KÖYDEN ŞEHRE GÖç VE ŞEHİRLEŞME
Türkiye'nin Gelişme Eğilimleri
Konferansı, 10-15 Haziran 1974
Hacettepe Üniversitesi - ANKARA
KÖYDEN ŞEHRE GÖç VE ŞEHİRLEŞME
(ÇEVRE SORUNLARI, ÖZELLİKLE TOPRAK AÇıSıNDAN)
Prof. Fehmi YAVUZ
GİRİş:
Köy ve şehir ayırımı, ileri ülkelerde önemini ve ağırlığını yitirmektedir.
Dünya nüfusunu 2/3'nü barındıran geri kalmış ülkelerde ise bu
ayırım sürüp gidiyor; alınan önlemler, gösterilen planlı çabalar özlenen
ve beklenen sonucu vermiyor; köylük yerlerin çoraklaşmasından,
kentlerin de köyleşmesinden söz ediliyor. Bu olumsuz gelişme, şehirleşme
ile sanayileşmenin birlikte yürürnemesinin ürünüdür. Öte yandan
ileri ülkelerin üç-beş yüzyıl önce başlattıkları Rönesans, Reform,
Bilim ve Teknolojiyi geliştirme çabalarının sonucu olarak, sorun olmaktan
çıkardıkları, bunalım yaratan olayların tümü ile geri kalmış
ülkeler birden karşı karşıya bulunuyorlar. Örneğin bu ülkelerde sanayileşme
başta olmak üzere, eğitim, sağlık, beslenme, ulaştmna, haberleşme,
bayındırlık, konut gibi sosyo-ekonomik sorunlar her geçen gün
üst üste yığılmaktadır.
20 yıl ara ile patlak veren iki Cihan Savaşı, insanlar, toplumlar,
ülkeler arasındaki ilişkilerin, doğa - insan ilişkilerinin çok daha
başka yol ve yöntemlerle ele alınması, değerlendirilmesi gereğini
ortaya koydu. Başka sözlerle, insanın insanı, kimi ülkelerin dünya kaynaklarını
alabildiğine sömürmesine karşı' çıkanlar arttı. Bireysel Çlkarların
toplamının, toplumun çıkarlarına eşit olduğu ve herkes kendi
gelirini artırırsa, toplumun çıkarının da artacağı görüş ve felsefesi
çağdı~ı bir nitelik kazanmağa başladı. Hızlı nüfus artışının insanoğlunun
bu sonuca varmasında büyük etkisi oldu. İnsan hakları bildirileri
yayınlandı, Birleşmiş Milletler Örgütü kuruldu.
Hızlı nüfus artışı, ileri ve geri ülkelerin tüm sorunlarının başında
yer alıyor. Artış payının geri kalmış ülkelerde yüksek olması, sorunu
2 FEHMİ YAVUZ
daha da ağırlaştırıyor. Nüfus hemen her ülkede, daha çok köylerde artar.
Bir bakıma, artan nüfusun yer değiştirmesi anlamına gelen şehirleşme,
geri kalmış ülkelerde daha hızlı oluyor. Kısaca, köy itiyor,
şehir ise gelenlerin tümüne, insanca yaşama olanağı sağlama gücünden
yoksun bulunuyor. Anayasalarda yer alan, insanların çalışacağı
ve yaşayacağı yeri seçme özg!irlüğü, şehirleşmeyi polis tedbirleriyle
düzenlemek yolunu tıkamıştır. İnsanoğlu bu hakkına kavuşmak, feodal
toplum yapısını kırmak için kanlı savaşlar vermiştir. Öyle ise sosyo
-ekonomik önlemlerle, köy ve kent arasında denge kurmak, nerede
yaşarsa yaşasın, herkesin insan haklarından yararlanmasını sağlama
yollarını aramak zorunluğu ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Konferansta Türkiye'nin 1974-2024yıllarını kapsayan 50 yıl içindeki
gelişme eğilimlerinin tartışılması söz konusudur. Biz bu süreyi
çok buluyoruz. Oldukça oturmuş, durmuş bir sosyo-ekonomik ve de
politik yapıya kavuşmuş olan ileri ülkeler için bile bu süre çok uzundur.
Örneğin Batı ülkelerinde bilim ve teknolojiyi her 10 yılda bir değiştirmekten,
yenilemekten söz ediliyor. ~ugün bilinen faktörlerin çoğundan
fütüroloji bilginleri yararlanmak ta güçlük çekiyorlar. Yeniden
ortaya çıkabilecek nedenlerin ise bütün tahminleri alt-üst etmesi
her zaman beklenmelidir. Örneğin petrol sılahının kullanılmasıyla yaratılan
bunalım, başta Roma Kulübünün öncülüğü ile yapılanlar olmak
üzere, dünyanın geleceği hakkındaki tahminleri değersiz hale getirmiştir.
Sistemli spekülasyon anlamına gelen, fütürolojinin 50 yıl için
değil, 10-20yıl gibi kısa süreler için yapılması, gerçeklerden tüm uzaklaşmayı
bir ölçüde önler. Ankara'daki nüfus artışı çarpıcı bir örnektir.
1928 yılında Alman Şehircilik Uzmanı Jansen ile, yarışmaya giren iki
uzmana, başkent nüfusunun 50 yıl sonra 300 bin olacağını, zamanın
yöneticileri bildirmişti. 50 yılın dolmasına 4 yıl kala, Ankara'nın
nüfusu 1.5 milyona ulaşmıştır.
Biz köyden şehre göç ve şehirleşme konusunu daha çok toprak
açısından ele almak istiyoruz.
TOPRAtaN KÖY VE KENT AÇıSıNDAN TAŞIDIGI ÖNEM:
Toprak hemen herşeyi verir ve canlılar evreninin dünyamızdaki
.sınırlarını çizer. insanoğlunun ve bütün canlıların yaşamı Biosphare
denilen ve en derin denizlerin dibi ile, en yüksek dağların doruğu arasındadır.
Ve 20.000 metre derinliği geçmez. Madenler topraktan çıkarılır,
sular toprak üzerinde durur, ya da akar. Hayvanlar ve bitkiler,
hammaddeler onun üzuinde üretilir. Konumuz bakımından toprağın
KÖYDEN ŞEHRE GÖç VE ŞEHİRLEŞME :i
en önemli özelliği üretilmemesidir. Dünya üzerindeki topraklar sınırlıdır.
Ülkelerin topraklarını, başka ülkelere saldırarak çoğaltma olanağı
da kalmamış gibidir. Öyle ise insanlık açısından, dünya topraklarından,
ülkeler a,çısından da kendi sınırları içindeki topraklardan akıllıca
yarnrlanmak zorunluğu vardır. Bu zorunluk, hızlı artan nüfus
karşısında her geçen gün elle tutulur, gözle görülür bir biçimde ortaya
çıkıyor.
İnsanoğlu doğa'dan, topraklardan, 20. yüzyılın ortalarına kadar
akıllıca yararlanmak gereğini duymamıştır. Bu akılsızca yararlanmanın
adına şimdi yağma, talan ekonomisi, fırsatçılık diyoruz. Hele toprk
alış-verişinin mendil, saat, otomobiL.. gibi piyasa ekonomisi kurallarına
göre yapılması durumu daha da ağırlaştırılmış bulunuyor.
Ülkemizin toprakları da yağma ekonomisi ölçülerine göre işletilmiştir
ve işletilmektedir. Bunun başka adı: "Birşey vermeden çok şey
almak" tutkusudur. Ormanlar bu kurala göre işletilir. Toprağa verilmesi
gereken gübre tezek olarak yakılır, erozyonu önlemek için gereken
çaba gösterilemez, mer'alar aşırı derecede otlatma konusu olursa...
çevre kirlenecek, doğa-insan ilişkileri düzenini yitirecektir. Bunun
olumsuz sonucundan bütün canlılar payını alacaklar ve de almaktadır.
Toprakların yok edilmesinin, kısırlaştırılamasının başka bir alanı
da çoğunlukla kentlerdir. Konut, işyerleri, fabrikalar, geniş yollar,
ha va alanları ... için her yıl binlerce dönüm toprak tarımdan alınarak
kısırlaştırılıyor. Bir tarım uzmanı 13 yıl önce, bu nedenle her yıl yitirdığimiz
toprakların toplamını 250 bin dönüm olarak tahmin etmişti.
O) Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği, Mimarlar Odasının
bir yayınına göre: "önümüzdeki 20 yılda şehirlerde yerleşecek 32
milyon yeni insan, barınma, iş, ulaşım ve sosyal hizmet gibi şehirsel
aian olarak kişi başına 110 metrekare arazi ihtiyacı hesabıyla 3 milyar
520 milyon metrekare şehirsel alana yayılacaktır." (2) Bu rakama
köyler, şehirlerarası yollar, hava alanları, kıyılarımızda turizme ayrılan
topraklar ve benzerleri girmiyor.
Bu gidiş, beslenme alanının daralması yanında köyden şehre olan
akını hızlandırmaktadır. Toprakların giderek azalması, mer'aların
traktörlerle sürülüp ekime açılması, kalanlarının, besleme güçlerinin
(ıı Yusuf Saim Atasağun, Türk Ekonomisinde Zirai İstihsalin Onemi ve artınıması
Imkanlan, V. İskan ve eŞhircilik Haftası Konferansıarı, S.B.F. Yayını, Ankara,
1962, s. 182.
(2) Sorunlarımız. İsteklerimiz, 1973 S. 18.
4 FEHMİ YAVUZ
çok üstünde otlatmaya konu olması, erozyon nedeniyle, başta dağ ve
orman köylüleri olmak üzere tarımla ve hayvancılıkla uğraşanlar için
kentlere akın tek kurtuluş yolu olmaktadır.
TOPRAK FİYATLARI ARTIYOR:
Ülkemizde toprak fiyatları bugün hiçbir engele çarpmadan artıyor.
İkinci Dünya Savaşına kadar yalnız Ankara'da arsa, (taşınmaz
mal) fiyatlarında, spekülasyon ölçülerine varan bir artıştan söz ediliyordu.
Bunun nedeni Ankara dışındaki hiçbir kentte aşırı nüfus artışının
olmamasıdır. O dönemde İstanbul başta olmak üzere, hemen
bütün şehir ve kasabalarda bir durgunluk görülür, ülke ölçüsünde bir
şehirleşme yoktur. İkinci Dünya Savaşından sonra şehirleşmenin, arsa
ve emlak spekülasyonunun yaygınlaştığını görüyoruz. Son yıllarda
yurt dışında çalışan işçiler, biriktirdikleri paralarla tarla, bağ, bahçe,
dükkan, mağaza, ev satınalma yoluna gittiklerinden, fiyat artışları
hem hızlanmış, hem de şehir ve kasaba sınırlarını aşarak, köylük yerlere
de yayılmıştır. Bu gidişe "DUR" denmezse, emlak fiyatlarındaki
art~şın nerelere varabileceğini şu satırlardan izleyelim:
"İhtiyatlı bir kabulle metrekaresi 50 liradan halkımızın arsa spekülatörlerine
ödeyeceği para 20 yılda 76 milyar lirayı bulur. Bu, bugünün
para değeri ile önümüze serilen rakamdır. çoğu zaman diğerlerinden
daha fazla artan arsa fiyatlarını düşününce, 20 yıl sonra şeleşmeye
açılan yeni arazilerdeki vurgunculuğu astronomik rakamlarla
ifade etmek zorunda kalacağız. Yukarıdaki rakamlarla halen şehir
içinde bulunan arazilerde hızlı şehirleşme ve kamu yatırımları aracılığı
ile çok büyük bir hızla artan yüz milyonlarca arsa spekülasyonunu,
üç tarafı deniz ile çevrili yurdumuzun sahil şeritlerinin turizm adına
yağmasını, kamu yatırımlarının yapıldığı kırsal alanlarda fiyatı
yükselen arazi değerlerini eklersek ne kadar vahim bir olayla karşılaştığımızı
anlarız." (3)
Batı ülkelerinde de şehirleşme ile arsa fiyatlarındaki artış at başı
gitmiştir. Aradaki fark, onların sanayileşmeyi gerçekleştirmelerine
karşın bizim bunu yapmaktaki başarısızlığımızdan doğuyor. Batı ülkelerinde,
Sanayi Devrimi adı verilen dönemde, köyden kente gelenler,
çalışma koşulları ağır da olsa, bir işe girebiliyorlardı. Sömürgeler ise,
ham madde kaynağı, sanayi ürünlerine pazar olmanın yanında, köyden
kopan gençlere çalışma, yeteneklerini gösterme, zengin olma bal3)
Sorunlarınıız, isteklerimiz, 1973,Adıgeçen Mimarlar Odası Yayını, B. 18.
KÖYDEN ŞEHRE GÖÇ VE ŞEHİRLEŞME 5
kımından, çoğu kez sınırsız denebilecek, olanaklarla dolu idi. 200 yıldanberi
sömürge olmayan Birleşik Amerika topraklarının bu alandaki
rolünü de unutmamak gerekir.
Emlak fiyatları açısından sanayileşme ve sömürgecilik şöyle değerlendirilebilir:
Batıda sanayiciler, herhangi bir yoldan para biriktiren
kişiler, durmadan gelişen, olanaklarla dolu olan iş hayatına, endüstri
alanına para yatırmağı genellikle çıkarlarına daha uygun buluyorlardı;
başka sözlerle, emlake para yatıarak servet yapmak, zengin
olmak, için seçenek listes~in başlarında değil, sonlarında yer alıyordu.
Ülkemizde ve öteki geri kalmış ülkelerde ise durum çok başkadır.
Ve emlak alış-verişine, servet yapmak bakımından üstün bir öncelik
tanınır. Örneğin büyüklü, küçüklü pek çok iş adamının ülkemizde,
emlake büyük. paralar yatırdığı, kıyı yağmasına katıldığı bilinen
bir gerçektir. Para biriktirenlerin, eline topluca para geçenlerin (ikramiye
alan emekliler gibi) de en kısa yoldan kat, daire, arsa ... almak
için çırpındıkları her zaman görülür. Hele bankalarda biriken paraların
satınalma gücünün, birkaç yıl içinde yarıya düşebileceği korkusu
çoğunluğu bu yola itmektedir. -
Enflasyon emlak fiyatlarını artıran çok önemli bir kamçıdır. Genel
durumu şöyle özetleyebiliriz: Emlak alış verişinin, servet yapmak,
para kazanmak isteyenler bakımından seçenek listesinin başlarında
yer alması, talebi artırmakta ve fiyatları durmadan yükseltmekte ;artan
fiyatlar bu alana yeni çekicilik eklernekte ve talebin katlanıp katmerlenmesi
sonucunu yaratmaktadır. Bu kısır döngü içinde bir yandan
planlı şehirciliğimiz bunalımlardan kurtulamıyor, dar boğazlardan
çıkamıyor, öte yandan sanayileşme gerçekleşmiyor. Konumuz açısından,
köyden gelenler şehirlerin sorunlarını ağırlaştırmanın yanında,
çoğunlukla umduklarını bulamıyorlar, kalkınmaya katkılı olamıyorlar.
Üretilemiyen bir tekel malı olması, toprak hakkında piyasa ekonomisinin
dışında ve değişik ilkelerin uygulanmasını gerektirir. Yalnız
taşınan malların piyasa değeri olduğu gerçeğini kabul etmek, başarı
ile uygulanacak bir arsa (emlak) politikasının ilk adımıdır. Bundan
sonraki adımları şöyle özetleyebiliriz: çoğu kez sahibinin hiçbir emeği
ürünü olmayan fiyat artışlarından toplumun büyük paylar alması
gerekir. Şehir toprakları ka~ulaştırılmalı ve toprak mülkiyeti ile, üzerindeki
yapınin mülkiyeti ayrı şeyler olarak kabul edilmelidir. Bugün
toprağa (emlake) akan paraların sanayileşmeye, ülkenin kalkınması
açısından gerekli olan alanlara kayması için her çareye başvurulmalı6
FEHMİ YAVUZ
dır. Böylece ~ehirleşmenin daha çok yozlaşması önlecek ve sanayileşrnek
için olumlu adımlar atılmış olacaktır. Şehirleşmemizin başlangıcında
bulunuyoruz. Bu konuda geç kalmış sayılmayız. Yitirilecek zaman
olmadığını bilmek, sorunların çözüm sınırını aşmasının, sosyoekonomik
açıdan, daha ileri giderek, politik açıdan yaratabileceği bunalınılan
da önceden görmek zorundayız.
KÖY VE KENT ARASINDA DENGE KURMA Çı\Bı\.Lı\RI :
Her ülkede sanayiinin venü!usun dengesiz dağılışından :sözedilir.
Yine her ülkede az gelişmiş, gelişmemiş, çok gelişmiş bölgeler vardır.
Bu alandaki sorunlara çözüm bulmak için Bölıe Planlaması yol ve
yöntemlerine başvurulduğunu da biliyoruz.
Ülkemizde geri kalmış bölge denince Doğu ve Güneydoğu akla gelir..
Bir genelleme yaprak kıyılardan içerilere, Batıdan doğuya, düzlüklerden
yükseklere gidildikçe geriliğin göze çarpacak ölçülere ulaştığım
söyleyebiliriz. Cumhuriyetle hirlikte başkentin Ankara'ya taşın-
~ası ile dengesizlik bir ölçüde önlenmiş sayılır. Öte yandan Bölge
Planlaması, büyük şehirlerimizin sorunlan ile ilgili çabalar, araştırma
düzeyinde kalmış ve uygulama olanağına kavuşmamıştır.
Cumhuriyetin ilanından 15 gün önce çıkanlan Mübadele, İmar ve
İskan Kanununun ı. maddesi ile, bu adı taşıyan bir Bakanlık kurulmuş
ve yeni Bakanlığa: "Lozan Mübadele Anlaşması gereğince göç
edecek olanların taşınması, barınması işleri" yamnda kapsamı çok
geniş olan şu görevler de verilmiştir :
- Tahrip edilmiş olan yerlerde konutlan yanmış, yıkılmış olanların
yerleştirilmesi ve refaha kavuşturulması,
- Göçebe aşiretlerin yerleştirilmesi,
- Memleketin harap olan mahallerinin iman.
Bu Bakanlık 14 ay kadar sonra kaldırılmıştır. 1958 yılında İmar
ve İskan Bakanlığı kuruluncaya kadar, İskan işlerinin (Toprak ve İskan
demek belki daha doğru 'olur) İçişleri, Sağlık ve Sosyal Yardım
Tarım Bakanlıkları, Başbakanlİk arasında el değiştirdiğini görüyoruz.
İmardan ise belediyesi bulunan yerlerde, bu örgütler sorumlu tutulmuştur.
Köy ve kentlerle ilgili konulardan, örgütlerden söz ederek fazla
dağılmak istemiyoruz. Köy Kanunumian başlayarak ,aşarın kaldırılma-
Bı,sıtma savaşında elde edilen başarı, toprak mahsulleri ofisinin kuKÖYDEN
ŞEHRE GÖç VE ŞEHİRLEŞME .7
rulması, Şeker Endüstrisinin geliştirilmesi, Zirai Donatım Kurumu,
Et ve Balık Kurumu, Köy Enstitülerİ. .. 1960'dan önceki dönemin başlıca
ürünleridir. 1960yılında girilen planlı kalkınma döneminde, özellikle
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı uygulamaları arasında, toplum
kalkınması köy kalkınmasına eşit tutulmuştur. Köyişleri Bakanlığı
da bu dönemde kurulmuştur.
Kentler için çıkarılan kanunların, kurulan örgütlerin sayısı oldukça
kabarıktır. 1924 yılında Köy Kanununun çıkarıldığı günlerde
Belediye Vergi ve Resimleri Kanunu, 1928 de Ankara'nın imarı için
özel Kanun, 1930'da Belediye Kanunu, 1933'de Belediye Yapı ve Yollar
Kanunu ile Belediyeler Bankası Kanunu çıkarılmıştır. Belediyeler
Bankası durmadan gelişerek, 1945 de İller Bankası adını aldıktan
sonra daha geniş görevler yüklenmiş ve özellikle belediyeler için bir
teknik ve mali yardım kurumu olmuştur. Eskiyen Belediye Vergi ve
Resimleri Kanununun yerini 1948'de Belediye Gelirleri Kanunu almış,
günümüze dek, gecekondularla ilgili yarım düzineden fazla kanun çıkarılmıştır.
Belediye ve köylerle ilgili bir düzineden fazla Kanun tasarısının,
Yıllardanberi kanunlaşması bekleniyor. Bu arada çıkarılan kimi kanunlarla
belediyelerin borçları bağışlanmak, ya da hazineye aktarılmak
suretiyle (terkin-tahkim) ferahlık yaratılırken kimi kanunlarla
da bunalımları artırılmıştır. Örneğin 1 Mart 1971 de yürürlüğe giren
Emlak Vergisi Kanunu, belediyelerin Temizlik ve Aydınlatma Resmi
kaynağını kurutmuştur. Yalnız İstanbul Belediyesinin bu yüzden iki
yılda 260 milyon TL. gelirden yoksun kaldığını öğreniyoruz." (4)
Köyler bakımından çarpıcı bir örnek salmanın tavanıdır. İkinci
Dünya Savaşından kısa bır süre önce, salmanın tavanı 20 TL. olarak
saptanmıştı. Para, enflasyon nedeniyle satınalma gücünü yitirmiş,
salma hem verim, hem de adalet açısından yetersiz ve değersiz bir duruma
gelmiştir.
Örgütlenme bakımından, son günlerde merkez köylerinden, köykentlerden,
İl Mahalli İdare Planlamasından (İLMİP) söz ediliyor.
Merkez köyanlayışı yerini köy-kentlere bırakabilir. Başta İl Özel İdareleri
olmak üzere, bir ilin sınırları içindeki belediyelerin kaynaklarını
birleştirerek planlı kalkınmaya katkılarını artırma amacına yönelen
(İLMİP) unutulmak üzeredir. Bunun nedeni gelir projeksiyonu
yapılamaması ve köylerin kapsam dışı bırakılmasıdrr.
(4) Beleq.iye . İstanbul, Aylık Dergi, Mart - Nisan ı974, s. ll.
8 FEHMİ YAVUZ
Andığımız, ya da anmadığımız, şehirleşme, köyden şehre akınla
ilgili çabaların, bütün içindeki yerlerinin belli ilkelere göre saptanması
gerekir. Yıllardanberi araştırma alanında saplanıp kalan bölge
planlaması çalışmalarını uygulamaya kavuşturmak, Birinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı döneminde başarı ile uygulanan toplum kalkınmasını
(köy kalkınmasını) yeniden canlandırmak yolları ~ranmalı .
ve tartışılmalıdır. .
TOPRAKLA İLGİLİ ÇABALAR:
Başta Anayasamız olmak üzere, günümüzedek çıkarılan bütün
kanunlar, tutarlı ve yeterli bir arsa (emlak) politikasının temellerini
atmaktan uzak kalmıştır. Bugüne dek hep arsa ve emlak fiyatlarındaki
artışa seyirci kalmak ve pahalı emlakten nasıl vergi alırız, şehircilikte,
konut politikası uygulamada, gecekonduculuğu önlemede, endüstrinin,
turizmin gereksindiği toprakları sağlamada nasıl yararlanırız
... gibi çok sakat bir yol izlenmiştir. Ayrıntılara girmeden, Kat
Mülkiyeti Kanununun, Emlak Vergisi Kanununun, Arsa Ofisi Kanununun
ve benzerlerinden hiçbirinin emlak fiyatlarını durdurmağa,
geriletmeğe yönelmediğini, fiyat artışına seyirci kaldığını söyleyebiliriz.
Bu ortam içinde emlak fiyatları hiçbir engele çarpmadan artıyor
ve şehirleşmemizin, köy-kent ilişkilerinin, sanayileşmenin, turizmin
geleceğini karartan boyutlara ulaşıyor.
Anayasanın özünde ve kimi maddelerinin sözünde toprakların
kamu yararına kullanılması, spekülasyonun önlenmesi konularında,
umut parıltıları tümden yok sayılmaz. Örneğin, Milli Birlik Komitesi
Anayasanın 36 ncı maddesine şöyle bir fıkranın eklenmesini önermişti:
"Devlet arsa mülkiyetinin toplum yararına aykırı olarak kullanılmasını
önleyici tedbirleri alır". Konu Anayasa Komisyonunda, Kurucu
Meclis Karma Komisyonunda ayrı ayrı tartışıldıktan sonra, böyle
bir fıkranın eklenmemesi sonucuna varılmıştır. Kurucu Meclis Karma
Komisyonunun gerekçesi şöyledir:
"Bilhassa büyük şehjrlerde toplum zararına olarak gelişen arsa
spekülasyonuna son verecek tedbirleri almanın devletin görevlerinden
olduğu hususunda görüş birliğine varılmıştır. Ancak bir taraftan Anayasadaki
mevcut hükümlerin bu hususta kafi olduğu, diğer yandan
da eklenecek böyle bir fıkranın diğer hükümlerin tefsiri bakımından
bazı mahzurlar yaratacağı gözönünde bulundurularak ihtilaflı fıkranın
tasarıda yer almamasının daha uygun düşeceği mütalaa edilmiştir.
Zira 36. maddenin son fıkrasında genelolarak mülkiyet hakkının
kullanılması toplum yararına aykın olamaz. hükmü mevcuttur. J
KÖYDEN ŞEHREGÖÇ VE ŞEHİRLEŞME 9
Arsalar hakkında ayrı bi~ hükmün Anayasda yer alması diğer
mülkiyet konuları bakımından Devletin aynı ödev ve yetkiye sahip
olmadığı zehabını da yaratabilir."
Bu satırlar arsa spekülasyonu ile savaşın Devletin-ödev ve yetkileri
arasında bulunduğunu açıkça gösteriyor. Öyleyse spekalasyon
kavramınl açıklığa kavuşturarak, bununla savaş ödevinin hangi yetkilerle
ve nasıl başıatılıp amaca ulaşılacağı hususu, günümüzedek savsak}
anmıştır demek abartma olmaz.
SONUÇ:
Ülke ölçüsünde dengeli bir yerleşme düzeni kurarak, insan gücünden,
teknolojiden, doğal kaynaklardan akıllıca yararlanmak, kalkınmanın
hızla 'gerçekleşmesi, toplumun yıkıcı bunalımlardan korunması
açısından çok önemlidir. Köylünün şehirlere doğru akın etmesi önlenemez
ve önlenmemelidir. Ancak bunun hızını ve yönünü ayarlamak
yolları tutulabilir. Tarım işçiliği çok ağırdır; endüstri ve servis sektörlerinden
çok daha az gelir sağlar. Öyle ise tarımsal alanlardaki yaşama
koşullarını çekilir duruma getirmek, kurulacak bir kentler hiyerarşisi
ile, insanların hergün artan gereksinmelerini kolayca karşılama
olanakları yaratmak gerekir. Anayasa ve ilgili kanunlar eşitlikten,
türlü özgürlüklerden söz edebilir. Gerçekten bir köylü ve şehirli
ayırımının sürüp gitmesi ve bunun statüko farkı olarak ortaya çıkması
ile özlenen dengeli yerleşme düzeni kurulamaz. Örneğin köyler, belediye
örgütüne kavuşmak için çırpınmaktadır. Bu amaca ulaşan köyler
salmadan ,imeceden kurtuluyor ve devletin yaptığı yardımlardan pay
alıyor. Komşu köy, ya da mahallelerle birleşme yolu ile, nüfusunu
2000'e yükseıterek statü değiştiren, küçük belediye olabilenler, yalnız
İller Bankası aracılığı ile, nüfusa göre dağıtılan paylardan 100.000TL.
alıyor. (2000X 50 = 100.000). Salmanın tavanı olan 20 TL.'yi, zengin
ve fakir tüm aileler için uygulayan 200 haneli bir kÖy idaresinin bu
kaynaktan elde edeceği gelir ise 4000 TL. dir. (20X 200 == 4.000) 1971
yılı köy bütçeleri ortalamasının 10.000TL.'nin üstüne bile_çıkamaması
(9200 TL.) bu acı gerçeği yansıtmağg yeter.
Toprak, emlak fiyatlarının artmasının yarattığı sosyo-ekonomik
sakıncalara değindik. Anyasa da hükümetlere mülkiyet hakkının toplum
zararına kullanılmasını önleme ödev ve yetkisini veriyor. Toprağın,
taşınmaz malın öteki mülkiyet alanlarından çok ayrı durumu ol.
duğu bilincine varmak zorunluğu ortadadır. Taşınmaz malların piyasası
yoktur, çünkü bunları, çok bulunan yerlerden az olan yerlere ta- • i
FEHM! YAVUZ
şıyarak, piyasalan etkileme olanağından yoksunuz. Hele taşınmaz mal
sahiplerine dokunulmazlık ölçülerine varan, sınırsız haklar tanımak,
kamu yararlanyla hiç bağdaşmaz.
Geri kalmış ülkelerin, başka ülkelerin kaynaklarını, hammaddelerini
pazarlannı sömürme olanağından yoksun bulunmaları, servetlerini
artırmak, kısa yoldan zengin olmak isteyenler için, emlak alışverişini
seçenek listelerinin üst basamağına çıkarmış bulunuyor. Bu
ülkelerde kamu yararının ciddi önlemlerle korunması daha çok ağırlık
kazanmaktadır. Yetkili ve sorumluların, politikacıların kamu yararını
özdenlikle koruma ile, emlak alış-verişinden çıkar sağlama yollanndan
birini, ya da ötekisini seçmeleri, çözüme ulaşmayı olumsuz, ya
da olumlu yönde büyük ölçüde etkilemektedir.
Konferansı, 10-15 Haziran 1974
Hacettepe Üniversitesi - ANKARA
KÖYDEN ŞEHRE GÖç VE ŞEHİRLEŞME
(ÇEVRE SORUNLARI, ÖZELLİKLE TOPRAK AÇıSıNDAN)
Prof. Fehmi YAVUZ
GİRİş:
Köy ve şehir ayırımı, ileri ülkelerde önemini ve ağırlığını yitirmektedir.
Dünya nüfusunu 2/3'nü barındıran geri kalmış ülkelerde ise bu
ayırım sürüp gidiyor; alınan önlemler, gösterilen planlı çabalar özlenen
ve beklenen sonucu vermiyor; köylük yerlerin çoraklaşmasından,
kentlerin de köyleşmesinden söz ediliyor. Bu olumsuz gelişme, şehirleşme
ile sanayileşmenin birlikte yürürnemesinin ürünüdür. Öte yandan
ileri ülkelerin üç-beş yüzyıl önce başlattıkları Rönesans, Reform,
Bilim ve Teknolojiyi geliştirme çabalarının sonucu olarak, sorun olmaktan
çıkardıkları, bunalım yaratan olayların tümü ile geri kalmış
ülkeler birden karşı karşıya bulunuyorlar. Örneğin bu ülkelerde sanayileşme
başta olmak üzere, eğitim, sağlık, beslenme, ulaştmna, haberleşme,
bayındırlık, konut gibi sosyo-ekonomik sorunlar her geçen gün
üst üste yığılmaktadır.
20 yıl ara ile patlak veren iki Cihan Savaşı, insanlar, toplumlar,
ülkeler arasındaki ilişkilerin, doğa - insan ilişkilerinin çok daha
başka yol ve yöntemlerle ele alınması, değerlendirilmesi gereğini
ortaya koydu. Başka sözlerle, insanın insanı, kimi ülkelerin dünya kaynaklarını
alabildiğine sömürmesine karşı' çıkanlar arttı. Bireysel Çlkarların
toplamının, toplumun çıkarlarına eşit olduğu ve herkes kendi
gelirini artırırsa, toplumun çıkarının da artacağı görüş ve felsefesi
çağdı~ı bir nitelik kazanmağa başladı. Hızlı nüfus artışının insanoğlunun
bu sonuca varmasında büyük etkisi oldu. İnsan hakları bildirileri
yayınlandı, Birleşmiş Milletler Örgütü kuruldu.
Hızlı nüfus artışı, ileri ve geri ülkelerin tüm sorunlarının başında
yer alıyor. Artış payının geri kalmış ülkelerde yüksek olması, sorunu
2 FEHMİ YAVUZ
daha da ağırlaştırıyor. Nüfus hemen her ülkede, daha çok köylerde artar.
Bir bakıma, artan nüfusun yer değiştirmesi anlamına gelen şehirleşme,
geri kalmış ülkelerde daha hızlı oluyor. Kısaca, köy itiyor,
şehir ise gelenlerin tümüne, insanca yaşama olanağı sağlama gücünden
yoksun bulunuyor. Anayasalarda yer alan, insanların çalışacağı
ve yaşayacağı yeri seçme özg!irlüğü, şehirleşmeyi polis tedbirleriyle
düzenlemek yolunu tıkamıştır. İnsanoğlu bu hakkına kavuşmak, feodal
toplum yapısını kırmak için kanlı savaşlar vermiştir. Öyle ise sosyo
-ekonomik önlemlerle, köy ve kent arasında denge kurmak, nerede
yaşarsa yaşasın, herkesin insan haklarından yararlanmasını sağlama
yollarını aramak zorunluğu ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Konferansta Türkiye'nin 1974-2024yıllarını kapsayan 50 yıl içindeki
gelişme eğilimlerinin tartışılması söz konusudur. Biz bu süreyi
çok buluyoruz. Oldukça oturmuş, durmuş bir sosyo-ekonomik ve de
politik yapıya kavuşmuş olan ileri ülkeler için bile bu süre çok uzundur.
Örneğin Batı ülkelerinde bilim ve teknolojiyi her 10 yılda bir değiştirmekten,
yenilemekten söz ediliyor. ~ugün bilinen faktörlerin çoğundan
fütüroloji bilginleri yararlanmak ta güçlük çekiyorlar. Yeniden
ortaya çıkabilecek nedenlerin ise bütün tahminleri alt-üst etmesi
her zaman beklenmelidir. Örneğin petrol sılahının kullanılmasıyla yaratılan
bunalım, başta Roma Kulübünün öncülüğü ile yapılanlar olmak
üzere, dünyanın geleceği hakkındaki tahminleri değersiz hale getirmiştir.
Sistemli spekülasyon anlamına gelen, fütürolojinin 50 yıl için
değil, 10-20yıl gibi kısa süreler için yapılması, gerçeklerden tüm uzaklaşmayı
bir ölçüde önler. Ankara'daki nüfus artışı çarpıcı bir örnektir.
1928 yılında Alman Şehircilik Uzmanı Jansen ile, yarışmaya giren iki
uzmana, başkent nüfusunun 50 yıl sonra 300 bin olacağını, zamanın
yöneticileri bildirmişti. 50 yılın dolmasına 4 yıl kala, Ankara'nın
nüfusu 1.5 milyona ulaşmıştır.
Biz köyden şehre göç ve şehirleşme konusunu daha çok toprak
açısından ele almak istiyoruz.
TOPRAtaN KÖY VE KENT AÇıSıNDAN TAŞIDIGI ÖNEM:
Toprak hemen herşeyi verir ve canlılar evreninin dünyamızdaki
.sınırlarını çizer. insanoğlunun ve bütün canlıların yaşamı Biosphare
denilen ve en derin denizlerin dibi ile, en yüksek dağların doruğu arasındadır.
Ve 20.000 metre derinliği geçmez. Madenler topraktan çıkarılır,
sular toprak üzerinde durur, ya da akar. Hayvanlar ve bitkiler,
hammaddeler onun üzuinde üretilir. Konumuz bakımından toprağın
KÖYDEN ŞEHRE GÖç VE ŞEHİRLEŞME :i
en önemli özelliği üretilmemesidir. Dünya üzerindeki topraklar sınırlıdır.
Ülkelerin topraklarını, başka ülkelere saldırarak çoğaltma olanağı
da kalmamış gibidir. Öyle ise insanlık açısından, dünya topraklarından,
ülkeler a,çısından da kendi sınırları içindeki topraklardan akıllıca
yarnrlanmak zorunluğu vardır. Bu zorunluk, hızlı artan nüfus
karşısında her geçen gün elle tutulur, gözle görülür bir biçimde ortaya
çıkıyor.
İnsanoğlu doğa'dan, topraklardan, 20. yüzyılın ortalarına kadar
akıllıca yararlanmak gereğini duymamıştır. Bu akılsızca yararlanmanın
adına şimdi yağma, talan ekonomisi, fırsatçılık diyoruz. Hele toprk
alış-verişinin mendil, saat, otomobiL.. gibi piyasa ekonomisi kurallarına
göre yapılması durumu daha da ağırlaştırılmış bulunuyor.
Ülkemizin toprakları da yağma ekonomisi ölçülerine göre işletilmiştir
ve işletilmektedir. Bunun başka adı: "Birşey vermeden çok şey
almak" tutkusudur. Ormanlar bu kurala göre işletilir. Toprağa verilmesi
gereken gübre tezek olarak yakılır, erozyonu önlemek için gereken
çaba gösterilemez, mer'alar aşırı derecede otlatma konusu olursa...
çevre kirlenecek, doğa-insan ilişkileri düzenini yitirecektir. Bunun
olumsuz sonucundan bütün canlılar payını alacaklar ve de almaktadır.
Toprakların yok edilmesinin, kısırlaştırılamasının başka bir alanı
da çoğunlukla kentlerdir. Konut, işyerleri, fabrikalar, geniş yollar,
ha va alanları ... için her yıl binlerce dönüm toprak tarımdan alınarak
kısırlaştırılıyor. Bir tarım uzmanı 13 yıl önce, bu nedenle her yıl yitirdığimiz
toprakların toplamını 250 bin dönüm olarak tahmin etmişti.
O) Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği, Mimarlar Odasının
bir yayınına göre: "önümüzdeki 20 yılda şehirlerde yerleşecek 32
milyon yeni insan, barınma, iş, ulaşım ve sosyal hizmet gibi şehirsel
aian olarak kişi başına 110 metrekare arazi ihtiyacı hesabıyla 3 milyar
520 milyon metrekare şehirsel alana yayılacaktır." (2) Bu rakama
köyler, şehirlerarası yollar, hava alanları, kıyılarımızda turizme ayrılan
topraklar ve benzerleri girmiyor.
Bu gidiş, beslenme alanının daralması yanında köyden şehre olan
akını hızlandırmaktadır. Toprakların giderek azalması, mer'aların
traktörlerle sürülüp ekime açılması, kalanlarının, besleme güçlerinin
(ıı Yusuf Saim Atasağun, Türk Ekonomisinde Zirai İstihsalin Onemi ve artınıması
Imkanlan, V. İskan ve eŞhircilik Haftası Konferansıarı, S.B.F. Yayını, Ankara,
1962, s. 182.
(2) Sorunlarımız. İsteklerimiz, 1973 S. 18.
4 FEHMİ YAVUZ
çok üstünde otlatmaya konu olması, erozyon nedeniyle, başta dağ ve
orman köylüleri olmak üzere tarımla ve hayvancılıkla uğraşanlar için
kentlere akın tek kurtuluş yolu olmaktadır.
TOPRAK FİYATLARI ARTIYOR:
Ülkemizde toprak fiyatları bugün hiçbir engele çarpmadan artıyor.
İkinci Dünya Savaşına kadar yalnız Ankara'da arsa, (taşınmaz
mal) fiyatlarında, spekülasyon ölçülerine varan bir artıştan söz ediliyordu.
Bunun nedeni Ankara dışındaki hiçbir kentte aşırı nüfus artışının
olmamasıdır. O dönemde İstanbul başta olmak üzere, hemen
bütün şehir ve kasabalarda bir durgunluk görülür, ülke ölçüsünde bir
şehirleşme yoktur. İkinci Dünya Savaşından sonra şehirleşmenin, arsa
ve emlak spekülasyonunun yaygınlaştığını görüyoruz. Son yıllarda
yurt dışında çalışan işçiler, biriktirdikleri paralarla tarla, bağ, bahçe,
dükkan, mağaza, ev satınalma yoluna gittiklerinden, fiyat artışları
hem hızlanmış, hem de şehir ve kasaba sınırlarını aşarak, köylük yerlere
de yayılmıştır. Bu gidişe "DUR" denmezse, emlak fiyatlarındaki
art~şın nerelere varabileceğini şu satırlardan izleyelim:
"İhtiyatlı bir kabulle metrekaresi 50 liradan halkımızın arsa spekülatörlerine
ödeyeceği para 20 yılda 76 milyar lirayı bulur. Bu, bugünün
para değeri ile önümüze serilen rakamdır. çoğu zaman diğerlerinden
daha fazla artan arsa fiyatlarını düşününce, 20 yıl sonra şeleşmeye
açılan yeni arazilerdeki vurgunculuğu astronomik rakamlarla
ifade etmek zorunda kalacağız. Yukarıdaki rakamlarla halen şehir
içinde bulunan arazilerde hızlı şehirleşme ve kamu yatırımları aracılığı
ile çok büyük bir hızla artan yüz milyonlarca arsa spekülasyonunu,
üç tarafı deniz ile çevrili yurdumuzun sahil şeritlerinin turizm adına
yağmasını, kamu yatırımlarının yapıldığı kırsal alanlarda fiyatı
yükselen arazi değerlerini eklersek ne kadar vahim bir olayla karşılaştığımızı
anlarız." (3)
Batı ülkelerinde de şehirleşme ile arsa fiyatlarındaki artış at başı
gitmiştir. Aradaki fark, onların sanayileşmeyi gerçekleştirmelerine
karşın bizim bunu yapmaktaki başarısızlığımızdan doğuyor. Batı ülkelerinde,
Sanayi Devrimi adı verilen dönemde, köyden kente gelenler,
çalışma koşulları ağır da olsa, bir işe girebiliyorlardı. Sömürgeler ise,
ham madde kaynağı, sanayi ürünlerine pazar olmanın yanında, köyden
kopan gençlere çalışma, yeteneklerini gösterme, zengin olma bal3)
Sorunlarınıız, isteklerimiz, 1973,Adıgeçen Mimarlar Odası Yayını, B. 18.
KÖYDEN ŞEHRE GÖÇ VE ŞEHİRLEŞME 5
kımından, çoğu kez sınırsız denebilecek, olanaklarla dolu idi. 200 yıldanberi
sömürge olmayan Birleşik Amerika topraklarının bu alandaki
rolünü de unutmamak gerekir.
Emlak fiyatları açısından sanayileşme ve sömürgecilik şöyle değerlendirilebilir:
Batıda sanayiciler, herhangi bir yoldan para biriktiren
kişiler, durmadan gelişen, olanaklarla dolu olan iş hayatına, endüstri
alanına para yatırmağı genellikle çıkarlarına daha uygun buluyorlardı;
başka sözlerle, emlake para yatıarak servet yapmak, zengin
olmak, için seçenek listes~in başlarında değil, sonlarında yer alıyordu.
Ülkemizde ve öteki geri kalmış ülkelerde ise durum çok başkadır.
Ve emlak alış-verişine, servet yapmak bakımından üstün bir öncelik
tanınır. Örneğin büyüklü, küçüklü pek çok iş adamının ülkemizde,
emlake büyük. paralar yatırdığı, kıyı yağmasına katıldığı bilinen
bir gerçektir. Para biriktirenlerin, eline topluca para geçenlerin (ikramiye
alan emekliler gibi) de en kısa yoldan kat, daire, arsa ... almak
için çırpındıkları her zaman görülür. Hele bankalarda biriken paraların
satınalma gücünün, birkaç yıl içinde yarıya düşebileceği korkusu
çoğunluğu bu yola itmektedir. -
Enflasyon emlak fiyatlarını artıran çok önemli bir kamçıdır. Genel
durumu şöyle özetleyebiliriz: Emlak alış verişinin, servet yapmak,
para kazanmak isteyenler bakımından seçenek listesinin başlarında
yer alması, talebi artırmakta ve fiyatları durmadan yükseltmekte ;artan
fiyatlar bu alana yeni çekicilik eklernekte ve talebin katlanıp katmerlenmesi
sonucunu yaratmaktadır. Bu kısır döngü içinde bir yandan
planlı şehirciliğimiz bunalımlardan kurtulamıyor, dar boğazlardan
çıkamıyor, öte yandan sanayileşme gerçekleşmiyor. Konumuz açısından,
köyden gelenler şehirlerin sorunlarını ağırlaştırmanın yanında,
çoğunlukla umduklarını bulamıyorlar, kalkınmaya katkılı olamıyorlar.
Üretilemiyen bir tekel malı olması, toprak hakkında piyasa ekonomisinin
dışında ve değişik ilkelerin uygulanmasını gerektirir. Yalnız
taşınan malların piyasa değeri olduğu gerçeğini kabul etmek, başarı
ile uygulanacak bir arsa (emlak) politikasının ilk adımıdır. Bundan
sonraki adımları şöyle özetleyebiliriz: çoğu kez sahibinin hiçbir emeği
ürünü olmayan fiyat artışlarından toplumun büyük paylar alması
gerekir. Şehir toprakları ka~ulaştırılmalı ve toprak mülkiyeti ile, üzerindeki
yapınin mülkiyeti ayrı şeyler olarak kabul edilmelidir. Bugün
toprağa (emlake) akan paraların sanayileşmeye, ülkenin kalkınması
açısından gerekli olan alanlara kayması için her çareye başvurulmalı6
FEHMİ YAVUZ
dır. Böylece ~ehirleşmenin daha çok yozlaşması önlecek ve sanayileşrnek
için olumlu adımlar atılmış olacaktır. Şehirleşmemizin başlangıcında
bulunuyoruz. Bu konuda geç kalmış sayılmayız. Yitirilecek zaman
olmadığını bilmek, sorunların çözüm sınırını aşmasının, sosyoekonomik
açıdan, daha ileri giderek, politik açıdan yaratabileceği bunalınılan
da önceden görmek zorundayız.
KÖY VE KENT ARASINDA DENGE KURMA Çı\Bı\.Lı\RI :
Her ülkede sanayiinin venü!usun dengesiz dağılışından :sözedilir.
Yine her ülkede az gelişmiş, gelişmemiş, çok gelişmiş bölgeler vardır.
Bu alandaki sorunlara çözüm bulmak için Bölıe Planlaması yol ve
yöntemlerine başvurulduğunu da biliyoruz.
Ülkemizde geri kalmış bölge denince Doğu ve Güneydoğu akla gelir..
Bir genelleme yaprak kıyılardan içerilere, Batıdan doğuya, düzlüklerden
yükseklere gidildikçe geriliğin göze çarpacak ölçülere ulaştığım
söyleyebiliriz. Cumhuriyetle hirlikte başkentin Ankara'ya taşın-
~ası ile dengesizlik bir ölçüde önlenmiş sayılır. Öte yandan Bölge
Planlaması, büyük şehirlerimizin sorunlan ile ilgili çabalar, araştırma
düzeyinde kalmış ve uygulama olanağına kavuşmamıştır.
Cumhuriyetin ilanından 15 gün önce çıkanlan Mübadele, İmar ve
İskan Kanununun ı. maddesi ile, bu adı taşıyan bir Bakanlık kurulmuş
ve yeni Bakanlığa: "Lozan Mübadele Anlaşması gereğince göç
edecek olanların taşınması, barınması işleri" yamnda kapsamı çok
geniş olan şu görevler de verilmiştir :
- Tahrip edilmiş olan yerlerde konutlan yanmış, yıkılmış olanların
yerleştirilmesi ve refaha kavuşturulması,
- Göçebe aşiretlerin yerleştirilmesi,
- Memleketin harap olan mahallerinin iman.
Bu Bakanlık 14 ay kadar sonra kaldırılmıştır. 1958 yılında İmar
ve İskan Bakanlığı kuruluncaya kadar, İskan işlerinin (Toprak ve İskan
demek belki daha doğru 'olur) İçişleri, Sağlık ve Sosyal Yardım
Tarım Bakanlıkları, Başbakanlİk arasında el değiştirdiğini görüyoruz.
İmardan ise belediyesi bulunan yerlerde, bu örgütler sorumlu tutulmuştur.
Köy ve kentlerle ilgili konulardan, örgütlerden söz ederek fazla
dağılmak istemiyoruz. Köy Kanunumian başlayarak ,aşarın kaldırılma-
Bı,sıtma savaşında elde edilen başarı, toprak mahsulleri ofisinin kuKÖYDEN
ŞEHRE GÖç VE ŞEHİRLEŞME .7
rulması, Şeker Endüstrisinin geliştirilmesi, Zirai Donatım Kurumu,
Et ve Balık Kurumu, Köy Enstitülerİ. .. 1960'dan önceki dönemin başlıca
ürünleridir. 1960yılında girilen planlı kalkınma döneminde, özellikle
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı uygulamaları arasında, toplum
kalkınması köy kalkınmasına eşit tutulmuştur. Köyişleri Bakanlığı
da bu dönemde kurulmuştur.
Kentler için çıkarılan kanunların, kurulan örgütlerin sayısı oldukça
kabarıktır. 1924 yılında Köy Kanununun çıkarıldığı günlerde
Belediye Vergi ve Resimleri Kanunu, 1928 de Ankara'nın imarı için
özel Kanun, 1930'da Belediye Kanunu, 1933'de Belediye Yapı ve Yollar
Kanunu ile Belediyeler Bankası Kanunu çıkarılmıştır. Belediyeler
Bankası durmadan gelişerek, 1945 de İller Bankası adını aldıktan
sonra daha geniş görevler yüklenmiş ve özellikle belediyeler için bir
teknik ve mali yardım kurumu olmuştur. Eskiyen Belediye Vergi ve
Resimleri Kanununun yerini 1948'de Belediye Gelirleri Kanunu almış,
günümüze dek, gecekondularla ilgili yarım düzineden fazla kanun çıkarılmıştır.
Belediye ve köylerle ilgili bir düzineden fazla Kanun tasarısının,
Yıllardanberi kanunlaşması bekleniyor. Bu arada çıkarılan kimi kanunlarla
belediyelerin borçları bağışlanmak, ya da hazineye aktarılmak
suretiyle (terkin-tahkim) ferahlık yaratılırken kimi kanunlarla
da bunalımları artırılmıştır. Örneğin 1 Mart 1971 de yürürlüğe giren
Emlak Vergisi Kanunu, belediyelerin Temizlik ve Aydınlatma Resmi
kaynağını kurutmuştur. Yalnız İstanbul Belediyesinin bu yüzden iki
yılda 260 milyon TL. gelirden yoksun kaldığını öğreniyoruz." (4)
Köyler bakımından çarpıcı bir örnek salmanın tavanıdır. İkinci
Dünya Savaşından kısa bır süre önce, salmanın tavanı 20 TL. olarak
saptanmıştı. Para, enflasyon nedeniyle satınalma gücünü yitirmiş,
salma hem verim, hem de adalet açısından yetersiz ve değersiz bir duruma
gelmiştir.
Örgütlenme bakımından, son günlerde merkez köylerinden, köykentlerden,
İl Mahalli İdare Planlamasından (İLMİP) söz ediliyor.
Merkez köyanlayışı yerini köy-kentlere bırakabilir. Başta İl Özel İdareleri
olmak üzere, bir ilin sınırları içindeki belediyelerin kaynaklarını
birleştirerek planlı kalkınmaya katkılarını artırma amacına yönelen
(İLMİP) unutulmak üzeredir. Bunun nedeni gelir projeksiyonu
yapılamaması ve köylerin kapsam dışı bırakılmasıdrr.
(4) Beleq.iye . İstanbul, Aylık Dergi, Mart - Nisan ı974, s. ll.
8 FEHMİ YAVUZ
Andığımız, ya da anmadığımız, şehirleşme, köyden şehre akınla
ilgili çabaların, bütün içindeki yerlerinin belli ilkelere göre saptanması
gerekir. Yıllardanberi araştırma alanında saplanıp kalan bölge
planlaması çalışmalarını uygulamaya kavuşturmak, Birinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı döneminde başarı ile uygulanan toplum kalkınmasını
(köy kalkınmasını) yeniden canlandırmak yolları ~ranmalı .
ve tartışılmalıdır. .
TOPRAKLA İLGİLİ ÇABALAR:
Başta Anayasamız olmak üzere, günümüzedek çıkarılan bütün
kanunlar, tutarlı ve yeterli bir arsa (emlak) politikasının temellerini
atmaktan uzak kalmıştır. Bugüne dek hep arsa ve emlak fiyatlarındaki
artışa seyirci kalmak ve pahalı emlakten nasıl vergi alırız, şehircilikte,
konut politikası uygulamada, gecekonduculuğu önlemede, endüstrinin,
turizmin gereksindiği toprakları sağlamada nasıl yararlanırız
... gibi çok sakat bir yol izlenmiştir. Ayrıntılara girmeden, Kat
Mülkiyeti Kanununun, Emlak Vergisi Kanununun, Arsa Ofisi Kanununun
ve benzerlerinden hiçbirinin emlak fiyatlarını durdurmağa,
geriletmeğe yönelmediğini, fiyat artışına seyirci kaldığını söyleyebiliriz.
Bu ortam içinde emlak fiyatları hiçbir engele çarpmadan artıyor
ve şehirleşmemizin, köy-kent ilişkilerinin, sanayileşmenin, turizmin
geleceğini karartan boyutlara ulaşıyor.
Anayasanın özünde ve kimi maddelerinin sözünde toprakların
kamu yararına kullanılması, spekülasyonun önlenmesi konularında,
umut parıltıları tümden yok sayılmaz. Örneğin, Milli Birlik Komitesi
Anayasanın 36 ncı maddesine şöyle bir fıkranın eklenmesini önermişti:
"Devlet arsa mülkiyetinin toplum yararına aykırı olarak kullanılmasını
önleyici tedbirleri alır". Konu Anayasa Komisyonunda, Kurucu
Meclis Karma Komisyonunda ayrı ayrı tartışıldıktan sonra, böyle
bir fıkranın eklenmemesi sonucuna varılmıştır. Kurucu Meclis Karma
Komisyonunun gerekçesi şöyledir:
"Bilhassa büyük şehjrlerde toplum zararına olarak gelişen arsa
spekülasyonuna son verecek tedbirleri almanın devletin görevlerinden
olduğu hususunda görüş birliğine varılmıştır. Ancak bir taraftan Anayasadaki
mevcut hükümlerin bu hususta kafi olduğu, diğer yandan
da eklenecek böyle bir fıkranın diğer hükümlerin tefsiri bakımından
bazı mahzurlar yaratacağı gözönünde bulundurularak ihtilaflı fıkranın
tasarıda yer almamasının daha uygun düşeceği mütalaa edilmiştir.
Zira 36. maddenin son fıkrasında genelolarak mülkiyet hakkının
kullanılması toplum yararına aykın olamaz. hükmü mevcuttur. J
KÖYDEN ŞEHREGÖÇ VE ŞEHİRLEŞME 9
Arsalar hakkında ayrı bi~ hükmün Anayasda yer alması diğer
mülkiyet konuları bakımından Devletin aynı ödev ve yetkiye sahip
olmadığı zehabını da yaratabilir."
Bu satırlar arsa spekülasyonu ile savaşın Devletin-ödev ve yetkileri
arasında bulunduğunu açıkça gösteriyor. Öyleyse spekalasyon
kavramınl açıklığa kavuşturarak, bununla savaş ödevinin hangi yetkilerle
ve nasıl başıatılıp amaca ulaşılacağı hususu, günümüzedek savsak}
anmıştır demek abartma olmaz.
SONUÇ:
Ülke ölçüsünde dengeli bir yerleşme düzeni kurarak, insan gücünden,
teknolojiden, doğal kaynaklardan akıllıca yararlanmak, kalkınmanın
hızla 'gerçekleşmesi, toplumun yıkıcı bunalımlardan korunması
açısından çok önemlidir. Köylünün şehirlere doğru akın etmesi önlenemez
ve önlenmemelidir. Ancak bunun hızını ve yönünü ayarlamak
yolları tutulabilir. Tarım işçiliği çok ağırdır; endüstri ve servis sektörlerinden
çok daha az gelir sağlar. Öyle ise tarımsal alanlardaki yaşama
koşullarını çekilir duruma getirmek, kurulacak bir kentler hiyerarşisi
ile, insanların hergün artan gereksinmelerini kolayca karşılama
olanakları yaratmak gerekir. Anayasa ve ilgili kanunlar eşitlikten,
türlü özgürlüklerden söz edebilir. Gerçekten bir köylü ve şehirli
ayırımının sürüp gitmesi ve bunun statüko farkı olarak ortaya çıkması
ile özlenen dengeli yerleşme düzeni kurulamaz. Örneğin köyler, belediye
örgütüne kavuşmak için çırpınmaktadır. Bu amaca ulaşan köyler
salmadan ,imeceden kurtuluyor ve devletin yaptığı yardımlardan pay
alıyor. Komşu köy, ya da mahallelerle birleşme yolu ile, nüfusunu
2000'e yükseıterek statü değiştiren, küçük belediye olabilenler, yalnız
İller Bankası aracılığı ile, nüfusa göre dağıtılan paylardan 100.000TL.
alıyor. (2000X 50 = 100.000). Salmanın tavanı olan 20 TL.'yi, zengin
ve fakir tüm aileler için uygulayan 200 haneli bir kÖy idaresinin bu
kaynaktan elde edeceği gelir ise 4000 TL. dir. (20X 200 == 4.000) 1971
yılı köy bütçeleri ortalamasının 10.000TL.'nin üstüne bile_çıkamaması
(9200 TL.) bu acı gerçeği yansıtmağg yeter.
Toprak, emlak fiyatlarının artmasının yarattığı sosyo-ekonomik
sakıncalara değindik. Anyasa da hükümetlere mülkiyet hakkının toplum
zararına kullanılmasını önleme ödev ve yetkisini veriyor. Toprağın,
taşınmaz malın öteki mülkiyet alanlarından çok ayrı durumu ol.
duğu bilincine varmak zorunluğu ortadadır. Taşınmaz malların piyasası
yoktur, çünkü bunları, çok bulunan yerlerden az olan yerlere ta- • i
FEHM! YAVUZ
şıyarak, piyasalan etkileme olanağından yoksunuz. Hele taşınmaz mal
sahiplerine dokunulmazlık ölçülerine varan, sınırsız haklar tanımak,
kamu yararlanyla hiç bağdaşmaz.
Geri kalmış ülkelerin, başka ülkelerin kaynaklarını, hammaddelerini
pazarlannı sömürme olanağından yoksun bulunmaları, servetlerini
artırmak, kısa yoldan zengin olmak isteyenler için, emlak alışverişini
seçenek listelerinin üst basamağına çıkarmış bulunuyor. Bu
ülkelerde kamu yararının ciddi önlemlerle korunması daha çok ağırlık
kazanmaktadır. Yetkili ve sorumluların, politikacıların kamu yararını
özdenlikle koruma ile, emlak alış-verişinden çıkar sağlama yollanndan
birini, ya da ötekisini seçmeleri, çözüme ulaşmayı olumsuz, ya
da olumlu yönde büyük ölçüde etkilemektedir.
Yorumlar