar