Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
2.Dairesi
Esas: 2003/4644
Karar: 2008/
Karar Tarihi: 20.05.2008

(AİHS m. 6, 34, 35, 41, 44, 1 Nolu Protokol) (2942 S. K. m. 38) (BÖREKÇİOĞULLARI (ÇÖKMEZ) VE DİĞERLERİ - TÜRKİYE DAVASI) (ARİ VE DİĞERLERİ - TÜRKİYE DAVASI) (KADRİYE YILDIZ VE DİĞERLERİ - TÜRKİYE DAVASI) (ANY. MAH. 10.04.2003 T. 2002/112 E. 2003/33 K.)

(Başvuru no: 4644/03)

KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ

STRAZBURG

20 Mayıs 2008

İşbu karar AİHS’nin 44§2. maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecek olup bazı şekli düzeltmelere tabi olabilir.

USUL

Türkiye Cumhuriyeti aleyhine yapılan ve 4644/03 numaralı başvurunun nedeni T.C. vatandaşı Mustafa Sak’ın (başvuran) 21 Mayıs 2002 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) Temel İnsan Hakları ve Özgürlüklerini güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.

Başvuran Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde Şanlıurfa barosu avukatlarından H. Güllüoğlu tarafından temsil edilmektedir.

Başvuru Hükümete 6 Kasım 2006’da tebliğ edilmiştir.

OLAYLAR

1. DAVANIN KOŞULLARI

Başvuran 1934 doğumlu olup Şanlıurfa’da ikamet etmektedir.

Başvuran Şanlıurfa’da bulunan 400 m2’lik bir arsanın sahibidir.

11 Kasım 1975 tarihinde Değer Tespit Komisyonu sözü edilen arsanın Savunma Bakanlığı adına kamulaştırılmasına karar vermiştir.

Değer Tespit Komisyonu 1 Aralık 1975 tarihinde başvuranın vergi beyannamesinde belirttiği değeri baz alarak taşınmazın bedelini tespit etmiştir.

Şubat 1977’de başvuran kamulaştırma kararından haberdar olmuştur. Başvuran ayrıca bu meblağın Diyarbakır merkez bankasında hesap numarası belirtilmeyen bloke bir hesaba yatırıldığı bildirilmiştir.

Bilinmeyen bir tarihte başvuran kamulaştırma kararının iptali istemiyle Danıştay’a başvurmuştur.

21 Mart 1978 tarihinde Şanlıurfa Asliye Hukuk Mahkemesi (Asliye Hukuk Mahkemesi) Savunma Bakanlığı’nın talebi üzerine başvuranın taşınmazı üzerine tapuya istimlâk şerhi konulması kararı almıştır.

Danıştay ihtilaf konusu kararı iptal etmiştir. Danıştay, Anayasa Mahkemesi’nin 20 Ocak 1977 tarihli kararında da belirtildiği üzere, değer tespiti için başvuranın vergi beyannamesinde beyan ettiği değerin esas alınmasının yürürlükteki uygulamaya aykırı bulunduğunu kaydetmiştir.

Savunma Bakanlığı 1 Şubat 1988 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesi’nde başvuranın tapusunun iptali ve taşınmazın Hazine adına tescil edilmesi istemiyle dava açmıştır.

Asliye Hukuk Mahkemesi, Danıştay’ın 12 Haziran 1978 tarihli kamulaştırma kararının iptaline ilişkin kararını esas alarak, 13 Aralık 1989 tarihinde Bakanlığın talebini reddetmiştir.

Yargıtay 27 Aralık 1989 tarihinde bu hükmü onamıştır.

Başvuran, Savunma Bakanlığı’nın önceden bir kamulaştırma işlemi yapmaksızın 1995 yılından bu yana taşınmazını kullandığını ileri sürerek taşınmazı üzerindeki her türlü kullanıma ilişkin ihtiyati tedbir konulması talebiyle 9 Şubat 2001 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurmuştur.

Savunma Bakanlığı 23 Mart 2001 tarihli savunmasında taşınmazı 1974 yılından bu yana kullandığını, Kamulaştırma hakkındaki Kanun’un 38. maddesinde yer alan zamanaşımı gereğince başvuranın taşınmaz üzerinde her türlü hak talebini yitirdiğini belirtmiştir.
Asliye Hukuk Mahkemesi, 3 Ekim 2001 tarihli kararıyla, ihtilaf konusu işgalin 1974’te başlamış olması yüzünden kamulaştırmaya ilişkin Kanun’un 38. maddesi uyarınca sözkonusu arsaya ilişkin dava hakkının zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle başvuranın talebini reddetmiştir.

Başvuran 2 Aralık 2001 tarihinde temyize başvurmuştur.

Yargıtay 5 Mart 2002 tarihinde başvuranın başvurusunu reddetmiş ve ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır.

Başvuran 10 Nisan 2002 tarihinde kararın düzeltilmesi başvurusunda bulunmuştur.

Yargıtay 16 Mayıs 2002 tarihinde aldığı ve başvurana 19 Haziran 2002’de tebliğ ettiği kararı ile başvuranın talebini reddetmiştir.

27 Aralık 2002 tarihinde Hazine Asliye Hukuk Mahkemesi’ne giderek ihtilaf konusu taşınmazın kendi adına tescil edilmesi başvurusunda bulunmuştur.

Asliye Hukuk Mahkemesi 27 Mart 2003 tarihinde başvuranın tapusunun iptaline ve kamulaştırmaya ilişkin 2942 sayılı Kanun’un 38. maddesi uyarınca taşınmazın Hazine adına kaydedilmesine karar vermiştir. Temyize gidilmediğinden, bu karar 21 Mart 2003 tarihinde nihai hale gelmiştir.

Sözü edilen taşınmaz 30 Mayıs 2003 tarihinde Hazine adına kaydedilmiştir.

HUKUK

Başvuran taşınmazının de facto kamulaştırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikayetçi olmaktadır.

I. KABULEDİLEBİLİRLİK HAKKINDA

1. Ratione temporis bakımından AİHM’nin yetkisi

Hükümet öncelikli olarak ihtilaf konusu taşınmazın 1975 yılında kamu hizmetine açılması nedeniyle başvuranın şikayetinin AİHS’nin ratione temporis hükümleri ile bağdaşmadığını savunmaktadır.

AİHM başvuranın taşınmazının tapusunun Savunma Bakanlığı tarafından 27 Aralık 2002’de açılan davanın ardından Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı ile iptal edildiğini, bu kararın 21 Mayıs 2003 tarihinde nihai hale geldiğini not etmektedir.

AİHM daha önceki kararlarında buna benzer bir itirazı reddettiğini hatırlatır (Bkz. I.R.S. vd.-Türkiye, no: 26338/95, 28 Ocak 2003, Börekçioğulları (Çökmez) vd.-Türkiye kararı, no: 58650/00, 13 Ocak 2005). AİHM almış olduğu bu kararların dışına çıkılmasını gerektirecek herhangi bir gerekçenin bulunmaması nedeniyle Hükümetin ratione temporis bakımından yapmış olduğu itirazını reddetmektedir.

2. Başvuranın mağdur sıfatının olmaması hakkında

Hükümet başvuranın 1975 yılında tazminat alması çerçevesinde AİHS ile güvence altına alınan haklardan birinin ihlali ile mağdur olduğunu öne süremeyeceğini belirtmektedir.

AİHM, Hükümetin, kabuledilebilirliğe ve esasa dair görüşlerinde başvuranın taşınmazının değerinin tespitine ilişkin 1 Aralık 1975 tarihli rapora göndermede bulunduğunu not etmektedir. Buna karşın, Hükümetin bu kamulaştırma kapsamında başvurana tazminat verildiğini doğrulayan herhangi bir belgeyi AİHM’nin bilgisine sunmamıştır. Kaldı ki, her iki tarafın dosyaya sunduğu belgeler ışığında, AİHM ihtilaf konusu taşınmazın kamulaştırılması işleminin başvuranın taşınmazının değerinin saptanmasında yanlışlık yapıldığı gerekçesiyle 12 Haziran 1978 tarihli bir kararı ile Danıştay tarafından iptal edildiğini tespit etmektedir.

AİHM bu itirazı da reddetmektedir.

3. İç hukuk yollarının tüketilmemesi hakkında

Hükümet son olarak Şanlıurfa Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21 Nisan 1978’de kamulaştırmaya ilişkin tapuya istimlâk şerhi konulmasına ilişkin aldığı karara başvuranın ancak, 9 Şubat 2001’de, 21 yıl gecikmeli olarak itiraz ettiğini belirtmektedir. Hükümet ayrıca buna paralel olarak, Anayasa Mahkemesi’nin Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesini iptal eden 10 Nisan 2003 tarihli kararını (Resmi Gazete’de 4 Kasım 2003’te yayımlanmıştır) müteakip başvuranın tazminat talebinde bulunmasının mümkün olduğunu savunmaktadır.

AİHM öncelikle başvuranın 1978’te yürürlükteki mevzuata uygun olarak Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen tapuya istimlâk şerhi konulması kararına değil, 2001 ve 2003’te Kamulaştırma hakkındaki Kanun’un 38. maddesinin uygulanmasına itirazda bulunduğunu saptamaktadır. AİHM bu bağlamda, daha önce de altını çizdiği üzere kaale alınması gereken iç hukuk kararının başvuranın tapusunun iptal edilerek Hazine adına tescil edilmesi kararı olduğunu vurgulamaktadır. Başvuranın tapusunun sukut etmesine ilişkin süreç bahse konu Kanun’un 38. maddesinin uygulanması ile 21 Mayıs 2003’te sona ermiştir (Bkz. sözü edilen Börekçioğulları (Çökmez) vd.-Türkiye kararı ve Ari vd.-Türkiye kararı, no: 65508/01, 3 Nisan 2007).

AİHM Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesinin Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmesinin ardından başvurana tazminat yolunun açılması iddiası ile ilgili, AİHS’nin 35/1 maddesinin, gerçekten etkili, yeterli ve kabul edilebilir, normal bir başvuru yolunun kullanımı ile sınırlı olduğunu hatırlatır (Bkz. Sofri vd.-İtalya kararı no: 37235/97). AİHS özellikle, dava konusu ihlale ilişkin, kullanıma amade ve uygun başvuru yollarının tüketilmesini öngörmektedir. Bu başvuru yolları sadece teoride değil pratikte de yeterli derecede öngörülür olmalıdır yoksa arzu edilen etkinlik ve ulaşılabilirlikten yoksun olur (Bkz. Akdivar vd. Türkiye kararı, 16 Eylül 1996).

AİHM bu davada, iç hukuktaki son karar 21 Mayıs 2003’te nihai hale gelmişken, Anayasa Mahkemesi’nin kararının Resmi Gazete’de 4 Kasım 2003 tarihinde yayımlandığı göz önüne alınarak Hükümetin bu tür bir başvurunun ne ölçüde etkili, yeterli ve ulaşılabilir olduğunu kesinlikle gösteremediğini tespit etmektedir.

AİHM bu nedenle Hükümetin iç hukuk yollarının tüketilmediği hakkındaki itirazını reddetmektedir.

4. Sonuç

AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde başvurunun dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru kabuledilebilir niteliktedir.

II. EK 1 NO’LU PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA

Başvuran taşınmazının de facto kamulaştırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikayetçi olmaktadır. AİHM bu şikayetin Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi bakımından inceleneceğini belirtmektedir.

Başvuran kamulaştırma dava sürecinin 1975’te başlayıp, 1977 yılında Danıştay kararı ile iptal edildiğini ve Savunma Bakanlığı’nın başvuranın tapusunun iptaline ilişkin başvurusunun Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından 1989 tarihinde reddedildiğini belirtmektedir. Başvuran taşınmazının işgaline karşı ihtiyati tedbir alınması başvurusunun, söz konusu taşınmazın ihtilaflı işgalinin 1974 yılında başlamış olması ve bu nedenle kamulaştırmaya ilişkin Kanun’un 38. maddesi gereğince zamanaşımına uğramış olması nedeniyle Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından reddedildiğini söylemektedir. Başvurana göre tazminat ödemeksizin taşınmazdan yoksun kalması Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesinde yer alan ilkeye aykırıdır.

Hükümet öncelikli olarak başvuranın de facto olarak kamulaştırılan taşınmazı için eksiksiz tazminat ödendiğini bu nedenle de mevcut dava olaylarının I.R.S. vd. kararından farklılık gösterdiği itirazında bulunmaktadır. Hükümete göre, bu başvuru AİHM’nin 6. madde ihlalini tespit ettikten sonra 1 nolu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğine dair şikayeti incelemeye gerek görmediği Gök vd.-Türkiye kararı ile benzerlik taşımaktadır (no: 71867/01, 71869/01, 73319/01 ve 74858/01, 27 Temmuz 2006). Hükümet, bu itirazının kabul edilmemesi halinde, bu davanın, ulusal makamların uluslar arası bir hakime göre neyin “kamu yararı” olduğuna daha iyi karar verebilecekleri ilkesinin uygulandığı olağan bir kamulaştırma davası olarak değerlendirilmesini istemektedir.

AİHM, bahse konu taşınmazın başvuran adına tescilli olduğu ve ulusal mahkemelerin 2942 sayılı Kanun’un 38. maddesi uyarınca başvuranın tapusunu iptal ettiği ve taşınmazı Savunma Bakanlığı’nın kullanımına tahsis ettiği hususunun taraflar arasında bir ihtilafı oluşturmadığını not etmektedir. İç hukuktaki bu karar 21 Mayıs 2003 tarihinde nihai hale gelmiştir. 1975 yılında tazminat ödendiği konusunda ise, AİHM başvurana herhangi bir tazminat ödendiğine dair hiçbir belge olmadığını saptamaktadır. Bu şartlar altında, AİHM ulusal mahkemelerin Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesinin ilk bendinin ikinci cümlesi gereğince başvuranı mülkünden yoksun bıraktıkları sonucuna varmaktadır (Bkz. mutatis mutandis, Brumarescu-Romanya kararı, no: 28342/95).

AİHM, daha önce bu davadakine benzer sorunların ortaya çıktığı davaları incelediğini ve 2942 sayılı Kanun’un 38. maddesinin uygulanarak mülkten yoksun bırakmanın Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi’nin ihlaline yol açtığı sonucuna vardığını hatırlatır (Bkz. sözü edilen I.R.S. vd. kararı, Kadriye Yıldız vd.-Türkiye kararı no: 73016/01, 10 Ekim 2006 ve Börekçioğulları (Çökmez) vd.-Türkiye kararı no: 58650/00, 19 Ekim 2006). AİHM bu hükmün uygulanmasına ilişkin, Hükümet’in davayı farklı şekilde sonuçlandıracak hiçbir tespit ve delil sunmadığını tespit etmektedir.

Mevcut başvuruda 38. maddenin uygulanması başvuranı tapu kaydının iptal edilmesi karşılığında herhangi bir tazminat alma imkanından mahrum bırakmıştır. Kamu yararının gerekleri ile bireysel hakların korunması arasında hüküm sürmesi gereken adil dengeyi sağlayacak bir tazminat sürecinin yokluğunda böylesi bir müdahale ancak keyfi olarak nitelendirilmektedir.

Bu nedenle, Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi ihlal edilmiştir.

III. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASI

AİHS’nin 41. maddesine göre “Mahkeme işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, AİHM, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun surette, zarar gören tarafın adil tatminine hükmeder.”

A. Tazminat

Başvuran taşınmazının şu anki değeri olan 400.000 YTL (yaklaşık 225.350 Euro) talep etmektedir. Başvuran arsasının şehrin en çok rağbet gören imar bölgesinde yer aldığını ve şu anda m2 birim fiyatının 1.000-1500 YTL arasında değiştiğini savunmaktadır.

Başvuran bir kıyaslama yapmak bakımından 20 Kasım 2000 tarihinde Şanlıurfa Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından 384 m2’lik komşu bir arsaya yaptırılan bilirkişi incelemesini AİHM’nin bilgisine sunmaktadır. Yapılan bu bilirkişi incelemesine göre bu meblağ 30.379.486.317 TL (olayların meydana geldiği dönemde yaklaşık 52.200 Euro) karşılığı paranın uğradığı değer kaybıyla bugün 137.000 YTL’ye (yaklaşık 77.180 Euro) karşılık gelmektedir.

Başvuran ayrıca 20.000 Euro manevi tazminat talep etmektedir.

Hükümet bu miktarlara karşı çıkarak başvuranın bu rakamları doğrulayacak kanıtlayıcı bir belgeyi sunmadığını ifade etmektedir.

AİHM daha önceki davalarda da ihlal tespitinin kaynağının mülkünden mahrum kalmanın hukuki tanımı değil de tazminat ödenmemesi olduğu durumlarda tespit edilen tazminatın mülkün gerçek ve tam değerine denk gelmesinin şart olmadığını belirtmişti. Sonuç olarak, AİHM tazminat elde etme meşru beklentisiyle bağlantılı mamelek değere mümkün olduğunca denk gelecek götürü bir miktar belirlemenin uygun olacağını düşünmektedir. (Bkz. I.R.S. vd.-Türkiye (dostane çözüm) no: 26338/95, 31 Mayıs 2005 ve sözü edilen Börekçioğulları (Çökmez) vd.-Türkiye kararı). AİHM bu bağlamda taraflarca mahkemeye sunulan ve dosyada yer alan kanıt unsurlarının tamamını dikkate alacaktır.

Mahkemeye sunulan bu unsurları dikkate alarak ve hakkaniyete uygun olarak, başvurana maddi tazminat olarak 64.000 Euro ödenmesine karar vermiştir.

AİHM ayrıca bu başvuruda manevi zararın varlığını ortaya koyacak özel bir durumun bulunmadığına itibar etmektedir (Bkz. sözü edilen I.R.S. vd.-Türkiye (dostane çözüm) kararı).

B. Yargılama masraf ve giderleri

Başvuran AİHM önünde yapmış olduğu yargı giderleri için 2.000 Euro talep etmektedir.

Hükümet dayanağı olmadığı gerekçesiyle bu miktara itiraz etmektedir.

AİHM’nin 41. maddesine göre bir başvuran gerçekliğini, gerekliğini kanıtladığı makul miktarlardaki yargı giderlerini elde edebilir (Bkz. Iatridis-Yunanistan (dostane çözüm) kararı, no: 31107/96).

AİHM başvuranın yargı gideri talebinin kanıtlayıcı belgelerle desteklenmediğini gözlemlemekte ve bu talebi reddetmektedir.

C. Gecikme faizi

Gecikme faizi olarak, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına 3 puanlık bir artış eklenecektir.

BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, AİHM, OYBİRLİĞİYLE,

1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna;

2. Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi’nin ihlal edildiğine;

3. a) AİHS’nin 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Yeni Türk Lirası’na çevrilmek üzere ve her türlü vergi ve kesintiden muaf tutularak Savunmacı Hükümet tarafından başvurana 64.000 (altmış dört bin) Euro maddi tazminat ödenmesine;

b) yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona erdiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan marjinal kredi kolaylığı oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına,

4. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine;

Karar Vermiştir.

İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3. paragraflarına uygun olarak 20 Mayıs 2008 tarihinde yazıyla bildirilmiştir. (¤¤)

Yorumlar

Popüler Yayınlar