Tüketim semtleri – Ece Temelkuran (Milliyet)

Diyarbakır’dan bir dostum İstanbul’a geldi. Gelir gelmez ‘Yahu şu Nişantaşı’nı bir görelim” dedi. Malum Türk basınının meşhur ettiği İstanbul semtleri var ki.

Hatta Türkiye yazı-çizi hayatı genel olarak Cihangir-Nişantaşı hattında konuşlandığı için sanki Malatya’daki insan da buraları ezbere bilirmiş gibi bir konuşma hali hâkim gazete ve televizyonlarda.

Tıpkı televizyon kanallarının “Bugün hava çok sıcaktı” haberi yapması gibi. Bugün hava nerede sıcaktı? Bahsettikleri İstanbul’dur, ama kargadan başka kuş bilmemek gibi, memlekette İstanbul’dan başka şehir yokmuş gibi konuşmanın sonucu olarak hava bugün ya sıcaktır ya soğuktur.

Beyinler de yoruluyor!

Ağrı’da kara kış devam ederken “Yaz sıcakları aniden bastırdı” haberleri gibi bu Nişantaşı ‘muamması’ da alıp yürüdüğü için arkadaşıma bir Nişantaşı turu yaptırmak icap eti.

Dedim ki “İşte buralar buralar hep kafe”, ekledim, ‘Buralar buralar da hep dükkân.’

“Eeee?” Eeee’si işte o kadardı. Dükkânlar ve kafelerden başka bir şey yoktu. Dedim ki “Burası tüketim semti. Başka bir numara yok.”

Sonra semtin ‘yaşam matematiğine’ takıldı gözüm. Şöyle cereyan diyordu olay:

Kadınlar ve nadiren de adamlar alışveriş yapıyor. Alışveriş döngüsüne girince çıkmak zordur, çıkamıyorlar ve alışveriş cehenneminin içine, daha derinlere doğru yuvarlanıyorlar.

Derken, alışveriş dünyası onları yorgun argın gövdeler olarak dışarı fırlatıyor ve kendilerini bitkin bir şekilde kafe’lere atıyorlar.

Kafe’lerde kahvenin yanına mutlaka tatlı bir şey yeniyor çünkü beyin yorulmuş oluyor seçimler yaparken.

Bluzun yeşili mi kırmızısı mı? Pantolonun fermuarlısı mı düğmelisi mi?

Falan filan derken bir milyon olmuş kafa şekere ve karbonhidrata ihtiyaç duyuyor fena şekilde. Sonra o şekerli, karbonhidratlı besinler lüp lüp yendikten sonra bastırıyor mu suçluluk duygusu.

Haydi bakalım Nişantaşı’nda ve benzer semtlerde bolca bulunan güzellik salonlarına, spor salonlarına, saunalara. Neden?

Çemberi tamamlayacak mağaza seferberliğinde alınacak giysilere sığabilmek için. Sonra tekrar mağazalar, tekrar kafeler ve tekrar güzellik salonları ve böyle devam edip gider.

Bu döngünün en mükemmel devam ettiği yer ise Anadolu yakasındaki Bağdat Caddesi’dir. Orada güzellik ve spor salonları ile fırınlar, pastaneler, kafeler tam karşılıklı durur. Kadınlar da caddenin iki yanına yaptıkları seferlerle bu devridaimin içinde yuvarlanır giderler.

İnsan yabancı birini gezdirirken yaşadığı yere de onun gözleriyle bakmaya başlar.

Bir tür aniden turist olursunuz kendi hayatınızın içinde. Şöyle bir baktım Nişantaşı’na. Tam bir tüketim semti. Tam olarak bir şey üretilmiyor. Rehaveti, sıkıntısı ve gevşekliği bundan.

‘Cesedimi kuyuya atın’

Ama bütün bu ekonomi-politik geyik arasına şunu da ekleyeyim:

Bütün bunlardan daha sıkıntılı olan şey ise erkeklerle alışverişe çıkan kadınların giysilere bakarken kaçırdıkları o bakış.

Adamların yüzündeki “Beni öldürün. Cesedimi kuyuya atın. Ama beni bu mağazadan çıkarın yalvarırım!” bakışını izlemek müthiş keyifli oluyor.

Yorumlar

Popüler Yayınlar