Fikirtepe Kentsel Dönüşüm Projesi Ve Unutulan Sözler
Ahmet TURGUT*
İstanbul sanayileşmesi, kentleşmesi ve en son küreselleşmesi ile cumhuriyet tarihimizde, her açıdan ülkemizin en önemli kenti olarak varlığını sürdürmüştür. Özellikle sanayileşmenin hızlandığı 1950’li yıllar ve sonrasında artan göç hareketleri, İstanbul’un hem nüfus, hem de yapı stoku olarak gitgide yoğunlaşmasına neden olurken, bu kentleşme hızı ile doyum noktasına ulaşan kent, 2000’li yıllar ile birlikte bu kez küreselleşmenin tetiklediği yeni bir göç hareketinin odak noktası haline gelmiştir. Bu uzun süreçte ve farklı biçimlerde yaşanan denetimsiz yapılaşma ile nüfus artışı sonucu, İstanbul’da yaşamak her geçen gün daha da zor bir hal almaktadır. Bunun karşısında ise hem merkezi hem de yerel yönetimler tarafından kentimizde, mevcut nüfus ve yapı yoğunluğunu daha da arttırıcı kararların alınması, İstanbul’un daha da içinden çıkılmaz problemlerle boğuşmak zorunda kalması durumunu ortaya çıkarmaktadır. Alınan bu kararlar, bir tarafı ile İstanbul’un gelişimini yönlendirmek adına yapılan planlama çalışmalarının içini boşaltırken, bir diğer tarafı ile de İstanbul’un “planı” varken, plana bile uyulmadan plansız şekilde gelişmesine neden olmaktadır.
İstanbul’da yapılan tüm planlama çalışmalarında, teknik ve sosyal donatı alanlarına dair hesaplanan alansal değerler, sonrasında parsel bazında yapılan plan değişiklikleri ile planların hazırlanması aşamasında yapılmış olan hiçbir hesaplamayı ve sayısal değerleri göz önünde bulundurmadan değiştirilmektedir. Mevcut plan çalışmalarında zaten teknik ve sosyal donatı alanları için ayrılacak olan alanlar, olması gereken en düşük değerler üzerinden hesaplanmakta iken, bir de alınan plan değişikliği kararları ile kentimizde yaşayanların gereksinimlerini karşılayacak kentsel donatı alanları yok edilmektedir. Yaşanan bu gelişmeler sonucunda da kentimiz hızla ticaret, konut, otel, alışveriş merkezi, rezidans vb. kullanımlar için yapılan beton bloklar ile doldurulmaktadır. Hatta bu blokların arasında “kalmış” olan açık ve yeşil alanlar da, yeni plan değişiklikleri ile farklı farklı beton bloklarının mekanı haline getirilmektedir.
Kentimiz için sağlıklı planlamayı imkansız hale getiren bu sürece, belediyelerimiz de kendi mülkiyetlerindeki arsalarını değerlendirme telaşı ile ortak olmaktadır. Böylelikle esas görevi kamu yararı adına, kamu mülkiyetindeki arsaları kentlerimizin ihtiyacı olan sosyal ve teknik donatılara ayırmak olan belediyelerimiz, maalesef beton blokların daha da fazlalaşması sürecinde önemli aktörlerden biri haline gelmektedir. Örneğin kent içerisinde hemşehrilerimizin nefes alabilecekleri büyük yeşil alanların, parkların, mesire yerlerinin, rekreasyon alanlarının, meydanların, spor alanlarının vb. fonksiyonların yer aldığı alanların eksikliği gözle görülür bir gerçektir. Bu gerçek karşısında belediyelerimizin ellerindeki kamu mülkü olan arazileri satma telaşı ise başka bir acı gerçeği bizlere göstermektedir. Kamu mülkiyetindeki kentsel arazileri “değerlendiren” belediyelerimizin, büyük bir metropol olmakla övünen İstanbul’un halen daha bir kent parkının bulunmadığını unutmaması gerekir.
Bu noktada kentimize kazandırılması gereken açık ve yeşil alanlarla ilgili, 29 Mart 2009 Mahalli İdareler Seçimlerinin hemen öncesinde, 03 mart 2009 tarihinde Zincirlikuyu-Söğütlüçeşme metrobüs hattının açılışında konuşan Sayın Başbakan da bu gerçeğe vurgu yapmıştır. Kendileri konuşmalarında “Kadıköy’de bulunan Devlet Malzeme Ofisi'nin yerini İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yeşil alan olması için devredeceklerini“, ”Ayrıca Bağdat Caddesi üzerinde bulunan tarım ve köy işleri bakanlığına ait yeri de devredeceklerini, oranın da altının otopark, üstünün yeşil alan yapılacağını” ifade ettikten sonra sözlerine; “Kaçak yapılaşma, gecekondulaşma bütün bunlarda bir dayanışma içinde olmamız lazım. İlçe belediyeleri, büyükşehir belediyesinin bir dayanışma içerisinde yürümesi lazım. Merkezi yönetim bir dayanışma içinde olması lazım. Farklı siyasi parti de olsa ‘gel kardeşim’ diyoruz. Bu şehir için ne gerekiyorsa biz yanındayız... Biz bağcı ile uğraşmıyoruz, biz milletçe üzüm yiyelim istiyoruz. Derdimiz bu. Şehirler güzelleşsin, modern hale gelsin istiyoruz.” şeklinde devam etmiştir. Fakat 29 Mart 2009 Mahalli İdareler Seçimlerinin üzerinden yaklaşık 2 senelik bir süre geçmiş olmasına rağmen, bu doğrultuda gerçekleştirilen hiçbir çalışma söz konusu değildir. Hatta beyanatların aksi nitelikte uygulamalar gerçekleştirilmiş ve halen de gerçekleştirilmeye devam edilmektedir. Tüm bu sözler sanki hiç söylenmemiş, seçim söylemleri içerisinde hemşehrilerimize hiçbiri vaat edilmemiş gibi, bahse konu olan ve kullanım hakkı Devlet Malzeme Ofisi’nin elinde bulunan, dolayısıyla da kamunun malı olan ve kimileri tarafından sadece “maddi kazanç sağlama aracı” olarak görülen arsa, 2007 yılında da yapılmaya çalışıldığı gibi, satılmak ve betonlaştırılmak üzere özelleştirme programına yeniden alınmıştır.
28 Nisan 2010 tarihli ve 27565 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın 27 Nisan 2010 tarihli ve 2010/26 sayılı kararı ile Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararına istinaden Devlet Malzeme Ofisi Genel Müdürlüğü’ne ait taşınmazlar, yukarıda da ifade edildiği gibi özelleştirme kapsam ve programına alınmışlardır. Bu karara istinaden, Devlet Malzeme Ofisi Genel Müdürlüğü’ne ait İstanbul ili, Kadıköy ilçesi , Merdivenköy mahallesi, 54.476,00 m² yüzölçümlü, 1270 ada, 10 no’lu parsel ve İstanbul ili, Üsküdar ilçesi, Bulgurlu mahallesi, 83.892 m² yüzölçümlü, 1059 ada, 5 no’lu parsel özelleştirme kapsam ve programına alınmıştır. Ayrıca, söz konusu özelleştirme kararı ile taşınmazların satış yöntemiyle özelleştirilmesi ve özelleştirme işlemlerinin 1 (bir) yıl içinde tamamlanması da karara bağlanmıştır. Söz konusu özelleştirme kararı doğrultusunda da Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın planlama çalışmalarını sürdürdüğü öğrenilmiştir.
Tüm bu gelişmelerin ardından özelleştirme kapsamına alınan arazinin çevresine ilişkin 14 Ocak 2011 günü “Fikirtepe kentsel dönüşüm projesinin uygulama planları”na dair olumlu görüş bildiren karar, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nden geçmiştir. Meclis kararında yer alan sayısal veriler doğrultusunda, yoğun bir proje alanı olacağı açıkça görülen Fikirtepe’de, kamu mülkiyetindeki Devlet Malzeme Ofisi’nin özelleştirme kapsamından çıkarılması ve İstanbulluların nefes almasını sağlayacak geniş bir yeşil alan fonksiyonunun verilmesi gerekmektedir. Öncelikle Kadıköy ilçesinde yaşayan, sonrasında da tüm İstanbullular için yeşil alana dönüştürülerek kentimize yeni bir rekreasyon alanının kazandırılması büyük önem arz ederken, bunun tam tersi işlemlerin merkezi ve yerel yönetimin birimleri tarafından gerçekleştirilmeye çalışılması oldukça üzüntü verici bir gelişmedir.
Yukarıda da değindiğim üzere, İstanbul gibi sınırlarının tanımlanması her geçen gün daha da zorlaşan, yaklaşık 13 milyonluk büyük bir metropol haline gelen kentimizde; sağlıklı bir çevre yaratmak ve nefes alınabilecek bir alanın kamunun kullanımına ayrılması bir gerekliliktir. Ayrıca, bölgeye dair Kadıköy Merkez - E-5 (D-100) Otoyolu Ara Bölgesi Nazım İmar Planı’nın 09.03.2005 tarihinde onaylanması ve yaklaşık 6 senedir Fikirtepe’ye ilişkin uygulamaların bu planlara göre yapılıyor olması gerekirken; 2005 yılından bu yana kamuoyu çeşitli beyanatlarla meşgul edilmiş, “Fikirtepe kentsel dönüşüm projesi”ne dair planlar da İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından daha yeni karara bağlanabilmiştir. Depreme karşı önlem olarak büyük bir şans olduğu ifade edilen bu projenin, 1999 depreminden yaklaşık 12 sene geçtikten sonra ancak karara bağlanıyor oluşu da karşılaşılan bir diğer talihsizliktir. Hem planlama çalışmalarının, hem de her gün karşı karşıya olduğumuz deprem gerçeğine dair alınması gereken önlemlerin; bu kadar uzun süreçlerde kararlaştırılıyor olması da merkezi ve yerel yönetimlerce uygulanmaya çalışılan planlama sisteminde yer alan büyük bir aksaklıktır. Her iki uygulama da maalesef zamana karşı yarışılması gereken ciddi konular olmasına rağmen, hayata geçirilmesi konusunda ne yazık ki çok yavaş kalınmıştır. Bu aşamada, Fikirtepe’de proje sınırları içerisinde kalan alandaki hak sahiplerinin sürecin yanlış ve yavaş yönetilmesi sonucu, belirsizlik ortamında yaşamlarını sürdürmeye mahkum edilerek mağdur edildikleri de mutlaka göz önünde bulundurulması gereken bir olgudur.
Kentimizin yönetiminde izlenen “anlayış” doğrultusunda uygulanan politikalar nedeniyle, yoğunlaşmamış olan alanların üzerideki yapılaşma baskısının her geçen daha da arttığı gerçeği açıkça görülmektedir. Artık günümüzde, günlük menfaatler uğruna kazanç sağlama aracı haline getirilen kent toprakları, beton bloklara terk edilmemeli ve kamusal kullanıma açılmaları için düzenlemeler yapılmalıdır.
Bu doğrultuda, Fikirtepe kentsel dönüşüm projesinin hayata geçmesi durumunda yoğunluğun ve Devlet Malzeme Ofisi arazisinin üzerindeki yapılaşma baskısının daha da artacağı gerçeği açıkça görülmektedir. Fakat alanda yoğunluğun artış göstermemesi durumunda bile, mutlaka yeşil alan fonksiyonu kazandırılması gereken kamu mülkiyetindeki alan, tüm yapılaşma baskısına rağmen kamunun kullanımına açılarak İstanbul’a ve İstanbullulara kazandırılmalıdır. İstanbul, hakkı olan (ve ayrıca sözü de verilen) bir yeşil alanı daha, beton bloklara terk etmemelidir.
* Y. Şehir Plancısı
Yorumlar