SISTEMATIK IHANET

Küçük işletmelerde sık yaşanan, ama adı konmayan bir sorun var. Genelde girişimcinin işlerini rayına oturttuğunu düşündüğü zama ortaya çıkıyor. Girişimci ile birlikte işi büyüten, işin ayrılmaz parçası olarak görülen, albümdeki her fotoğrafta yanında duran, hatta işten hisse verilmesi “düşünülen”, firmanın “temel taşı” olan kişi, yerine göre ustası, satıcısı, muhasebecisi, vb., “benden bu kadar” diyor ve gidiyor. Ne ısrar, ne kızma, ne gücenme kar etmiyor.

Girişimci bu ayrılığı “terk edilme”, hatta “ihanet” olarak tanımlıyor. Gerçekten, gidenle beraber duruma göre, firmanın teknolojisinin, hafızasının, müşteri ilişkilerinin de gidiyor. Bizim girişimci kolları sıvayıp eski günlerin şevkiyle işe sarılıyor ama ne fayda! Arızalar, karışıklıklar, müşteri şikayetleri, aradığını bulamama, gırla gidiyor. Gidenin müşterileri kapıp firmaya rakip olması da bazen yaşanıyor ama, akıllarda kalan az sayıda bu tür ayrılığa karşın, sessizce unutulan öteki tür ayrılıklar çok daha fazla.

Girişimci olayı dünyada ilk kez kendi başına gelmiş sanarak “kişisel” alıyor. Oysa olay “sistematik”. Yani mevcut şartlar altında “kaçınılmaz”. Bu tür ilişkilerin sonu ya kaçış, ya da gerçekten ihanet. Neden mi?

Girişimcinin o kişiye aşırı güvenmesi, işini teslim etmesi, yaptığını takdir etmesi, onu işin ayrılmaz parçası olarak görmesi, hatta para almadan veya borçlandırarak küçük bir hisse vermesi, kişide “mutluluk” ve “şükran” duygusu değil, tersine “huzursuzluk” yaratıyor. Nasıl mı?

İşi ve yetkisi arttıkça, “bütün işi ben yapıyorum, ben olmasam işler durur” diye düşünüyor haklı olarak. Bu düşüncenin ardından içinden, “iş benim sırtımda, parayı o kazanıyor” diyor. Maaşını katlasanız, “karlar sayemde patladı, benim gelirim belli” der. Kardan pay verseniz, “işin çoğunu ben yapıyorum, paranın çoğunu o kazanıyor” diye düşünür. Hisse verseniz, “ben olmasam şirket olmaz, oturduğu yerden bana patronluk taslıyor” diyecek. İnsanlar ne kadar “hain”, değil mi?

Değil, onlar sadece “insan”, düşünceleri de çok “normal”. Bizim girişimci “patronluk” yapmayı maaşları ödemek sanmış, işini yönetmek yerine işine saldırmış. İşinin akışını belirlemek yerine, işinin temposuna teslim olmuş. İşinde “sistem” kuramamış. İşini tanımlayıp, parçalara ayırıp, kolay ve herkes tarafından yapılır hale getirememiş. İşin kolayına kaçmış, sistemsiz de çalışabilen kişiler aramış. Bulunca da onlara bağlanmış, güvenmiş, teslim olmuş. Sonuç mu?

Kaçınılmaz olarak terk edilme. Çare mi?

İşi tanımlamak, çalışanları eğitmek, yapılan işi denetlemek. Çok çalışmak değil, işini yönetmeye zaman ayırmak. Birlikte çalıştıklarına güvenmek ama, teslim olmamak. Çalışanlarına “patron” olduğunu, işinin başında olduğunu, işi “sistemin” yönettiğini, yöneticiler değişse bile işin yürüyeceğini hissettirmek. Böylece işler daha kalıcı, çalışanlar daha huzurlu olacaklar, inanın.

Yorumlar

Popüler Yayınlar