Ehliyetsizlik sebebi ile tapu iptalin tescili hakkında örnek kararlar

T.C. YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ E. 2005/1094 K. 2005/3800 T. 30.3.2005 • TAPU İPTALİ TESCİL ( Miras Bırakanın Taşınmazlarını Vekil Aracılığıyla Ölümünden Kısa Bir Süre Önce Elden Çıkarmış Olmasının Hayatın Olağan Akışına Uygun Düşmediği - Temlikin Muvazaalı Olduğu ) • MURİS MUVAZAASI ( Tapu İptali Ve Tescil Davası/Miras Bırakanın Taşınmazlarını Vekil Aracılığıyla Ölümünden Kısa Bir Süre Önce Elden Çıkarmış Olmasının Hayatın Olağan Akışına Uygun Düşmediği - Temlikin Muvazaalı Olduğu ) • ÖLÜMDEN KISA BİR SÜRE ÖNCE VEKİLLE TAŞINMAZ TEMLİKİ ( Miras Bırakanın Olduğu Tüm Mal Varlığına Yakın Bir Bölümünü Teşkil Edecek Nitelikteki Taşınmazlarını Elden Çıkarmış Olmasının Hayatın Olağan Akışına Uygun Düşmediği - Temlikin Muvazaalı Olduğu ) • HAYATIN OLAĞAN AKIŞINA AYKIRILIK ( Tapu İptali Ve Tescil Davası/Miras Bırakanın Olduğu Tüm Mal Varlığına Yakın Bir Bölümünü Teşkil Edecek Nitelikteki Taşınmazlarını Elden Çıkarmış Olması - Temlikin Muvazaalı Olduğu ) 4721/m.702,706 818/m.213 2644/m.26 ÖZET : Miras bırakan Elife’nin sahip olduğu tüm mal varlığına yakın bir bölümünü teşkil edecek nitelikteki taşınmazlarını vekil aracılığıyla ölümünden kısa bir süre önce ( dokuz gün önce ) elden çıkarmış olmasının hayatın olağan akışına uygun düştüğü söylenemez. Bu durum karşısında miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaadan ari olduğu düşünülemez. DAVA : Taraflar arasında görülen davada; Davacılar,miras bırakanları Elife adına kayıtlı çekişmeli 1299 ve 1553 parsel sayılı taşınmazların ve kooperatif hissesinin vekil aracılığıyla davalıya satış suretiyle temlik edildiğini,vekaletnamenin hile ile alındığını ileri sürerek,iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır. Davalı,davanın reddini savunmuştur. Mahkemece,davacının iddiasının ispatlanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar,davacılar vekili tarafından süresinde duruşma istemli temyiz edilmiş olmakla;Tetkik Hakimi A.Sevil Çalıkoğlu’nun raporu okundu,düşüncesi alındı.Dosya incelendi,tebligat giderleri karşılanmadığından duruşma isteği reddedilip gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Dava, ehliyetsizlik, vekalet görevinin kötüye kullanılması,muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteklerine ilişkindir. Mahkemece,davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriğinden,toplanan delillerden, özellikle iddianın ileri sürülüş biçimi ve dava dilekçesinin içeriğinden, davacıların pay oranında iptal ve tescil isteğinde bulundukları anlaşılmaktadır.Muris Elife’nin ölüm tarihi gözetildiğinde terekenin elbirliği mülkiyetine tabi olup dava dışı başkaca mirasçılarının bulunduğu da kayden sabittir. Elbirliği mülkiyetinde ortaklardan birinin terekenin korunmasına ilişkin açtığı davalarda diğer ortakları temsil yetkisinin bulunduğu, alınacak hüküm sonucundan diğerlerinin de yararlanacakları Medeni Kanunun 702/4 maddesi hükmü gereğidir. Oysa, mülkiyet çekişmesinin bulunduğu ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı olarak pay oranında iptal ve tescil isteği ile açılan davalarda Medeni Kanunun 702/4. maddesi hükmünün uygulama yeri bulunduğu söylenemez. Bir başka ifade ile elbirliği mülkiyetinin hukuksal yapısı gereği değinilen hukuksal nedenlerle pay oranında açılan davanın dinlenilebilme olanağı bulunmamaktadır. O halde, belirtilen ilkeler gözetildiğinde ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması sebebine dayalı istekler bakımından davanın reddedilmiş olması bu gerekçeyle ve sonucu bakımından doğrudur. Muris muvazaası hukuksal nedeni ile açılan davaya gelince;miras bırakanın kooperatif payı ile ilgili yapmış olduğu temlik sebebiyle olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri bulunmadığı gözetilerek bu yönden davanın reddedilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ancak, 1299,1553 parsel sayılı taşınmazlar yönünden davanın reddedilmiş olmasının,dosya kapsamına ve toplanan delillere uygun düştüğü söylenemez. Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi ( mevsuf-vasıflı ) muvazaa türü dür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçek-ten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirascısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirascılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini istiyebilirler. Hemen belirtmek gerekirki bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmıyacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tesbiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı,miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı,davalı yanın alış güçünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Somut olaya gelince: miras bırakan Elife’nin sahip olduğu tüm mal varlığına yakın bir bölümünü teşkil edecek nitelikteki 1299 ve 1553 parsel sayılı taşınmazlarını 22.12.2000 tarihinde vekil aracılığıyla ölümünden kısa bir süre önce ( dokuz gün önce ) elden çıkarmış olmasının hayatın olağan akışına uygun düştüğü söylenemez.Kaldı ki, miras bırakan her ne kadar kanser hastası ise de, sağlık giderlerinin emekli sandığından karşılanmak suretiyle bu konuda güvencesi olduğu, ev hanımı olan davalının alım gücünün de bulunmadığı sabittir. Bu durum karşısında miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaadan ari olduğu düşünülemez. Hal böyle olunca,belirlenen olgular yukarda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde, 1299 ve 1553 parseller yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken delillerin yanılgılı takdiri sonucu yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. SONUÇ : Davacıların temyiz itirazları bu nedenle yerindedir.Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü H.U.M.K.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 30.3.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ E. 2004/7860 K. 2004/10887 T. 8.10.2004 • EHLİYETSİZLİK VE MURİS MUVAZAASI ( Adli Tıp Kurumundan Rapor Alınıp Gerekli Araştırma ve İnceleme Yapılacağı - Daha Sonra Muris Muvazaası Üzerinde Durularak Bir Hüküm Kurulması Gereği ) • ADLİ TIP KURUMU ( Ehliyetsizlik İddiası Hakkında Rapor Alınıp Gerekli Araştırma ve İnceleme Yapılacağı - Daha Sonra Muris Muvazaası Üzerinde Durularak Bir Hüküm Kurulması Gereği ) • TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Ehliyetsizlik İddiası Hakkında Rapor Alınıp Gerekli Araştırma ve İnceleme Yapılacağı - Daha Sonra Muris Muvazaası Üzerinde Durularak Bir Hüküm Kurulması Gereği ) 818/m.9,10,13,15,20 ÖZET : Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteklerine ilişkindir. Ehliyetsizlik iddiası yönünden Adli tıp kurumundan rapor alınarak gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, miras bırakanın akit tarihinde ehliyetli olduğunun saptanması halinde iddialardan ikincisi ( muris muvazaası ) üzerinde durulması, ondan sonra hasıl olacak sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekir. DAVA : Taraflar arasında görülen davada; Davacı, miras bırakanları Hümayun Yıldırım'ın mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla 3495 nolu parselini oğlu olan davalı Mehmet Emin'e 4040 nolu parselini kızı olan davalı Nimet'e satış suretiyle muvazaalı olarak temlik ettiğini, temlik tarihinde miras bırakanın hukuki işlem ehliyetinin olmadığını ileri sürerek iptal ve miras payı oranında tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğinde bulunmuştur. Davalılar Nimet ve Mehmet, davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, davacının iddiası sabit görülmeyerek davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 8.10.2004 Cuma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat Hasan Kurt ile temyiz edilen vs. vekili Avukat Selçuk Kurt geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verilen ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı bilahare Tetkik Hakimi A.Sevil Çalıkoğlu'nun raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteklerine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre isteklerden ilki, miras bırakanın temlik tarihinde fiil ehliyetine sahip olmadığı, diğeri ise yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gerekçeleri ile tapu iptal ve tescile dairdir. Mahkemece, muvazaa olgusu üzerinde durulmuş, ne var ki, ehliyetsizlik iddiası gözardı edilerek bu konuda herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmış değildir. Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırdedebilme kudreti ( gücü ) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç ( yükümlülük ) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun " fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir " biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek " ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. " hükmünü getirmiştir. "Ayırtım gücü " eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde " yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir. " denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır. Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. ( Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21 ) Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar HUMK.nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin "rey ve mutaalası" hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Öte yandan; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi ( mevsuf-vasıflı ) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçek-ten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirascısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirascılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini istiyebilirler. Hemen belirtmek gerekirki bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer birsöyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmıyacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tesbiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmeside büyük önem taşınmaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış güçünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Hal böyle olunca, tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda delillerinin toplanması, öncelikle yukarıda değinilen ilkeler ışığında ehliyetsizlik iddiası yönünden gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, miras bırakanın akit tarihinde ehliyetli olduğunun saptanması halinde iddialardan ikincisi ( muris muvazaası ) üzerinde durulması, ondan sonra hasıl olacak sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. SONUÇ : Davacının temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün H.U:M.K.'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 4.12.2003 tarihinde yürürlüğe giren avukat ücret tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 375.000.000 TL.duruşma avukat parasının temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edilene geri verilmesine 08.10.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yorumlar

Popüler Yayınlar