Aşağıdaki tebliğ, TÇV’nin 
20 Mart 2008’de İstanbul’da düzenlediği
“Sanayide Karbon Emisyonları”
konulu toplantıdan sonra
yayınlanan kitaptan alınmıştır.
 
KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ, 
KYOTO PROTOKOLÜ KAPSAMINDA TARTIŞILAN 
SERAGAZI SALIMLARI VE SEKTÖREL DAĞILIMI
 
Dr. Caner Zanbak
Türkiye Kimya Sanayicileri Derneği Çevre Danışmanı
İstanbul Sanayi Odası Çevre İhtisas Kurulu Başkan Vekili
 
Giriş
Yiyecek ve barınak temini toplumlar için temel gereksinimlerdir. Yiyecek bulamayanlar açlığa, barınak bulamayanlar ise doğal koşullara yenilmeye mahkûmdur. Binlerce yıl süren, aile-kabile türü yaşamdan toplumsal yaşam düzenine geçiş, insanları yaşam kalitelerinin arttırılması için doğal kaynaklardan imkânlar elverdikçe daha fazla yararlanmaya yöneltmiştir. Yiyecek ve barınma koşullarının yetersiz kalması durumunda diğerlerinin yaşam alanlarından yararlanmak istenmesi, toplumlar arasında sosyo-ekonomik sorunlar yaratmış ve de sonu savaşa kadar ulaşan sürtüşmelere yol açmıştır.
1970’li yıllardaki tekrar sanayileşme sürecinde, özellikle salgın hastalıkların önlenmesi, gıda ve barınak sağlama konularındaki gelişmelerle birlikte, dünya nüfusu ve ihtiyaçları hızla artmıştır. 1960 başlarında 3 milyar olan dünya nüfusu, 1970’te 3.7 milyar, 1980’de 4.4 ve günümüzde 6.5 milyara çıkmış bulunmaktadır. Bireysel kullanım miktarları çok farklı olsa da, 6.5 milyar insan temel gıda, barınak ve enerji ihtiyaçlarını doğal kaynaklardan sağlamaktadır. Bunu yaparken de tüm ülkeler alıcı çevre ortamları olan hava, su ve toprağa kaynak kullanım sonrası ortaya çıkan katı, sıvı ve gaz atıkları salmaktadırlar. Ve şu bilinen bir gerçektir ki, 1960’tan  sonraki süreçte, Kuzey ülkeleri sanayilerini geliştirmiş, ekonomilerini güçlendirmiş ve de çevre kirliliğinin, kendilerinin de rahatsız olduğu düzeyde arttığını anlayarak çevre kirliliği konusunu global düzeye taşımıştır. 
Toplumlar, şimdiki ve gelecek kuşaklar için, yaşam kalitesi, yiyecek-istihdam ve çevre kalitesi faktörleri ile tanımlanan bir kalkınma düzeyini devam ettirmek ve geliştirmek çabası içindedirler. Ancak, hızla artan dünya nüfusu ve artan çevre sorunları gözönüne alındığında, gelecek kuşaklar için mevcut kalkınma düzeyinin sürdürülebilirliğine kuşku ile bakılmaktadır. Bu anlamda, global iklim değişikliği yarattığı gerekçesi ile seragazı oluşturan CO2 ve diğer 5 gaz türü (CH4, N2O, PFC’ler, HFC’ler, SF6)  salımlarının azaltılması konusu gündeme gelmiş bulunmaktadır. 
Çevre Sorunlarının Küreselleşmesi - İklim Değişikliği
Toplumun ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik olarak hızla artan sanayi üretimi sürecinde ve bu ürünlerin tüketimi sonrasında ortaya çıkan atık ve artıkların çevreye verilmesi sonucunda görülen “çevre kirliliği” günümüzdeki global sorunların en önemlilerinden biri haline gelmiştir. 1970’li yılların başlarında gelişmiş ülkelerde filizlenen “çevre duyarlılığı”, 1980’in ikinci yarısından sonra globalleşmeye başlamıştır. Çevre koruma konusu, 1987 Yılı’nda Brundtland Raporu’nda “günümüzde yaşayanların ihtiyaçlarını, gelecek kuşakların ihtiyaçlarını sağlama imkânlarından ödün almaksızın, sağlaması” olarak tanımlanan “Sürdürülebilir Kalkınma”nın temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır (WCED, 1987). Sürdürülebilir Kalkınmanın çevre boyutları 1992 Yılı’ndaki Rio Çevre Konferansı’nda uluslararası düzeyde ele alınmış ve global strateji yaklaşımları üzerinde ortak görüşler ortaya konulmuştur.
Tarih boyunca toplumların yönetimi “korku” kaynaklı risklere karşı alınan önlemlerin uygulanması ilkesi üzerine kuruludur. Toplum bireyleri, korku sebebini ortadan kaldırmayı hedefleyen liderlerin önderliğinde yaşam kalitelerini korumak ve daha da arttırmak üzere çaba harcamaktadırlar. Son otuz yıl içindeki hızlı sanayileşme, toplumun yaşam kalitesini de hızla arttırmış; ancak, beraberinde çevre sorunlarını da beraberinde getirmiştir. “Çevre sorunları”, gıda ve barınak sorunlarını büyük ölçüde çözüp yaşam kalitesini yükseltmiş olan, gelişmiş ülke toplumlarında gelecek için en önemli bir konu olarak ele alınmaktadır. Hava, toprak ve su kirliliği konuları sadece yerel sorunlar olmaktan olup, uluslararası düzeyde ilgi görmektedir. Bu bağlamda, son yirmibeş yıl içinde dikkati çeken nitelikte değişkenlik gösteren atmosferik doğa olayları Global İklim Değişikliği ana başlığı altında tüm dünya ülkelerinin gündemine girmiş bulunmaktadır. 
Zaman içinde ortaya çıkan istenmeyen bir gelişme sonucunun olumsuz etkilerini azaltmak veya ortadan kaldırmak amacıyla yapılan irdelemelerde, olayın gelişmesi süresindeki faktörler ele alınır ve bu faktörlerin “etki-tepki” ilişkileri değerlendirilerek olası “neden” ortaya çıkarılır. Bu bağlamda, yapılan uluslararası değerlendirmelerde, Global İklim Değişikliği (Global Isınma) ana sebebinin 1960’lardan sonra hızlı bir artış gösteren seragazı, özellikle CO2 salımları olduğu sonucuna varılmış bulunulmaktadır (UNFCCC, 2006).
Özetle, “global iklim değişikliği”, güneşten yerküreye gelen ısıl enerjinin bir kısmının atmosferde biriken belirli gazların (CO2 ve diğer altı gaz) sera etkisi yaratacak şekilde davranışı sebebiyle yeterince uzaya yansıyamaması sonucunda, yerküre yüzeyindeki sıcaklığın artması ve bunun sonucunda dünyadaki iklim koşullarında ortaya çıkan değişmeler olarak tanımlanabilir. İklim değişikliklerinin, sınırlar ötesi ve hattâ kıtalararası boyutu gözönüne alındığında, yeryüzü sıcaklığının artması ile buzulların erimesi durumunda denizlerin yükselmesi sonucunda kıyılardaki yerleşim alanlarının yok olması düşüncesi dahi toplumları, haklı olarak, paniğe yöneltmektedir. Korkup paniğe kapılan toplumların, çözüm için ileri sürülen her yaklaşımı kabul etmeye hazır olması da çok doğaldır. Bu nedenle, 1992 Yılı’nda Rio’da imzaya açılan uluslararası İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Nisan 2005 itibari ile taraf olan 151 ülkenin 144’ü tarafından imzalanmış ve sera gazı salımlarını kısıtlayıcı 1997 Kyoto Protokolü, Birleşmiş Milletler düzeyinde yürürlüğe konulmuştur. Ancak, bu uygulama ile ilgili olarak son yirmi yıl içindeki gelişmelere bakıldığında, sera gazı salımlarında gerekli azaltmayı yapma konusunda dünya ülkelerinin önünde oldukça önemli teknolojik ve ekonomik (ve de politik) engeller bulunduğu anlaşılmaktadır. 
Kalkınma ve Çevre Kalitesi
1992 Rio Zirvesi sonrasında, ülkelerin kalkınmışlık ve çevre kirliliği düzeyleri arasındaki ilişkilerin belirlenmesi gündeme gelmiştir. Her ne kadar bazı teknik eksiklikleri olsa da, kişi başına Gayrisafî Millî Hâsıla (GSMH) ülkelerin ekonomik güçlerinin tanımlanması için önemli bir ölçüt olup, “Kalkınma Düzeyi”ni belirtme amacıyla kullanılmaktadır. 1950’li yıllarda ortaya konulan ve gelişmekte olan ülkelerdeki “gelir dağılımındaki eşitsizliğin” ekonomik gelişme ile olan ilişkisini tanımlayan Kuznet Eğrisi yaklaşımı, 1990’lı yıllarda çevre kalitesi ile kişi başına GSMH ilişkisini irdelemede kullanılmaya başlanmıştır (Stern, 2003; Dasgupta ve diğ. 2002; Panayotou, 1993).
Ampirik bir yaklaşım olan Çevresel Kuznet Eğrisi (ÇKE), az gelişmiş ülkelerdeki çevre kalitesinin gelişmekte olan ülkelerden daha iyi düzeyde olabileceğini; ancak ülkelerin ileri düzeyde ekonomik gelişme göstermeleri halinde çevre kalitesinde belirgin bir iyileşme olduğunu modellemektedir. 
Özetle, gelişmekte olan ülkeler, ekonomik güçlerini arttırmak için doğal kaynaklarından da yararlanıp sanayileşirken, çevre kirlilik düzeylerinde de bir artış olması kaçınılmazdır. Bu ülkelerin çevre kalitesinde bir iyileşme trendi ancak belirli bir kişi başına GSMH’ya ulaşma sonrasında belirgin hale gelmektedir. Bu konuda yeterli veri tabanı olmamasına rağmen yazar tarafından yapılan bir istatistiksel değerlendirme sonuçlarına göre, çevre kalitesinin iyileşmesi, kişi başına GSMH’nın 10,000 Dolar düzeyine ulaşım sonrasında başlamaktadır (Zanbak, 2005).
CO2 Salımları - Ekonomik Gelişme İlişkileri
Enerji, toplumların yaşamlarını sürdürme, ekonomik ve sosyal gelişmeleri için gerekli girdilerin başında gelmektedir. CO2, büyük oranda, enerji üretimi amacıyla fosil yakıt (kömür, petrol ve Doğalgaz) kullanımı sonrasında ortaya çıkan bir gazdır. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamında derlenen, son 45 yıllık veriler incelendiğinde, özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kişi başına CO2 salım miktarları ile kişi başına Gayrisafî Millî Hâsıla (GSMH) değerleri arasında doğrudan bir ilişki bulunduğu görülmektedir. 
Kişi başına CO2 salım miktarları kişi başına GSMH’sı 5,000 Dolar’ın üzerinde olan ülkelerde zaman içinde hızla artmış olup, bazı gelişmiş ülkelerde, 25,000 Dolar’lık ekonomik düzey sonrasında azalma trendi göstermektedir. 5,000 Dolar’ın altında kişi başına GSMH’lı ülkelerde ise, kişi başına CO2 salım miktarları ya gelişmiş ülkeler seviyesinin çok altında kalmış ya da, sanayi sistemi çöken eski Doğu Bloku ülkelerinde olduğu gibi, hızlı bir düşüş göstermiştir. 
Konuya global coğrafî düzeyde bakıldığında, kişi başına CO2 salımları ile ekonomik gelişmişlik düzeyi arasındaki ilişki daha da açık olarak görülmekte ve “kuzey-güney” olarak tanımlanan gelişmiş/gelişmekte olan ülkelerin son 45 yıl içindeki ekonomik gelişme grafiği ortaya çıkmaktadır. Gelecekte CO2 salımı yapmayan yeterli enerji teknolojilerinin geliştirilmemesi halinde, gelişmekte olan ülkelerin de benzer trendi takip etmeleri beklenmelidir. Bu durum, sürdürülebilir kalkınmanın kavramsal boyutlarından ikisi olan “Ekonomik ve Çevre” konularının birbirleri ile ters ilişkili olduğunu göstermesi açısından ilginçtir.
CO2 Salımı - Gayrisafî Millî Hâsıla İlişkileri
Enerji, toplumların yaşamlarını sürdürebilmek ve ekonomik düzeylerini arttırma çabalarında tüketilen en önemli unsurların başında gelmektedir. 2005 Yılı’nda tüketilen toplam fosil yakıt miktarı yaklaşık 11.5 milyon ton petrol eşdeğeri (MTPE)’dir.  2005 Yılı’nda dünyada tüketilen enerjinin yaklaşık %81’i fosil yakıtlardan sağlanmış olup, bu oranın 2030 Yılı’nda %77-%81 arasında kalacağı ve tüketilecek fosil yakıt miktarının da 16 MTPE’ye ulaşacağı öngörülmektedir (IEA, 2007). Uluslararası Enerji Ajansı’nın bu öngörüsü, tüketilecek fosil yakıtlardan ortaya çıkacak CO2 salımlarının daha da artacağına işaret etmektedir.
Fosil yakıtların enerjiye dönüştürülmesinde ortaya çıkan CO2 salımları, kullanılan teknolojilere bağlı olarak farklılıklar gösterir. Temiz Teknolojiler olarak bilinen, enerji verimliliği daha yüksek teknolojiler, üretilen beher enerji miktarı başına daha az CO2 salımı yapmalarının yanı sıra ekonomik verimlilikleri de daha yüksektir. Revizyon ve ön yatırımlarının yüksek olması ve de temin kolaylıkları sebebiyle, temiz yakma teknolojilerinin kullanımı maalesef genelde gelişmiş ülkelerde yaygınlaşabilmektedir. Dolayısı ile, nüfusu hızla artan ve ekonomik kalkınma yolundaki gelişmekte olan ülkeler, millî gelirlerini “enerji verimliliği düşük ve CO2 salımı daha yüksek” teknolojilerle sağlamak durumunda kalmaktadırlar. Bu durum, içinde bulunduğumuz Sera Gazı Salımlarının azaltılması çabalarının önünde önemli bir engel oluşturacak niteliktedir.
Kişi başına millî gelirin artması ile hem kişi başına CO2 salımlarının ve hem de enerji gereksiniminin artma trendi göstermesine karşılık, birim ton CO2 salımı ile elde edilen millî gelir, gelişmiş ülkelerde daha fazladır. 1990-2002 sürecindeki verilere dayanarak hazırlanmış olan diyagrama bakıldığında, Ek-I ülkelerindeki 1 (bir) ton CO2 salımına karşılık elde edilen millî gelirin, ülkenin ekonomik gelişme düzeyine bağlı olarak; “mertebeleri”nde önemli farklılıklar gösterdiği ortaya çıkmaktadır. Bu bulgu gelişmekte olan ülkelerin ürettikleri her bir dolar millî gelir için, gelişmiş ülkelere göre daha fazla CO2 salımı yaptıklarını ortaya koymaktadır. Bu nedenle, Kyoto’daki emisyon ticareti kavramı, gelişmiş ülkeler için çok câzip (ucuz) bir pazar mekanizması niteliği taşımaktadır.
 
Kişi Başına GSMH
 CO2  Salımı ile Üretilen Millî Gelir ($/ton CO2)
 
  $5,000
 » $  700
 
$12,500
 » $1,550
 
$32,000
 » $4,250
 
Global İklim Değişikliği ve Kyoto Protokolü’nün Kavramsal İrdelemesi 
1970-80 sürecinde, gelişmiş ülkeler dahil, tüm büyük şehirlerde hava kirliliği görünür düzeylere ulaşmıştır. Önceleri, solunan havanın insan sağlığı üzerindeki doğrudan ve “asit yağmurları” açısından da dolaylı sorun olarak görülen hava kirliliğinin salınan SO2 boyutu gündeme gelmişti. Bu dönemde yapılan bazı bilgisayar modellemesi sonuçları, atmosferdeki CO2 miktarının da 60 yıl içinde iki kat artacağını tahmin etmiş ve bu ölçekte bir artışın, salınacak diğer sera gazları ile birlikte, yeryüzeyinin ortalama sıcaklığını 5oC, kutuplardaki sıcaklığı ise 10oC arttıracağı hesaplanmıştı. Daha sonraları 1990’lardaki modellemeler bu yüksek tahminleri 2100 Yılı’nda önce 1.4-5.8oC (IPCC TAR, 2001) ve son değerlendirmede 1.8-4.0oC (IPCC AR4, 2007) aralığına indirmiş bulunmaktadır. 
En son değerlendirmelere göre (IPCC AR4, 2007);
·       atmosferdeki seragazı konsantrasyonları 2000 Yılı düzeyinde sâbit tutulsa dahi önümüzdeki her on yılda 0.1oC artacağı ve 
·       geçmişte yapılmış ve de gelecekte yapılacak beşeri CO2 salımlarının önü-müzdeki bin yıldan fazla sürede global ısınma ve deniz seviyesinde yapacakları artışlara katkıda bulunacağı öngörülmektedir. 
Dolayısı ile, son yüzyıl içinde insan faaliyetleri sonucunda atmosfere salınan CO2 nedeni ile oluşan sera gazı etkisi tüm dünya geneli için geçerli bir iklim değişikliği mekanizmasını harekete geçirmiş bulunmaktadır. 
1992 Rio Çevre Konferansı’nda Birleşmiş Milletler düzeyinde gündeme getirilmiş olan İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Mart 2008 itibari ile, Türkiye dahil 181 ülke tarafından imzalanmış bulunmaktadır. 1997’de Kyoto’da bir araya gelen BM ülkeleri, daha somut adımların atılabilmesi için Annex I grubu ülkelerin GHG emisyonlarını 2008-2012 yılları arasında 1990 seviyesinin ortalama %5 altına indirilmesi kararı almışlar; ülke ve ülke grupları (Avrupa Birliği) bazındaki seragazı emisyonları için, “azalma ve yükselmeyi” de hedefleyen değişim hedeflerini belirlemişlerdir. 1997-Mart 2008 sürecinde ABD, Kazakistan ve Türkiye haricindeki 178 ülke Kyoto Protokolü’ne taraf olmuştur (Tablo-1). Her ne kadar, yürürlüğe girmesi açısından gerekli imza sayısı sağlanmış olsa da, %23-24’lük payı ile dünyanın en büyük sera gazı salımı yapan, ABD’nin taraf olmaması Kyoto Protokolü’nün uygulanabilirliğini güçleştirmektedir.
Tablo-1
11 Mart 2008 itibariyle, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve
Kyoto Protokolü’ne Taraf Olan Ülke Sayıları (UNFCCC, 2008)
 
 
  
  
 Kyoto Protokolü’ne
Taraf Olmayan Ülkeler
 
BM İklim Değişikliği Çerçeve 
Sözleşmesi’ni 
 İmzalamış Ülke Sayısı
 181
  
 ANNEX I
 ANNEX I Dışı
 
Kyoto 
Protokolü’nü
 İmzalamış Ülke Sayısı
 180
  
 Türkiye
  
 
Son Onay vermiş ülke sayısı
 178
  
 ABD, Türkiye
 Kazakistan
 
İmzalamamış Ülke Sayısı
 1
  
 Türkiye
  
 
Kyoto Protokolü, insan faaliyetlerinden ortaya çıkan seragazı salımlarının azaltılmasını hedeflemesi açısından takdir edilmesi gereken bir uluslararası sözleşmedir. Bu protokol, herkes tarafından “dünyanın geleceğinin” kurtarıcısı olarak algılanmakta ve önemli bir politika malzemesi olarak yaygınca kullanılmaktadır. Ancak, 1997 Yılı’nda ülkeler arasında yapılan pazarlıklar sonucunda, 1992 Rio Zirvesi’nde öngörülen global %15’lik azaltma hedefinin %7-8’e çekilmesi ve hattâ bazı ülkelere bireysel artış hakkı tanınmış olması, bu uluslararası sözleşmenin bilimselliğine gölge düşürmektedir. Ayrıca, CO2 yutakları olarak, ülkelerin orman örtülerinin de ülkelerin “bireysel hesapları”na katılmak istenmesi, global muhasebe işlemlerini daha da karmaşık hale getirmiştir. Buna ilâveten, ilk bakışta olumlu görülen “diğer ülkelerde karbon azaltmaya yardım etme” karşılığında kendi ülkesi için ilâve seragazı salım hakkı satın almaya yönelik “salım ticareti”, “Temiz Kalkınma Mekanizmaları” ve “Ortak Uygulamalar” gibi yaklaşımların da gündeme gelmesi, Kyoto’nun muhasebesini daha da enteresan hale getirmiştir. 
Uygulaması açısından bakıldığında, mühendisçe bir yaklaşımla, Kyoto Protokolü, aşağıdaki şekilde modellenebilir (Zanbak, C. 2005):
·       Yerkürenin atmosferi bir cam kavanozla kapalıdır,
·       İnsan faaliyetleri sonunda salınan seragazları, sürekli olarak, atmosferde birikmektedir, 
·       Her ülke tarafından salınan sera gazları, yükleme açısından, atmosferde homojen olarak dağılmaktadır,
·       Doğal olarak ortaya çıkan volkanik gaz salımlarının Protokolde dikkate alınan global seragazı miktarına katkısı yoktur.
·       Seragazı “yutakları-ormanlar” ülkelerin kendi seragazı salımlarını emmektedir, 
·       Başka ülkelerde oluşturulan seragazı azaltmaları ve yutakları, azaltmaya destek verenlerin kendi ülkelerindeki seragazını azaltmaktadır,
·       Ülkelerin 1990 seragazı salım miktarları “müktesep salım hakkı” kotasıdır  ve bunun ticareti yapılabilir.  
Yukarıdaki model koşullarının ilk dördü irdelendiğinde, koşulların herbirinde bilimsel açıdan sorgulanabilir “geçersizlik”; son üç model koşulu irdelendiğinde ise, bilimselliğin yanısıra, ticarî eşitsizlik açısından da sorgulanabilir konuların bulunduğu görülmektedir. Diğer bir deyişle, Kyoto Protokolü ile dünyanın en büyük ekonomik gücüne ulaşmış 5-6 ülkesinin 1990 Yılı’ndaki mevcut seragazı salımları “kotalaştırılmış” ve bu sâbitlenmiş rakamlar üzerinden tüm diğer ülkelerden iskonto yapmaları istenmektedir. 
Dünyanın ikinci ve üçüncü en büyük seragazı salımcısı olan Çin ve Hindistan bile 1990 düzeylerine göre %100 ve %75 artmış CO2 emisyonlarına rağmen Kyoto Protokolü’ne imza atmıştır. Avrupa Birliği ve Japonya’nın başını çektiği bu girişime tüm dünya ülkeleri “evet” derken, ekonomik refah düzeyinin yüksekliğine rağmen, dünyanın en büyük seragazı salımcısı olan ABD karşı çıkmaktadır. ABD’nin bu davranışının nedeni kesinlikle “çevreci olup/olmamakla” ilgili değildir. ABD, seragazı salımlarını protokol düzeyinde (-%7) azaltması durumunda kalkınmasının sürdürülebilirliğini güvende görmediğinden dolayı Kyoto’ya taraf olmamaktadır. Kyoto Protokolü’ne taraf olan ülkelerin çoğu, politik sebeplerle, bu çevreci uluslararası sözleşmenin dışında kalmamak ve/veya Uluslararası İklim Değişikliği Sözleşmesi gereği vaad edilen teknik destek ve yardımlardan yararlanma umudu ile Kyoto Protokolü’nü imzalamış durumdadırlar. 
Kyoto Protokolü Rakamlarına Makro Düzey Bir Bakış
1992 Rio Zirvesi’nde hazırlanan Global İklim Değişikliği Sözleşmesi, yerkürenin sıcaklığının artmasına neden olarak görülen, insan faaliyeti kaynaklı seragazları salımlarında 2012’ye kadar %15’lik bir azaltma yapılmasını öngörmekte idi. Kyoto hazırlıkları sürecinde, %15’lik global azaltmanın gerçekçi olmayacağı anlaşılmıştır. Daha sonra 1997’de ortaya konan Kyoto Prokolü bu azaltma miktarını, her ülke için farklı değerlere indirgemiş ve hattâ AB gibi bir ülke grubunu bir balon içinde bulunuyormuş varsayarak “şemsiye türü” toplu bir egzos salımı indirim oranı belirlemiştir (Tablo-2).
Tablo-2
Kyoto Protokolü’nde Kabul Edilen Seragazı Azaltım Yüzdeleri, Annex B
 
Ülke
 Hedef  değişimler
 
       AB-15, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Latvia, Litvanya, 
    Lihtenştayn, Monako, Romanya, Slovakya, Slovenya, İsviçre, Belarus
 -% 8
 
ABD
 -% 7
 
Kanada, Macaristan, Japonya, Polonya
 -% 6
 
Hırvatistan
 -% 5
 
Yeni Zelanda, Rus Federasyonu,Ukrayna 
 0
 
Norveç
 +% 1
 
Avustralya
 +% 8
 
İzlanda
 +%10
 
 
Özellikle, AB-15 ülkeleri adına “grup” indirimi kavramının gündeme getirilmesi, ülkelerce seragazı salımlarının azaltılması açısından herhangi bir olumlu gelişme sağlamamakta olup, sadece bir “aritmetik hesap oyunu” niteliği taşımaktadır. AB-15 ülkeleri için toplam CO2 eşdeğeri Seragazı salım verilerine bakıldığında (Tablo-3),  2005 itibarıyla Kyoto Protokolü hedefini sağlayan sadece iki ülkenin bulunduğu (Almanya ve İngiltere), Danimarka, Finlandiya ve İsveç dışında diğer ülkelerde ise ya yetersiz azalmanın olduğu ya da artmaların bulunduğu görülmektedir. Özellikle, Almanya’nın eski Doğu Almanya’dan gelen yüksek 1990 CO2 miktarını da baz alması AB-15 ortalamasını büyük ölçüde düşürmektedir. Benzer ortalama hesabı Annex I ülkeler grubu için yapıldığında, Eski Doğu Bloğu ülkelerindeki sanayi çökmesi sonucunda ortaya çıkan CO2 azalmalarıyla, Annex I ülkelerinin tümü için “sanal bir iyileşme” ortaya çıkmış gibi bir sonuca varılabilir (Tablo-3).
Tablo-3 
Annex I  Ülkelerinin Toplam CO2 Eşdeğeri Salım (LULUCF harici) Verileri, 1990’a göre 
Değişim Yüzdeleri, Kyoto Azaltım Hedefleri (Veri Kaynağı: UNFCCC, 2008)
 
 
  
  
 Toplam CO2 Eşdeğeri Salımlar, bin ton
  
  
  
 
 
  
  
 KP 
Baz Yılı 1990
 1995
 2000
 2005
 1990-2005 değişimi (%)
 KP EK-B Hedefi
 KP Hedefi Yıllık Salım
 
Avusturya
 Annex II
 EU-15
 79,053
 80,294
 81,116
 93,280
 18.0%
 -8%
 72,729
 
Belçika
 Annex II
 EU-15
 145,766
 152,143
 147,529
 143,848
 -1.3%
 -8%
 134,105
 
Danimarka
 Annex II
 EU-15
 70,442
 77,447
 69,657
 65,486
 -7.0%
 -8%
 64,806
 
Finlandiya
 Annex II
 EU-15
 71,000
 71,537
 70,016
 69,241
 -2.5%
 -8%
 65,320
 
Fransa
 Annex II
 EU-15
 567,303
 562,729
 564,073
 558,392
 -1.6%
 -8%
 521,919
 
Almanya
 Annex II
 EU-15
 1,227,860
 1,095,654
 1,019,764
 1,001,476
 -18.4%
 -8%
 1,129,631
 
Yunanistan
 Annex II
 EU-15
 108,742
 113,195
 131,756
 137,633
 26.6%
 -8%
 100,043
 
İrlanda
 Annex II
 EU-15
 55,374
 59,372
 69,127
 69,945
 26.3%
 -8%
 50,944
 
İtalya
 Annex II
 EU-15
 516,851
 530,264
 551,594
 579,548
 12.1%
 -8%
 475,503
 
Lüksemburg
 Annex II
 EU-15
 12,687
 9,775
 9,548
 12,738
 0.4%
 -8%
 11,672
 
Hollanda
 Annex II
 EU-15
 212,963
 225,070
 214,433
 212,134
 -0.4%
 -8%
 195,926
 
Portekiz
 Annex II
 EU-15
 59,921
 71,127
 82,260
 85,540
 42.8%
 -8%
 55,127
 
İspanya
 Annex II
 EU-15
 287,366
 318,370
 384,419
 440,649
 53.3%
 -8%
 264,377
 
İsveç
 Annex II
 EU-15
 72,191
 73,747
 68,315
 66,955
 -7.3%
 -8%
 66,415
 
İngiltere
 Annex II
 EU-15
 771,415
 710,129
 673,967
 657,396
 -14.8%
 -8%
 709,702
 
Çek Cumh.
  
 EU-25
 196,204
 154,463
 149,024
 145,611
 -25.8%
 -8%
 180,508
 
Estonya
  
 EU-25
 42,625
 22,475
 19,218
 20,939
 -50.9%
 -8%
 39,215
 
Macaristan
  
 EU-25
 115,682
 79,217
 77,310
 80,219
 -30.7%
 -6%
 108,741
 
Latviya
  
 EU-25
 26,442
 12,484
 10,050
 10,880
 -58.9%
 -8%
 24,327
 
Litvanya
  
 EU-25
 49,370
 21,980
 19,370
 22,682
 -54.1%
 -8%
 45,420
 
Polonya
  
 EU-25
 586,903
 453,170
 405,078
 398,952
 -32.0%
 -6%
 551,688
 
Slovakya
  
 EU-25
 72,051
 52,548
 47,448
 47,866
 -33.6%
 -8%
 66,287
 
Slovenya
  
 EU-25
 20,314
 18,593
 18,804
 20,391
 0.4%
 -8%
 18,689
 
Bulgaristan
  
 EU-27
 132,613
 87,102
 67,188
 69,995
 -47.2%
 -8%
 122,004
 
Romanya
  
 EU-27
 282,467
 186,967
 138,584
 153,654
 -45.6%
 -8%
 259,870
 
ABD
 Annex II
  
 6,229,041
 6,560,936
 7,125,881
 7,241,482
 16.3%
 -7%
 5,793,008
 
Kanada
 Annex II
  
 595,954
 645,654
 720,898
 746,889
 25.3%
 -6%
 560,197
 
Japonya
 Annex II
  
 1,272,043
 1,343,636
 1,347,622
 1,359,914
 6.9%
 -6%
 1,195,720
 
Y.Zellanda
 Annex II
  
 61,900
 64,456
 70,326
 77,159
 24.7%
 0%
 61,900
 
Norveç
 Annex II
  
 49,751
 49,854
 53,549
 54,153
 8.8%
 1%
 50,249
 
İsviçre
 Annex II
  
 52,749
 51,044
 51,709
 53,636
 1.7%
 -8%
 48,529
 
Avustralya
  
  
 418,275
 444,656
 497,611
 525,408
 25.6%
 8%
 451,737
 
Belarusya
  
  
 127,361
 72,941
 69,798
 75,594
 -40.6%
 -8%
 117,172
 
Hırvatistan
  
  
 31,552
 22,576
 25,835
 30,481
 -3.4%
 -5%
 29,974
 
Rusya
  
  
 2,989,833
 2,092,063
 1,987,315
 2,132,518
 -28.7%
 0%
 2,989,833
 
Ukrayna
  
  
 923,844
 522,882
 394,561
 418,923
 -54.7%
 0%
 923,844
 
TÜRKİYE
  
  
 170,059
 220,719
 279,956
 296,602
 74.4%
 ?
 170,059
 
İzlanda
 Annex II
  
 3,352
 3,138
 3,684
 3,705
 10.5%
 10%
 3,687
 
Lihtenştayn
  
  
 230
 236
 255
 271
 17.4%
 -8%
 212
 
Monako
  
  
 107
 115
 117
 104
 -3.1%
 -8%
 99
 
AB-15
 Annex II
  
 4,257,837
 4,148,804
 4,134,582
 4,192,634
 -1.5%
 -8%
 3,917,210
 
 
  
  
  
  
  
  
  
  
  
 
ANNEX I Toplam
 18,709,658
 17,334,756
 17,718,766
 18,182,287
 -2.8%
 -5%
 17,774,175
 
(Not: Yukarıdaki 40 ülkenin seragazı salım toplamı, tüm dünya ülkeleri salımının yaklaşık  % 55’ini oluşturmaktadır.)
Kyoto Protokolü’nde bu tür bir “aritmetik oyunununa” AB için yer verilmiş olması, her ne kadar politik ortamlarda gündeme gelmiyorsa da, ABD’nin Kyoto Protokolü’ne karşı tavır almasında önemli bir rol oynamaktadır (Zanbak, 2007).
Diğer taraftan, Avrupa Birliği ise yüksek 1990 bazlı başlangıç seragazı kotasından hareketle, nükleer enerji kullanımı ve güçlü ekonomilerinin sağladığı CO2 salım azaltma teknolojileri ile ve başka ülkelerden satın alacağı “Karbon Emisyon Salım hakları” ve “Temiz Kalkınma Mekanizmaları ve Ortak Uygulamalar” yaklaşımlarını kullanarak Kyoto Protokolü’ne uymayı planlamaktadır. AB Komisyonu’nun her yıl yayınladığı Kyoto Protokolü’ne uyum konusundaki gelişme raporlarında, AB-15’in seragazı salımlarındaki sürekli artışa rağmen hedeflerin, Enerji Verimliliği Artışı ve Kyoto Mekanizmaları ile tutturulacağı belirtilmektedir. 
Kyoto Protokolü’nün Uygulanabilirlik Sorunları
Sera gazı salımlarında yapılması gerekli azaltmaların ülkelerin ekonomik gelişmeleri üzerindeki kısıtlama etkisi yaratma olasılığı sebebiyle ve 1990-2005 sürecinde elde edilen verilere göre, Kyoto Protokolü hedeflerine ulaşılması gerçekçi görülmemektedir. Yukarıdaki bölümlerde verilen irdeleme sonuçlarına göre, Kyoto Protokolü uygulanamama sebeplerinin başlıcaları aşağıda sıralanmaktadır:
·       Sera gazı salım azaltma yükümlülüğü olmayan Protokol dışı gelişmekte olan ülkelerdeki sera gazı artışları, Protokole göre yapılmak istenen seragazı salım azaltmalarının çok üzerine çıkmaktadır.
·       CO2 salımları ülkelerin ekonomik gelişmeleri için gerekli enerji ile doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle, ülkeler kendi ekonomik gelişmelerini yavaşlatacak CO2 salımlarında azaltım yapmakta zorlanmaktadır.
·        Baz yıl olarak seçilen 1990 Yılı, eski Doğu Blok ülkelerine “yüksek başlangıç kotası” yaratmıştır. Bu durum, Ek-I ülkeleri içinde “haksız rekabet” yaratmıştır. 
·       Protokol’de bazı gelişmiş ülkelere dahi (örneğin Norveç, Avustralya), sera gazı azaltma yerine, “arttırma” olanağı sağlanmış olması, “eşit sorumluluk” ilkesine aykırıdır.
·       Avrupa Birliği’ne Protokolde “şemsiye/balon” adı altında kümelenmiş indirim hedefi verilmesi ile İspanya, Portekiz, Yunanistan, İrlanda, İsveç gibi ülkelere sera gazı artış hakkı tanınması, Fransa, Finlandiya gibi ülkelere “sıfır” azaltım hedefi konulması adaletli değildir. AB, Almanya ve İngiltere’nin desteği ile grup hedefi taahhüt etmiş bulunmaktadır. Bu tür bir aritmetik hesaplamaya göre, Rusya veya Ukrayna ile beraber bir şemsiye grubu olarak düşünüldüğünde, Türkiye’nin de sera gazı azaltma sorunu kalmamış olacaktır. Bu tür aritmetik oyunlarının Global İklim Değişikliği’ne yararı yoktur.
·       Protokol, sera gazı salımları “yok düzeyde” olan nükleer enerji kaynağı sahibi (genelde gelişmiş) ülkelere avantaj sağlamaktadır.
·       Protokol, sürekli değişen (düzeltilen) karmaşık sera gazı salım ve yutak rakamları sebebiyle bir uluslararası “aritmetik oyunu” haline dönüşmüştür.
·       Dünya sera gazı salımlarının kaynağı olan ABD’nin Protokole taraf olma-yacağını ilân etmesi, Protokolün EK-I ülkeleri için hedeflediği %5’lik azaltım hedefini %3 düzeyine indirmiştir. Büyük çabalar sarfedilen bu %3’lük azaltımın Global İklim Değişikliğine olumlu etkisi kısıtlı olacaktır. Kaldı ki, geri kalan EK-I ülkeleri içindeki “AB Şemsiye Grubu”nun dahi kendi azaltma hedefine ulaşması sorgulanmaktadır.
·       Emisyon Ticareti, gelişmekte olan ülkedeki sera gazı azaltma miktarını ge-lişmiş ülkelerde arttırma olanağı sağlayan bir mekanizma olup atmosfere yapılan salımların azaltılmasına herhangi bir katkısı yoktur. Dolayısı ile, emisyon ticareti gelişmiş ülkeler için gelişmekte olan ülkelerde “ucuza yapacakları” sera gazı azaltmaları ile kendilerine daha fazla millî gelir yaratma mekanizmasıdır. 
Özetle, Kyoto Protokolü, insan faaliyetlerinden ortaya çıkan seragazı salımla-rının azaltılmasını hedeflemesi açısından takdir edilmesi gereken bir uluslararası sözleşmedir. Ancak, ekonomik, teknolojik ve politik nedenler ve yukarıdaki noktalarda sıralanan sorunlu konulardan dolayı Kyoto Protokolü’nün başarıya ulaşması, yazar tarafından, mümkün görülmemektedir. 2007 sonlarında Endonezya, Bali’de yapılmış olan toplantıda benzer sorunlar tartışılmış ve ABD dahil bütün ülkeler, Kyoto-sonrası yaklaşımlar konusunda daha somut adımlar atmak amacıyla 2009 Yılı’ndan itibaren çalışmaların başlamasını kararlaştırmıştır.
Sera Gazı Salımlarının Azaltılmasına Yönelik Vergiler - Karbon Vergisi
Global düzeyde seragazı salımlarının azaltılmasına yönelik olarak, Annex II ülke-leri Kyoto Protokolü kapsamında gelişmekte olan ülkelere gerekli teknolojik ve finansal destekleri sağlama çabası içindedirler. Bu bağlamda, Annex II ülkelerinde seragazı salımı yapan kaynaklar üzerinde bazı idarî ve malî yaptırımların uygulanmasına geçilmesi planlanmaktadır. Bu kapsamda, belirli seragazı çıkaran sanayi ve tarım sektörlerinde, kendilerine konulan kotalar üzerinde salım yapanlara “seragazı vergisi” uygulaması düşünülmektedir. Uygulama kuralları henüz tam olarak açıklığa kavuşmamış olan, tarım ve sanayi kuruluşlarına uygulanacak ilâve bir verginin (global çevre koşullarını iyileştirmede kullanılacağı bilinmesine rağmen) ülke ekonomisine olacak etkisi nedeni ile politik olarak kabul edilmesinde sorunlar yaşanmaktadır. 
Kyoto Protokolü kapsamında seragazı salımlarının azaltılmasına yönelik kısıtlama/vergi uygulaması sadece enerji amaçlı CO2 kaynakları için geçerli değildir. Sera etkisi yapabilen diğer gaz salımlarının (örneğin, çeltik tarımı ve hayvancılık kaynaklı Metan gazı) azaltılmasına yönelik vergi uygulama önerileri bazı ülkelerde gündeme gelmektedir. 
Kullanılan yakıt üzerine konulan Karbon Vergisi, ilâve bir dolaylı vergi niteliği taşıması nedeniyle, uygulamasının siyasî açıdan görece zor olduğu anlaşılmaktadır. 
Sera Gazı Salımlarının Azaltılmasına Yönelik Kyoto Mekanizmaları
1997 Yılı’nda ortaya konan Kyoto Protokolü, Ek-I ülkeleri olarak bilinen 40 ülke ve AB’den oluşan grubun, belirlenen seragazı azaltım hedeflerine ulaşmada maliyetinin azaltılmasına yardım etme amacıyla üç uygulama yöntemi (mekanizması) ortaya koymuştur.
·       Temiz Kalkınma Mekanizması (Clean Development Mechanism - CDM),
·       Ortak Uygulama (Joint Implementation - JI),
·       Salım Ticareti (Emissions Trading - ET).
Bu mekanizmalar, Protokole tam taraf olan ülkelere, kendi ülkeleri dışındaki emisyonların azaltılması veya atmosferden karbon yutulmasına dayalı yapacakları faaliyet sonrasında azaltılan seragazı miktarı kendi ülkelerinin salımlarında da azaltım sayılmasına imkân tanımaktadır. Protokole göre, bu mekanizmaların, gelişmiş ülkelerce suistimal edilmemesi (kendi ülkesinde ilâve salım izni olarak kullanılmaması) ve hakkaniyet ölçüleri içinde işlemesi UNFCCC tarafından denetlenecektir.
Temiz Kalkınma Mekanizması ve Ortak Uygulamalar (CDM ve JI):
Son bir kaç yıl içinde, kendi Kyoto hedefini sağlamak amacıyla, Hollanda, Norveç, İsveç ve İspanya gibi bazı Avrupa ülkeleri, Güney Amerika ve Güney Asya ülkelerinde CDM uygulamaları başlatmışlardır. JI uygulamaları ile ilgili bazı projeler geliştirilme aşamasındadır. Ancak, sayıları henüz elliden az olan bu uygulamaların geçerlilikleri UNFCCC tarafından halen irdelenmektedir.
Salım (Emisyon) Ticareti (ET):
Salım Ticareti, bir kurum tarafından yapılan emisyonların muhasebesinde “azaltma/kredi” amacıyla kullanılabilen, bir metrik ton CO2 eşdeğerli “birimli menkul değer” olarak tanımlanan belgelerin alım satımına imkân sağlayan bir sistemdir. UNFCCC tarafından tanımlanan dört çeşit Salım Ticaret Birimi bulunmaktadır:
1.    Tahsis Edilen Birim (Assigned Amount Unit - AAU) - Ülkeler tarafından şirketlere tahsis edilen salım kotası fazlası,
2.    Giderme Birimi (Removal Unit - RMU) - Kyoto Protokolü’nün Madde 3.3’üne göre arazi ve orman kullanım iyileştirmesi sonucu verilenler,
3.    Salım Azaltma Birimi (Emission Reduction Unit - ERU) - Ortak Uygulama (JI) projeleri ile kazanılanlar,
4.    Sertifikalı Salım Azaltma Birimi (Certified Emission Reduction - CER) - Temiz Kalkınma Mekanizması (CDM) faaliyeti sonucunda kazanılanlar.
Salım Ticaretinin düzenlemesi, AB’de 2003/87/EC sayılı Direktif ile 25 Ekim 2003 tarihinde uygulamaya konulmuş olup, uygulamasına yönelik hukukî düzenlemeler günümüzde de devam etmektedir. Önceleri AB ülkeleri içinde geçerli olan Salım Ticareti, 23 Ocak 2005 tarihinden itibaren tüm dünyaya açılmış bulunmaktadır. AB Komisyonu öncülüğünde kurulan Uluslarası Karbon Eylem Ortaklığı (International Carbon Action Partnership - ICAP) salım ticareti için bir borsa ve teknik bilgi alış-verişi ortamı oluşturmayı amaçlamaktadır. 1. Global Karbon Pazarı Forum toplantısı 19-20 Mayıs 2008 tarihlerinde Brüksel’de yapılacaktır.
Görece eşit gelir düzeyli gelişmiş ülkelerdeki Sera Gazı azaltmalarıyla elde edilen Salım Ticaret haklarının ticaretinin “hakkaniyet” açısından doğru olduğu kabul edilebilir. Ancak, gelişmekte olan ülkelerde yapılan faaliyetler sonucu çok düşük maliyetle kazanılabilen “Salım Ticaret Birimleri”nin gelişmiş ülkelere ilâve salım hakkı yaratmasının ne kadar “âdil” olduğu açık değildir. 
Salım Ticareti ve Türkiye
Türkiye, Mart 2008 itibari ile, Birleşmiş Milletler Global İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesini imzalamış bulunan 181 ülke içinde Kyoto Protokolü’ne “imza dahi atmamış” yegâne ülkedir. Bu nedenle, Kyoto Protokolü ile ilgili uluslararası düzey gelişmelerde taraf olamamaktadır. Kyoto Protokolü’ne taraf ülkelerin dahi Protokol taahhütlerini yerine getirmekteki güçlükleri gözönünde tutulduğunda, 2008 Yılı ve sonrasındaki gelişmelere katılabilmek için, Türkiye’nin de Kyoto Protokolü’nü imzalamasında yarar görülmektedir. 
Bu noktada şunu da vurgulamakta yarar vardır: Salım Ticaret Sistemi’ne dahil olabilmek için Kyoto Protokolü’ne taraf olmak gerekmektedir. Bilindiği gibi, Türkiye henüz Kyoto Protokolü’ne taraf değildir; dolayısı ile Türk şirketleri, salım sertifikalarını kendi şirketlerinde kullanmaya yönelik olarak, halen uluslararası salım ticaretine giremezler. 
Sera Gazı Salımlarının Sektörel Dağılımı - Sanayinin Payı
Global İklim Değişikliği sorununa karşı alınabilecek başlıca önlem, beşerî faaliyetlerden kaynaklanan seragazı salımlarının azaltılmasıdır. İstatistik verilerin en güvenilir olduğu Annex I ülkelerinin salım miktarlarına bakıldığında, seragazı salımlarının %82’lik çok büyük bir kısmının enerji üretimi amaçlı, %7’sinin endüstriyel prosesler, %8’inin tarım ve %3’ünün atık yönetim faaliyetlerinden kaynaklandığı görülmektedir. 
Tüm salımlarının %82’sini oluşturan enerji amaçlı salım verilerine bakıldığında, imalât sanayii ve inşaat faaliyetlerinin toplam içindeki payının %14 olduğu anlaşılmaktadır. Enerji üretim dışı faaliyetlerdeki sanayi katkıları (yakıtlardan kaçak emisyonlar) da hesaba alındığında, sanayinin seragazı salımlarındaki payı %24’e çıkmaktadır. Bu durumda beşerî faaliyetlerin salım kaynakları ve katkı payları aşağıdaki gibi olmaktadır:
·    Enerji                               :                         % 65
·    Enerji Üretimi        :   % 32
·    Ulaşım ve Nakliyat            :                         % 21
·    Diğer (Isıtma)          :    % 12
·    Sanayi                   :    % 24   (% 17’si Enerji)
·    Tarım                               :                          % 8
·    Atık Yönetimi        :      % 3
Çevre sorunlarına çözüm arandığında, sorun kaynağı olarak, genelde akla ilk gelen sorumlu “Sanayi ve/veya  Sanayici”dir ve sıkı denetimler ile cezaî yaptırımların uygulanması çözüm olarak görülür. Global iklim değişikliği ile ilgili seragazı salımları konusunda sorumluluğu sadece sanayiciye yüklemek doğru değildir. Seragazı azaltımları konusunda tüm toplum bireylerine enerjinin verimli kullanımı ve tüketimin azaltılması konularında büyük görevler düşmektedir.
 
 
KAYNAKLAR
 
Dasgupta, S., B. Laplante, H. Wang, D. Wheeler, 2002, Confronting the 
    Environmental Kuznets Curve, J. of Economic Perspectives, 16, 147-68.
 
EU-COM, 2006 ve 2007, Report From The Commission - Progress Towards Achieving The Kyoto Objectives, COM(2006) 658 final, 27.10.2006 ve COM(2007) 757 final,  27.11.2007 - Brussels.
 
IEA 2007; Key World Energy Statistics, International Energy Agency, 82 pages http://www.iea.org/textbase/publications/.
 
IPCC TAR, 2001, Climate Change 2001: The Scientific Basis, Contribution of Working Group I to the Third Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change, Cambridge University Press, Cambridge, UK and New York. 
 
IPCC AR4, 2007, Climate Change 2007: The Physical Science Basis. Contribution of Working Group I to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change. Cambridge University Press, Cambridge, United Kingdom and New York, NY, USA.
 
Stern, D.I., 2003, The Rise and Fall of the Environmental Kuznets Curve, Working 
Papers in Economics, Department of Economics, Rensselaer Polytechnic Institute, 110 8th Street, Troy, NY, http://www.rpi.edu/dept/economics/www/ workingpapers/ 
 
UNEP, 2007, Geodata Portal, CO2, GSMH, Enerji Verileri,  http://geodata.grid.unep.ch.rpi0302.pdf/
 
UNFCCC, 2008a, Kyoto Protocol Status of Ratification, http://unfccc.int/kyoto_protocol/background/ status_of_ratification/items/2613.php. 
UNFCCC, 2008b, GHG Emisssions Data, http://unfccc.int/ghg_emissions_data/ ghg_data_from_unfccc/time_series_annex_i/items/3814.php
 
WCED, 1987, Our Common Future. World Commission on Environment and Development Oxford University Press, p. 43 (the Brundtland Report).
 
Zanbak, C.; 2005; Kyoto Protokolü Rakamları ve Kavramsal İrdelemesi, Kimyasal Forum Dergisi - TKSD Yayını, Temmuz, 33-40.
 
Zanbak, C.; 2005; Global Sera Gazı Salımları ve Ekonomik Gelişme İlişkileri, Kimyasal Forum Dergisi - TKSD Yayını, Kasım, 49-54.
 
Zanbak, C.; 2007; Kyoto Protokolü ve AB Mevcut Durum Değerlendirmesi, Kimyasal Forum Dergisi - TKSD Yayını, Şubat, 66-67.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder