Emlak dünyası, tapu mevzuatı ve tapu da yapılan işlemler hakkında bilgi, kişisel gelişim makale ve yazılarınız içerir.
27 Temmuz 2010 Salı
KDV uygulamasında net alan
150 m2’lik net alanın hesabında, her bağımsız birim ayrı ayrı dikkate alınacaktır. Ancak balkon, kömürlük, garaj, asansör boşluğu vb. yerler konutlardan ayrı olarak kullanılamayacağından, bu yerler de 150 m2’lik net alanın hesabında gözönünde tutulacaktır. Samanlık, ahır, odunluk, ekmek fırını gibi yerler ise net alanın tespitinde dikkate alınmayacaktır.
Bu yerlerin 150 m2’lik sınırın hesabında ne ölçüde dikkate alınacağı ise 3 Seri No.lu Konut İnşaatı ve Yatırımlarda Vergi, Resim, Harç Muafiyet ve İstisnası Genel Tebliği’nin dördüncü bölümündeki açıklamalara göre belirlenmektedir.
“Halk konutu standartları”nın değişik 3 ve 4. maddelerine atıfta bulunan bu açıklamalara göre;
- Faydalı alan; konut içerisinde, duvarlar arasında kalan temiz alandır.
- Faydalı alan, genel olarak duvar yüzlerinde 2,5 cm sıva bulunduğu kabul edilerek, proje üzerinde gösterilmiş bulunan kaba yapı boyutlarının her birinden 5’er cm düşülmek suretiyle hesaplanır.
Ancak konutlarda; kapı ve pencere şeritleri; duman ve çöp bacası çıkıntıları, ışıklıklar ve hava bacaları; karkas binalardaki kolonların duvarlardan taşan dişleri; bir konuttaki balkonların veya arsa zemininden 0,75 m’den yüksek terasların toplamının 2 m2’si; çok katlı binalarda yapılan çekme katların etrafında kalan ve ticaret bölgelerinde zemin katların komşu hududuna kadar uzaması ile meydana gelen teraslar; çok katlı binalarda genel giriş, merdiven, sahanlıklar ve asansörler; iki katlı tek ev olarak yapılan konutlarda iç merdivenlerin altında, 1,75 m yüksekliğinden az olan yerler; bodrumlarda konut başına bir adet, konutun bulunduğu bina dışında konut başına 4 m2’den büyük olmamak üzere yapılan kömürlük veya depo; kalorifer dairesi, yakıt deposu, sığınak, kapıcı veya kalorifer dairesi, müşterek hizmete ayrılan depo çamaşırlık; bina içindeki garajlar ile bina dışında konut başına 18 m2’den büyük olmamak üzere yapılan garajlar, faydalı alan dışındadır. Konu hakkında 30 Seri No.lu KDV Genel Tebliği’nde açıklamalar yapılmıştır.
Bina dışındaki kömürlük ve depoların 4 m2’yi, garajların 18 m2’yi aşan kısmı ait oldukları konutun faydalı alanına dahil değildirler. Aşan kısımların 150 m2’lik net alanın hesabında dikkate alınması, bu şekilde bulunan faydalı alan 150 m2 ve daha fazla ise genel oranda (% 18), aşmıyorsa % 1 oranında KDV uygulanması gerekir.
İKİ KATLI YA DA DUBLEKS EVLER
Konut satışlarında KDV uygulamasında her bir bağımsız bölüm, kat ve bina ayrı ayrı gözönüne alınacaktır. İki katlı bir evin iki katı da ayrı ayrı kullanılabilecek yapıda ise, 150 m2’lik net alanın hesabında her kat ayrı ayrı değerlendirilecektir. Her iki kat birbirini tamamlayıcı ve birbirine bağlı ise 150 m2’lik net alanın hesabında (dubleks dairelerde olduğu gibi) iki katın toplam alanı dikkate alınacaktır.
Örneğin, iki katlı ve birbirinden bağımsız ayrı ayrı kullanılabilecek iki daireden oluşan bir evin satışında 150 m2’lik net alanın hesabında her bir konutun net alanı dikkate alınacaktır.
Ancak, söz konusu iki katlı evde yer alan daireler birbirinden bağımsız kullanılamıyorsa yani dubleks ise, 150 m2’lik net alan hesabında evin toplam net alanı dikkate alınacaktır.
BAHÇELİ EVLER
Bahçeli evlerin satışı ile ilgili olarak 150 m2’lik net alanın hesabında, bahçe gözönünde tutulmadan konutun alanı dikkate alınacak, konutu çevreleyen arsa ve arazi ise, bu konutun mütemmimi olarak kabul edilecektir. Arsa ve arazinin ne kadarının mütemmim sayılacağı konusu ise mahalli örfe göre tespit edilecektir. Ayrıca, KDV uygulamasında konutu çevreleyen arsa ve arazinin, konutun net alanı ile orantılı olması esastır.
Maliye Bakanlığı’nca bu konuda verilen bir Özelge son derece dikkat çekicidir. Söz konusu Özelge’de;
“5.000 m2’lik arsa üzerinde yer alan 10 m2’lik iki katlı gayrimenkulün satışı halinde, bu satışın konut değil arsa satışı olarak değerlendirilmesi ve 5.000 m2’lik arsaya isabet eden bedel üzerinden KDV hesaplanması gerekir.”
şeklinde idari görüş bildirilmiştir (MB’nin, 09.09.1991 tarih ve 62108 sayılı Özelgesi).
13 Temmuz 2010 Salı
Yüksek binayı kanun kurtarmaz
Japon Mimar Tatsuya Yamamoto, Türkiye'deki inşaatlarda depreme karşı gördüğü aksaklıkları ve Japon inşaat sistemini anlatarak önerilerde bulunuyor.
Yüksek binayı kanun kurtarmaz
Selcen TANINMIŞ, Hürriyet Istanbul Eki
Depremi'nin ardından Japonya Hükümeti Türkiye'ye bir ekip yolladı. Bu görüşmelerde tanıdık bir isim de vardı. Uzun yıllardır Türkiye'de yaşayan, bir dönem Mimar Sinan Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi'nde hocalık yapan, imzasını İstanbul'daki büyük plazalarda gördüğümüz Mimar Tatsuya Yamamoto. Japon Hükümeti’yle yapılan görüşmelerde tercümanlık yaptı ve teknik görüş verdi. Şu anda İTÜ'yle birlikte sağlıklı bir tespit formu hazırlıyorlar. Bütçenin geçici değil, kalıcı konutlara ve şehrin planlanmasına göre ayarlanması gerektiğini savunuyor. Japon Hükümeti'nin de söylediği bu: ‘‘Boş yere para harcamayın ve depremle birlikte yaşamayı öğrenin.’’
Plazaların ve yüksek binaların depreme dayanıklı olması için özel bir sistem kullanıyor musunuz?
Depremde en önemli konu binanın hem kısa dalgaya hem de uzun dalgaya göre ayarlanmış olması. Türkiye'de binalar sadece kısa dalgaya göre yapılıyor. Kısa dalga aşağıdan gelen sert darbe demek. Uzun dalga ise, yaşanan deprem gibi 30 saniye, 1-2 dakika süren deprem anlamına gelir. Betonarme binalarda, aşağıdan gelen titreşim bina yükseldikçe artar. Deprem sağdan sola vururken bina da dalga yönünde hareket ettiği için yıkılır. Diyelim ki zemin kat dayandı ama yüksek binada üst katlar dalganın hareketine uyum sağladığı için üst katlar yıkılabilir, bina aşağı iner. Bu nedenle yüksek bina yaparken dalgaya uymayacak bina yapmak gerek.
İki dalgaya karşı dayanıklı bina yapmak mümkün mü?
Evet, yapılabilir. Kısa dalga için alttan gelecek sert darbeye dayanacak bir tasarım gerek. Uzun dalga için de binanın dalgaya uyum sağlamaması gerek. Depremde yıkılan binaların sorunlardan biri bu. Yüksek bina sağlam da olsa uzun dalga düşünülmediği için yıkılıyor. Bunun örneklerini bu depremde gördük. Çoğunda inşaat da kötüydü. Yedi kattan yüksek binalarda uygulanması gereken teknikte, kiriş ve kolonların deprem anında ayrılıp yerine tekrar oturacak bir sistemle yapılması gerek.
Nasıl oluyor bu?
Kolonda bir çene var. Çenenin üzerinde kiriş hareket edecek. Duvarlarda çatlak olabilir ama bina yıkılmaz. Bu birinci sistem. İkinci olarak Japonya'da ‘menşin’ denen bir sistem var. Toprak ne kadar hareket ederse etsin yukarıdaki bina hareket etmeyecek şekilde yapılıyor. Binanın altında amortisör, lastik gibi bir şey düşünün, aşağıdaki sallanmayı yukarıya yansıtmıyor.
Bu mekanizma nasıl yapılıyor?
Çeşitli sistemler var. Bir tanesi demin söylediğim gibi lastik ya da yay gibi. İkincisi bir ray yapılıyor ve binanın altına tekerlek koyuyorsunuz. Bina hareket edip geliyor.
Maliyeti nedir bunun?
Maliyeti biraz yüksek ama yüksek binalarda uygulanması gerek. İstanbul'da yüksek betonarme bina çok sayıda var. Çoğu tehlikede.
Japonya'da sınır 8
Betonarme binaların yüksek olması tehlikeli mi peki?
Diyelim ki betonarme bina on katlı, sağa ve sola 50'şer santimetre olmak üzere toplam bir metre oynamış bu depremde. Eğer bina 40 katlı olsaydı, 40'ncı katta iki-üç metre oynayacaktı. Buna betonarme bina dayanır mı? Hesapta dayanabilir ama pratikte dayanmayabilir. Çelik kullanılırsa mesela şansı daha fazla.
Yüksek bina betonarme olmamalı mı yani?
Olabilir ama başka sistemler kullanarak. Biz de şu anda onun için uğraşıyoruz. Japonya'da da en gelişmiş sistem. Prefabrik yüksek konutlar ve iş merkezleri.
Türkiye ile Japonya'nın depremle ilişkin mevzuatını karşılaştırabilir misiniz?
Japonya'daki deprem yasasını çıkartan ve aynı zamanda Türkiye'deki deprem yönetmeliğinin hazırlanmasına yardım edenler benim çok yakın tanıdığım kişilerdi. Buradaki yasal düzenlemede eksik olan bölüm, birinci olarak inşaatlarda uzun dalga hesaplarının yapılmaması. İkinci olarak da Türkiye'de kanunla belirlenen binaların dayanmak zorunda olduğu deprem şiddeti acaba yeterli mi? Japonya'da yasa binaların 8 şiddetine dayanacak şekilde yapılmasını söyler. Emniyet payıyla beraber 8.2 şiddetinde de yıkılmaz. Ama imalat hatasından dolayı 7.8'de de binaların yıkıldığını görüyoruz.
Türkiye'deki mevzuat kaç ?iddetinde deprem öngörüyor?
Türkiye'de bu sınır 7.6'dır. Çünkü bunun üzerinde bir deprem hiç görülmemiş. Öngörülen şiddet sınırı arttırılsa, mesela 7.8'e çıkartılsa, bina maliyeti yükselir. Ona ihtiyaç var mı tartışmak gerek. Ancak önemli olan, mevcut yasal düzenlemeye uygun binalar yapılması. Bence şu andaki düzenleme iyi, yüksek binalar hariç. Yüksek binalarla ilgili kısımda uzun dalga hesaplarına göre inşaat şartı koymak gerekir. Yedi kattan sonraki betonarme binaları bu kanun kurtarmaz. Kanunda gözükmeyen çelik binalar, gökdelenler yapılıyor, 40-50 katlı. Maslak'taki bazı binaları görüyorum ve şüpheleniyorum.
300 YILLIK PREFABRİK VAR
Siz İstanbul'da çok plaza yaptınız. Nasıl bir sistem uyguladınız ?
Yaptığım plazalar içinde beş-altı katın üzerinde bina yok. O yüzden kısa dalgaya uygun sistemle yaptık. Yüksek plaza projelerimiz de var. Kiriş kolonların oynayabileceği prefabrik bina yapmayı planlıyorum. Birkaç avantajı var bu sistemin. Fabrikasyon olduğu için kalitesi yüksek. Binanın ömrü çok uzun. İşçiliği, malzemeyi kontrol edebiliyoruz. Çok iyi malzemeler kullanıldığında bu binaların ömrü çok uzun, 300 yıl.
Bu sistem bildiğimiz prefabrik yapıdan farklı mı?
Prefabrik bina dediğiniz zaman, ömrü çok kısa olarak düşünülüyor. Sözünü ettiğim binanın farkı ise, 300 yıl ömür biçilmesi. Apartman, iş merkezi gibi çok katlı binaları da prefabrik olarak yapabileceğiz. 150 metreye kadar çıkılıyor. Depo ve fabrika binaları için de uygun. Altı ay gibi kısa bir sürede stadyum yapılıyor. Maliyeti inceliyoruz. Alacalı Prefabrik, Japonya'daki firmadan patent aldı, birlikte çalışmayı planlıyorum.
--------------------------------------------------------------------------------
NOT: Iyi hoş da, mevcut çürük ve standart dışı binalar ile dolu bir şehir olan Istanbul'da, "deprem ile yaşamayı öğrenmek nasıl olacak? Mevcut çürük binalar, deprem ile yaşamayı öğrenemeyip, depremde çökeceklerine göre, bu iş nasıl olacak? Tek çözüm, her binanın kontrolden geçirilip, standart dışı olanların yıkılması görülüyor. Peki, bunun olabilirliği nedir? (muhendis1999@hotmail.com)
Yüksek binayı kanun kurtarmaz
Selcen TANINMIŞ, Hürriyet Istanbul Eki
Depremi'nin ardından Japonya Hükümeti Türkiye'ye bir ekip yolladı. Bu görüşmelerde tanıdık bir isim de vardı. Uzun yıllardır Türkiye'de yaşayan, bir dönem Mimar Sinan Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi'nde hocalık yapan, imzasını İstanbul'daki büyük plazalarda gördüğümüz Mimar Tatsuya Yamamoto. Japon Hükümeti’yle yapılan görüşmelerde tercümanlık yaptı ve teknik görüş verdi. Şu anda İTÜ'yle birlikte sağlıklı bir tespit formu hazırlıyorlar. Bütçenin geçici değil, kalıcı konutlara ve şehrin planlanmasına göre ayarlanması gerektiğini savunuyor. Japon Hükümeti'nin de söylediği bu: ‘‘Boş yere para harcamayın ve depremle birlikte yaşamayı öğrenin.’’
Plazaların ve yüksek binaların depreme dayanıklı olması için özel bir sistem kullanıyor musunuz?
Depremde en önemli konu binanın hem kısa dalgaya hem de uzun dalgaya göre ayarlanmış olması. Türkiye'de binalar sadece kısa dalgaya göre yapılıyor. Kısa dalga aşağıdan gelen sert darbe demek. Uzun dalga ise, yaşanan deprem gibi 30 saniye, 1-2 dakika süren deprem anlamına gelir. Betonarme binalarda, aşağıdan gelen titreşim bina yükseldikçe artar. Deprem sağdan sola vururken bina da dalga yönünde hareket ettiği için yıkılır. Diyelim ki zemin kat dayandı ama yüksek binada üst katlar dalganın hareketine uyum sağladığı için üst katlar yıkılabilir, bina aşağı iner. Bu nedenle yüksek bina yaparken dalgaya uymayacak bina yapmak gerek.
İki dalgaya karşı dayanıklı bina yapmak mümkün mü?
Evet, yapılabilir. Kısa dalga için alttan gelecek sert darbeye dayanacak bir tasarım gerek. Uzun dalga için de binanın dalgaya uyum sağlamaması gerek. Depremde yıkılan binaların sorunlardan biri bu. Yüksek bina sağlam da olsa uzun dalga düşünülmediği için yıkılıyor. Bunun örneklerini bu depremde gördük. Çoğunda inşaat da kötüydü. Yedi kattan yüksek binalarda uygulanması gereken teknikte, kiriş ve kolonların deprem anında ayrılıp yerine tekrar oturacak bir sistemle yapılması gerek.
Nasıl oluyor bu?
Kolonda bir çene var. Çenenin üzerinde kiriş hareket edecek. Duvarlarda çatlak olabilir ama bina yıkılmaz. Bu birinci sistem. İkinci olarak Japonya'da ‘menşin’ denen bir sistem var. Toprak ne kadar hareket ederse etsin yukarıdaki bina hareket etmeyecek şekilde yapılıyor. Binanın altında amortisör, lastik gibi bir şey düşünün, aşağıdaki sallanmayı yukarıya yansıtmıyor.
Bu mekanizma nasıl yapılıyor?
Çeşitli sistemler var. Bir tanesi demin söylediğim gibi lastik ya da yay gibi. İkincisi bir ray yapılıyor ve binanın altına tekerlek koyuyorsunuz. Bina hareket edip geliyor.
Maliyeti nedir bunun?
Maliyeti biraz yüksek ama yüksek binalarda uygulanması gerek. İstanbul'da yüksek betonarme bina çok sayıda var. Çoğu tehlikede.
Japonya'da sınır 8
Betonarme binaların yüksek olması tehlikeli mi peki?
Diyelim ki betonarme bina on katlı, sağa ve sola 50'şer santimetre olmak üzere toplam bir metre oynamış bu depremde. Eğer bina 40 katlı olsaydı, 40'ncı katta iki-üç metre oynayacaktı. Buna betonarme bina dayanır mı? Hesapta dayanabilir ama pratikte dayanmayabilir. Çelik kullanılırsa mesela şansı daha fazla.
Yüksek bina betonarme olmamalı mı yani?
Olabilir ama başka sistemler kullanarak. Biz de şu anda onun için uğraşıyoruz. Japonya'da da en gelişmiş sistem. Prefabrik yüksek konutlar ve iş merkezleri.
Türkiye ile Japonya'nın depremle ilişkin mevzuatını karşılaştırabilir misiniz?
Japonya'daki deprem yasasını çıkartan ve aynı zamanda Türkiye'deki deprem yönetmeliğinin hazırlanmasına yardım edenler benim çok yakın tanıdığım kişilerdi. Buradaki yasal düzenlemede eksik olan bölüm, birinci olarak inşaatlarda uzun dalga hesaplarının yapılmaması. İkinci olarak da Türkiye'de kanunla belirlenen binaların dayanmak zorunda olduğu deprem şiddeti acaba yeterli mi? Japonya'da yasa binaların 8 şiddetine dayanacak şekilde yapılmasını söyler. Emniyet payıyla beraber 8.2 şiddetinde de yıkılmaz. Ama imalat hatasından dolayı 7.8'de de binaların yıkıldığını görüyoruz.
Türkiye'deki mevzuat kaç ?iddetinde deprem öngörüyor?
Türkiye'de bu sınır 7.6'dır. Çünkü bunun üzerinde bir deprem hiç görülmemiş. Öngörülen şiddet sınırı arttırılsa, mesela 7.8'e çıkartılsa, bina maliyeti yükselir. Ona ihtiyaç var mı tartışmak gerek. Ancak önemli olan, mevcut yasal düzenlemeye uygun binalar yapılması. Bence şu andaki düzenleme iyi, yüksek binalar hariç. Yüksek binalarla ilgili kısımda uzun dalga hesaplarına göre inşaat şartı koymak gerekir. Yedi kattan sonraki betonarme binaları bu kanun kurtarmaz. Kanunda gözükmeyen çelik binalar, gökdelenler yapılıyor, 40-50 katlı. Maslak'taki bazı binaları görüyorum ve şüpheleniyorum.
300 YILLIK PREFABRİK VAR
Siz İstanbul'da çok plaza yaptınız. Nasıl bir sistem uyguladınız ?
Yaptığım plazalar içinde beş-altı katın üzerinde bina yok. O yüzden kısa dalgaya uygun sistemle yaptık. Yüksek plaza projelerimiz de var. Kiriş kolonların oynayabileceği prefabrik bina yapmayı planlıyorum. Birkaç avantajı var bu sistemin. Fabrikasyon olduğu için kalitesi yüksek. Binanın ömrü çok uzun. İşçiliği, malzemeyi kontrol edebiliyoruz. Çok iyi malzemeler kullanıldığında bu binaların ömrü çok uzun, 300 yıl.
Bu sistem bildiğimiz prefabrik yapıdan farklı mı?
Prefabrik bina dediğiniz zaman, ömrü çok kısa olarak düşünülüyor. Sözünü ettiğim binanın farkı ise, 300 yıl ömür biçilmesi. Apartman, iş merkezi gibi çok katlı binaları da prefabrik olarak yapabileceğiz. 150 metreye kadar çıkılıyor. Depo ve fabrika binaları için de uygun. Altı ay gibi kısa bir sürede stadyum yapılıyor. Maliyeti inceliyoruz. Alacalı Prefabrik, Japonya'daki firmadan patent aldı, birlikte çalışmayı planlıyorum.
--------------------------------------------------------------------------------
NOT: Iyi hoş da, mevcut çürük ve standart dışı binalar ile dolu bir şehir olan Istanbul'da, "deprem ile yaşamayı öğrenmek nasıl olacak? Mevcut çürük binalar, deprem ile yaşamayı öğrenemeyip, depremde çökeceklerine göre, bu iş nasıl olacak? Tek çözüm, her binanın kontrolden geçirilip, standart dışı olanların yıkılması görülüyor. Peki, bunun olabilirliği nedir? (muhendis1999@hotmail.com)
ABD'li bilim adamı İstanbul için uyardı
ABD'li bilim adamı İstanbul için uyardı
Milliyet, 4.9.99
Menlo Park - AA
İzmit depremini iki yıl önce tahmin eden bilimadamlarından ABD'li jeofizik uzmanı Ross Stein, Kuzey Anadolu fay hattındaki "domino" (zincirleme gerilim ve sarsıntı) etkisinin, İstanbul çevresinde de "tehlikeli sismik gerilimi" oluşturduğunu belirtti.
ABD Jeoloji Tetkik Dairesi (USGS) üyesi olan Stein, California'daki önceki günkü basın toplantısında "17 Ağustos'taki 7.4 büyüklüğündeki depremin ardından Anadolu fay hattı zincirinde oynamadık bir domino taşı kaldı. O da Marmara Denizi tabanında yayılan fay (büyük kırık) uzantısı. Bunlar da İstanbul'a doğru gidiyor" diye konuştu.
"Kırıklardaki gerilim artacak, İstanbul'a yaklaşarak artan gerilim şehirde depremi meydana getirebilecektir" diyen Stein şöyle konuştu:
"Bu bölge (İstanbul) endişe kaynağıdır. İstanbul bölgesinde meydana gelebilecek büyük deprem için yetkililer önlem almalı. Büyük depremin beş yıl içinde mi, yoksa 50 yıl içinde mi olacağını şimdiden kestirmenin imkanı yok.
Halihazırdaki potansiyelin, hemen çok yakında deprem meydana getireceğinin kesin işareti değil, ancak verilere göre depremden sonra yer katmanı levhalarındaki gerilim, İstanbul bölgesi yönüne aktı."
Amerikalı bilimadamı sözlerini şöyle sürdürdü: "İstanbul bölgesine doğru kaydığı düşünülen gerilimi takip etmek, İzmit
bölgesinde gözlemlenen darbe kaymasını kaydetmekten daha zor. Olasılıkları sürekli hesaplamaktayız. İstanbul'un tehlikeyle karşılaşması, beklenmedik bir olgu olmayacaktır.
Bilimin gözü, gerilimi daha da batıya kayan Kuzey Anadolu fay hattının Marmara Denizi'nin tabanının derinliklerine kayan kırıkların hareketine odaklandı. Marmara - İstanbul bölgesinde yeni depremi önceden tahmin etmekteki zorluk, fay sisteminin deniz derinliğindeki belirsizliği."
Stein, 1997'de, Marmara Denizi'nin oluşturduğu "büyük jeolojik körfeze" uzanan Kuzey Anadolu fay hattındaki parçaları inceleyen ekiple birlikte bu alanda bir bildiri hazırladı. ABD Jeoloji Tetkik Dairesi uzmanı Tom Holzer da,
Anadolu'yu incelemiş bir uzman olarak "Anadolu'da birbirini takip eden çok dominoya tanık olduk" dedi.
Stein ve ekibi, Anadolu'da Erzincan'dan başlayıp son 60 yılda meydana gelen, büyüklükleri 6.7 ve daha büyük 10 depremin tümünü inceledi. Stein ve ekibi, araştırmalarında, Anadolu'da fay geriliminin, kayaç kütlelerindeki
kırılmalarla "giderek hem doğuya, hem batıya yöneldiği" sonucunu çıkardı. 1997'deki araştırmada şu görüş dile getirildi:
"Türkiye'de özellikle iki bölge tehlike altındadır: 1939'dan beri büyükçe bölümü epey suskun olan Erzincan'ın doğusuyla, İzmit'in güney bölümü..."
Milliyet, 4.9.99
Menlo Park - AA
İzmit depremini iki yıl önce tahmin eden bilimadamlarından ABD'li jeofizik uzmanı Ross Stein, Kuzey Anadolu fay hattındaki "domino" (zincirleme gerilim ve sarsıntı) etkisinin, İstanbul çevresinde de "tehlikeli sismik gerilimi" oluşturduğunu belirtti.
ABD Jeoloji Tetkik Dairesi (USGS) üyesi olan Stein, California'daki önceki günkü basın toplantısında "17 Ağustos'taki 7.4 büyüklüğündeki depremin ardından Anadolu fay hattı zincirinde oynamadık bir domino taşı kaldı. O da Marmara Denizi tabanında yayılan fay (büyük kırık) uzantısı. Bunlar da İstanbul'a doğru gidiyor" diye konuştu.
"Kırıklardaki gerilim artacak, İstanbul'a yaklaşarak artan gerilim şehirde depremi meydana getirebilecektir" diyen Stein şöyle konuştu:
"Bu bölge (İstanbul) endişe kaynağıdır. İstanbul bölgesinde meydana gelebilecek büyük deprem için yetkililer önlem almalı. Büyük depremin beş yıl içinde mi, yoksa 50 yıl içinde mi olacağını şimdiden kestirmenin imkanı yok.
Halihazırdaki potansiyelin, hemen çok yakında deprem meydana getireceğinin kesin işareti değil, ancak verilere göre depremden sonra yer katmanı levhalarındaki gerilim, İstanbul bölgesi yönüne aktı."
Amerikalı bilimadamı sözlerini şöyle sürdürdü: "İstanbul bölgesine doğru kaydığı düşünülen gerilimi takip etmek, İzmit
bölgesinde gözlemlenen darbe kaymasını kaydetmekten daha zor. Olasılıkları sürekli hesaplamaktayız. İstanbul'un tehlikeyle karşılaşması, beklenmedik bir olgu olmayacaktır.
Bilimin gözü, gerilimi daha da batıya kayan Kuzey Anadolu fay hattının Marmara Denizi'nin tabanının derinliklerine kayan kırıkların hareketine odaklandı. Marmara - İstanbul bölgesinde yeni depremi önceden tahmin etmekteki zorluk, fay sisteminin deniz derinliğindeki belirsizliği."
Stein, 1997'de, Marmara Denizi'nin oluşturduğu "büyük jeolojik körfeze" uzanan Kuzey Anadolu fay hattındaki parçaları inceleyen ekiple birlikte bu alanda bir bildiri hazırladı. ABD Jeoloji Tetkik Dairesi uzmanı Tom Holzer da,
Anadolu'yu incelemiş bir uzman olarak "Anadolu'da birbirini takip eden çok dominoya tanık olduk" dedi.
Stein ve ekibi, Anadolu'da Erzincan'dan başlayıp son 60 yılda meydana gelen, büyüklükleri 6.7 ve daha büyük 10 depremin tümünü inceledi. Stein ve ekibi, araştırmalarında, Anadolu'da fay geriliminin, kayaç kütlelerindeki
kırılmalarla "giderek hem doğuya, hem batıya yöneldiği" sonucunu çıkardı. 1997'deki araştırmada şu görüş dile getirildi:
"Türkiye'de özellikle iki bölge tehlike altındadır: 1939'dan beri büyükçe bölümü epey suskun olan Erzincan'ın doğusuyla, İzmit'in güney bölümü..."
Marmara'da Deprem Tehlikesine Karşı Önlem Alınması İhmal Ediliyor
Marmara'da Deprem Tehlikesine Karşı Önlem Alınması İhmal Ediliyor
Cumhuriyet Gazetesi, 20.02.2000
Altı ay boşa geçirildi
İTÜ Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Barka, Marmara Denizi'nde sürdürülen hiçbir bilimsel çalışmanın sonucunun buradaki deprem riskini değiştirmeyeceğini belirtti. Marmara'daki deprem riskinin 2 kere 2'nin 4 etmesi kadar açık olduğunu söyleyen Prof. Barka, 17 Ağustos depreminden bu yana, 6 ayın boş tartışmalarla geçirildigini vurgulayarak, daha fazla zaman yitirilmeden yapı kalitesinin bozukluğu herkesçe bilinen Istanbul daki yapı stokunun yenilenmesi ve devletin, medyanın, bürokratlann dikkatlerinin bu konuya yoğunlaşması gerektigini kaydetti.
Kuzey Anadolu Fay Hattı'm en iyi bilen bilimadamlarından biri olan ve bu faya ilişkin çalışmalarını kesintisiz sürdüren Prof. Barka, 17 Ağustos depreıninden bu yana geçen süre içindeki gelişmeleri Cumhuriyet'e değerlendirdi.
Prof. Barka, 17 Ağustos depreminin ardından hız kazanan bilimsel çalışmaların sürdüğünü ve yıl sonuna kadar daha kesin verilerin elde edileceğini söyledi. Barka, depremin yarattıgı tahribat nedeniyle şimdi herkesin bu riski ciddiye aldığını ifade ederek önemli olanın bu cidiyeti korumak ve bu dersi pratiğe dönüştürmek olduğunu söyledi.
Marmara'nın deprem gerçeği
"Marmara Denizi'nin içinden ne çalışması yapılırsa yapılsın ve ne çıkarsa çıksın buradaki deprem riskini değiştirmeyecektir. Buradaki deprem riski "iki çarpı iki eşittir dört" kadar kesin. Bu deprem öncesinde de böyleydi ama, bu kadar net değildi" diye konuşan Prof. Barka, Marmara'nın deprem riskinin dayandığı bilimsel verileri şöyleaçıkladı: "Gayet basit.Marmara'nın ortasında en son 1766 yılında deprem meydana geldi. O tarihten bu yana 234 yıl geçti. Buradaki fayın hızı yılda yaklaşık 2 cm. Bunun anlamı burada yaklaşık 4,5 metrelik bir birikim var. Marmara'nın ortasında 1509'da bütün bölgeyi etkileyen bir deprem oldu. Onun öncesinde de depremler var. Fayın hızına, bütün bu son depremlere ve deprem göçüne baktığımızda bunlar bize belirli fıkirler veriyor. Fayın geçtiği yerlerde küçük depremlerle atladığı yer yok. Hep büyük depremlerle kırarak geçmiş"
Marmara'da belirsizlik
Öte yandan Marmara deniz dibinin ve fay hatlarının henüz detaylarıyla bilinmediğini anımsatan Prof. Barka, "Bilgi düzeyi arttıkça bu çalışmalar daha netleşecek. Bizim yaptığımız bu çalışmalarda iyi bir batimetri elde etmek. Bunun yapılması halinde fayların morfolojik olarakdeniz tabanından nereden geçtiğini yakalarsınız. Ondan sonra sismik profillerle fayı daha detaylı olarak ortaya çıkarırsınız. Henüz bu detay batimetriyi elde etmiş değiliz. Tüm çabamız buna yönelik. Şu an için Le Pichon'unki de dahil ohnak üzere Marmara depremi ile ilgili hiçbir hipotez kesinlik kazanmış değil. Bu çahşmalar sonucunda elde edilen sağlıklı bilgilerle Marmara depremi için üretilen hipotezler teke düşecek."
Akılcı yaklaşım
17 Ağustos depreminden bugüne kadarki sürenin boş tartışmalarla geçirildiğini anlatan Prof. Barka, İstanbul gibi depremden etkilenme riski yüksek olan bir metropolitan alan içinde uzıın dönemli planlar yapılması gerektiğini söyledi. Elimizde depreme dayanıksız kötü bir yapı stoku bulunduğu gerçeğinin herkesçe bilindiğini anımsatan Prof. Barka, şöyle devam etti: "Bu yapı stokunu en kısa zamanda yenilemek gerekiyor. Bunu herkes kendisi yapamaz. Burada devlet ön plana çıkar, kredi bulur önayak olur: Örneğin, bir plan dahilinde "senede 300 bin yapı stokunu yeniliyorum" der. Bunu 5 yıl yaptığınız zaman 1,5 milyon yapı stoku yapar. 5 ile çarparsanız 7,5 milyon nüfusun evini yenilemiş olursunuz. Bunun için Dünya Bankası vs çevrelerden kredi bulabilirsiniz. Ve bu krediyi yurttaşlara 20 sene vadeyle verebilirsiniz. Burada, "fay nerden geçiyor" tartışmasını bırakıp medyanın, devletin, bürokratlarm bu yöne konsantre ohnası lazım"
Erken uyarı tartışmalı
Prof. Barka, erken uyan sistemiyle ilgili olarak da şunlan söyledi: "Tamam bu yönde çalışmalar da yapılsın, belki haber de verilebilir. Ama bir de bu işin gerçeği var: 30 senedir Çin'de, Amerika'da, Japonya'da yapılan çalışmalarda belli çıkmazlar var. Önceden uyan olayı azami 20 saniyelik zamanla sınırlı. Bu da gazı kesmek vs için kullanılabitir, ama, insanları uyarmak açısından bir yaran yok. Ama diğer taraftan mühendislik olarak baktığımızda depreme dayanıklı bina nasıl yapılır onu biliyoruz. Oturup bilinmeyen bir konuda medet umacagımıza, bildiğimiz bir konuda en kısa zamanda mesafe almak daha akılcı değil mi?"
No
Tarih
Enlem-Boylam
Büyüklük
Referans
(Yıl/Ay/Gün)
(Kuzey--Doğu)
(Ms)
* A
1901.12.18
39.40--26.70
5.9
NA88
* B
1903.05.26
40.65--29.00
5.9
NA88
* C
1905.10.22
40.60--28.30
5.9
NA88
* D
1909.10.29
40.26--29.64
5.8
NA88
* E
1912.08.09
40.75--27.20
7.4
NA88
* F
1919.11.18
39.35--27.44
6.9
NA88
* G
1928.05.02
39.41--29.45
6.2
NA88
* H
1935.01.04
40.64--27.51
6.4
NA88
1942.11.05
39.38--28.08
6.2
NA88
* J
1943.06.20
40.68--30.47
6.4
NA88
* K
1944.10.06
39.64--26.52
6.8
NA88
* L
1953.03.18
40.00--27.50
7.2
M72
* M
1956.02.20
39.96--30.11
6.1
NA88
* N
1957.05.26
40.57--31.00
7.0
NA88
* O
1963.09.18
40.65--29.15
6.4
TJM91
* P
1964.10.06
40.30--28.23
6.9
TJM91
* Q
1965.08.23
40.51--26.17
5.9
ISC
* R
1966.08.21
40.33--27.40
5.4
ISC
* S
1967.07.22
40.67--30.69
7.1
TJM91
* T
1969.03.03
40.08--27.50
6.0
TJM91
* U
1971.02.23
39.62--27.32
5.6
ISC
* V
1975.03.27
40.45--26.12
6.6
TJM91
* W
1979.07.18
39.66--28.65
4.9
EE89
* X
1983.07.05
40.33--27.21
5.8
EE89
* Y
1983.10.21
40.14--29.35
4.9
EE89
* Z
1988.04.24
40.88--28.24
5.1
HRVD
M72 : McKenzie (1972)
NA88 : Ambraseys (1988)
EE89 : Ekstrom ve England (1989)
HRVD : Dziewonski ve diğ. (1989)
TJM91 : Taymaz ve diğ. (1991)
ISC : Uluslararası Sismoloji Merkezi
.
Tablo1'den açıkça görüldüğü gibi, Marmara denizi ve çevresini etkileyen yüzyılın en büyük depremleri aşağıdaki gibidir:
9 Ağustos 1912 Saroz-Marmara Depremi Ms= 7.4
4 Ocak 1935 Marmara Depremi Ms= 6.4
18 Mart 1953 Yenice-Gönen Depremi Ms= 7.2
18 Haziran 1953 Edirne Depremi Ms= 5.2
18 Eylül 1963 Yalova Depremi Ms= 6.4
6 Ekim 1964 Manyas Depremi Ms= 6.9
23 Ağustos 1965 Saroz Depremi Ms= 5.9
22 Temmuz 1967 Mudurnu-Adapazarı Ms= 7.1
27 Mart 1975 Saroz Ms= 6.6
1509 ve 1766 yıllarında Istanbul'u yerle bir eden depremleri öğrenmek için aşağıdaki linklere tıklayınız:
Cumhuriyet Gazetesi, 20.02.2000
Altı ay boşa geçirildi
İTÜ Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Barka, Marmara Denizi'nde sürdürülen hiçbir bilimsel çalışmanın sonucunun buradaki deprem riskini değiştirmeyeceğini belirtti. Marmara'daki deprem riskinin 2 kere 2'nin 4 etmesi kadar açık olduğunu söyleyen Prof. Barka, 17 Ağustos depreminden bu yana, 6 ayın boş tartışmalarla geçirildigini vurgulayarak, daha fazla zaman yitirilmeden yapı kalitesinin bozukluğu herkesçe bilinen Istanbul daki yapı stokunun yenilenmesi ve devletin, medyanın, bürokratlann dikkatlerinin bu konuya yoğunlaşması gerektigini kaydetti.
Kuzey Anadolu Fay Hattı'm en iyi bilen bilimadamlarından biri olan ve bu faya ilişkin çalışmalarını kesintisiz sürdüren Prof. Barka, 17 Ağustos depreıninden bu yana geçen süre içindeki gelişmeleri Cumhuriyet'e değerlendirdi.
Prof. Barka, 17 Ağustos depreminin ardından hız kazanan bilimsel çalışmaların sürdüğünü ve yıl sonuna kadar daha kesin verilerin elde edileceğini söyledi. Barka, depremin yarattıgı tahribat nedeniyle şimdi herkesin bu riski ciddiye aldığını ifade ederek önemli olanın bu cidiyeti korumak ve bu dersi pratiğe dönüştürmek olduğunu söyledi.
Marmara'nın deprem gerçeği
"Marmara Denizi'nin içinden ne çalışması yapılırsa yapılsın ve ne çıkarsa çıksın buradaki deprem riskini değiştirmeyecektir. Buradaki deprem riski "iki çarpı iki eşittir dört" kadar kesin. Bu deprem öncesinde de böyleydi ama, bu kadar net değildi" diye konuşan Prof. Barka, Marmara'nın deprem riskinin dayandığı bilimsel verileri şöyleaçıkladı: "Gayet basit.Marmara'nın ortasında en son 1766 yılında deprem meydana geldi. O tarihten bu yana 234 yıl geçti. Buradaki fayın hızı yılda yaklaşık 2 cm. Bunun anlamı burada yaklaşık 4,5 metrelik bir birikim var. Marmara'nın ortasında 1509'da bütün bölgeyi etkileyen bir deprem oldu. Onun öncesinde de depremler var. Fayın hızına, bütün bu son depremlere ve deprem göçüne baktığımızda bunlar bize belirli fıkirler veriyor. Fayın geçtiği yerlerde küçük depremlerle atladığı yer yok. Hep büyük depremlerle kırarak geçmiş"
Marmara'da belirsizlik
Öte yandan Marmara deniz dibinin ve fay hatlarının henüz detaylarıyla bilinmediğini anımsatan Prof. Barka, "Bilgi düzeyi arttıkça bu çalışmalar daha netleşecek. Bizim yaptığımız bu çalışmalarda iyi bir batimetri elde etmek. Bunun yapılması halinde fayların morfolojik olarakdeniz tabanından nereden geçtiğini yakalarsınız. Ondan sonra sismik profillerle fayı daha detaylı olarak ortaya çıkarırsınız. Henüz bu detay batimetriyi elde etmiş değiliz. Tüm çabamız buna yönelik. Şu an için Le Pichon'unki de dahil ohnak üzere Marmara depremi ile ilgili hiçbir hipotez kesinlik kazanmış değil. Bu çahşmalar sonucunda elde edilen sağlıklı bilgilerle Marmara depremi için üretilen hipotezler teke düşecek."
Akılcı yaklaşım
17 Ağustos depreminden bugüne kadarki sürenin boş tartışmalarla geçirildiğini anlatan Prof. Barka, İstanbul gibi depremden etkilenme riski yüksek olan bir metropolitan alan içinde uzıın dönemli planlar yapılması gerektiğini söyledi. Elimizde depreme dayanıksız kötü bir yapı stoku bulunduğu gerçeğinin herkesçe bilindiğini anımsatan Prof. Barka, şöyle devam etti: "Bu yapı stokunu en kısa zamanda yenilemek gerekiyor. Bunu herkes kendisi yapamaz. Burada devlet ön plana çıkar, kredi bulur önayak olur: Örneğin, bir plan dahilinde "senede 300 bin yapı stokunu yeniliyorum" der. Bunu 5 yıl yaptığınız zaman 1,5 milyon yapı stoku yapar. 5 ile çarparsanız 7,5 milyon nüfusun evini yenilemiş olursunuz. Bunun için Dünya Bankası vs çevrelerden kredi bulabilirsiniz. Ve bu krediyi yurttaşlara 20 sene vadeyle verebilirsiniz. Burada, "fay nerden geçiyor" tartışmasını bırakıp medyanın, devletin, bürokratlarm bu yöne konsantre ohnası lazım"
Erken uyarı tartışmalı
Prof. Barka, erken uyan sistemiyle ilgili olarak da şunlan söyledi: "Tamam bu yönde çalışmalar da yapılsın, belki haber de verilebilir. Ama bir de bu işin gerçeği var: 30 senedir Çin'de, Amerika'da, Japonya'da yapılan çalışmalarda belli çıkmazlar var. Önceden uyan olayı azami 20 saniyelik zamanla sınırlı. Bu da gazı kesmek vs için kullanılabitir, ama, insanları uyarmak açısından bir yaran yok. Ama diğer taraftan mühendislik olarak baktığımızda depreme dayanıklı bina nasıl yapılır onu biliyoruz. Oturup bilinmeyen bir konuda medet umacagımıza, bildiğimiz bir konuda en kısa zamanda mesafe almak daha akılcı değil mi?"
Marmara Denizi ve çevresini 20.yüzyılda etkileyen depremleri (Tablo1)
Tablo 1: Marmara denizi ve çevresini 20. yüzyılda etkileyen depremler
No
Tarih
Enlem-Boylam
Büyüklük
Referans
(Yıl/Ay/Gün)
(Kuzey--Doğu)
(Ms)
* A
1901.12.18
39.40--26.70
5.9
NA88
* B
1903.05.26
40.65--29.00
5.9
NA88
* C
1905.10.22
40.60--28.30
5.9
NA88
* D
1909.10.29
40.26--29.64
5.8
NA88
* E
1912.08.09
40.75--27.20
7.4
NA88
* F
1919.11.18
39.35--27.44
6.9
NA88
* G
1928.05.02
39.41--29.45
6.2
NA88
* H
1935.01.04
40.64--27.51
6.4
NA88
1942.11.05
39.38--28.08
6.2
NA88
* J
1943.06.20
40.68--30.47
6.4
NA88
* K
1944.10.06
39.64--26.52
6.8
NA88
* L
1953.03.18
40.00--27.50
7.2
M72
* M
1956.02.20
39.96--30.11
6.1
NA88
* N
1957.05.26
40.57--31.00
7.0
NA88
* O
1963.09.18
40.65--29.15
6.4
TJM91
* P
1964.10.06
40.30--28.23
6.9
TJM91
* Q
1965.08.23
40.51--26.17
5.9
ISC
* R
1966.08.21
40.33--27.40
5.4
ISC
* S
1967.07.22
40.67--30.69
7.1
TJM91
* T
1969.03.03
40.08--27.50
6.0
TJM91
* U
1971.02.23
39.62--27.32
5.6
ISC
* V
1975.03.27
40.45--26.12
6.6
TJM91
* W
1979.07.18
39.66--28.65
4.9
EE89
* X
1983.07.05
40.33--27.21
5.8
EE89
* Y
1983.10.21
40.14--29.35
4.9
EE89
* Z
1988.04.24
40.88--28.24
5.1
HRVD
M72 : McKenzie (1972)
NA88 : Ambraseys (1988)
EE89 : Ekstrom ve England (1989)
HRVD : Dziewonski ve diğ. (1989)
TJM91 : Taymaz ve diğ. (1991)
ISC : Uluslararası Sismoloji Merkezi
.
Tablo1'den açıkça görüldüğü gibi, Marmara denizi ve çevresini etkileyen yüzyılın en büyük depremleri aşağıdaki gibidir:
9 Ağustos 1912 Saroz-Marmara Depremi Ms= 7.4
4 Ocak 1935 Marmara Depremi Ms= 6.4
18 Mart 1953 Yenice-Gönen Depremi Ms= 7.2
18 Haziran 1953 Edirne Depremi Ms= 5.2
18 Eylül 1963 Yalova Depremi Ms= 6.4
6 Ekim 1964 Manyas Depremi Ms= 6.9
23 Ağustos 1965 Saroz Depremi Ms= 5.9
22 Temmuz 1967 Mudurnu-Adapazarı Ms= 7.1
27 Mart 1975 Saroz Ms= 6.6
1509 ve 1766 yıllarında Istanbul'u yerle bir eden depremleri öğrenmek için aşağıdaki linklere tıklayınız:
Marmara'da Deprem Tehlikesine Karşı Önlem Alınması İhmal Ediliyor
Marmara'da Deprem Tehlikesine Karşı Önlem Alınması İhmal Ediliyor
Cumhuriyet Gazetesi, 20.02.2000
Altı ay boşa geçirildi
İTÜ Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Barka, Marmara Denizi'nde sürdürülen hiçbir bilimsel çalışmanın sonucunun buradaki deprem riskini değiştirmeyeceğini belirtti. Marmara'daki deprem riskinin 2 kere 2'nin 4 etmesi kadar açık olduğunu söyleyen Prof. Barka, 17 Ağustos depreminden bu yana, 6 ayın boş tartışmalarla geçirildigini vurgulayarak, daha fazla zaman yitirilmeden yapı kalitesinin bozukluğu herkesçe bilinen Istanbul daki yapı stokunun yenilenmesi ve devletin, medyanın, bürokratlann dikkatlerinin bu konuya yoğunlaşması gerektigini kaydetti.
Kuzey Anadolu Fay Hattı'm en iyi bilen bilimadamlarından biri olan ve bu faya ilişkin çalışmalarını kesintisiz sürdüren Prof. Barka, 17 Ağustos depreıninden bu yana geçen süre içindeki gelişmeleri Cumhuriyet'e değerlendirdi.
Prof. Barka, 17 Ağustos depreminin ardından hız kazanan bilimsel çalışmaların sürdüğünü ve yıl sonuna kadar daha kesin verilerin elde edileceğini söyledi. Barka, depremin yarattıgı tahribat nedeniyle şimdi herkesin bu riski ciddiye aldığını ifade ederek önemli olanın bu cidiyeti korumak ve bu dersi pratiğe dönüştürmek olduğunu söyledi.
Marmara'nın deprem gerçeği
"Marmara Denizi'nin içinden ne çalışması yapılırsa yapılsın ve ne çıkarsa çıksın buradaki deprem riskini değiştirmeyecektir. Buradaki deprem riski "iki çarpı iki eşittir dört" kadar kesin. Bu deprem öncesinde de böyleydi ama, bu kadar net değildi" diye konuşan Prof. Barka, Marmara'nın deprem riskinin dayandığı bilimsel verileri şöyleaçıkladı: "Gayet basit.Marmara'nın ortasında en son 1766 yılında deprem meydana geldi. O tarihten bu yana 234 yıl geçti. Buradaki fayın hızı yılda yaklaşık 2 cm. Bunun anlamı burada yaklaşık 4,5 metrelik bir birikim var. Marmara'nın ortasında 1509'da bütün bölgeyi etkileyen bir deprem oldu. Onun öncesinde de depremler var. Fayın hızına, bütün bu son depremlere ve deprem göçüne baktığımızda bunlar bize belirli fıkirler veriyor. Fayın geçtiği yerlerde küçük depremlerle atladığı yer yok. Hep büyük depremlerle kırarak geçmiş"
Marmara'da belirsizlik
Öte yandan Marmara deniz dibinin ve fay hatlarının henüz detaylarıyla bilinmediğini anımsatan Prof. Barka, "Bilgi düzeyi arttıkça bu çalışmalar daha netleşecek. Bizim yaptığımız bu çalışmalarda iyi bir batimetri elde etmek. Bunun yapılması halinde fayların morfolojik olarakdeniz tabanından nereden geçtiğini yakalarsınız. Ondan sonra sismik profillerle fayı daha detaylı olarak ortaya çıkarırsınız. Henüz bu detay batimetriyi elde etmiş değiliz. Tüm çabamız buna yönelik. Şu an için Le Pichon'unki de dahil ohnak üzere Marmara depremi ile ilgili hiçbir hipotez kesinlik kazanmış değil. Bu çahşmalar sonucunda elde edilen sağlıklı bilgilerle Marmara depremi için üretilen hipotezler teke düşecek."
Akılcı yaklaşım
17 Ağustos depreminden bugüne kadarki sürenin boş tartışmalarla geçirildiğini anlatan Prof. Barka, İstanbul gibi depremden etkilenme riski yüksek olan bir metropolitan alan içinde uzıın dönemli planlar yapılması gerektiğini söyledi. Elimizde depreme dayanıksız kötü bir yapı stoku bulunduğu gerçeğinin herkesçe bilindiğini anımsatan Prof. Barka, şöyle devam etti: "Bu yapı stokunu en kısa zamanda yenilemek gerekiyor. Bunu herkes kendisi yapamaz. Burada devlet ön plana çıkar, kredi bulur önayak olur: Örneğin, bir plan dahilinde "senede 300 bin yapı stokunu yeniliyorum" der. Bunu 5 yıl yaptığınız zaman 1,5 milyon yapı stoku yapar. 5 ile çarparsanız 7,5 milyon nüfusun evini yenilemiş olursunuz. Bunun için Dünya Bankası vs çevrelerden kredi bulabilirsiniz. Ve bu krediyi yurttaşlara 20 sene vadeyle verebilirsiniz. Burada, "fay nerden geçiyor" tartışmasını bırakıp medyanın, devletin, bürokratlarm bu yöne konsantre ohnası lazım"
Erken uyarı tartışmalı
Prof. Barka, erken uyan sistemiyle ilgili olarak da şunlan söyledi: "Tamam bu yönde çalışmalar da yapılsın, belki haber de verilebilir. Ama bir de bu işin gerçeği var: 30 senedir Çin'de, Amerika'da, Japonya'da yapılan çalışmalarda belli çıkmazlar var. Önceden uyan olayı azami 20 saniyelik zamanla sınırlı. Bu da gazı kesmek vs için kullanılabitir, ama, insanları uyarmak açısından bir yaran yok. Ama diğer taraftan mühendislik olarak baktığımızda depreme dayanıklı bina nasıl yapılır onu biliyoruz. Oturup bilinmeyen bir konuda medet umacagımıza, bildiğimiz bir konuda en kısa zamanda mesafe almak daha akılcı değil mi?"
Cumhuriyet Gazetesi, 20.02.2000
Altı ay boşa geçirildi
İTÜ Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Barka, Marmara Denizi'nde sürdürülen hiçbir bilimsel çalışmanın sonucunun buradaki deprem riskini değiştirmeyeceğini belirtti. Marmara'daki deprem riskinin 2 kere 2'nin 4 etmesi kadar açık olduğunu söyleyen Prof. Barka, 17 Ağustos depreminden bu yana, 6 ayın boş tartışmalarla geçirildigini vurgulayarak, daha fazla zaman yitirilmeden yapı kalitesinin bozukluğu herkesçe bilinen Istanbul daki yapı stokunun yenilenmesi ve devletin, medyanın, bürokratlann dikkatlerinin bu konuya yoğunlaşması gerektigini kaydetti.
Kuzey Anadolu Fay Hattı'm en iyi bilen bilimadamlarından biri olan ve bu faya ilişkin çalışmalarını kesintisiz sürdüren Prof. Barka, 17 Ağustos depreıninden bu yana geçen süre içindeki gelişmeleri Cumhuriyet'e değerlendirdi.
Prof. Barka, 17 Ağustos depreminin ardından hız kazanan bilimsel çalışmaların sürdüğünü ve yıl sonuna kadar daha kesin verilerin elde edileceğini söyledi. Barka, depremin yarattıgı tahribat nedeniyle şimdi herkesin bu riski ciddiye aldığını ifade ederek önemli olanın bu cidiyeti korumak ve bu dersi pratiğe dönüştürmek olduğunu söyledi.
Marmara'nın deprem gerçeği
"Marmara Denizi'nin içinden ne çalışması yapılırsa yapılsın ve ne çıkarsa çıksın buradaki deprem riskini değiştirmeyecektir. Buradaki deprem riski "iki çarpı iki eşittir dört" kadar kesin. Bu deprem öncesinde de böyleydi ama, bu kadar net değildi" diye konuşan Prof. Barka, Marmara'nın deprem riskinin dayandığı bilimsel verileri şöyleaçıkladı: "Gayet basit.Marmara'nın ortasında en son 1766 yılında deprem meydana geldi. O tarihten bu yana 234 yıl geçti. Buradaki fayın hızı yılda yaklaşık 2 cm. Bunun anlamı burada yaklaşık 4,5 metrelik bir birikim var. Marmara'nın ortasında 1509'da bütün bölgeyi etkileyen bir deprem oldu. Onun öncesinde de depremler var. Fayın hızına, bütün bu son depremlere ve deprem göçüne baktığımızda bunlar bize belirli fıkirler veriyor. Fayın geçtiği yerlerde küçük depremlerle atladığı yer yok. Hep büyük depremlerle kırarak geçmiş"
Marmara'da belirsizlik
Öte yandan Marmara deniz dibinin ve fay hatlarının henüz detaylarıyla bilinmediğini anımsatan Prof. Barka, "Bilgi düzeyi arttıkça bu çalışmalar daha netleşecek. Bizim yaptığımız bu çalışmalarda iyi bir batimetri elde etmek. Bunun yapılması halinde fayların morfolojik olarakdeniz tabanından nereden geçtiğini yakalarsınız. Ondan sonra sismik profillerle fayı daha detaylı olarak ortaya çıkarırsınız. Henüz bu detay batimetriyi elde etmiş değiliz. Tüm çabamız buna yönelik. Şu an için Le Pichon'unki de dahil ohnak üzere Marmara depremi ile ilgili hiçbir hipotez kesinlik kazanmış değil. Bu çahşmalar sonucunda elde edilen sağlıklı bilgilerle Marmara depremi için üretilen hipotezler teke düşecek."
Akılcı yaklaşım
17 Ağustos depreminden bugüne kadarki sürenin boş tartışmalarla geçirildiğini anlatan Prof. Barka, İstanbul gibi depremden etkilenme riski yüksek olan bir metropolitan alan içinde uzıın dönemli planlar yapılması gerektiğini söyledi. Elimizde depreme dayanıksız kötü bir yapı stoku bulunduğu gerçeğinin herkesçe bilindiğini anımsatan Prof. Barka, şöyle devam etti: "Bu yapı stokunu en kısa zamanda yenilemek gerekiyor. Bunu herkes kendisi yapamaz. Burada devlet ön plana çıkar, kredi bulur önayak olur: Örneğin, bir plan dahilinde "senede 300 bin yapı stokunu yeniliyorum" der. Bunu 5 yıl yaptığınız zaman 1,5 milyon yapı stoku yapar. 5 ile çarparsanız 7,5 milyon nüfusun evini yenilemiş olursunuz. Bunun için Dünya Bankası vs çevrelerden kredi bulabilirsiniz. Ve bu krediyi yurttaşlara 20 sene vadeyle verebilirsiniz. Burada, "fay nerden geçiyor" tartışmasını bırakıp medyanın, devletin, bürokratlarm bu yöne konsantre ohnası lazım"
Erken uyarı tartışmalı
Prof. Barka, erken uyan sistemiyle ilgili olarak da şunlan söyledi: "Tamam bu yönde çalışmalar da yapılsın, belki haber de verilebilir. Ama bir de bu işin gerçeği var: 30 senedir Çin'de, Amerika'da, Japonya'da yapılan çalışmalarda belli çıkmazlar var. Önceden uyan olayı azami 20 saniyelik zamanla sınırlı. Bu da gazı kesmek vs için kullanılabitir, ama, insanları uyarmak açısından bir yaran yok. Ama diğer taraftan mühendislik olarak baktığımızda depreme dayanıklı bina nasıl yapılır onu biliyoruz. Oturup bilinmeyen bir konuda medet umacagımıza, bildiğimiz bir konuda en kısa zamanda mesafe almak daha akılcı değil mi?"
Büyük Marmara fayı: Niçin, nerede ve ne olabilir?
Büyük Marmara fayı: Niçin, nerede ve ne olabilir?
Cumhuriyet Bilim Teknik, 20.11.1999
Le Pichon ve arkadaşları İstanbul'u tehdit eden olası bir depremin, Marmara'yı tek parça halinde kıracağı şeklindeki varsayımlarını bu yazıda temellendiriyor ve deprem senaryosunun ve önlemlerinin buna göre hazırlanmasını diliyorlar.
Xavier Le Pichon, Chaîre de Géodynamique, College de France, Paris
Tuncay Taymaz, İTÜ Maden Fakültesi Jeofizik Bölümü, İstanbul
A. M. C. Şengör, İTÜ Maden Fakültesi, Jeoloji Bölümü, İstanbul
Giriş
Bu yazının amacı okuyucuya, 17 Ağustos 1999 Kocaeli depreminden sonra Kuzey Anadolu Fay sistemi boyunca daha batıda meydana gelecek büyük depremin boyu, yeri ve tabiatı hakkında fikir edinmek maksadıyla İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji ve Jeofizik bölümlerinde , Collège de France'da ve Türkiye Jeolojik ve Jeofizik Deniz Araştırmaları çerçevesinde yapılan çalışmaların bazı sonuçlarını sunmaktan ibarettir. Bu sonuçların İstanbul şehrinin ve genelde Tekirdağ'dan Gebze'ye kadar olan kuzey Marmara sahil şeridinde bulunan yerleşmeler, sanayi tesisleri ve yol, muhtelif boru hatları ve enerji iletim hatları için hayati önemi vardır. Onun için bu bölgelerde yaşayan veya mal sahibi olanları bilgilendirmeği çalışmaların bu ilk safhasında dahî görevimiz addetmekteyiz. Bu aynı zamanda son günlerde gazetelerde çıkan "iki Marmara senaryosu" gibi haberlerin halkta ve muhtemelen bazı yöneticilerde yarattığı kararsızlığın ortadan kaldırılmasına da katkıda bulunacaktır.
Burada sunulan sonuçlar deprem büyüklüğü ve deprem momenti kavramlarının açıklıkla anlaşılmasını gerekli kılmaktadır. Aralarında bu dergide yayın yapmış bazı meslektaşlarımız da bulunan halkımızın ekseriyetine bu kavramlar yabancıdır. Bunların anlaşılamaması medyada yanıltıcı ve dolayısıyla halkın emniyeti açısından zararlı bazı spekülâsyonlara neden olmuştur. Tektonik (yani jeolojinin dünya kabuğunun mimarisi ve bunun gelişmesiyle uğraşan dalı) ve sismoloji (deprembilim) uzmanı olmayan ve bu konularda bilgisiz oldukları görülen akademik unvan sahibi kişilerce yapılan bu spekülâsyonlar Marmara Denizi'nin tabanının yapısının anlaşılmasında karışıklık yaratmakta, bilhassa kavranması zaten son derece güç olan yapısal jeolojik problemlerin halk ve idareciler tarafından hiç anlaşılamamasına neden olmaktadır. Bu nedenle aşağıda önce şiddet, magnitüd (=büyüklük) ve moment kavramlarını açıklayacağız.
Şiddet, magnitüd ve moment kavramları
Depremler üzerine gözlem yapan bir bilimcinin ilk yapması gereken şeylerden biri yerin nasıl sarsıldığını tespit etmektir ki bunun ardından "nasıl bir nedenle?" sorusu sorulabilsin. Bunun en ilkel yollarından biri "çok mu sarsıldı, az mı sarsıldı?" sorusuna cevap vermektir. İlk defa İtalya'da Domenico Pignataro 1783 yılında beş kademeli bir sallanı şiddeti ölçeği geliştirmiş, bunu hafif, mutedil, güçlü, çok güçlü ve âfet olarak ayırarak Calabria'da 1783-1786 yılları arasında olan deprem serisini buna göre sınıflamıştır. 1828'de Hollanda'da P. N. C. Egen bu ölçeği altı basamağa çıkarmıştır. Sismolojinin kurucularından Kont Montessus de Ballore klasik sismoloji kitabında bu tür ölçeklerin tarihini detaylı olarak anlatmış ve Cancani tarafından yapılan ölçek karşılaştırmasını ve buradan türeyen "mutlak ölçeği" anlatmıştır (1) .
Bir sonraki adım eşit şiddette sarsılan bölgeleri belirlemek olmuştur ki bu ilk defa Ren Nehri boyunda 29 Temmuz 1846'da meydana gelen deprem için Johann Noggerath tarafından 1847 yılında yapılmıştır. Şekil 1'de verilen harita Noggerath'ın haritasının baştan çizilmiş şeklidir. Burada Coblenz ve St. Goar civarından en şiddetli sarsılma rapor edilmiş, daha dıştaki bölgeler daha az sarsılmıştır 2 . Değişik şiddette sarsılan bölgeleri ayıran çizgilere isoseist (=eşit sarsılma) çizgileri denir. Kont Montessus de Ballore , yer içinde depremin oluşma noktasına odak , veya derin merkez (hiposantr) bunun yeryüzündeki düşey izdüşümüne de üst merkez (episantr) demiştir. En şiddetli sarsılan bölge episantrı içerir, ama bunu öznel gözlemlere dayanarak tespit edebildiğimiz için her zaman gözlenen episantr ile gerçek episantr çakışmaz. Mesela, 17 Ağustos depreminin en şiddetli vurduğu yer Gölcük'tü, ama gerçek episantr muhtemelen bunun doğusundaydı.
Yer sarsıntısının şiddetinin tespiti bir yerde de bir depremin bir diğer depreme nazaran büyüklüğünün de bir göstergesi olarak kullanılmağa başlandı. Tabiî muhtelif insan yapısı binaların yamulmasını kıstas alan bu yöntemin yapıdan yapıya değişen özellikler nedeniyle önemli bir zayıflığı vardır. Fakat hemen hemen 100 küsur yıl boyunca yer sarsıntısı şiddeti depremin de büyüklüğü hakkında fikir edinmek için tek yol olarak kaldı. Tablo I günümüzde bilhassa deprem
mühendisleri tarafından hasarın dağılımı hakkında fikir edinmek için kullanılan ve Giuseppe Mercalli tarafından İtalya'da ondokuzuncu yüzyıl sonuna doğru geliştirilerek Alman Sieberg ve diğerleri tarafından zamanın inşaat tekniğine göre yirminci yüzyıl içinde tâdil edilen ölçektir.
Şiddet ölçeklerinin en faydalı yanlarından biri de aletli deprembilimin gelişmesinden önce meydana gelmiş depremlerin incelenmesindeki yararlarıdır. Örneğin, 1680 yılında güney İspanya'da Malaga'da meydana gelen deprem, gözlemcilerin raporlarından derlenen bilginin arazinin fay haritasıyla birleştirilmesi sonucu hem episantrın yeri, hem hiposantrın derinliği (50 km), hem de olasılı büyüklük aralığı (M 6,4-7,1) tahmin edilebilmiştir. Bu tür çalışmaların en güzel
örneklerini Prof. Nicholas N. Ambraseys'in Ortadoğu tarihsel depremleri üzerine ülkemizi de içeren çalışmaları verir. Türkiye'nin genç tektoniğini ve hele depremselliğini anlamak isteyen herkes bu tür tarihsel depremsellik çalışmalarının yöntem ve sonuçlarını öğrenmek zorundadır. Marmara Denizi'nin tektoniği hakkında 17 Ağustos'tan sonra dile getirilen ve yayımlanan pek çok fahiş hatanın altında tarihsel depremselliğin nasıl değerlendirileceğinin bilinememesi, bu işin
her önüne gelen eğitimsiz kişice de yapılabileceği kanısı yatmaktadır .
Nesnel bir deprem büyüklük ölçeğinin geliştirilebilmesi, depremi insan gözleminden bağımsız kaydedebilecek depremölçerlerin (sismograf) gelişmesine bağlıydı. İlk kullanılabilir sismograflar ondokuzuncu yüzyılın son çeyreği içinde Filippo Cecchi , James Ewing ve Thomas Gray gibi sismologlarca geliştirildi. Bunlar yerin sarsıntısını objektif olarak ölçebiliyorlardı. Bu aletlerin gösterdiği, daha önceki şiddet dağılımı çalışmalarından elde edilen sonuçların aynısıydı. Yani depremin odağından uzaklaştıkça yerin sarsılma şiddeti azalıyordu (Şekil 2) . Bu şiddet, Şekil2'de görüldüğü gibi sismograflarca dalga genliği olarak kaydediliyordu. Tabiî ki bu genliğin değişmesine neden olan sırf uzaklık değildi. Deprem merkezinden yayılan enerjinin miktarı ve sismografın büyütme oranı d etkiliydi. Ancak 30'lu yıllarda Kaliforniya'da kurulmuş olan sismograf ağı birbrinin tıpkısı olan sismograflardan oluşuyordu. Bu büyütme sorununu ortadan
kaldırıyordu. California Institute of Technology sismologlarından Charles Richter bu avantajı kullanarak yalnızca uzaklığın genlik üzerindeki etkisini incelemeğe koyuldu.
Richter'in bu soruna yaklaşımı, ordinatı genlik, absisi uzaklık olan grafikler çizmek oldu (Şekil 3). Richter amplitüdün uzaklıkla azaldığını biliyordu, ama kendisini hayrete düşüren, değişik büyüklükteki iki depremde bu azalmanın benzer olmasıydı (Şekil 3) . Bir diğer ifade ile, amplitüd azalmasını temsil eden eğrilerin hepsi birbirine Şekil 3'de görüldüğü gibi kabaca paraleldi. Demek ki herhangi iki depremin amplitüd farkı uzaklıktan bağımsızdı, çünkü iki amplitüdün birbirine
oranı hep sabit olacaktı. Şimdi iş meydana gelen depremlerin amplitüdlerinin kendisiyle karşılaştırılacağı bir sıfır düzeyi (yani başvuru standardı) bulmağa kalıyordu. Richter bunu elindeki sismografların hassasiyetine göre yaptı ve 100 km'lik bir uzaklık için 1 mm'nin binde biri büyüklüğünde bir genliği sıfır düzeyi kabul etti. Bunu yaparken Richter'in amacı öyle bir sıfır düzeyi seçmekti ki, olacak her depremin büyüklüğü pozitif çıksın. Ancak geçen zaman içinde sismograflar o denli hassaslaştılar ki, negatif büyüklükler de artık elde edilebiliyor. Örneğin, bir sismograf alıcısının yayında bir balyoz vuran bir insan - 4 büyüklüğünde bir deprem üretebilir.
Richter geliştirdiği ölçeğe astronomide kullanılan yıldız parlaklık ölçeğinde kullanılan büyüklük (=magnitude, ki bu dilimize artık manyitüd olarak da geçmiştir) terimini taktı. Kaliforniya'daki depremlerin büyüklüklerini ölçmek için kullandığı amplitüd S dalgalarının (yani makaslama dalgalarının) kaydıydı. Buna mahalli büyüklük (=local magnitude: M L denir). Ancak yüzey dalgalarının S dalgalarından çok daha fazla enerji taşıdıklarının anlaşılması ve deprem büyüklüğünün aynı zamanda üretilen enerjinin de bir yansıması olmasının arzu edilmesi neticesinde Charles Richter ve büyük Alman sismologu Beno Gutenberg tarafından yüzey dalgalarını kullanarak Ms (=surface wave magnitude) denilen yeni bir büyüklük geliştirildi.
Odakları yüzlerce kilometre derinde olan derin depremler büyüklük tespitinde yeni bir sorunu ortaya çıkardı. Bunlar sığ şoklar gibi aynı periyodda ve yüksek genlikli yüzey dalgaları üretmiyorlardı. Onun için odak derinliğinden etkilenmeyen P (veya basınç) dalgalarını kullanan yeni bir büyüklük daha türetildi. Kütle dalgalarını kullandığı için buna Mb adı verildi (body-wave magnitude) .
Büyüklük, değişik dalgaların ortalaması alınarak hesaplandığı için, değişik istasyonlardan elde edilen bir ortalamadır. İstasyonlar ne kadar fazla olursa, büyüklük hesabı o denli güvenilir olur, zira sismograf üzerinde kaydedilen amplitüdler dalganın yayılma yönüne, yol boyunca karşılaşılan fiziki şartlara ve her kayıt istasyonundaki zemin şartlarına bağlıdır. Bu nedenlerden ötürü yerleri ve enstrümanları değişik olan değişik gruplar tarafından büyüklük hesapları da değişiklik
gösterebilir. Bu nedenle gerek 17 Ağustos depreminde, gerekse de 12 Kasım depreminde Kandilli grubuna medya tarafından rastgele yöneltilen eleştiriler yalnızca medya mensuplarının cehaletinden kaynaklanmaktadır.
Çok büyük depremlerin (Ms>=7,3 ve üstü) yüzey dalgaları yoluyla büyüklüklerinin hesaplanmasında sorun çıkmaktadır, zira büyük fay kırılmalarında hareket eden kayaç kütlelerinin ürettikleri enerji yüzey dalgaları hesabına girmez. Bu sorunu bertaraf etmek için tüm depremlerin büyüklüklerini hesap edebilecek bir yöntem geliştirilmiştir ki buna da moment büyüklüğü (Mw) denir. Bu büyüklük ve bilhassa moment kavramı Marmara Denizi altında bulunabilecek olasılı bir
fayın boyutlarının tarihsel depremsellik verilerinden hareketle tahmin edilmesi açısından bizler için büyük önemi haizdir.
Sismik moment, deprem üreten kaynağın büyüklüğünün bir ölçüsüdür ve şu şekilde tanımlanır: Mo=mAu
Burada m kayaçların makaslama gerilmesine gösterdikleri direnç, A fay düzeyinin kırılan (yani kayan) kesimi, u da fay boyunca meydana gelen ortalama ötelenme, yani kaymadır. Burada çok önemli bir husus, u ile fay uzunluğu arasında bir ilişki olmasıdır. u ne kadar çoksa, fay da o denli uzun olmalıdır. Gözlemler göstermiştir ki, büyüklüğü 7'nin üzerinde olan depremler 100 kilometreden daha uzun fay parçalarını kırmaktadırlar. Şimdi, Mw=8 olan bir depremin ne
büyüklükte bir alanı kırması gerektiğini düşünün.
Momentten hareketle moment büyüklük şu formülle hesaplanır: Mw=2/3log 10 Mo-6,0
Mw de sismik momentten hesaplanan enerji kullanılarak hesaplanan bir büyüklük türüdür ki kuşkusuz en "gerçekçi" büyüklük budur. Ancak bunun da momente bağlı olması gözlemsel olarak en nesnel büyüklüğün Mw olduğunu göstermeketir. Büyük büyüklüklerde Mw ile Ms arasında önemli farklar görülür. Örneğin 1960 Şili depremi Ms olarak 8,3 iken Mw 9,5'tu. Şekil 4 , Mw ile diğer M ölçeklerinin karşılaştırılmasını sunmaktadır.Şekil 5'de de muhtelif doğal ve
insan yapısı olayların açığa çıkarttıkları enerji ve bunun moment büyüklük açısından ifadesi görülmektedir. Bu grafik okuyucuya büyük depremin ürettiği enerjinin büyüklüğü hakkında bir fikir verebilir.
Marmara fayı
Şekil 6, Aykut Barka ve arkadaşlarının çeşitli yerlerde yayımladıkları Marmara tabanı fay geometrisini göstermektedir. Armutlu yarımadası batısındaki fayların hiçbirisi 100 km uzunlukta değildir. Yani bunların hiçbirisi 7'nin üzerinde deprem üretemez. Halbuki 10 Eylül 1509'da meydana gelen ve Küçük Kıyametadı verilen büyük deprem büyük bir olasılıkla Mw>=8'di. Bizi bu kanıya götüren gözlemler şunlardır (3) :
1. İstanbul'da 1000 ev yıkılmış, 5000 can kaybı olmuştur. Şehri kuşatan duvarlarda büyük hasar olmuş, 49 kule yıkılmıştır. Eğrikapı ile Yedikule arasındaki tüm duvarlar, Edirnekapı ve Silivri Kapısı yıkılmıştır. Deniz surlarında İshak Paşa Kapısına kadar büyük hasar olmuş, Topkapı Sarayı tarafında Dilsiz Kapısı ile Kayıklar Kapısı arası çökmüştür. Galata Kulesi parçalanmış, Galata'nın müdafaa duvarları yıkılmıştır. Ayasofya'nın bir minaresi yıkılmış, Fatih Camiinde çok
daha ciddi hasar olmuştur. Hem İstanbul tarafında hem de Beyoğlu'nda yer yarılarak kum fışkırmış, sahil yer yer büyük derinliklere kadar çökmüştür. 109 cami hasar görmüştür. Anadolu Hisarı ve Anadolu Kavağındaki Yoros kalesi zarar görmüştür. Kızkulesi feci şekilde yıkılmış, Haliç boyunda Fener duvarları ciddi tamire ihtiyaç göstermiştir.
2. İstanbul dışında Çekmece köprüleri zarar görmüş, Silivri kalesi yıkılmıştır. Çorlu'da halk o derece korkmuştur ki iki ay evlerine girememiştir.
3. Dimetoka'da bulunan saray zarar görmüş, şehirde başka zarar da olmuştur.
4. Gelibolu'da zarar görmeyen tek bir ev kalmamıştır.
5. Bursa'dan zarar rapor edilmiştir.
6. İznik tahrip olmuştur.
7. İzmit'te tüm camiler ve kaleler tamamen tahrip olmuştur. Bu şehirde başka zarar da vardır. Gebze'de 300 süvari depremde telef olmuştur.
8. Bolu'da kuleler ve minareler çökmüştür.
9. Deprem Kahire'de, Kırım'da, Yunanistan'da ve Besarabya'da hissedilmiştir.
Bu korkunç deprem son beş yüzyılda tüm Doğu Akdeniz bölgesinden bilinen en büyük afettir. Hiç kuşkusuz Gelibolu'dan Bolu'ya kadar olan bir alandaki Kuzey Anadolu Fayı'nı -tek bir fay halinde olmasa bile- tek parça olarak kırmıştır. Bir başka deyişle hareket eden fayların birbirlerine bağlanarak tek bir moment üretebilecek kadar sürekli geometrileri olduğunu varsaymak zorundayız. Tablo-I'de verilen değiştirilmiş Mercalli ölçeğini bir kılavuz olarak alırsak bu
depremin moment büyüklüğünün 8 veya üzerinde olması gerektiği kanısına varırız. Okay ve diğerlerinin 4 depremin burada sayılan tesirlerini Marmara dışında bir odağa bağlamak istemeleri eldeki bilgilerle çelişmektedir. Ambraseys ve Finkel'in de tahmin ettikleri gbi bu depremin olasılı odak noktası İstanbul'un 10-20 km güneyinde olmalıdır.
Ancak o noktada bu denli büyük bir depremi yapacak uzunlukta bir fay eldeki haritalarda görünmemektedir.Şekil 7'de görülen haritadaki tek ve uzun fay işte bu tutarsızlığı çözümlemek için Xavier Le Pichon tarafından ortaya atılan tek ve uzun bir fay fikrinin Le Pichon, Şengör ve Taymaz tarafından geliştirilmiş şeklidir (Yayın Le Pichon ve diğerleri tarafından hazırlık aşamasındadır). Fikrin geliştirilmesi esnasında MTA Sismik-1 gemisi tarafından Türkiye Ulusal Jeoloji
ve Jeofizik Deniz Araştırmaları çerçevesinde toplanmış veriler kullanılmıştır. Bu fikir şimdi, başkanlığını Naci Görür'ün yaptığı yeni bir proje çerçevesinde gene Sismik-1'in toplayacağı verilerle kontrol edilmektedir. Ayrıca Naci Görür, Xavier Le Pichon, A. M. C. Şengör ve Tuncay Taymaz'ın oluşturduğu ve başvurusu yapılmış bir başka proje Fransız finans desteği beklemektedir.
Sonuç
Büyüklük-Moment-Fay Uzunluğu ilişkilerinden hareketle, Marmara Denizi'nin altında, mevcut hiçbir haritada görülmeyen kabaca doğu-batı uzanımlı ve kuzeye doğru hafifçe konveks büyük bir fayın uzandığı tahmin edilmektedir. İlk veriler bu yorumu destekler niteliktedir. Yorum doğru ise büyük bir afet olan 10 Eylül 1509 depreminin izahı kolaylaşmaktdır. Bu yorum ayrıca İstanbul'u bekleyen büyük depremin bazılarınca ifade edildiği atımın gibi birkaç faya dağılarak küçük
depremlere bölüneceği tezinin doğru olamayacağını göstermektedir.
Tersine tek, uzun bir fay burada 1509'da ve 1766'da olduğu gibi gene 7'den büyük bir deprem yaratabilecektir. Kanımız Erdik'in modeline temel alınan 7,4 büyüklüğün fazla iyimser bir tahmin olduğu istikametindedir. İstanbul'u vuracak depremin senaryoları 8 büyüklüğü hedeflerlerse en emniyetli sınırlar içinde çalışılmış olacaktır.
Teşekkür
Yazarlar Türkiye Jeoloji ve Jeofizik Deniz Araştırmaları Genel Koordinatörü Prof. Dr. Naci Görür'e kendilerine tüm veri kaynaklarını - bazı meslektaşlarımızın anlaşılması çok güç bir tavır içinde karşı koymasına rağmen- açtığı için müteşekkirdirler. Prof. Görür'ün cansiperane çalışması olmasaydı ne bu veriler toplanabilir, ne işlenebilir, ne de biz onlara ulaşabilirdik.
1) Montessus de Ballore, [F. J. B. M. B.] (Kont) , 1907, La Science Séismologique¯Les Tremblements de Terre : Armand Colin, Paris, özellikle ss. 45-62 ve
orada verilen referanslar.
2) Brumbaugh, D. S. , 1999, Earthquakes¯Science and Society : Prentice Hall, New Jersey, ss. 18-19.
3) Ambraseys, N. N. ve Melville, C. P. , 1982, A History of Persian Earthquakes : Cambridge University Press, Cambridge, xvii+219 ss; Ambraseys, N. N. and Finkel, C. F. , 1987, Seismicity of Turkey and neighbouring regions, 1899-1915: Annales Geophysicae , c. 5B, ss. 701-726; Ambraseys, N. N., Melville, C. P. ve R. D. Adams , 1994, The Seismicity of Egypt, Arabia and the Red Sea¯A Historical Review : Cambridge University Press, Cambridge, xix+181 ss;
Ambraseys, N. N. and Finkel, C. F. , 1995, The Seismicity of Turkey and Adjacent Areas: A Historical Review, 1500-1800 : Eren, İstanbul, 240 ss; bilhassa Milne konferansının genişletilmiş metni olan şu çok öğretici esere bkz. Ambraseys, N. N. , 1988, Engineeering seismology: Earthquake Engineering and
Structural Dynamics , c. 17, ss. 1-105
4) Ambraseys ve Finkel , 1995, a.g.e., ss. 37 ve sonrası
5) Okay A. Görür N, Emirbaş, E, Boztepe- Güney, A. Kaşlılar-Özcan, A., Okay. N ve Kuçcu, i. 1999, Marmara Denizi'nde birden fazla aktif fay var: Cumhuriyet Bilim Teknik, sayı 653(25 Eylül 1999) ss. 14-16
6) TÜBİTAK Bilim ve Teknik , sayı 382 (eylül 1999), katlanır ekte.
Cumhuriyet Bilim Teknik, 20.11.1999
Le Pichon ve arkadaşları İstanbul'u tehdit eden olası bir depremin, Marmara'yı tek parça halinde kıracağı şeklindeki varsayımlarını bu yazıda temellendiriyor ve deprem senaryosunun ve önlemlerinin buna göre hazırlanmasını diliyorlar.
Xavier Le Pichon, Chaîre de Géodynamique, College de France, Paris
Tuncay Taymaz, İTÜ Maden Fakültesi Jeofizik Bölümü, İstanbul
A. M. C. Şengör, İTÜ Maden Fakültesi, Jeoloji Bölümü, İstanbul
Giriş
Bu yazının amacı okuyucuya, 17 Ağustos 1999 Kocaeli depreminden sonra Kuzey Anadolu Fay sistemi boyunca daha batıda meydana gelecek büyük depremin boyu, yeri ve tabiatı hakkında fikir edinmek maksadıyla İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji ve Jeofizik bölümlerinde , Collège de France'da ve Türkiye Jeolojik ve Jeofizik Deniz Araştırmaları çerçevesinde yapılan çalışmaların bazı sonuçlarını sunmaktan ibarettir. Bu sonuçların İstanbul şehrinin ve genelde Tekirdağ'dan Gebze'ye kadar olan kuzey Marmara sahil şeridinde bulunan yerleşmeler, sanayi tesisleri ve yol, muhtelif boru hatları ve enerji iletim hatları için hayati önemi vardır. Onun için bu bölgelerde yaşayan veya mal sahibi olanları bilgilendirmeği çalışmaların bu ilk safhasında dahî görevimiz addetmekteyiz. Bu aynı zamanda son günlerde gazetelerde çıkan "iki Marmara senaryosu" gibi haberlerin halkta ve muhtemelen bazı yöneticilerde yarattığı kararsızlığın ortadan kaldırılmasına da katkıda bulunacaktır.
Burada sunulan sonuçlar deprem büyüklüğü ve deprem momenti kavramlarının açıklıkla anlaşılmasını gerekli kılmaktadır. Aralarında bu dergide yayın yapmış bazı meslektaşlarımız da bulunan halkımızın ekseriyetine bu kavramlar yabancıdır. Bunların anlaşılamaması medyada yanıltıcı ve dolayısıyla halkın emniyeti açısından zararlı bazı spekülâsyonlara neden olmuştur. Tektonik (yani jeolojinin dünya kabuğunun mimarisi ve bunun gelişmesiyle uğraşan dalı) ve sismoloji (deprembilim) uzmanı olmayan ve bu konularda bilgisiz oldukları görülen akademik unvan sahibi kişilerce yapılan bu spekülâsyonlar Marmara Denizi'nin tabanının yapısının anlaşılmasında karışıklık yaratmakta, bilhassa kavranması zaten son derece güç olan yapısal jeolojik problemlerin halk ve idareciler tarafından hiç anlaşılamamasına neden olmaktadır. Bu nedenle aşağıda önce şiddet, magnitüd (=büyüklük) ve moment kavramlarını açıklayacağız.
Şiddet, magnitüd ve moment kavramları
Depremler üzerine gözlem yapan bir bilimcinin ilk yapması gereken şeylerden biri yerin nasıl sarsıldığını tespit etmektir ki bunun ardından "nasıl bir nedenle?" sorusu sorulabilsin. Bunun en ilkel yollarından biri "çok mu sarsıldı, az mı sarsıldı?" sorusuna cevap vermektir. İlk defa İtalya'da Domenico Pignataro 1783 yılında beş kademeli bir sallanı şiddeti ölçeği geliştirmiş, bunu hafif, mutedil, güçlü, çok güçlü ve âfet olarak ayırarak Calabria'da 1783-1786 yılları arasında olan deprem serisini buna göre sınıflamıştır. 1828'de Hollanda'da P. N. C. Egen bu ölçeği altı basamağa çıkarmıştır. Sismolojinin kurucularından Kont Montessus de Ballore klasik sismoloji kitabında bu tür ölçeklerin tarihini detaylı olarak anlatmış ve Cancani tarafından yapılan ölçek karşılaştırmasını ve buradan türeyen "mutlak ölçeği" anlatmıştır (1) .
Bir sonraki adım eşit şiddette sarsılan bölgeleri belirlemek olmuştur ki bu ilk defa Ren Nehri boyunda 29 Temmuz 1846'da meydana gelen deprem için Johann Noggerath tarafından 1847 yılında yapılmıştır. Şekil 1'de verilen harita Noggerath'ın haritasının baştan çizilmiş şeklidir. Burada Coblenz ve St. Goar civarından en şiddetli sarsılma rapor edilmiş, daha dıştaki bölgeler daha az sarsılmıştır 2 . Değişik şiddette sarsılan bölgeleri ayıran çizgilere isoseist (=eşit sarsılma) çizgileri denir. Kont Montessus de Ballore , yer içinde depremin oluşma noktasına odak , veya derin merkez (hiposantr) bunun yeryüzündeki düşey izdüşümüne de üst merkez (episantr) demiştir. En şiddetli sarsılan bölge episantrı içerir, ama bunu öznel gözlemlere dayanarak tespit edebildiğimiz için her zaman gözlenen episantr ile gerçek episantr çakışmaz. Mesela, 17 Ağustos depreminin en şiddetli vurduğu yer Gölcük'tü, ama gerçek episantr muhtemelen bunun doğusundaydı.
Yer sarsıntısının şiddetinin tespiti bir yerde de bir depremin bir diğer depreme nazaran büyüklüğünün de bir göstergesi olarak kullanılmağa başlandı. Tabiî muhtelif insan yapısı binaların yamulmasını kıstas alan bu yöntemin yapıdan yapıya değişen özellikler nedeniyle önemli bir zayıflığı vardır. Fakat hemen hemen 100 küsur yıl boyunca yer sarsıntısı şiddeti depremin de büyüklüğü hakkında fikir edinmek için tek yol olarak kaldı. Tablo I günümüzde bilhassa deprem
mühendisleri tarafından hasarın dağılımı hakkında fikir edinmek için kullanılan ve Giuseppe Mercalli tarafından İtalya'da ondokuzuncu yüzyıl sonuna doğru geliştirilerek Alman Sieberg ve diğerleri tarafından zamanın inşaat tekniğine göre yirminci yüzyıl içinde tâdil edilen ölçektir.
Şiddet ölçeklerinin en faydalı yanlarından biri de aletli deprembilimin gelişmesinden önce meydana gelmiş depremlerin incelenmesindeki yararlarıdır. Örneğin, 1680 yılında güney İspanya'da Malaga'da meydana gelen deprem, gözlemcilerin raporlarından derlenen bilginin arazinin fay haritasıyla birleştirilmesi sonucu hem episantrın yeri, hem hiposantrın derinliği (50 km), hem de olasılı büyüklük aralığı (M 6,4-7,1) tahmin edilebilmiştir. Bu tür çalışmaların en güzel
örneklerini Prof. Nicholas N. Ambraseys'in Ortadoğu tarihsel depremleri üzerine ülkemizi de içeren çalışmaları verir. Türkiye'nin genç tektoniğini ve hele depremselliğini anlamak isteyen herkes bu tür tarihsel depremsellik çalışmalarının yöntem ve sonuçlarını öğrenmek zorundadır. Marmara Denizi'nin tektoniği hakkında 17 Ağustos'tan sonra dile getirilen ve yayımlanan pek çok fahiş hatanın altında tarihsel depremselliğin nasıl değerlendirileceğinin bilinememesi, bu işin
her önüne gelen eğitimsiz kişice de yapılabileceği kanısı yatmaktadır .
Nesnel bir deprem büyüklük ölçeğinin geliştirilebilmesi, depremi insan gözleminden bağımsız kaydedebilecek depremölçerlerin (sismograf) gelişmesine bağlıydı. İlk kullanılabilir sismograflar ondokuzuncu yüzyılın son çeyreği içinde Filippo Cecchi , James Ewing ve Thomas Gray gibi sismologlarca geliştirildi. Bunlar yerin sarsıntısını objektif olarak ölçebiliyorlardı. Bu aletlerin gösterdiği, daha önceki şiddet dağılımı çalışmalarından elde edilen sonuçların aynısıydı. Yani depremin odağından uzaklaştıkça yerin sarsılma şiddeti azalıyordu (Şekil 2) . Bu şiddet, Şekil2'de görüldüğü gibi sismograflarca dalga genliği olarak kaydediliyordu. Tabiî ki bu genliğin değişmesine neden olan sırf uzaklık değildi. Deprem merkezinden yayılan enerjinin miktarı ve sismografın büyütme oranı d etkiliydi. Ancak 30'lu yıllarda Kaliforniya'da kurulmuş olan sismograf ağı birbrinin tıpkısı olan sismograflardan oluşuyordu. Bu büyütme sorununu ortadan
kaldırıyordu. California Institute of Technology sismologlarından Charles Richter bu avantajı kullanarak yalnızca uzaklığın genlik üzerindeki etkisini incelemeğe koyuldu.
Richter'in bu soruna yaklaşımı, ordinatı genlik, absisi uzaklık olan grafikler çizmek oldu (Şekil 3). Richter amplitüdün uzaklıkla azaldığını biliyordu, ama kendisini hayrete düşüren, değişik büyüklükteki iki depremde bu azalmanın benzer olmasıydı (Şekil 3) . Bir diğer ifade ile, amplitüd azalmasını temsil eden eğrilerin hepsi birbirine Şekil 3'de görüldüğü gibi kabaca paraleldi. Demek ki herhangi iki depremin amplitüd farkı uzaklıktan bağımsızdı, çünkü iki amplitüdün birbirine
oranı hep sabit olacaktı. Şimdi iş meydana gelen depremlerin amplitüdlerinin kendisiyle karşılaştırılacağı bir sıfır düzeyi (yani başvuru standardı) bulmağa kalıyordu. Richter bunu elindeki sismografların hassasiyetine göre yaptı ve 100 km'lik bir uzaklık için 1 mm'nin binde biri büyüklüğünde bir genliği sıfır düzeyi kabul etti. Bunu yaparken Richter'in amacı öyle bir sıfır düzeyi seçmekti ki, olacak her depremin büyüklüğü pozitif çıksın. Ancak geçen zaman içinde sismograflar o denli hassaslaştılar ki, negatif büyüklükler de artık elde edilebiliyor. Örneğin, bir sismograf alıcısının yayında bir balyoz vuran bir insan - 4 büyüklüğünde bir deprem üretebilir.
Richter geliştirdiği ölçeğe astronomide kullanılan yıldız parlaklık ölçeğinde kullanılan büyüklük (=magnitude, ki bu dilimize artık manyitüd olarak da geçmiştir) terimini taktı. Kaliforniya'daki depremlerin büyüklüklerini ölçmek için kullandığı amplitüd S dalgalarının (yani makaslama dalgalarının) kaydıydı. Buna mahalli büyüklük (=local magnitude: M L denir). Ancak yüzey dalgalarının S dalgalarından çok daha fazla enerji taşıdıklarının anlaşılması ve deprem büyüklüğünün aynı zamanda üretilen enerjinin de bir yansıması olmasının arzu edilmesi neticesinde Charles Richter ve büyük Alman sismologu Beno Gutenberg tarafından yüzey dalgalarını kullanarak Ms (=surface wave magnitude) denilen yeni bir büyüklük geliştirildi.
Odakları yüzlerce kilometre derinde olan derin depremler büyüklük tespitinde yeni bir sorunu ortaya çıkardı. Bunlar sığ şoklar gibi aynı periyodda ve yüksek genlikli yüzey dalgaları üretmiyorlardı. Onun için odak derinliğinden etkilenmeyen P (veya basınç) dalgalarını kullanan yeni bir büyüklük daha türetildi. Kütle dalgalarını kullandığı için buna Mb adı verildi (body-wave magnitude) .
Büyüklük, değişik dalgaların ortalaması alınarak hesaplandığı için, değişik istasyonlardan elde edilen bir ortalamadır. İstasyonlar ne kadar fazla olursa, büyüklük hesabı o denli güvenilir olur, zira sismograf üzerinde kaydedilen amplitüdler dalganın yayılma yönüne, yol boyunca karşılaşılan fiziki şartlara ve her kayıt istasyonundaki zemin şartlarına bağlıdır. Bu nedenlerden ötürü yerleri ve enstrümanları değişik olan değişik gruplar tarafından büyüklük hesapları da değişiklik
gösterebilir. Bu nedenle gerek 17 Ağustos depreminde, gerekse de 12 Kasım depreminde Kandilli grubuna medya tarafından rastgele yöneltilen eleştiriler yalnızca medya mensuplarının cehaletinden kaynaklanmaktadır.
Çok büyük depremlerin (Ms>=7,3 ve üstü) yüzey dalgaları yoluyla büyüklüklerinin hesaplanmasında sorun çıkmaktadır, zira büyük fay kırılmalarında hareket eden kayaç kütlelerinin ürettikleri enerji yüzey dalgaları hesabına girmez. Bu sorunu bertaraf etmek için tüm depremlerin büyüklüklerini hesap edebilecek bir yöntem geliştirilmiştir ki buna da moment büyüklüğü (Mw) denir. Bu büyüklük ve bilhassa moment kavramı Marmara Denizi altında bulunabilecek olasılı bir
fayın boyutlarının tarihsel depremsellik verilerinden hareketle tahmin edilmesi açısından bizler için büyük önemi haizdir.
Sismik moment, deprem üreten kaynağın büyüklüğünün bir ölçüsüdür ve şu şekilde tanımlanır: Mo=mAu
Burada m kayaçların makaslama gerilmesine gösterdikleri direnç, A fay düzeyinin kırılan (yani kayan) kesimi, u da fay boyunca meydana gelen ortalama ötelenme, yani kaymadır. Burada çok önemli bir husus, u ile fay uzunluğu arasında bir ilişki olmasıdır. u ne kadar çoksa, fay da o denli uzun olmalıdır. Gözlemler göstermiştir ki, büyüklüğü 7'nin üzerinde olan depremler 100 kilometreden daha uzun fay parçalarını kırmaktadırlar. Şimdi, Mw=8 olan bir depremin ne
büyüklükte bir alanı kırması gerektiğini düşünün.
Momentten hareketle moment büyüklük şu formülle hesaplanır: Mw=2/3log 10 Mo-6,0
Mw de sismik momentten hesaplanan enerji kullanılarak hesaplanan bir büyüklük türüdür ki kuşkusuz en "gerçekçi" büyüklük budur. Ancak bunun da momente bağlı olması gözlemsel olarak en nesnel büyüklüğün Mw olduğunu göstermeketir. Büyük büyüklüklerde Mw ile Ms arasında önemli farklar görülür. Örneğin 1960 Şili depremi Ms olarak 8,3 iken Mw 9,5'tu. Şekil 4 , Mw ile diğer M ölçeklerinin karşılaştırılmasını sunmaktadır.Şekil 5'de de muhtelif doğal ve
insan yapısı olayların açığa çıkarttıkları enerji ve bunun moment büyüklük açısından ifadesi görülmektedir. Bu grafik okuyucuya büyük depremin ürettiği enerjinin büyüklüğü hakkında bir fikir verebilir.
Marmara fayı
Şekil 6, Aykut Barka ve arkadaşlarının çeşitli yerlerde yayımladıkları Marmara tabanı fay geometrisini göstermektedir. Armutlu yarımadası batısındaki fayların hiçbirisi 100 km uzunlukta değildir. Yani bunların hiçbirisi 7'nin üzerinde deprem üretemez. Halbuki 10 Eylül 1509'da meydana gelen ve Küçük Kıyametadı verilen büyük deprem büyük bir olasılıkla Mw>=8'di. Bizi bu kanıya götüren gözlemler şunlardır (3) :
1. İstanbul'da 1000 ev yıkılmış, 5000 can kaybı olmuştur. Şehri kuşatan duvarlarda büyük hasar olmuş, 49 kule yıkılmıştır. Eğrikapı ile Yedikule arasındaki tüm duvarlar, Edirnekapı ve Silivri Kapısı yıkılmıştır. Deniz surlarında İshak Paşa Kapısına kadar büyük hasar olmuş, Topkapı Sarayı tarafında Dilsiz Kapısı ile Kayıklar Kapısı arası çökmüştür. Galata Kulesi parçalanmış, Galata'nın müdafaa duvarları yıkılmıştır. Ayasofya'nın bir minaresi yıkılmış, Fatih Camiinde çok
daha ciddi hasar olmuştur. Hem İstanbul tarafında hem de Beyoğlu'nda yer yarılarak kum fışkırmış, sahil yer yer büyük derinliklere kadar çökmüştür. 109 cami hasar görmüştür. Anadolu Hisarı ve Anadolu Kavağındaki Yoros kalesi zarar görmüştür. Kızkulesi feci şekilde yıkılmış, Haliç boyunda Fener duvarları ciddi tamire ihtiyaç göstermiştir.
2. İstanbul dışında Çekmece köprüleri zarar görmüş, Silivri kalesi yıkılmıştır. Çorlu'da halk o derece korkmuştur ki iki ay evlerine girememiştir.
3. Dimetoka'da bulunan saray zarar görmüş, şehirde başka zarar da olmuştur.
4. Gelibolu'da zarar görmeyen tek bir ev kalmamıştır.
5. Bursa'dan zarar rapor edilmiştir.
6. İznik tahrip olmuştur.
7. İzmit'te tüm camiler ve kaleler tamamen tahrip olmuştur. Bu şehirde başka zarar da vardır. Gebze'de 300 süvari depremde telef olmuştur.
8. Bolu'da kuleler ve minareler çökmüştür.
9. Deprem Kahire'de, Kırım'da, Yunanistan'da ve Besarabya'da hissedilmiştir.
Bu korkunç deprem son beş yüzyılda tüm Doğu Akdeniz bölgesinden bilinen en büyük afettir. Hiç kuşkusuz Gelibolu'dan Bolu'ya kadar olan bir alandaki Kuzey Anadolu Fayı'nı -tek bir fay halinde olmasa bile- tek parça olarak kırmıştır. Bir başka deyişle hareket eden fayların birbirlerine bağlanarak tek bir moment üretebilecek kadar sürekli geometrileri olduğunu varsaymak zorundayız. Tablo-I'de verilen değiştirilmiş Mercalli ölçeğini bir kılavuz olarak alırsak bu
depremin moment büyüklüğünün 8 veya üzerinde olması gerektiği kanısına varırız. Okay ve diğerlerinin 4 depremin burada sayılan tesirlerini Marmara dışında bir odağa bağlamak istemeleri eldeki bilgilerle çelişmektedir. Ambraseys ve Finkel'in de tahmin ettikleri gbi bu depremin olasılı odak noktası İstanbul'un 10-20 km güneyinde olmalıdır.
Ancak o noktada bu denli büyük bir depremi yapacak uzunlukta bir fay eldeki haritalarda görünmemektedir.Şekil 7'de görülen haritadaki tek ve uzun fay işte bu tutarsızlığı çözümlemek için Xavier Le Pichon tarafından ortaya atılan tek ve uzun bir fay fikrinin Le Pichon, Şengör ve Taymaz tarafından geliştirilmiş şeklidir (Yayın Le Pichon ve diğerleri tarafından hazırlık aşamasındadır). Fikrin geliştirilmesi esnasında MTA Sismik-1 gemisi tarafından Türkiye Ulusal Jeoloji
ve Jeofizik Deniz Araştırmaları çerçevesinde toplanmış veriler kullanılmıştır. Bu fikir şimdi, başkanlığını Naci Görür'ün yaptığı yeni bir proje çerçevesinde gene Sismik-1'in toplayacağı verilerle kontrol edilmektedir. Ayrıca Naci Görür, Xavier Le Pichon, A. M. C. Şengör ve Tuncay Taymaz'ın oluşturduğu ve başvurusu yapılmış bir başka proje Fransız finans desteği beklemektedir.
Sonuç
Büyüklük-Moment-Fay Uzunluğu ilişkilerinden hareketle, Marmara Denizi'nin altında, mevcut hiçbir haritada görülmeyen kabaca doğu-batı uzanımlı ve kuzeye doğru hafifçe konveks büyük bir fayın uzandığı tahmin edilmektedir. İlk veriler bu yorumu destekler niteliktedir. Yorum doğru ise büyük bir afet olan 10 Eylül 1509 depreminin izahı kolaylaşmaktdır. Bu yorum ayrıca İstanbul'u bekleyen büyük depremin bazılarınca ifade edildiği atımın gibi birkaç faya dağılarak küçük
depremlere bölüneceği tezinin doğru olamayacağını göstermektedir.
Tersine tek, uzun bir fay burada 1509'da ve 1766'da olduğu gibi gene 7'den büyük bir deprem yaratabilecektir. Kanımız Erdik'in modeline temel alınan 7,4 büyüklüğün fazla iyimser bir tahmin olduğu istikametindedir. İstanbul'u vuracak depremin senaryoları 8 büyüklüğü hedeflerlerse en emniyetli sınırlar içinde çalışılmış olacaktır.
Teşekkür
Yazarlar Türkiye Jeoloji ve Jeofizik Deniz Araştırmaları Genel Koordinatörü Prof. Dr. Naci Görür'e kendilerine tüm veri kaynaklarını - bazı meslektaşlarımızın anlaşılması çok güç bir tavır içinde karşı koymasına rağmen- açtığı için müteşekkirdirler. Prof. Görür'ün cansiperane çalışması olmasaydı ne bu veriler toplanabilir, ne işlenebilir, ne de biz onlara ulaşabilirdik.
1) Montessus de Ballore, [F. J. B. M. B.] (Kont) , 1907, La Science Séismologique¯Les Tremblements de Terre : Armand Colin, Paris, özellikle ss. 45-62 ve
orada verilen referanslar.
2) Brumbaugh, D. S. , 1999, Earthquakes¯Science and Society : Prentice Hall, New Jersey, ss. 18-19.
3) Ambraseys, N. N. ve Melville, C. P. , 1982, A History of Persian Earthquakes : Cambridge University Press, Cambridge, xvii+219 ss; Ambraseys, N. N. and Finkel, C. F. , 1987, Seismicity of Turkey and neighbouring regions, 1899-1915: Annales Geophysicae , c. 5B, ss. 701-726; Ambraseys, N. N., Melville, C. P. ve R. D. Adams , 1994, The Seismicity of Egypt, Arabia and the Red Sea¯A Historical Review : Cambridge University Press, Cambridge, xix+181 ss;
Ambraseys, N. N. and Finkel, C. F. , 1995, The Seismicity of Turkey and Adjacent Areas: A Historical Review, 1500-1800 : Eren, İstanbul, 240 ss; bilhassa Milne konferansının genişletilmiş metni olan şu çok öğretici esere bkz. Ambraseys, N. N. , 1988, Engineeering seismology: Earthquake Engineering and
Structural Dynamics , c. 17, ss. 1-105
4) Ambraseys ve Finkel , 1995, a.g.e., ss. 37 ve sonrası
5) Okay A. Görür N, Emirbaş, E, Boztepe- Güney, A. Kaşlılar-Özcan, A., Okay. N ve Kuçcu, i. 1999, Marmara Denizi'nde birden fazla aktif fay var: Cumhuriyet Bilim Teknik, sayı 653(25 Eylül 1999) ss. 14-16
6) TÜBİTAK Bilim ve Teknik , sayı 382 (eylül 1999), katlanır ekte.
Marmara'yı bölen fay, tek parça olarak kırılacak
Marmara'yı bölen fay, tek parça olarak kırılacak
Cumhuriyet Bilim Teknik, 11.09.1999
Dünyanın en ünlü yerbilimcilerinden Xavier Le Pichon: "İstanbul 250 yıllık deprem periyodu içine girdi. Marmara'yı yaran faya iki uçtan İzmit ve Gelibolu uçlarında gerilim yüklenmeleri oldu. Fay iki uçtan kasılmış bekliyor. En olabilir ihtimal bu fayın en az 7.4 büyüklüğünde bir depremle kırılması. Bu yarın da olabilir; ama 20-30 yılı geçmez..."
Uluslararası Marmara Fay'ını Araştırma Projesi Önerisi
*Marmara'da muhtemel depremin karakterini belirlemek amacıyla :
* Deniz tabanında sismograf istasyonları kurulmalı
* Üç boyutlu sismik profille, fay ayrıntılı olarak çizilmeli
* Batiskaf denizaltılarla fay olduğu yerde gözle incelenmeli
* Depremin tipi ve yaratacağı ivme hesap edilmeli
* İstanbul'a vereceği zararın sonuçları iyice hesap edilmeli
* Bütün İstanbul bu bilgilere göre yeniden yapılmalı!
Soru: Sayın Xavier Le Pichon, deprem bölgesini gezdiniz, bir yerbilimci olarak neler gördünüz?
Le Pichon: Bölgeyi gezmeye doğudan, Arifiye'den başladık ve batıya doğru geldik. Doğuda yer kaymalarının, yani ötelenmenin çok açık verilerini gördük. Ötelenmeler yer yer beş metreye kadar çıkıyordu. Yüzeyde ötelenme miktarları çok değişiyordu ki bu şaşırtıcı değil.. Daha sonra batıya yöneldik, İzmit Körfezi'ne geldikçe muazzam tahribat dikkatimizi çekti. Bu çok önemli bir insan felaketidir.
Bilimsel açıdan ilgimi çeken, İzmit Körfezi'ne girdikçe fay üzerinde artan miktarlarda gerilme yapılarıydı.. Bilhassa
Gölcük'te bu muazzamdı, çünkü sahilde çok önemli bir çökme - parçalanma gördük. Çok ilginç olan, Gölcük'teki askeri üssün batısına geçtikçe fayın yüzey ifadesinin kaybolmasıydı... Buna rağmen sismik aktivite İzmit Körfezi'nin en batısına kadar devam ediyordu. Facianın boyutlarına baktığımızda, felaketi kötü inşaatların büyüttüğü görülüyordu. Bunlar arazide gördüğümüz temel olgulardı...
Soru: İzmit Körfezi'ne girdikçe fayda gerilme yapılarının arttığını söylüyorsunuz, bu ne anlama geliyor?
Le Pichon: Bu ?u demektir: Marmara Denizi'ne girdikçe fayın konumunun yavaş yavaş değişmeye başladığını görüyoruz. Bu gerilme, Marmara Denizi'ni yaratmış olan gerilmedir. Gerilme bir nevi açılmaya yol açmaktadır, Marmara Denizi bu açılmanın sonucudur. Açılmanın nedenine gelince, Marmara Denizi'nin batısında levha hareketinin yönü tamamen değişiktir. Dolayısıyla fayın kendisini bu değişen istikamete uyarlaması gerek. Bunu da hareketine bir gerilme unsuru katarak yapıyor.
Soru: Zemindeki ötelenme miktarlarının değişik olmasını açıklar mısınız?
Le Pichon: Yerin 10 km derinliğinde bu ötelenme, yani kayma yok büyük bir ihtimalle. Yüzeydeki malzeme rijit/sert
olmadığı için, daha önce var olan bütün zayıflık zonları yeknesak olmayan bileşime uymak zorunda. Bunun şöyle bir
deneyini yapabilirsiniz.. iki tahta bloku bir kum örtüsü altında yanal olarak hareket ettirirsen yüzeyde temiz bir yanal
hareket görmezsin. Bu yüzden sismolojik inceleme çok önemlidir, çünkü bu bize derinde neler olduğunu gösterir.. Bir de jeodezik incelemeler çok önemli, bu da bize fayın iki yanındaki blokların nasıl hareket ettiğini gösteriyor. Fakat ne yazık ki, gerek sismolojik gerek jeodezik olarak elimizide hâlâ fazla veri yok.. Sismoloji hakkında biraz bilgimiz var, depremden sonra jeodezik veriler henüz elimize gelmedi. Bu veriler henüz aletlerin üzerinde duruyor. Bunlar değerlendirildikçe, depremin tablosu ve mekanizması hakkında daha net bir görüşümüz olacak.. Bir de, uydu fotoğrafları üzerinde interferometrik incelemeler yapılacak.
Soru: Bütün verilerin toplanması ve İzmit depremi hakkında tam bir fikir elde etmemiz ne kadar sürer?
Le Pichon: Bir kere böyle bir depremden sonra sismik faaliyet, irili ufaklı artçı depremler şeklinde bir yıl sürer. Problem, bu gelen verinin ne kadar hızlı işlendiği, işleneceğidir. Mesela Japonya'da Kobe depreminde elde ettiğim deneyimimle bunu kıyaslarsam, buradaki verinin japonya'daki gibi hızlı işlenmediğini görüyorum. Beni özellikle şu çok etkiledi. Bu deprem esnasında yabancı guruplardan elde edebildiğimiz veri, Türklerden elde ettiğimiz veriden çok fazla.. Görebildiğim kadarıyla bu durum Türkiye'deki organizasyon eksikliğinden ve Türkiye'deki değişik gruplar arasındaki işbirliğinin olmamasından kaynaklanıyor... Japonya'da veriler çok büyük bir hızla işleniyor ve elektronik olarak ilgili herkesin kullanımına sunuluyor.
Bu Türkiye'nin çözmesi gereken çok önemli bir sorundur. Bu depremi fırsat bilerek bunun düzeltilmesi gerek. Özellikle bundan sonra gelecek büyük depremi düşünerek...
Soru:İstanbul'u tehdit eden gelecekteki depremi kastediyorsunuz, ama durun buna gelmeden önce, Kobe depremi ile Türkiye'de gördüklerinizi mukayese eder misiiniz?
Le Pichon: Kobe depremi olduğunda Tokyo'da misafir profesördüm. Bu depremin Japon bilimsel topluluğu içinde yarattığı fırtınayı gördüm. Çok büyük benzerlikler var Türkiye ile. Japonya'da Kobe depreminin bir felaket olduğunun farkına varılması 24 saat sürdü. Burada, felaketin boyutlarının hızlı değerlendirilmesi konusunda bir sorun var. Ve gene gördüğüm gibi, Türk ve Japon hükümetleri orduyu işin içine sokmakta büyük direnç gösterdiler. Bu durum kurtarma hareketlerini çok yavaşlattı.
Özellikle sanayi olarak çok gelişmiş bir alanın depremden ne kadar çok etkilenebileceği ortaya çıkıyor. Depremden sonra Kobe'nin, Kuzeydoğusunda kalan yerlerle güneyde kalan yerler arasında bağlantısı kesildi. Türkiye'de de Kobe'de de, bilim adamları depremin vurduğu alanın tehlikeli olduğunu topluma açıklamışlardı. Bu da bir benzerlik. Her iki depremde de hükümetler bu durumu dikkate almamışlardı. Fakat Türkiye'deki durum daha da kötü, çünkü bu fayın kırılacağı çok önceden belirlenmiş, tanımlanmış ve açıklanmıştı.
Türkiye ve Japonya'da depremden sonra olanlar insanlarda muazzam bir reaksiyon yarattı, niçin bunlar başımıza geldi, niçin hazırlıksızdık diye sormaya başladılar.. Son beş yılda Japon topluluğu çok daha iyi organize oldu ve şimdi çok iyi durumdalar.. Özellikle bilim adamlarıyla hükümet arasında bilgi alış verişi arttı..
Soru:Peki Japonya'daki bu durumu nasıl açıklıyorsunuz, Orası gelişmiş teknoloji ve bilim ülkesi. Politikacılar daha önceki uyarıları neden dikkate almadılar?
Le Pichon: Japonya'da İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana nüfus yoğunluğu kesif olan büyük kentlerin hiçbirinde büyük bir deprem olmadı. Dolayısıyla böyle bir depreme hazır değillerdi. ABD de böyledir. Bu Türkiye için unik bir şanstır. Kendini tekradan organize etmesi için.. Özellikle büyük bir depremin Marmara Denizi'ni yakınlarda vuracağı düşünülürse, bu çok gereklidir.
Soru: Demek siz de Marmara'da bir deprem beklentisi içindesiniz... böyle bir deprem Marmara'yı ne şiddette ve ne zaman etkileyecektir? Ayrıca, Marmara'da bir deprem beklentinizin verileri nelerdir?
Le Pichon: Önce tarihe bakalım. Türkiye'deki, İstanbul'da çok büyük yıkıcı depremlere baktığımızda, bu depremlerin 250 yıllık zamanlar içinde gerçekleştiğini görüyoruz. Tabii burada büyük felaketlerin tekrarlama zamanlarından bahsediyoruz. Son iki facia 1509 ve 1766 'da oldu. Her iki depremde de Marmara Denizi boylu boyunca kırıldı . En az 150 km'lik bir fay parçası kırıldı. 1509'daki depremde çok daha büyük bir facia yaşandı, Gelibolu'dan Adapazarına kadar olan fay hattı olduğu gibi kırıldı. Bu çok büyük bir deprem olmalı, büyüklüğü 8' i bulmuş olabilir..
Soru: Tekrar sormak istiyorum, bunları neye dayanarak söylüyorsunuz, o dönemde alet yok.. Sadece bazı kayıtlara mı?
Le Pichon: Tarihsel çalışmalar, veriler.. Mesela 1509 depreminde Gelibolu yarımdasının ucundan Adapazarına kadar olan bütün bölge kırılmış. Bu deprem büyük bir İngiliz bilim adamı tarafından incelendi, adı Nicolas Ambraseys, bu konuda kapsamlı bir kitap yazdı. Bu araştırma kırığın boyu hakkında bilgi veriyor bize... Ortalama 250 yıl içinde, fay üzerinde 3- 5 metrelik bir ötelenme biriktiğini de da biliyoruz. Ve buradan hareketle, depremin büyüklüğünü hesap etmek mümkün.
Soru: Yani bu fay 1506'daki gibi boydan boya yeniden kırılacak mı diyorsunuz?
Le Pichon: Hayır, şimdi Marmara'da beklenen kırılma 1506 değil 1766'daki depreme benzeyecek. 1766'da fayın Gelibolu parçası, Marmara parçasından iki ay sonra kırılmış. İzmit parçası ise daha önce kırılmıştı. Bugünkü duruma baktığımızda ise, Gelibolu kısmı 1912'de kırılmış, İzmit parçası ise şimdi kırıldı. Marmara Denizi'ni bölen fay, şimdi her iki uçtan yüklenmiş bekliyor. En olabilir senaryo, Marmara'yı yaran bütün fay parçanın tek bir parça olarak kırılmasıdır.
Soru: Marmara'da üç tane fay parçası olduğu belirtiliyor. Bunların hepsi birden mi kırılacak diyorsunuz?
Le Pichon: Nereden biliyorsunuz üç tane olduğunu?
Cumhuriyet: Bizim araştırmacılarımız söylüyor..
Le Pichon: Ben onlara katılmıyorum. Benim buna inanmamam için iki neden var. İlki tarihsel depremsellik. İkincisi de güncel depremsellik. Tarihsel kayıtlar ve bugünkü sismik aktivite, Mamara'da fayın tek bir parça olarak kırılacağını gösteriyor.
Soru: Tahmininizce, bu muhtemel kırılma ne zaman gerçekleşebilir?
Le Pichon: Bunun ne zaman olabileceğini tahmin edemeyiz, yarın da olabilir 20 -30 yılda da olabilir, ama 20-30 yıldan daha ötede olması çok zayıf bir ihtimaldir.
Soru: Peki, şu sırada ne yapmalıyız Türkiye olarak, bilimciler olarak, devlet olarak ve toplum olarak?
Le Pichon: Şu anda yapılması gereken en önemli şey, Marmara Denizi'nin çok detaylı incelenmesidir. Bu incelemenin hedefi, olacak depremin ne karakterde bir deprem olacağını tahmin etmeye çalışmaktır. Bu araştırmalar, depremin yaratacağı felaketi, şiddet dağılımının öngörülebilmesi ve bu şiddette bir felaketin ne şekilde ani bir kurtarma yardımını gerektireceğinin tahmin edilmesi açısından çok önemlidir.
Bu bilgileri elde edebilmek için, Türk bilim adamları ve Türkler arasında çok ciddi bir koordinasyon gerekecektir. Ve
önemli ölçüde uluslararası yardım da gerekebilir,bilimel ve teknik olarak.. Bu depremin Avrupa'da yarattığı tepkilere
baktım.. Çok olumlu bir hava var. Bir sonraki deprem için hazırlık ve incelemelere Avrupa'dan çok ciddi katkı alınabilir...
Soru: Marmara Denizi'nde uluslararası bir proje uygulanmasından bahsediyorsunuz.. Bu projenin ana hatlarını ve detaylarınıbelirtebilir misiniz? Hangi ölçekte bir proje ve neleri içermeli?
Le Pichon: Önce: Marmara bilimsel ve oşinografik açıdan çok az biliniyor. Burası detaylı incelenmemiş bir deniz. Mesela bizim olduğunu sandığımız fay üzerinde deniz tabanında sismograf istasyonları kurulabilir, bunlar karaya kablo ile bağlıdır. Petrol şirketlerinin kullandığı üç boyutlu sismik profil incelemeleri vardır. Sismik profil yansıma incelemeleriyle fayın çok detaylı olarak çizilmesi mümkündür. Küçük bilimsel denizaltılarla, yani batiskaf dalışlarıyla fay gözle olduğu yerde derinde incelenebilir. Bir de Avrupalılar, meydana gelebilecek depremin tipinin tespitinde ve etrafında yaratacağı ivmenin hesap edilmesinde yardımcı olabilirler.
Ve bu bilgilerle de, iletişimin hassasiyeti ve muhtemel tahribatı tahmin edilebilir, yapı kodları incelenebilir.
Marmara Denizi'ndeki fayın incelenebilmesi ve önümüzdeki dönem İstanbul'a çıkartabileceği sonuçlarının tahmin
edilebilmesi için bir uluslararası işbirliği programı oluşturulabilir.
Cumhuriyet: İstanbul fayının iki yandan kasılmış olma özelliği de bilim dünyasının ilgisini çekebilir..
Le Pichon: Evet, her iki uçtan aynı zamanda yüklenen bir fay uluslararası ölçekte incelenmiş olur. Bu durum, bilim camiası için de çok önemli, çünkü çalışmalar sonucu belki de depremlerin nasıl tetiklendiğini öğrenebiliriz. Depremin nasıl üretildiğini öğrenebiliriz. Bunları söylerken, gözümün önünde Gölcük'te iki kadının birbirlerini gördüklerinde kucaklaşma sahnesi geliyor.. Bu sahneyi görünce, fotoğraf çekmeye son vermiştim. Bu insanların, en azından bu ölen ve yaralı insanların anısına bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çekilen acılar boşa gitmemiş olsun..
Soru: Böyle bir uluslararası projenin maliyeti nedir? Ve kimler, nasıl finanse edebilir?
Le Pichon: Bilmiyorum, sadece bir sismiğin üç boyutlu fotoğraflanmasının maliyeti bile üç beş milyon dolardır. Çalışanların maliyetlerini vb. düşünürsen 20 milyondan biraz fazlaya gelir. Bir kaç yıla yayılabilir tabii bu çalışma, değişik ülkeler katkıda bulunabilir. Biri bir gemi gönderilir, bu doğrudan para yardımı gibi görünmez ama araştırmaya büyük destektir. Burada harcanan parayı, elde edilecek fayda ile kıyasladığınızda, 20 milyon dolarlık harcama, milyarlarca dolarlık yarar sağlar. Şöyle düşünün, bu araştırmanın toplam fiyatı, bir sonraki felaketetin yüzde 1'i ise, gene de değer bu çalışmayı yapmaya.
Soru: Bu projeyi BM veya Avrupa destekler mi?
Le Pichon: Avrupa Topluluğu hazırdır bunu desteklemeye. Mesela bizim Cumhurbaşkanı şimdi Türklerle dayanışma
göstermenin zamanıdır dedi. Türkiye'yi baştan imar edelim dedi. Eminim ben Türkiye hükümeti tarafından açık bir istek gelirse, bazı şeyler yapılabilir.. Tam şimdi zamanı.. Yunanlıların Türkiye ' ye yaptıkları yardımdan Türkler de çok etkilendi.. Ve bütün bu Avrupa topluluğu ülkelerinde Türk azınlıklar var, bu azınlık Türkler deprem için harekete geçtiler, onlar da Avrupa ülkeleri kamuoyunu mobilize ettiler. Ben bazı teklifler yapıyorum.
Önümüzdeki depremde ne yapılacağı çok dikkatli bir şekilde düşünülmelidir. Olabilecek en kötü şey, bu depremden sonra herşeyin tekrar eski duruma dönmesidir.
Soru: Eğer bugünden itibaren böyle bir deprem tehlikesi varsa İstanbul için, bahsettiğiniz uluslararası ölçekli projenin bir an önce hayata geçirilmesi ve sonuçlarının da alınması gerekmiyor mu?
Le Pichon: Tamamen sizinle aynı fikirdeyim.
Soru: Bugünkü verilerden yola çıkarsak, İstanbul ne derece etkilenebilir?
Le Pichon: Bunu söylemek zor, bilimsel araştırmaların sonunda bir şey söylemek mümkün. Bir de 1509 depreminde
İstanbul'un tamamen yıkıldığını, muazzam bir facia olduğunu biliyoruz.. Bu tür modellemeler yapan Türkiye'de çok iyi
inşaat- deprem mühendisleriniz var. Onların ihtiyacı olan veriler kendilerine sağlandığı takdirde, yani ne tür bir deprem
olacağının bilinmesi durumunda, İstanbul'a vereceği tahribat daha iyi hesaplanır. Ondan sonra yapılacak iş inşaat
mühendislerinin söylediğini sivil otoritenin dinlemesidir ve yapmasıdır.
Soru: Ne kadar büyük olabilir deprem?
Le Pichon: 7.6'dan büyük bir deprem beklenebilir. Bunlar çok kaba tahminlerdir. 1509'da 8 gibiydi. Bu kadarını bilseydik bilimsel incelemeye gerek kalmazdı. Şimdi bütün yaptığımız tahmindir. Ancak bunlar eğitimli tahminlerdir, ama sonuçta tahmindir.
Soru: En iyimser senaryo nedir İstanbul için?
Le Pichon: İnşaat yönetmeliklerine, kodlarına iyi uyulduğu ve iyi bir planla yapıldığı zaman deprem ne kadar büyük ve şiddetli olursa olsun, insan kaybı o kadar az oluyor. Gölcük'ü dolaşırken gördüm, adam gibi yapılan binalar yıkılmamış. Kendimizi nasıl koruyacağımızı biliyoruz, problem bunu uygulamaktan ibarettir. Depremler insanoğlu oldukça vardır. Ormanda ve düz ovalarda yaşadığımız zaman insan hayatına kayıp vermiyordu depremler. İçinde oturduğumuz binaları yapmakla kendi sonumuzu yarattık., Şimdi bize düşen, bekleyeceğimiz tip depremlere göre bu binaları sağlam yapmaktır.
Soru: Depremin kesin tarihini saptamak zor, hatta şimdilik bu başarılamıyor. Ama bu İstanbul önündeki fayın özellikleri, bizedaha yakın bilgi verebilir mi?
Le Pichon: Marmara'yı bölen kırığın bu oluşum özellikleri, depremi çok daha muhtemel hale getiriyor. Fayın her iki ucunun sıkıca takibe alınması çok önemlidir.
Soru: Görüntüleme teknikleri çok gelişti. Tabii 12 km derinlikte olan biteni görüntülemek zordur, ama oradaki yoğunlaşmalarhakkında bu görüntüleme tekniklerinden yararlanarak daha ayrıntılı bilgi edinmek mümkün olmayacak mı, en azından ileride?
Le Pichon: ABD'liler San Andreas fayının üç boyutlu şeklini çıkarmak üzereler, hatta delme programı başlattılar. Depremi üreten tabakanın incelenmesi önümüzdeki dönem çok önemli bir araştırma konusudur. Bu tabaka üzerinde olan bitenleri daha yakından inceleyebilirsek, önemli bir mesafe almış olacağız..
Cumhuriyet: Sayın Le Pichon bu söyleşi için size çok teşekkür ederim.
Prof. Le Pichon'un 24.09.2000 tarihinde Cumhuriyet'te yayınlanan söyleşisi için burayı tıklayınız.
--------------------------------------------------------------------------------
Xavier Le Pichon Kimdir?
Dünyanın yaşayan en büyük tektonikçilerinden... Le Pichon, levha tektonoğinin günümüzdeki şeklini ortaya koyan üç yer bilimciden biridir. College de France Jeodinamik Pofesörü ve Ecole Normal Superiore Jeoloji Laboratuvarı yöneticisi, Fransız Bilimler Akademisi üyesi, Japon ödülü sahibi olan Le Pichon, bütün levha sınırları üzerindeki hareket vektörlerinin toplamının sıfıra eşit olduğunu kanıtladı.
Cumhuriyet Bilim Teknik, 11.09.1999
Dünyanın en ünlü yerbilimcilerinden Xavier Le Pichon: "İstanbul 250 yıllık deprem periyodu içine girdi. Marmara'yı yaran faya iki uçtan İzmit ve Gelibolu uçlarında gerilim yüklenmeleri oldu. Fay iki uçtan kasılmış bekliyor. En olabilir ihtimal bu fayın en az 7.4 büyüklüğünde bir depremle kırılması. Bu yarın da olabilir; ama 20-30 yılı geçmez..."
Uluslararası Marmara Fay'ını Araştırma Projesi Önerisi
*Marmara'da muhtemel depremin karakterini belirlemek amacıyla :
* Deniz tabanında sismograf istasyonları kurulmalı
* Üç boyutlu sismik profille, fay ayrıntılı olarak çizilmeli
* Batiskaf denizaltılarla fay olduğu yerde gözle incelenmeli
* Depremin tipi ve yaratacağı ivme hesap edilmeli
* İstanbul'a vereceği zararın sonuçları iyice hesap edilmeli
* Bütün İstanbul bu bilgilere göre yeniden yapılmalı!
Soru: Sayın Xavier Le Pichon, deprem bölgesini gezdiniz, bir yerbilimci olarak neler gördünüz?
Le Pichon: Bölgeyi gezmeye doğudan, Arifiye'den başladık ve batıya doğru geldik. Doğuda yer kaymalarının, yani ötelenmenin çok açık verilerini gördük. Ötelenmeler yer yer beş metreye kadar çıkıyordu. Yüzeyde ötelenme miktarları çok değişiyordu ki bu şaşırtıcı değil.. Daha sonra batıya yöneldik, İzmit Körfezi'ne geldikçe muazzam tahribat dikkatimizi çekti. Bu çok önemli bir insan felaketidir.
Bilimsel açıdan ilgimi çeken, İzmit Körfezi'ne girdikçe fay üzerinde artan miktarlarda gerilme yapılarıydı.. Bilhassa
Gölcük'te bu muazzamdı, çünkü sahilde çok önemli bir çökme - parçalanma gördük. Çok ilginç olan, Gölcük'teki askeri üssün batısına geçtikçe fayın yüzey ifadesinin kaybolmasıydı... Buna rağmen sismik aktivite İzmit Körfezi'nin en batısına kadar devam ediyordu. Facianın boyutlarına baktığımızda, felaketi kötü inşaatların büyüttüğü görülüyordu. Bunlar arazide gördüğümüz temel olgulardı...
Soru: İzmit Körfezi'ne girdikçe fayda gerilme yapılarının arttığını söylüyorsunuz, bu ne anlama geliyor?
Le Pichon: Bu ?u demektir: Marmara Denizi'ne girdikçe fayın konumunun yavaş yavaş değişmeye başladığını görüyoruz. Bu gerilme, Marmara Denizi'ni yaratmış olan gerilmedir. Gerilme bir nevi açılmaya yol açmaktadır, Marmara Denizi bu açılmanın sonucudur. Açılmanın nedenine gelince, Marmara Denizi'nin batısında levha hareketinin yönü tamamen değişiktir. Dolayısıyla fayın kendisini bu değişen istikamete uyarlaması gerek. Bunu da hareketine bir gerilme unsuru katarak yapıyor.
Soru: Zemindeki ötelenme miktarlarının değişik olmasını açıklar mısınız?
Le Pichon: Yerin 10 km derinliğinde bu ötelenme, yani kayma yok büyük bir ihtimalle. Yüzeydeki malzeme rijit/sert
olmadığı için, daha önce var olan bütün zayıflık zonları yeknesak olmayan bileşime uymak zorunda. Bunun şöyle bir
deneyini yapabilirsiniz.. iki tahta bloku bir kum örtüsü altında yanal olarak hareket ettirirsen yüzeyde temiz bir yanal
hareket görmezsin. Bu yüzden sismolojik inceleme çok önemlidir, çünkü bu bize derinde neler olduğunu gösterir.. Bir de jeodezik incelemeler çok önemli, bu da bize fayın iki yanındaki blokların nasıl hareket ettiğini gösteriyor. Fakat ne yazık ki, gerek sismolojik gerek jeodezik olarak elimizide hâlâ fazla veri yok.. Sismoloji hakkında biraz bilgimiz var, depremden sonra jeodezik veriler henüz elimize gelmedi. Bu veriler henüz aletlerin üzerinde duruyor. Bunlar değerlendirildikçe, depremin tablosu ve mekanizması hakkında daha net bir görüşümüz olacak.. Bir de, uydu fotoğrafları üzerinde interferometrik incelemeler yapılacak.
Soru: Bütün verilerin toplanması ve İzmit depremi hakkında tam bir fikir elde etmemiz ne kadar sürer?
Le Pichon: Bir kere böyle bir depremden sonra sismik faaliyet, irili ufaklı artçı depremler şeklinde bir yıl sürer. Problem, bu gelen verinin ne kadar hızlı işlendiği, işleneceğidir. Mesela Japonya'da Kobe depreminde elde ettiğim deneyimimle bunu kıyaslarsam, buradaki verinin japonya'daki gibi hızlı işlenmediğini görüyorum. Beni özellikle şu çok etkiledi. Bu deprem esnasında yabancı guruplardan elde edebildiğimiz veri, Türklerden elde ettiğimiz veriden çok fazla.. Görebildiğim kadarıyla bu durum Türkiye'deki organizasyon eksikliğinden ve Türkiye'deki değişik gruplar arasındaki işbirliğinin olmamasından kaynaklanıyor... Japonya'da veriler çok büyük bir hızla işleniyor ve elektronik olarak ilgili herkesin kullanımına sunuluyor.
Bu Türkiye'nin çözmesi gereken çok önemli bir sorundur. Bu depremi fırsat bilerek bunun düzeltilmesi gerek. Özellikle bundan sonra gelecek büyük depremi düşünerek...
Soru:İstanbul'u tehdit eden gelecekteki depremi kastediyorsunuz, ama durun buna gelmeden önce, Kobe depremi ile Türkiye'de gördüklerinizi mukayese eder misiiniz?
Le Pichon: Kobe depremi olduğunda Tokyo'da misafir profesördüm. Bu depremin Japon bilimsel topluluğu içinde yarattığı fırtınayı gördüm. Çok büyük benzerlikler var Türkiye ile. Japonya'da Kobe depreminin bir felaket olduğunun farkına varılması 24 saat sürdü. Burada, felaketin boyutlarının hızlı değerlendirilmesi konusunda bir sorun var. Ve gene gördüğüm gibi, Türk ve Japon hükümetleri orduyu işin içine sokmakta büyük direnç gösterdiler. Bu durum kurtarma hareketlerini çok yavaşlattı.
Özellikle sanayi olarak çok gelişmiş bir alanın depremden ne kadar çok etkilenebileceği ortaya çıkıyor. Depremden sonra Kobe'nin, Kuzeydoğusunda kalan yerlerle güneyde kalan yerler arasında bağlantısı kesildi. Türkiye'de de Kobe'de de, bilim adamları depremin vurduğu alanın tehlikeli olduğunu topluma açıklamışlardı. Bu da bir benzerlik. Her iki depremde de hükümetler bu durumu dikkate almamışlardı. Fakat Türkiye'deki durum daha da kötü, çünkü bu fayın kırılacağı çok önceden belirlenmiş, tanımlanmış ve açıklanmıştı.
Türkiye ve Japonya'da depremden sonra olanlar insanlarda muazzam bir reaksiyon yarattı, niçin bunlar başımıza geldi, niçin hazırlıksızdık diye sormaya başladılar.. Son beş yılda Japon topluluğu çok daha iyi organize oldu ve şimdi çok iyi durumdalar.. Özellikle bilim adamlarıyla hükümet arasında bilgi alış verişi arttı..
Soru:Peki Japonya'daki bu durumu nasıl açıklıyorsunuz, Orası gelişmiş teknoloji ve bilim ülkesi. Politikacılar daha önceki uyarıları neden dikkate almadılar?
Le Pichon: Japonya'da İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana nüfus yoğunluğu kesif olan büyük kentlerin hiçbirinde büyük bir deprem olmadı. Dolayısıyla böyle bir depreme hazır değillerdi. ABD de böyledir. Bu Türkiye için unik bir şanstır. Kendini tekradan organize etmesi için.. Özellikle büyük bir depremin Marmara Denizi'ni yakınlarda vuracağı düşünülürse, bu çok gereklidir.
Soru: Demek siz de Marmara'da bir deprem beklentisi içindesiniz... böyle bir deprem Marmara'yı ne şiddette ve ne zaman etkileyecektir? Ayrıca, Marmara'da bir deprem beklentinizin verileri nelerdir?
Le Pichon: Önce tarihe bakalım. Türkiye'deki, İstanbul'da çok büyük yıkıcı depremlere baktığımızda, bu depremlerin 250 yıllık zamanlar içinde gerçekleştiğini görüyoruz. Tabii burada büyük felaketlerin tekrarlama zamanlarından bahsediyoruz. Son iki facia 1509 ve 1766 'da oldu. Her iki depremde de Marmara Denizi boylu boyunca kırıldı . En az 150 km'lik bir fay parçası kırıldı. 1509'daki depremde çok daha büyük bir facia yaşandı, Gelibolu'dan Adapazarına kadar olan fay hattı olduğu gibi kırıldı. Bu çok büyük bir deprem olmalı, büyüklüğü 8' i bulmuş olabilir..
Soru: Tekrar sormak istiyorum, bunları neye dayanarak söylüyorsunuz, o dönemde alet yok.. Sadece bazı kayıtlara mı?
Le Pichon: Tarihsel çalışmalar, veriler.. Mesela 1509 depreminde Gelibolu yarımdasının ucundan Adapazarına kadar olan bütün bölge kırılmış. Bu deprem büyük bir İngiliz bilim adamı tarafından incelendi, adı Nicolas Ambraseys, bu konuda kapsamlı bir kitap yazdı. Bu araştırma kırığın boyu hakkında bilgi veriyor bize... Ortalama 250 yıl içinde, fay üzerinde 3- 5 metrelik bir ötelenme biriktiğini de da biliyoruz. Ve buradan hareketle, depremin büyüklüğünü hesap etmek mümkün.
Soru: Yani bu fay 1506'daki gibi boydan boya yeniden kırılacak mı diyorsunuz?
Le Pichon: Hayır, şimdi Marmara'da beklenen kırılma 1506 değil 1766'daki depreme benzeyecek. 1766'da fayın Gelibolu parçası, Marmara parçasından iki ay sonra kırılmış. İzmit parçası ise daha önce kırılmıştı. Bugünkü duruma baktığımızda ise, Gelibolu kısmı 1912'de kırılmış, İzmit parçası ise şimdi kırıldı. Marmara Denizi'ni bölen fay, şimdi her iki uçtan yüklenmiş bekliyor. En olabilir senaryo, Marmara'yı yaran bütün fay parçanın tek bir parça olarak kırılmasıdır.
Soru: Marmara'da üç tane fay parçası olduğu belirtiliyor. Bunların hepsi birden mi kırılacak diyorsunuz?
Le Pichon: Nereden biliyorsunuz üç tane olduğunu?
Cumhuriyet: Bizim araştırmacılarımız söylüyor..
Le Pichon: Ben onlara katılmıyorum. Benim buna inanmamam için iki neden var. İlki tarihsel depremsellik. İkincisi de güncel depremsellik. Tarihsel kayıtlar ve bugünkü sismik aktivite, Mamara'da fayın tek bir parça olarak kırılacağını gösteriyor.
Soru: Tahmininizce, bu muhtemel kırılma ne zaman gerçekleşebilir?
Le Pichon: Bunun ne zaman olabileceğini tahmin edemeyiz, yarın da olabilir 20 -30 yılda da olabilir, ama 20-30 yıldan daha ötede olması çok zayıf bir ihtimaldir.
Soru: Peki, şu sırada ne yapmalıyız Türkiye olarak, bilimciler olarak, devlet olarak ve toplum olarak?
Le Pichon: Şu anda yapılması gereken en önemli şey, Marmara Denizi'nin çok detaylı incelenmesidir. Bu incelemenin hedefi, olacak depremin ne karakterde bir deprem olacağını tahmin etmeye çalışmaktır. Bu araştırmalar, depremin yaratacağı felaketi, şiddet dağılımının öngörülebilmesi ve bu şiddette bir felaketin ne şekilde ani bir kurtarma yardımını gerektireceğinin tahmin edilmesi açısından çok önemlidir.
Bu bilgileri elde edebilmek için, Türk bilim adamları ve Türkler arasında çok ciddi bir koordinasyon gerekecektir. Ve
önemli ölçüde uluslararası yardım da gerekebilir,bilimel ve teknik olarak.. Bu depremin Avrupa'da yarattığı tepkilere
baktım.. Çok olumlu bir hava var. Bir sonraki deprem için hazırlık ve incelemelere Avrupa'dan çok ciddi katkı alınabilir...
Soru: Marmara Denizi'nde uluslararası bir proje uygulanmasından bahsediyorsunuz.. Bu projenin ana hatlarını ve detaylarınıbelirtebilir misiniz? Hangi ölçekte bir proje ve neleri içermeli?
Le Pichon: Önce: Marmara bilimsel ve oşinografik açıdan çok az biliniyor. Burası detaylı incelenmemiş bir deniz. Mesela bizim olduğunu sandığımız fay üzerinde deniz tabanında sismograf istasyonları kurulabilir, bunlar karaya kablo ile bağlıdır. Petrol şirketlerinin kullandığı üç boyutlu sismik profil incelemeleri vardır. Sismik profil yansıma incelemeleriyle fayın çok detaylı olarak çizilmesi mümkündür. Küçük bilimsel denizaltılarla, yani batiskaf dalışlarıyla fay gözle olduğu yerde derinde incelenebilir. Bir de Avrupalılar, meydana gelebilecek depremin tipinin tespitinde ve etrafında yaratacağı ivmenin hesap edilmesinde yardımcı olabilirler.
Ve bu bilgilerle de, iletişimin hassasiyeti ve muhtemel tahribatı tahmin edilebilir, yapı kodları incelenebilir.
Marmara Denizi'ndeki fayın incelenebilmesi ve önümüzdeki dönem İstanbul'a çıkartabileceği sonuçlarının tahmin
edilebilmesi için bir uluslararası işbirliği programı oluşturulabilir.
Cumhuriyet: İstanbul fayının iki yandan kasılmış olma özelliği de bilim dünyasının ilgisini çekebilir..
Le Pichon: Evet, her iki uçtan aynı zamanda yüklenen bir fay uluslararası ölçekte incelenmiş olur. Bu durum, bilim camiası için de çok önemli, çünkü çalışmalar sonucu belki de depremlerin nasıl tetiklendiğini öğrenebiliriz. Depremin nasıl üretildiğini öğrenebiliriz. Bunları söylerken, gözümün önünde Gölcük'te iki kadının birbirlerini gördüklerinde kucaklaşma sahnesi geliyor.. Bu sahneyi görünce, fotoğraf çekmeye son vermiştim. Bu insanların, en azından bu ölen ve yaralı insanların anısına bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çekilen acılar boşa gitmemiş olsun..
Soru: Böyle bir uluslararası projenin maliyeti nedir? Ve kimler, nasıl finanse edebilir?
Le Pichon: Bilmiyorum, sadece bir sismiğin üç boyutlu fotoğraflanmasının maliyeti bile üç beş milyon dolardır. Çalışanların maliyetlerini vb. düşünürsen 20 milyondan biraz fazlaya gelir. Bir kaç yıla yayılabilir tabii bu çalışma, değişik ülkeler katkıda bulunabilir. Biri bir gemi gönderilir, bu doğrudan para yardımı gibi görünmez ama araştırmaya büyük destektir. Burada harcanan parayı, elde edilecek fayda ile kıyasladığınızda, 20 milyon dolarlık harcama, milyarlarca dolarlık yarar sağlar. Şöyle düşünün, bu araştırmanın toplam fiyatı, bir sonraki felaketetin yüzde 1'i ise, gene de değer bu çalışmayı yapmaya.
Soru: Bu projeyi BM veya Avrupa destekler mi?
Le Pichon: Avrupa Topluluğu hazırdır bunu desteklemeye. Mesela bizim Cumhurbaşkanı şimdi Türklerle dayanışma
göstermenin zamanıdır dedi. Türkiye'yi baştan imar edelim dedi. Eminim ben Türkiye hükümeti tarafından açık bir istek gelirse, bazı şeyler yapılabilir.. Tam şimdi zamanı.. Yunanlıların Türkiye ' ye yaptıkları yardımdan Türkler de çok etkilendi.. Ve bütün bu Avrupa topluluğu ülkelerinde Türk azınlıklar var, bu azınlık Türkler deprem için harekete geçtiler, onlar da Avrupa ülkeleri kamuoyunu mobilize ettiler. Ben bazı teklifler yapıyorum.
Önümüzdeki depremde ne yapılacağı çok dikkatli bir şekilde düşünülmelidir. Olabilecek en kötü şey, bu depremden sonra herşeyin tekrar eski duruma dönmesidir.
Soru: Eğer bugünden itibaren böyle bir deprem tehlikesi varsa İstanbul için, bahsettiğiniz uluslararası ölçekli projenin bir an önce hayata geçirilmesi ve sonuçlarının da alınması gerekmiyor mu?
Le Pichon: Tamamen sizinle aynı fikirdeyim.
Soru: Bugünkü verilerden yola çıkarsak, İstanbul ne derece etkilenebilir?
Le Pichon: Bunu söylemek zor, bilimsel araştırmaların sonunda bir şey söylemek mümkün. Bir de 1509 depreminde
İstanbul'un tamamen yıkıldığını, muazzam bir facia olduğunu biliyoruz.. Bu tür modellemeler yapan Türkiye'de çok iyi
inşaat- deprem mühendisleriniz var. Onların ihtiyacı olan veriler kendilerine sağlandığı takdirde, yani ne tür bir deprem
olacağının bilinmesi durumunda, İstanbul'a vereceği tahribat daha iyi hesaplanır. Ondan sonra yapılacak iş inşaat
mühendislerinin söylediğini sivil otoritenin dinlemesidir ve yapmasıdır.
Soru: Ne kadar büyük olabilir deprem?
Le Pichon: 7.6'dan büyük bir deprem beklenebilir. Bunlar çok kaba tahminlerdir. 1509'da 8 gibiydi. Bu kadarını bilseydik bilimsel incelemeye gerek kalmazdı. Şimdi bütün yaptığımız tahmindir. Ancak bunlar eğitimli tahminlerdir, ama sonuçta tahmindir.
Soru: En iyimser senaryo nedir İstanbul için?
Le Pichon: İnşaat yönetmeliklerine, kodlarına iyi uyulduğu ve iyi bir planla yapıldığı zaman deprem ne kadar büyük ve şiddetli olursa olsun, insan kaybı o kadar az oluyor. Gölcük'ü dolaşırken gördüm, adam gibi yapılan binalar yıkılmamış. Kendimizi nasıl koruyacağımızı biliyoruz, problem bunu uygulamaktan ibarettir. Depremler insanoğlu oldukça vardır. Ormanda ve düz ovalarda yaşadığımız zaman insan hayatına kayıp vermiyordu depremler. İçinde oturduğumuz binaları yapmakla kendi sonumuzu yarattık., Şimdi bize düşen, bekleyeceğimiz tip depremlere göre bu binaları sağlam yapmaktır.
Soru: Depremin kesin tarihini saptamak zor, hatta şimdilik bu başarılamıyor. Ama bu İstanbul önündeki fayın özellikleri, bizedaha yakın bilgi verebilir mi?
Le Pichon: Marmara'yı bölen kırığın bu oluşum özellikleri, depremi çok daha muhtemel hale getiriyor. Fayın her iki ucunun sıkıca takibe alınması çok önemlidir.
Soru: Görüntüleme teknikleri çok gelişti. Tabii 12 km derinlikte olan biteni görüntülemek zordur, ama oradaki yoğunlaşmalarhakkında bu görüntüleme tekniklerinden yararlanarak daha ayrıntılı bilgi edinmek mümkün olmayacak mı, en azından ileride?
Le Pichon: ABD'liler San Andreas fayının üç boyutlu şeklini çıkarmak üzereler, hatta delme programı başlattılar. Depremi üreten tabakanın incelenmesi önümüzdeki dönem çok önemli bir araştırma konusudur. Bu tabaka üzerinde olan bitenleri daha yakından inceleyebilirsek, önemli bir mesafe almış olacağız..
Cumhuriyet: Sayın Le Pichon bu söyleşi için size çok teşekkür ederim.
Prof. Le Pichon'un 24.09.2000 tarihinde Cumhuriyet'te yayınlanan söyleşisi için burayı tıklayınız.
--------------------------------------------------------------------------------
Xavier Le Pichon Kimdir?
Dünyanın yaşayan en büyük tektonikçilerinden... Le Pichon, levha tektonoğinin günümüzdeki şeklini ortaya koyan üç yer bilimciden biridir. College de France Jeodinamik Pofesörü ve Ecole Normal Superiore Jeoloji Laboratuvarı yöneticisi, Fransız Bilimler Akademisi üyesi, Japon ödülü sahibi olan Le Pichon, bütün levha sınırları üzerindeki hareket vektörlerinin toplamının sıfıra eşit olduğunu kanıtladı.
DEĞİŞTİRİLMİŞ MERCALLİ ÖLÇEĞİNE GÖRE YER SARSINTISI ŞİDDETİ RICHTER ÖLÇEĞİNE GÖRE DEPREM BÜYÜKLÜĞÜ
DEĞİŞTİRİLMİŞ MERCALLİ ÖLÇEĞİNE GÖRE YER SARSINTISI ŞİDDETİ RICHTER ÖLÇEĞİNE GÖRE DEPREM BÜYÜKLÜĞÜ
3,5-4,2
I. Çok uygun konumda bulunan birkaç kişi dışında hissedilmez. Ancak aletler kaydeder.
II. Çok hafif: Durmakta olan, özellikle binaların üst katlarında bulunan birkaç kişi tarafından hissedilir. Tek veya yalnızca birkaç kordonla asılmış nesneler sallanabilir.
III. Hafif: Bina içlerinde, özellikle binaların üst katlarında dikkat çekecek derecede hissedilir, fakat pek çok kişi bunun bir deprem olduğunu farketmez. Duran otomobiller hafifçe sallanabilir. Duyulan titreşimler geçmekte olan bir kamyonun yarattıkları gibidir. Süre tahmin edilebilir.
4,3-4,8
IV. Orta şiddette: Gündüzleri bina içlerindekilerin pek çoğu, bina dışındakilerin de pek azınca hissedilir. Geceleri bazıları uyanabilir. Tabaklar, pencereler tıkırdar, kapılar gıcırdar. Duvarlardan çıtırtı gelir. Hissedilen ağır bir kamyonun binaya çarpması gibidir. Duran otomobiller farkedilecek şekilde sallanır.
V. Oldukça şiddetli: Herkes tarafından hissedilir, pek çok kişi uyanır. Bazı tabaklar, pencereler vs. kırılır. Kapılar açılır kapanır. Birkaç alçı çatlaması olayı olur. Nesneler düşer. Ağaçların, direklerin veya diğer uzun boylu nesnelerin sallanması bazan farkedilebilir. Sarkaçlısaatler durabilir. Yatakta olanlar veya iskemlede oturanlar sanki gemide imişçesine yatak ve iskemle ile birlikte yalpalanırlar.
4,9-5,4
VI. Şiddetli: Herkes hisseder. Pek çokları korkarak bina dışına koşar. Bazı ağır mobilyalar hareket eder. Raflardan kitaplar duvarlardan resimler düşer. Bazı bacalar düşebilir, alçı çatlayabilir. Hasar hafiftir.
5,5-6,1
VII. Çok şiddetli: Herkes bina dışına koşar. İyi planlanmış ve inşa edilmiş binalarda hasar ihmal edilebilir derecededir. İyi yapılmış sıradan yapılarda hasar hafif, en çok mutedildir. Fena inşa edilmiş veya kötü planlanmış binalarda hasar epeydir.
Kilise çanları kendiliğinden çalmaya başlar. Bazı bacalar kırılır. Giden otomobillerde olan kişilerce de hissedilir.
6,3-6,9
VIII. Tahripkâr: Özel planlanmış yapılarda hasar hafiftir. Sıradan büyük binalarda kısmi çökmeyle birlikte epey hasar görülür. Fena yapılmış binalarda hasar büyüktür. Panel şeklindeki duvarlar kendilerini çerçeveleyen yapıların dışına atılırlar.
Bacalar, yüksek fabrika bacaları, sütular, anıtlar, duvarlar yıkılır. Ağır mobilya ters döner. Yerden az miktarda kum ve çamur fışkırdığı görülür. Kuyulardaki su seviyelerinde değişme olur. Motorlu araç kullananları rahatsız eder.
IX. Çok tahripkâr: Özel inşa edilmiş yapılarda hasar önemlidir. İyi inşa edilmiş yapı iskeletleri şarkülden çıkar (yani yatar).
Büyük binalarda hasar büyüktür, kısmi çökme görülür. Binalar temellerinden ötelenirler. Yer belirgin tarzda çatlar. Yeraltı boruları (havagazı, doğal gaz, su, kanalizasyon) kırılır.
7-7,3
X. Yıkıcı: Bazı iyi yapılmış tahta yapılar harap olur. Ekseri duvarlar ve bina iskeletleri temelleriyle harap olur. Yerde geniş ve bol çatlaklar oluşur. Raylar bükülür. Dik yamaçlarda ve nehir falezlerinde önemli heyelanlar olur. Kum ve kil kaymaları olur. Su sahile sıçrar.
7,4-8,1
XI. Afet: Pek az duvarlı yapı ayakta kalır - hatta hiç kalmayabilir. Köprüler harap olur. Yerde büyük çatlaklar açılır. Yeraltı boru hatları tamamen devre dışı kalır. Yumuşak tabanlarda toprak kaymaları ve yer kaymaları olabilir. Raylar çok bükülür.
8,1'den fazla
XII. Büyük afet: Hasar tamdır. Yeryüzünde ilerleyen dalgalar görülür. Görüş ve seviye çizgileri yamulur, yani yerde eskiden düz olan yerler eğimli, eğimli olan yerler düzleşebilir ki bu faylanmanın işaretidir. Nesneler yerden yukarı doğru atılır.
3,5-4,2
I. Çok uygun konumda bulunan birkaç kişi dışında hissedilmez. Ancak aletler kaydeder.
II. Çok hafif: Durmakta olan, özellikle binaların üst katlarında bulunan birkaç kişi tarafından hissedilir. Tek veya yalnızca birkaç kordonla asılmış nesneler sallanabilir.
III. Hafif: Bina içlerinde, özellikle binaların üst katlarında dikkat çekecek derecede hissedilir, fakat pek çok kişi bunun bir deprem olduğunu farketmez. Duran otomobiller hafifçe sallanabilir. Duyulan titreşimler geçmekte olan bir kamyonun yarattıkları gibidir. Süre tahmin edilebilir.
4,3-4,8
IV. Orta şiddette: Gündüzleri bina içlerindekilerin pek çoğu, bina dışındakilerin de pek azınca hissedilir. Geceleri bazıları uyanabilir. Tabaklar, pencereler tıkırdar, kapılar gıcırdar. Duvarlardan çıtırtı gelir. Hissedilen ağır bir kamyonun binaya çarpması gibidir. Duran otomobiller farkedilecek şekilde sallanır.
V. Oldukça şiddetli: Herkes tarafından hissedilir, pek çok kişi uyanır. Bazı tabaklar, pencereler vs. kırılır. Kapılar açılır kapanır. Birkaç alçı çatlaması olayı olur. Nesneler düşer. Ağaçların, direklerin veya diğer uzun boylu nesnelerin sallanması bazan farkedilebilir. Sarkaçlısaatler durabilir. Yatakta olanlar veya iskemlede oturanlar sanki gemide imişçesine yatak ve iskemle ile birlikte yalpalanırlar.
4,9-5,4
VI. Şiddetli: Herkes hisseder. Pek çokları korkarak bina dışına koşar. Bazı ağır mobilyalar hareket eder. Raflardan kitaplar duvarlardan resimler düşer. Bazı bacalar düşebilir, alçı çatlayabilir. Hasar hafiftir.
5,5-6,1
VII. Çok şiddetli: Herkes bina dışına koşar. İyi planlanmış ve inşa edilmiş binalarda hasar ihmal edilebilir derecededir. İyi yapılmış sıradan yapılarda hasar hafif, en çok mutedildir. Fena inşa edilmiş veya kötü planlanmış binalarda hasar epeydir.
Kilise çanları kendiliğinden çalmaya başlar. Bazı bacalar kırılır. Giden otomobillerde olan kişilerce de hissedilir.
6,3-6,9
VIII. Tahripkâr: Özel planlanmış yapılarda hasar hafiftir. Sıradan büyük binalarda kısmi çökmeyle birlikte epey hasar görülür. Fena yapılmış binalarda hasar büyüktür. Panel şeklindeki duvarlar kendilerini çerçeveleyen yapıların dışına atılırlar.
Bacalar, yüksek fabrika bacaları, sütular, anıtlar, duvarlar yıkılır. Ağır mobilya ters döner. Yerden az miktarda kum ve çamur fışkırdığı görülür. Kuyulardaki su seviyelerinde değişme olur. Motorlu araç kullananları rahatsız eder.
IX. Çok tahripkâr: Özel inşa edilmiş yapılarda hasar önemlidir. İyi inşa edilmiş yapı iskeletleri şarkülden çıkar (yani yatar).
Büyük binalarda hasar büyüktür, kısmi çökme görülür. Binalar temellerinden ötelenirler. Yer belirgin tarzda çatlar. Yeraltı boruları (havagazı, doğal gaz, su, kanalizasyon) kırılır.
7-7,3
X. Yıkıcı: Bazı iyi yapılmış tahta yapılar harap olur. Ekseri duvarlar ve bina iskeletleri temelleriyle harap olur. Yerde geniş ve bol çatlaklar oluşur. Raylar bükülür. Dik yamaçlarda ve nehir falezlerinde önemli heyelanlar olur. Kum ve kil kaymaları olur. Su sahile sıçrar.
7,4-8,1
XI. Afet: Pek az duvarlı yapı ayakta kalır - hatta hiç kalmayabilir. Köprüler harap olur. Yerde büyük çatlaklar açılır. Yeraltı boru hatları tamamen devre dışı kalır. Yumuşak tabanlarda toprak kaymaları ve yer kaymaları olabilir. Raylar çok bükülür.
8,1'den fazla
XII. Büyük afet: Hasar tamdır. Yeryüzünde ilerleyen dalgalar görülür. Görüş ve seviye çizgileri yamulur, yani yerde eskiden düz olan yerler eğimli, eğimli olan yerler düzleşebilir ki bu faylanmanın işaretidir. Nesneler yerden yukarı doğru atılır.
Depreme dayanıklı yapının bedeli yüksek
Depreme dayanıklı yapının bedeli yüksek
Nejat Bayükle, İnşaat Yüksek Mühendisi
Cumhuriyet, 8.1.2000
Dünyada iki türlü yapı vardır. Bir tanesi yalnızca düşey yükler, yapının kendi ağırlığı ve içindeki insan ve eşyanın yükleri için tasarlanmış yapılardır. Diğeri ise düşey yüklerin yanında deprem yükleri için tasarlanmış yapılardır. Bu yapılar betonarme, çelik, ahşap karkas ya da tuğla yığma olabilir. Bir yapının çelik ya da ahşap olması ona kendiliğinden depreme dayanıklılık kazandırmıyor: 17 Ağustos 1999'da Adazaparı'nda yıkılan Vagon Fabrikası çelik yapı idi. Çelik yapılar Kobe Japonya depremlerinde çeşitli düzeylerde hasar gören çelik yapıların yıkılma ve hasar nedenlerini anlamak için yüz milyonlarca dolarlık araştırma projeleri bu ülkelerde başlatılmazdı. Yapı malzemesi ne olursa olsun, bir tarafta yalnız düzey yükler için tasarlanmış yapılar vardır. Bu iki tür yapı arasındaki fark depreme dayanıklı yapı tasarımı ve davranışı konusunda uzmanlaşmış bir mühendis tarafından anlaşılabilir. Bu fark yanyana duran iki yapıdan biri yıkılırken diğerinin az ya da orta hasarlı olması ile de anlalabilir.
Bu ne biçim akıl!
Türkiye de ise tek türlü yapı vardır, bazı istisnaları olsa da, yapılarımız yalnızca düşey yükleri taşımak için tasarlanmışlardır. Sanki Türkiye bir deprem ülkesi değildir, 1940'lı yıllardan beri Deprem Tehlike Haritaları yoktur, bu haritalarla birlikte çıkarılmış Depreme Dayanıklı Yapı Yönetmelikleri o yıllardan beri yoktur ve bu yönetmelikler geçmişte pek çok kere yenilenmemiştir; İnşaat Mühendisliği eğitimi veren okullarda deprem hesabı hiç gösterilmemiştir.
"Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelikler" Bakanlar kurulu kararı ile kabul edilip Resmi Gazete'de yayınlanmıştır. Bu ülkede 1963Yalova-Çınarcık, 1966 Varto, 1967 Mudurnu Vadisi depremi olmamıştır, 1967 depreminde Adapazarı'nda yıkılan 8 yapının döşemeleri asmolen değildir; 1968Bartan, 1969 Salihli ve Demirci, 1970 Gediz 1971 Burdur ve Bingöl, 91975 Lice (Diyarbakır), 1976 Çaldıran (Van) depremleri olmamıştır. Kısaca bu ülke depremülkesi değildir ve bu nedenle yapıların deprem kuvvetlerine göre tasarlanıp yapılması gerekmez!
Yapsatcının hesabı
17 Ağustos 1999 depreminden sonra ortaya çıkan büyük ve felaket boyutlu betonarme yapı yıkımı ve ağır hasarı öyle çok kişinin ileri sürdüğü gibi bilgisizliktenkaynaklanmıyor. Bu yapılar "Çok az bir ek masrafla" depreme dayanıklı olmazlar. Depreme dayanıklı yapı yapmanın bedeli, yapı maliyetinin % 20'si kadar olabilir.
Bu miktar yapsatçılık yapan bir mühendis ya da sermaye sahibi için önemli bir bedeldir. Arsa sahibi ile % 0 oranında anlaşma yapılmışsa ve 12 dairelik bir apartmansöz ronusu ise yapsatçıya kalacak bu 6 dairenin 1-1.5 tanesi deprem dayanımı için harcanacak ve yapsatçının kazancı çok önemli boyutta azalacaktır.
İşte bu nedenle, depreme dayanıklı yapının bedeli yüksek olduğu için yapılar yalnızca düşey yüklere göre tasarlanmıştır ve de 17 Ağustos 1999'da yıkılmışlardır.
Maliyeti ne yükseltiyor?
Depreme dayanıklı yapının maliyeti yükselten bileşenler ve bunların katkı boyutları aşağıda sıralanmaktadır:
Proje Bedeli: Mühendise verilecek proje bedeli projenin ve hesapların ayrıntısına bağlıdır. Çünkü ne kadar hesap ve ayrıntı o kadar emek ve zaman ve ücretdemektir. Bir katın birkaç örnek temel hesabından oluşan yalnızca düşey yükler için bile yeterli olmayan bir apartman projesi de yapılabilir.
Bunun yanında, her katın döşemesinin hesaplandığı, yapının bütün kirişlerinin çerçeve olarak ve çerçevelerin açıklıklarının şaşırtmalı olarak yüklendiği duruma görekiriş tasarımlarının bütün katlar için yapıldığı, kolonların düşey yüklerinin bu çerçeve hesabına göre belirlendiği, temel hesabının gerçek çerçeve hesabından bulunankolon yüklerine yapılıp boyutlarının belirlendiği bir düşey yük tasarımı daha çok mühendis emeği ve zamanını alacaktır. Yalnızca düşey yüklere göre karşı tasarımın dastandart ve yönetmeliklere uygun olarak yapılması ve bu emeğin bedelinin İnşaat Mühendisleri Odasının belirlediği rayiçe göre ödenmesi gerekir. Bu bedelin çokaltında yapılan tasarımın kurallara uygun olması zordur.
Şimdi bu düşey yüklere göre yapılan hesaba bir de deprem hesabını eklerseniz ne olacaktır? Deprem hesabı için yapının ağırlığının belirlenmesi gerekir. Önce düşeyyüklere göre tasarım yapıp yapı ağırlığı belirlenmelidir. Çünkü deprem yükü yapının ağırlığına bağlıdır. Deprem yükleri altında yapının bütün kolon ve kirişlerine gelendeprem yükleri hesaplanacak ve düşey yükler ve deprem yükleri altında kolon ve kirişlerin boyutları ve demirlerinin yeterli olup olmadığı kontrol edilecektir.
Bu hesaplar ancak son 3-5 yıldanberi bilgisayar programları ile kolay ve hızlı olarak yapılmakta, geçmiş yıllarda, 1970 ve 1980'li yıllarda, 17 Ağustos 1999'da yıkılanyapıların yapıldığı yıllarda ise elle ve hesap makinesi ile yukarıda anlatılan biçimlerde hesap yapmak mühendis için çok zaman alıcı ve hata yapma oranı her zamanyüksek bir işti. Üstelik ayrıntılı hesap yapmanın bedeli de alınamıyordu; Piyasada her zaman yetersiz projeyi kısa zamanda ve çok ucuza yapacak projeci mühendisher zaman vardı.
Kısaca 1970 ve 1980'li yıllarda standart ve yönetmeliklere uygun yapılmış projelerin bedeli daha yüksekti. Bu bedelden kurtulmak için yalnızca düşey yüklere göretasarım yapmak ve bu tasarım da kurallara uygun biçimde yapılmayınca, yapsatçı ucuz proje, önemli miktarda tasarruf sağlıyordu.
Bu yıllarda hazır bir projeyi alıp yalnızca kapak sayfasını değiştirip, ada ve parsel numarasını değiştirip, başka arsalar üzerine projeye hiç uymayan yapılardauygulanıyor ve proje bedelinden bu yöntemle de büyük tasarruflar sağlanabiliyordu.
Belediyeler tarafından denetim sorun olmuyordu, çünkü çoğu küçük belediyenin, özellikle kentlerin yanında komşu köy iken hızlı yapılaşma ile birden belde olanyerlerdeki belediyenin, böyle bir kontrolu yapacak mühendisi ya hiç olmuyordu ya da mühendis bu konuları bilmeyecek kadar deneyimsiz oluyordu ya da hızlayapılaşmaya ve büyük rantlar elde etme tekerine çomak sokmanın âlemi yoktu. Yapıların projelerini ve uygulamasını denetleyen ve böylece vatandaşı "sıkan" belediyebaşkanının bir daha seçilme şansı olmazdı.
Deprem Hesabı Yapılmış ve Yapılmamış Yapının Yapım Bedeli Farkı: Deprem hesabının ve projenin yönetmelik ve standartlara uygun olarak yapılması yalnızca dahabüyük bir proje bedel ödenmesi ile sonuçlanmıyordu. Deprem hesabı yapılınca hem betonarme kiriş, kolon ve temellerin kesitleri büyüyor ve içine konan demirmiktarı artıyor ve buna ek olarak projede bir de ortaya "perde duvar" denilen büyük betonarme elemanlar çıkıyordu. Bu perde duvarların hem betonu hem dedemirleri çoktu. Bir de kolon-kiriş ek yerleri "kuş kafesi" gibi domatıları sık aralıklı içine beton kirmesi de çok zor olan bir biçimde yapılmak zorundaydı.
1975'ten sonra Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü, Milli Savunma Bakanlığı ve eski İmar ve İskân Bakanlığı Mesken Genel Müdürlüğünün1'nci derece deprem bölgeleri için yaptığı 5-6 katlı tip lojman ve sosyal konut projelerinde hep perde duvar varken, Adapazarı'nda 17 Ağustos 1999 depremindeyıkılan 6 katlı apartmanlarca acaba neden hiç perde duvar yoktu?
Ayrıca deprem yüklerini dikkate alan bir tasarım, temellerin öyle tekil temel olmasına da izin vermiyor, sürekli ya da plak temeller gibi daha çok beton ve demir isteyen temeller gerekiyordu.
Daha da kötüsü deprem hesabı yapılırsa zemin emniyet gerilmesinin deprem durumunda daha da küçük alınması da vardı. Bu özellikle taşıma gücü az olan zeminlerdeçok kattan yüksek olmayacaktı. (Adapazarı'nda 5-d ve daha çok katlı ve kazık temelli olan yapılardan Özel Bilge Hastanesi, PTT Telefon Santralı, Belediye Binasıve hemen yanındaki Vergi Dairesinin bulunduğu işhanında dikkate değer bir hasar olmamıştır. Kazık temelli bir yapının temelinin oldukça "kazık" bedelli bir yapıyaneden olduğunu inşaatçı olmayanlar da çok iyi bilir.) Bedel % 50 Kadar Artar: Kısacası deprem hesabı yapılmış yapıda daha çok beton ve demir kullanılacaktır.Depreme dayanıklı bir biçimde tasarlanmış yapıda artan demir ve beton miktarının bedeli ne kadardır?
1975 Deprem Yönetmeliğine göre tasarlanmış 6 katlı, bir katta iki dairesi olan kolonlu ve perde duvarlı bir yapıda deprem hesabında kullanılan yatay yükü yapıağırlığının % 0'u kadardır. 1998 deprem Yönetmeliği'ne göre ise bu yatay deprem hesap yükü yapı ağırlığının % 4.'ü kadar olmuştur. Ayrıca 1998 yönetmeliği birdiğer kesit kuralları içerir. Aynı zamanda 1998 yönetmeliğine ğgöre tasarlandığı (Şapçı ve diğerleri - 1997) zaman taşıyıcı sistemde % 0 kadar maliyet artışı olmuştur.
Şimdi hiç deprem hesabı ve depreme göre tasarım yapılmamış bir yapının maliyeti ile bu hesabın yapının maliyeti karşılaştırıldığı zaman bu artış % 0 ve daha çokolabilir. Bu konuda çok eski yıllarda yapılan bir karşılaştırma yapının yüksekliğinin artması ile depremi dikkate almanın getirdiği ek bedeli hızla arttığını göstermektedir(İpek-1968).
Demir Artışının Maliyete Katkısı: Malzeme miktarında deprem nedeni olan artışın yanında bir de işçilik artışı vardır. Bir kere miktar olarak daha çok demir kesilipbükülüp yerleştirilecektir: Sık aralıkla etriye (enine demir), bütün etriyeleri tek tek boylamasına demirlere bağlamak, bu bağlama işini özellikle perde demirlerindeyapmak, kolonun boylamasına demirlerini üst ya da alt kat kolonlarında ve de kiriş demirlerini kolonun diğer yanındaki kirişin içine uzatmak, kirişlerin uçlarına yakınyerlere kirişin alt tarafına boylamasına ek demirler koymak ve de özellikle kolon-kiriş düğüm noktalarında kolonlara ek etriyeler, tıpkı "kuş kafesi" yapmak gibidir,koymak son derece emek yoğun işlerdir ve demirci usta ve işçilerine ek bedeller vermeyi gerektirir. Burada ABD Kaliforniya'daki bir binanın kiriş-kolon birleşim yerinin demirleri ve bizde genellikle yapılan kiriş-kolon birleşim yeri ayrıntısı görülmektedir.
Beton Artışının Maliyete Katkısı: Beton miktarının artmasının da maliyete bir katkısı vardır. Bunun yanında bir de kaliteli beton üretmek sorunu da vardır. Bitmişyapıdaki betonun hesaplarda, Türkiye'de bitmiş yapıdaki betonun tasarımında seçilen beton dayanımına ne kadar yakın olduğu sorusunun yanıtı tam bir rezalettir.Santimetrekaresi 160 kg taşıyacağı varsayımına göre yapılan betonarme hesaplarına karşın bitmiş yapıdaki betonun dayanımı 80-90 kg/cm2 'dir. Çok ender koşullarda bu dayanım 100-120 kg/cm2 olur.
Bir kere hesaplarda kabul edilen 160 kg/cm2 beton dayanımı da çok düşüktür. Pek çok ülkede betonarme yapılarda kullanılan betonun dayanımının en az 200kg/cm2 olması istenir. Bu ülkelerde betonarme yapı tasarımını 250 kg/cm2 dayanımlı betona göre yapmak ve yapıda da bu dayanımda beton üretmek zorun değildirama bu dayanımlara ulaşmanın da bir bedeli vardır.
Neden yapılarımızda ulaşılan beton dayanımı bu kadar düşüktür? Dereden ya da ocaktan kum çakıl getirip bunları yıkamadan uygun boyutlara ayırmadan ve uygunkum-çakıl oranlarında karıştırmadan üstlerine göz kararı ile 5-6 torba çimento koyarak yine göz kararı ile su katarak, bir betonyerle karıştırılsa da, yapılan beton çok ekonomik olmakta ancak dayanımı da en iyi koşullarda 100 kg/cm2 olabilmektedir. Bırakın 200-250 kg/cm2 dayınımlıyı, daha 160 kg/cm2 dayanımlı beton yapmak için gerekenler ise yapı maliyetini önemli miktarda artırır.
Deniz kumu yerine İstanbul'a 100 km'den daha uzakta olan Sakarya nehrinden gelen tuzsuz kum kullanılınca depreme dayanıklı yapının maliyetinin artacağı kesindir. Mühendisin betonarmedeki demiri paslandıracağını "bilmediği" için deniz kumu kullandığını varsaymak komik ve trajiktir. Deniz kumunun betonu paslandıracağını mühendis bile bilmezse bunun hiç eğitimini almamış ama inşaattan anlayan yapsatçı ya da sözde usta kalfa nereden bilecek ki.
Kalıp ve İşçiliği: Beton bir kalıp içine dökülür ve sertleşinceye kadar desteklenmelidir. Eğer kalıp iyi yapılmamış ise betonun çimento şerbeti akıp gider. Çimento kum ve çakılı birbirine bağlayıp onu "taşlaştıran" ve dayanım kazandıran şeydir. Akıp giderse beton dayanımı düşük olur. Yerine döküldükten sonra boşluğu olmayan beton istenirse betonun vibratör denilen ve betonu titreşim vererek sıkıştıran gereçler kullanılmalıdır. Bu hem alet bedeli hem de işçilik bedelinde artış demektir. Beton iyi desteklenmez ise ya kalıplar yaş betonun itkisi ile şişer ya da sarkar daha da kötüsü beton dökümü sırasında kalıplar çöker, Türkiye'de yetersiz yapıldığı için beton dökülürken kalıpların çökmesi çok rastlanan bir olaydır. Eğer can kaybı olmamışsa olay kamuya yansımaz ve savcılık kovuşturmaz. Kalıpları ve destekleri yeterli
olmadığı için balkonları, kirişleri ve döşemeleri sarkmış yapılara çok sık rastlanır: Depreme dayanıklı yapıdaki betonun kalıplarının yeterli olmasının da ek bir bedeli vardır.
Yapı Maliyeti Artar: Ucuza yapılmış yapıların emniyet payları düşey yüklere karşı bile standartların istediği düzeylerin altındadır. Standartlar yaklaşık 3 gibi bir emniyet payı ister: Yükü 50 ton olan kolon 150 ton yükte kırılacak dayanımda yapılır. Ucuz yapılarda bu emniyet payı 1.5-1.8 kadardır yapının kendi kendine yıkılması için bu güvenlik payının 1.2 kadar olması gerekir. Bu duruma çok az rastlanır. Böyle yapılar, ya inşaatın bitimine çok az kala ya da yapıldıktan çok kısa süre sonra yıkılırlar. Eğer bu aşamalarda yıkılmamışlarsa bunlar "sağlamdır" ve bir depreme kadar yıkılmaz ve ayakta kalırlar.
Deprem dayanıklı yapının bedelinin neden yüksek olduğu ve bu yüksek bedelin ödenmemesi için nelerin yapılabileceğini İnşaat Mühendisleri Odası tarafından proje denetimi yapılan bir büyük ilimizde yaşanmış bir örnek ile bir kez daha kanıtlamaktadır.
Bir başka betonarme projede yapının zemin katımdaki dükkhanın ve dolayısı ile kolonlarının yüksekliği 3.00 metre olarak çözülmüştür. Ancak mimari projede zemin katındaki dükkân 6.00 metredir. Eğer betonarme projenin deprem hesabı zemin katta gerçekte yapılacak olan 6.00 metrelik kolonlara göre yapılsaydı deprem yönetmeliğine göre tasarım çok önemli ve büyük zorlamalarla karşılaşacak ve belki de vize alamayacaktı. İnşaat Mühendisleri Odasından vize almak için hazırlanmış mimari projede zemin kat 3.00 metredir, belediyeden vize alınmış mimari projede zemin kat 6.00 metredir. 3.00 metre yüksekliğinde tasarlanmış kolonu 6.00 metre yapmanın neye mal olacağı, 17 Ağustos 1997'da yaşanmıştı.
Bu davranışlar bilgisizlik ve eğitimsizlik değildir. Depreme dayanıklı yapının daha yüksek bedelinden bilinçli bir kaçıştır. Eğer yapı projesi ve uygulaması deprem dikkate alınmadan yapılırsa maaliyet azalır, tasarım sorunları çıkmaz, çok düşük dayanımlı zeminlerde kazık temel yapılmadan 6 katlı bina yapılabilir, yoksa ancak 3 katlı yapı yapmak gerekir, arsa rantı düşer, 3.00 metre yüksekliğindeki kolon en kesiti büyütülmeden 6.00 metre yüksekliğinde yapılabilir. Perde duvarı olmayan 6.00 metre yükseklikte dükkân katı yapılabilir. Hiç perde duvarı olmayan 5-6 katlı yapı yapılabilir. Daha pek çok şey yapılabilir. Deprem olana kadar da "hiçbir şey olmaz". ( C.Emek'in ilavesi: Deprem oluca da bina bir enkaz olarak yere yapışır ve içindekilere mezar olur!)
Kaynaklar
Şapçı, M. H. Sucuoğlu, H. Kubin, J. (1997) "1975 ve 1997 Türkiye Deprem Yönetmeliklerinin Taşıyıcı Sistem Tasarımı ve Maliyetleri Bakımından Karşılaştırılması" 4'üncü Ulusal Deprem Mühendisliği Konferansı 17-19 Eylül 1997, Bildiriler Kitabı.
İpek, M. (1968) "Increase in Building Cost Due to Seismic Coefficient" CENTO Conference on Earthquake Hazard Minimazation, Held in Ankara, Turkey July
22-27.
Nejat Bayükle, İnşaat Yüksek Mühendisi
Cumhuriyet, 8.1.2000
Dünyada iki türlü yapı vardır. Bir tanesi yalnızca düşey yükler, yapının kendi ağırlığı ve içindeki insan ve eşyanın yükleri için tasarlanmış yapılardır. Diğeri ise düşey yüklerin yanında deprem yükleri için tasarlanmış yapılardır. Bu yapılar betonarme, çelik, ahşap karkas ya da tuğla yığma olabilir. Bir yapının çelik ya da ahşap olması ona kendiliğinden depreme dayanıklılık kazandırmıyor: 17 Ağustos 1999'da Adazaparı'nda yıkılan Vagon Fabrikası çelik yapı idi. Çelik yapılar Kobe Japonya depremlerinde çeşitli düzeylerde hasar gören çelik yapıların yıkılma ve hasar nedenlerini anlamak için yüz milyonlarca dolarlık araştırma projeleri bu ülkelerde başlatılmazdı. Yapı malzemesi ne olursa olsun, bir tarafta yalnız düzey yükler için tasarlanmış yapılar vardır. Bu iki tür yapı arasındaki fark depreme dayanıklı yapı tasarımı ve davranışı konusunda uzmanlaşmış bir mühendis tarafından anlaşılabilir. Bu fark yanyana duran iki yapıdan biri yıkılırken diğerinin az ya da orta hasarlı olması ile de anlalabilir.
Bu ne biçim akıl!
Türkiye de ise tek türlü yapı vardır, bazı istisnaları olsa da, yapılarımız yalnızca düşey yükleri taşımak için tasarlanmışlardır. Sanki Türkiye bir deprem ülkesi değildir, 1940'lı yıllardan beri Deprem Tehlike Haritaları yoktur, bu haritalarla birlikte çıkarılmış Depreme Dayanıklı Yapı Yönetmelikleri o yıllardan beri yoktur ve bu yönetmelikler geçmişte pek çok kere yenilenmemiştir; İnşaat Mühendisliği eğitimi veren okullarda deprem hesabı hiç gösterilmemiştir.
"Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelikler" Bakanlar kurulu kararı ile kabul edilip Resmi Gazete'de yayınlanmıştır. Bu ülkede 1963Yalova-Çınarcık, 1966 Varto, 1967 Mudurnu Vadisi depremi olmamıştır, 1967 depreminde Adapazarı'nda yıkılan 8 yapının döşemeleri asmolen değildir; 1968Bartan, 1969 Salihli ve Demirci, 1970 Gediz 1971 Burdur ve Bingöl, 91975 Lice (Diyarbakır), 1976 Çaldıran (Van) depremleri olmamıştır. Kısaca bu ülke depremülkesi değildir ve bu nedenle yapıların deprem kuvvetlerine göre tasarlanıp yapılması gerekmez!
Yapsatcının hesabı
17 Ağustos 1999 depreminden sonra ortaya çıkan büyük ve felaket boyutlu betonarme yapı yıkımı ve ağır hasarı öyle çok kişinin ileri sürdüğü gibi bilgisizliktenkaynaklanmıyor. Bu yapılar "Çok az bir ek masrafla" depreme dayanıklı olmazlar. Depreme dayanıklı yapı yapmanın bedeli, yapı maliyetinin % 20'si kadar olabilir.
Bu miktar yapsatçılık yapan bir mühendis ya da sermaye sahibi için önemli bir bedeldir. Arsa sahibi ile % 0 oranında anlaşma yapılmışsa ve 12 dairelik bir apartmansöz ronusu ise yapsatçıya kalacak bu 6 dairenin 1-1.5 tanesi deprem dayanımı için harcanacak ve yapsatçının kazancı çok önemli boyutta azalacaktır.
İşte bu nedenle, depreme dayanıklı yapının bedeli yüksek olduğu için yapılar yalnızca düşey yüklere göre tasarlanmıştır ve de 17 Ağustos 1999'da yıkılmışlardır.
Maliyeti ne yükseltiyor?
Depreme dayanıklı yapının maliyeti yükselten bileşenler ve bunların katkı boyutları aşağıda sıralanmaktadır:
Proje Bedeli: Mühendise verilecek proje bedeli projenin ve hesapların ayrıntısına bağlıdır. Çünkü ne kadar hesap ve ayrıntı o kadar emek ve zaman ve ücretdemektir. Bir katın birkaç örnek temel hesabından oluşan yalnızca düşey yükler için bile yeterli olmayan bir apartman projesi de yapılabilir.
Bunun yanında, her katın döşemesinin hesaplandığı, yapının bütün kirişlerinin çerçeve olarak ve çerçevelerin açıklıklarının şaşırtmalı olarak yüklendiği duruma görekiriş tasarımlarının bütün katlar için yapıldığı, kolonların düşey yüklerinin bu çerçeve hesabına göre belirlendiği, temel hesabının gerçek çerçeve hesabından bulunankolon yüklerine yapılıp boyutlarının belirlendiği bir düşey yük tasarımı daha çok mühendis emeği ve zamanını alacaktır. Yalnızca düşey yüklere göre karşı tasarımın dastandart ve yönetmeliklere uygun olarak yapılması ve bu emeğin bedelinin İnşaat Mühendisleri Odasının belirlediği rayiçe göre ödenmesi gerekir. Bu bedelin çokaltında yapılan tasarımın kurallara uygun olması zordur.
Şimdi bu düşey yüklere göre yapılan hesaba bir de deprem hesabını eklerseniz ne olacaktır? Deprem hesabı için yapının ağırlığının belirlenmesi gerekir. Önce düşeyyüklere göre tasarım yapıp yapı ağırlığı belirlenmelidir. Çünkü deprem yükü yapının ağırlığına bağlıdır. Deprem yükleri altında yapının bütün kolon ve kirişlerine gelendeprem yükleri hesaplanacak ve düşey yükler ve deprem yükleri altında kolon ve kirişlerin boyutları ve demirlerinin yeterli olup olmadığı kontrol edilecektir.
Bu hesaplar ancak son 3-5 yıldanberi bilgisayar programları ile kolay ve hızlı olarak yapılmakta, geçmiş yıllarda, 1970 ve 1980'li yıllarda, 17 Ağustos 1999'da yıkılanyapıların yapıldığı yıllarda ise elle ve hesap makinesi ile yukarıda anlatılan biçimlerde hesap yapmak mühendis için çok zaman alıcı ve hata yapma oranı her zamanyüksek bir işti. Üstelik ayrıntılı hesap yapmanın bedeli de alınamıyordu; Piyasada her zaman yetersiz projeyi kısa zamanda ve çok ucuza yapacak projeci mühendisher zaman vardı.
Kısaca 1970 ve 1980'li yıllarda standart ve yönetmeliklere uygun yapılmış projelerin bedeli daha yüksekti. Bu bedelden kurtulmak için yalnızca düşey yüklere göretasarım yapmak ve bu tasarım da kurallara uygun biçimde yapılmayınca, yapsatçı ucuz proje, önemli miktarda tasarruf sağlıyordu.
Bu yıllarda hazır bir projeyi alıp yalnızca kapak sayfasını değiştirip, ada ve parsel numarasını değiştirip, başka arsalar üzerine projeye hiç uymayan yapılardauygulanıyor ve proje bedelinden bu yöntemle de büyük tasarruflar sağlanabiliyordu.
Belediyeler tarafından denetim sorun olmuyordu, çünkü çoğu küçük belediyenin, özellikle kentlerin yanında komşu köy iken hızlı yapılaşma ile birden belde olanyerlerdeki belediyenin, böyle bir kontrolu yapacak mühendisi ya hiç olmuyordu ya da mühendis bu konuları bilmeyecek kadar deneyimsiz oluyordu ya da hızlayapılaşmaya ve büyük rantlar elde etme tekerine çomak sokmanın âlemi yoktu. Yapıların projelerini ve uygulamasını denetleyen ve böylece vatandaşı "sıkan" belediyebaşkanının bir daha seçilme şansı olmazdı.
Deprem Hesabı Yapılmış ve Yapılmamış Yapının Yapım Bedeli Farkı: Deprem hesabının ve projenin yönetmelik ve standartlara uygun olarak yapılması yalnızca dahabüyük bir proje bedel ödenmesi ile sonuçlanmıyordu. Deprem hesabı yapılınca hem betonarme kiriş, kolon ve temellerin kesitleri büyüyor ve içine konan demirmiktarı artıyor ve buna ek olarak projede bir de ortaya "perde duvar" denilen büyük betonarme elemanlar çıkıyordu. Bu perde duvarların hem betonu hem dedemirleri çoktu. Bir de kolon-kiriş ek yerleri "kuş kafesi" gibi domatıları sık aralıklı içine beton kirmesi de çok zor olan bir biçimde yapılmak zorundaydı.
1975'ten sonra Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü, Milli Savunma Bakanlığı ve eski İmar ve İskân Bakanlığı Mesken Genel Müdürlüğünün1'nci derece deprem bölgeleri için yaptığı 5-6 katlı tip lojman ve sosyal konut projelerinde hep perde duvar varken, Adapazarı'nda 17 Ağustos 1999 depremindeyıkılan 6 katlı apartmanlarca acaba neden hiç perde duvar yoktu?
Ayrıca deprem yüklerini dikkate alan bir tasarım, temellerin öyle tekil temel olmasına da izin vermiyor, sürekli ya da plak temeller gibi daha çok beton ve demir isteyen temeller gerekiyordu.
Daha da kötüsü deprem hesabı yapılırsa zemin emniyet gerilmesinin deprem durumunda daha da küçük alınması da vardı. Bu özellikle taşıma gücü az olan zeminlerdeçok kattan yüksek olmayacaktı. (Adapazarı'nda 5-d ve daha çok katlı ve kazık temelli olan yapılardan Özel Bilge Hastanesi, PTT Telefon Santralı, Belediye Binasıve hemen yanındaki Vergi Dairesinin bulunduğu işhanında dikkate değer bir hasar olmamıştır. Kazık temelli bir yapının temelinin oldukça "kazık" bedelli bir yapıyaneden olduğunu inşaatçı olmayanlar da çok iyi bilir.) Bedel % 50 Kadar Artar: Kısacası deprem hesabı yapılmış yapıda daha çok beton ve demir kullanılacaktır.Depreme dayanıklı bir biçimde tasarlanmış yapıda artan demir ve beton miktarının bedeli ne kadardır?
1975 Deprem Yönetmeliğine göre tasarlanmış 6 katlı, bir katta iki dairesi olan kolonlu ve perde duvarlı bir yapıda deprem hesabında kullanılan yatay yükü yapıağırlığının % 0'u kadardır. 1998 deprem Yönetmeliği'ne göre ise bu yatay deprem hesap yükü yapı ağırlığının % 4.'ü kadar olmuştur. Ayrıca 1998 yönetmeliği birdiğer kesit kuralları içerir. Aynı zamanda 1998 yönetmeliğine ğgöre tasarlandığı (Şapçı ve diğerleri - 1997) zaman taşıyıcı sistemde % 0 kadar maliyet artışı olmuştur.
Şimdi hiç deprem hesabı ve depreme göre tasarım yapılmamış bir yapının maliyeti ile bu hesabın yapının maliyeti karşılaştırıldığı zaman bu artış % 0 ve daha çokolabilir. Bu konuda çok eski yıllarda yapılan bir karşılaştırma yapının yüksekliğinin artması ile depremi dikkate almanın getirdiği ek bedeli hızla arttığını göstermektedir(İpek-1968).
Demir Artışının Maliyete Katkısı: Malzeme miktarında deprem nedeni olan artışın yanında bir de işçilik artışı vardır. Bir kere miktar olarak daha çok demir kesilipbükülüp yerleştirilecektir: Sık aralıkla etriye (enine demir), bütün etriyeleri tek tek boylamasına demirlere bağlamak, bu bağlama işini özellikle perde demirlerindeyapmak, kolonun boylamasına demirlerini üst ya da alt kat kolonlarında ve de kiriş demirlerini kolonun diğer yanındaki kirişin içine uzatmak, kirişlerin uçlarına yakınyerlere kirişin alt tarafına boylamasına ek demirler koymak ve de özellikle kolon-kiriş düğüm noktalarında kolonlara ek etriyeler, tıpkı "kuş kafesi" yapmak gibidir,koymak son derece emek yoğun işlerdir ve demirci usta ve işçilerine ek bedeller vermeyi gerektirir. Burada ABD Kaliforniya'daki bir binanın kiriş-kolon birleşim yerinin demirleri ve bizde genellikle yapılan kiriş-kolon birleşim yeri ayrıntısı görülmektedir.
Beton Artışının Maliyete Katkısı: Beton miktarının artmasının da maliyete bir katkısı vardır. Bunun yanında bir de kaliteli beton üretmek sorunu da vardır. Bitmişyapıdaki betonun hesaplarda, Türkiye'de bitmiş yapıdaki betonun tasarımında seçilen beton dayanımına ne kadar yakın olduğu sorusunun yanıtı tam bir rezalettir.Santimetrekaresi 160 kg taşıyacağı varsayımına göre yapılan betonarme hesaplarına karşın bitmiş yapıdaki betonun dayanımı 80-90 kg/cm2 'dir. Çok ender koşullarda bu dayanım 100-120 kg/cm2 olur.
Bir kere hesaplarda kabul edilen 160 kg/cm2 beton dayanımı da çok düşüktür. Pek çok ülkede betonarme yapılarda kullanılan betonun dayanımının en az 200kg/cm2 olması istenir. Bu ülkelerde betonarme yapı tasarımını 250 kg/cm2 dayanımlı betona göre yapmak ve yapıda da bu dayanımda beton üretmek zorun değildirama bu dayanımlara ulaşmanın da bir bedeli vardır.
Neden yapılarımızda ulaşılan beton dayanımı bu kadar düşüktür? Dereden ya da ocaktan kum çakıl getirip bunları yıkamadan uygun boyutlara ayırmadan ve uygunkum-çakıl oranlarında karıştırmadan üstlerine göz kararı ile 5-6 torba çimento koyarak yine göz kararı ile su katarak, bir betonyerle karıştırılsa da, yapılan beton çok ekonomik olmakta ancak dayanımı da en iyi koşullarda 100 kg/cm2 olabilmektedir. Bırakın 200-250 kg/cm2 dayınımlıyı, daha 160 kg/cm2 dayanımlı beton yapmak için gerekenler ise yapı maliyetini önemli miktarda artırır.
Deniz kumu yerine İstanbul'a 100 km'den daha uzakta olan Sakarya nehrinden gelen tuzsuz kum kullanılınca depreme dayanıklı yapının maliyetinin artacağı kesindir. Mühendisin betonarmedeki demiri paslandıracağını "bilmediği" için deniz kumu kullandığını varsaymak komik ve trajiktir. Deniz kumunun betonu paslandıracağını mühendis bile bilmezse bunun hiç eğitimini almamış ama inşaattan anlayan yapsatçı ya da sözde usta kalfa nereden bilecek ki.
Kalıp ve İşçiliği: Beton bir kalıp içine dökülür ve sertleşinceye kadar desteklenmelidir. Eğer kalıp iyi yapılmamış ise betonun çimento şerbeti akıp gider. Çimento kum ve çakılı birbirine bağlayıp onu "taşlaştıran" ve dayanım kazandıran şeydir. Akıp giderse beton dayanımı düşük olur. Yerine döküldükten sonra boşluğu olmayan beton istenirse betonun vibratör denilen ve betonu titreşim vererek sıkıştıran gereçler kullanılmalıdır. Bu hem alet bedeli hem de işçilik bedelinde artış demektir. Beton iyi desteklenmez ise ya kalıplar yaş betonun itkisi ile şişer ya da sarkar daha da kötüsü beton dökümü sırasında kalıplar çöker, Türkiye'de yetersiz yapıldığı için beton dökülürken kalıpların çökmesi çok rastlanan bir olaydır. Eğer can kaybı olmamışsa olay kamuya yansımaz ve savcılık kovuşturmaz. Kalıpları ve destekleri yeterli
olmadığı için balkonları, kirişleri ve döşemeleri sarkmış yapılara çok sık rastlanır: Depreme dayanıklı yapıdaki betonun kalıplarının yeterli olmasının da ek bir bedeli vardır.
Yapı Maliyeti Artar: Ucuza yapılmış yapıların emniyet payları düşey yüklere karşı bile standartların istediği düzeylerin altındadır. Standartlar yaklaşık 3 gibi bir emniyet payı ister: Yükü 50 ton olan kolon 150 ton yükte kırılacak dayanımda yapılır. Ucuz yapılarda bu emniyet payı 1.5-1.8 kadardır yapının kendi kendine yıkılması için bu güvenlik payının 1.2 kadar olması gerekir. Bu duruma çok az rastlanır. Böyle yapılar, ya inşaatın bitimine çok az kala ya da yapıldıktan çok kısa süre sonra yıkılırlar. Eğer bu aşamalarda yıkılmamışlarsa bunlar "sağlamdır" ve bir depreme kadar yıkılmaz ve ayakta kalırlar.
Deprem dayanıklı yapının bedelinin neden yüksek olduğu ve bu yüksek bedelin ödenmemesi için nelerin yapılabileceğini İnşaat Mühendisleri Odası tarafından proje denetimi yapılan bir büyük ilimizde yaşanmış bir örnek ile bir kez daha kanıtlamaktadır.
Bir başka betonarme projede yapının zemin katımdaki dükkhanın ve dolayısı ile kolonlarının yüksekliği 3.00 metre olarak çözülmüştür. Ancak mimari projede zemin katındaki dükkân 6.00 metredir. Eğer betonarme projenin deprem hesabı zemin katta gerçekte yapılacak olan 6.00 metrelik kolonlara göre yapılsaydı deprem yönetmeliğine göre tasarım çok önemli ve büyük zorlamalarla karşılaşacak ve belki de vize alamayacaktı. İnşaat Mühendisleri Odasından vize almak için hazırlanmış mimari projede zemin kat 3.00 metredir, belediyeden vize alınmış mimari projede zemin kat 6.00 metredir. 3.00 metre yüksekliğinde tasarlanmış kolonu 6.00 metre yapmanın neye mal olacağı, 17 Ağustos 1997'da yaşanmıştı.
Bu davranışlar bilgisizlik ve eğitimsizlik değildir. Depreme dayanıklı yapının daha yüksek bedelinden bilinçli bir kaçıştır. Eğer yapı projesi ve uygulaması deprem dikkate alınmadan yapılırsa maaliyet azalır, tasarım sorunları çıkmaz, çok düşük dayanımlı zeminlerde kazık temel yapılmadan 6 katlı bina yapılabilir, yoksa ancak 3 katlı yapı yapmak gerekir, arsa rantı düşer, 3.00 metre yüksekliğindeki kolon en kesiti büyütülmeden 6.00 metre yüksekliğinde yapılabilir. Perde duvarı olmayan 6.00 metre yükseklikte dükkân katı yapılabilir. Hiç perde duvarı olmayan 5-6 katlı yapı yapılabilir. Daha pek çok şey yapılabilir. Deprem olana kadar da "hiçbir şey olmaz". ( C.Emek'in ilavesi: Deprem oluca da bina bir enkaz olarak yere yapışır ve içindekilere mezar olur!)
Kaynaklar
Şapçı, M. H. Sucuoğlu, H. Kubin, J. (1997) "1975 ve 1997 Türkiye Deprem Yönetmeliklerinin Taşıyıcı Sistem Tasarımı ve Maliyetleri Bakımından Karşılaştırılması" 4'üncü Ulusal Deprem Mühendisliği Konferansı 17-19 Eylül 1997, Bildiriler Kitabı.
İpek, M. (1968) "Increase in Building Cost Due to Seismic Coefficient" CENTO Conference on Earthquake Hazard Minimazation, Held in Ankara, Turkey July
22-27.
İstanbul önderlik bekliyor!
İstanbul önderlik bekliyor!
(Cumhuriyet Bilim Teknik 02.10.99)
Üç yıl kadar önce bu köşede yayımlanan, İstanbul ve depremi konu alan, kentin özellikle ana iletişim ve sağlık merkezlerinin acilen gözden geçirilmesi hatta bazı yıkımların bile yapılması gerektiğini belirten bir yazıdan sonra, aralarında bir banka müdür yardımcısı, bir iletişim - reklam şirketi sahibi, bir büyük mağaza yöneticisinin de bulunduğu çok sayıda kişi telefon etmiş ve İstanbul'u nasıl ve hangi yöntemlerle sahiplenmek gerektiği konusunda konuşmalar yapmıştık. Ancak örgütlenme alanında ileri bir adım atılamamıştı. Şimdi düşünüyorum da, o tarihlerde bilim çevreleriyle sıkı işbirliği içinde inançla ve aktif çalışacak bir örgüt-dernek kurulsaydı, bugün İstanbul için epey mesafe alınmış olacaktı.
Ama insanlığın deneyimlerden, özellikle felaket düzeyindeki olaylardan çıkardığı derslerle yaşamını koruyarak ve geliştirerek sürdürdüğünü biliyoruz. Bazen toplumsal örgütlenmesi tam bir çapaçulluğun çamuruna düşse de, toplumların ileriye yönelik genel davranış çizgisi, ders çıkarmak ve felaketlerden kendi yaşamını korumak yönündedir. Bir iki deneyimden sonra, üçüncü olay sonrası bile olsa, toplumların akılları başlarına mutlaka geliyor, gelmek zorundadır da. Tabii, insan tek başına yaşamıyor. Gelişmiş toplumsal bir varlık olarak yaşamını sürdürüyor.
Bu nedenle, örneğin depreme karşı bazen tek başına alınabilecek çözümlerin hiçbiri, hiçbir işeyaramayabilir. Deprem, ortak yaşamın hiç ummadığınız bir noktasında ve yerinde gelebilir. Bu nedenle, sadece evimizi sağlam tutmak yetmez, kamusal alanları ve ortak yaşamlardaki riskleri de, bütün insanlar için minimuma indirecek önlemler alınması gerekmektedir.
Toplumun "kılavuzları" iyi, etkin, yetkin, deneyimli, toplum önderi gibi yönetici özelliklerini kanıtlamış olsalar, hiç bir sorunumuz kalmaz. Bu özellikteki yöneticiler zaten toplumun ilerisinde olacakları için gereken önlemleri hemen alacaklardır ve "önderlik" edeceklerdir.
Ama, Allahaşkına, böyle önderlerimiz var mı? Yöneticilerin, en azından geçmiş deneyimlerden ders alarak, Türkiye'nin ve Marmara'nın özelliklerinden yola çıkarak, Türkiye'nin kalbi olan İstanbul için deprem senaryoları oluşturmaları, derhal bu senaryolara göre toplumu yeniden biçimlendirmeleri ve örgütlemeleri mümkün mü? Şurada, çadırlarda bile yaşamı normale çeviremeyen yöneticileri gözlerinizin önüne getiriniz...
Bırakın yöneticileri, İstanbul'u tehdit eden büyük bir deprem beklemeyen ve ortalıkta dolaşarak bunun propagandasını yapan, üstelik bilimci kılığı giymiş şarlatanların da, topluma önerecekleri hiçbir şey yoktur. İzmit depreminin bile Avcılar ve Bağcılar'ı nasıl yıktığını görmeyen bu tiplere inanırsak, bir şey yapmak bile gerekmemektedir.
İster Marmara boydan boya birden kırılsın, ister daha küçük faylardan biri kırılsın, değişmeyen tek bir gerçek var: Bütün bunların İstanbul için yapacağı yıkım, birbirinden farklı olsa bile, sanıldığından da fazla olacaktır.
Doğa, kendisine uyum sağlayabilen canlılara ve topluluklara yaşama şansı verir.
Doğanın bu yasasına uyum sağlayamayan canlılar için yapacak bir şey yoktur.
Çok şükür ki uygarlığın ulaştığı bugünkü düzey, insanlığı bu sürece uyum sağlatacak donanımlara, bilgi birikimlerine, uygulamalara sahiptir.
Önemli olan Türkiye olarak, İstanbul olarak da bu ileri davranışı gösterebilmektir.
Ve bütün çabamız da buna yönelik değil midir?
Sözümüzü bağlarsak: İstanbul için yapacak çok şey var. İstanbul, toplumu depreme hazırlayabilecek örgütlenmeyi başarmalı ve önderlerini içinden çıkarmalıdır.
Bu açıdan, bu sayımızda okuyacağınız ve çok sayıda İstanbullunun da düşüncelerini yansıtan Behiç Ak'ın yazısı ve önerileri önem taşımaktadır.
obursali@bilimmerkezi.org.tr
CBT İnternet adresi: http://www.cumhuriyet.com
(Cumhuriyet Bilim Teknik 02.10.99)
Üç yıl kadar önce bu köşede yayımlanan, İstanbul ve depremi konu alan, kentin özellikle ana iletişim ve sağlık merkezlerinin acilen gözden geçirilmesi hatta bazı yıkımların bile yapılması gerektiğini belirten bir yazıdan sonra, aralarında bir banka müdür yardımcısı, bir iletişim - reklam şirketi sahibi, bir büyük mağaza yöneticisinin de bulunduğu çok sayıda kişi telefon etmiş ve İstanbul'u nasıl ve hangi yöntemlerle sahiplenmek gerektiği konusunda konuşmalar yapmıştık. Ancak örgütlenme alanında ileri bir adım atılamamıştı. Şimdi düşünüyorum da, o tarihlerde bilim çevreleriyle sıkı işbirliği içinde inançla ve aktif çalışacak bir örgüt-dernek kurulsaydı, bugün İstanbul için epey mesafe alınmış olacaktı.
Ama insanlığın deneyimlerden, özellikle felaket düzeyindeki olaylardan çıkardığı derslerle yaşamını koruyarak ve geliştirerek sürdürdüğünü biliyoruz. Bazen toplumsal örgütlenmesi tam bir çapaçulluğun çamuruna düşse de, toplumların ileriye yönelik genel davranış çizgisi, ders çıkarmak ve felaketlerden kendi yaşamını korumak yönündedir. Bir iki deneyimden sonra, üçüncü olay sonrası bile olsa, toplumların akılları başlarına mutlaka geliyor, gelmek zorundadır da. Tabii, insan tek başına yaşamıyor. Gelişmiş toplumsal bir varlık olarak yaşamını sürdürüyor.
Bu nedenle, örneğin depreme karşı bazen tek başına alınabilecek çözümlerin hiçbiri, hiçbir işeyaramayabilir. Deprem, ortak yaşamın hiç ummadığınız bir noktasında ve yerinde gelebilir. Bu nedenle, sadece evimizi sağlam tutmak yetmez, kamusal alanları ve ortak yaşamlardaki riskleri de, bütün insanlar için minimuma indirecek önlemler alınması gerekmektedir.
Toplumun "kılavuzları" iyi, etkin, yetkin, deneyimli, toplum önderi gibi yönetici özelliklerini kanıtlamış olsalar, hiç bir sorunumuz kalmaz. Bu özellikteki yöneticiler zaten toplumun ilerisinde olacakları için gereken önlemleri hemen alacaklardır ve "önderlik" edeceklerdir.
Ama, Allahaşkına, böyle önderlerimiz var mı? Yöneticilerin, en azından geçmiş deneyimlerden ders alarak, Türkiye'nin ve Marmara'nın özelliklerinden yola çıkarak, Türkiye'nin kalbi olan İstanbul için deprem senaryoları oluşturmaları, derhal bu senaryolara göre toplumu yeniden biçimlendirmeleri ve örgütlemeleri mümkün mü? Şurada, çadırlarda bile yaşamı normale çeviremeyen yöneticileri gözlerinizin önüne getiriniz...
Bırakın yöneticileri, İstanbul'u tehdit eden büyük bir deprem beklemeyen ve ortalıkta dolaşarak bunun propagandasını yapan, üstelik bilimci kılığı giymiş şarlatanların da, topluma önerecekleri hiçbir şey yoktur. İzmit depreminin bile Avcılar ve Bağcılar'ı nasıl yıktığını görmeyen bu tiplere inanırsak, bir şey yapmak bile gerekmemektedir.
İster Marmara boydan boya birden kırılsın, ister daha küçük faylardan biri kırılsın, değişmeyen tek bir gerçek var: Bütün bunların İstanbul için yapacağı yıkım, birbirinden farklı olsa bile, sanıldığından da fazla olacaktır.
Doğa, kendisine uyum sağlayabilen canlılara ve topluluklara yaşama şansı verir.
Doğanın bu yasasına uyum sağlayamayan canlılar için yapacak bir şey yoktur.
Çok şükür ki uygarlığın ulaştığı bugünkü düzey, insanlığı bu sürece uyum sağlatacak donanımlara, bilgi birikimlerine, uygulamalara sahiptir.
Önemli olan Türkiye olarak, İstanbul olarak da bu ileri davranışı gösterebilmektir.
Ve bütün çabamız da buna yönelik değil midir?
Sözümüzü bağlarsak: İstanbul için yapacak çok şey var. İstanbul, toplumu depreme hazırlayabilecek örgütlenmeyi başarmalı ve önderlerini içinden çıkarmalıdır.
Bu açıdan, bu sayımızda okuyacağınız ve çok sayıda İstanbullunun da düşüncelerini yansıtan Behiç Ak'ın yazısı ve önerileri önem taşımaktadır.
obursali@bilimmerkezi.org.tr
CBT İnternet adresi: http://www.cumhuriyet.com
Istanbul / Marmara depremi olunca
Istanbul / Marmara depremi olunca
Eviniz ne kadar sallanır? - Istanbul zemin haritası
İstanbul Teknik Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ahmet Ercan, İstanbul'un depremsellik haritasını çıkardı. Hürriyet İstanbul, bundan önce İstanbul'un zemin haritalarını yayımlamıştı. Bu harita ise zeminlerin depremde göstereceği davranışı
özetliyor.
İTÜ Maden Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Ercan, İstanbul'un deprem riski yüksek, orta ve düşük derecede olan bölgelerini belirledi.
Jeofizik, jeolojik ve jeomorfolojik kriterleri esas alan Ercan, ‘‘50 yıl önce hazırlanmalıydı’’ dediği haritayı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'na da verdi. Türkiye'nin deprem bölgelendirme haritalarının da bir an önce yapılması gerektiğini söyleyen
Ercan'ın verdiği bilgiler doğrultusunda deprem riskli bölgelerin özellikleri şunlar:
YÜKSEK DEPREM RİSKİ
Diri kırıklara yakın, genç gevşek, kaba ve suya doygun tortulların yer aldığı kesimler. Bu gibi yerler, deprem sırasında, çok büyük yatay ivme (deprem dalgası gücü) ve yüksek yer salınım dönemselliği (sallandırma gücü) gösteriyor.
ORTA DEPREM RİSKİ
Diri kırıkların geçmediği ancak suya doygun tortulların ve bozuşmuş ya da kolay kırılgan kayaların yer aldığı, deprem
etkilenme kuşağı içinde yer alan, sarsıntıya duyarlı alanlar. Bu gibi yerler, deprem sırasında az-orta büyük yatay ivme ve orta-yüksek yersalınım dönemselliği gösteriyor.
KÜÇÜK DEPREM RİSKİ
Gevşek bozuşmamış kaya, suya az-çok doygun tortul ardışımının yer aldığı, yerel mühendislik sorunları içerebilecek yerler. Bunlar deprem merkezinden uzaklığına göre küçük, orta-büyük yer ivmesi ve küçük-orta, orta-yüksek yer salınım dönemselliği gösteriyor.
SEMTİNİZİN RİSKİ NE KADAR?
Prof.Dr. Ahmet Ercan'ın haritasına göre, semtlerin deprem riski üç dereceye ayrılıyor. 1. derece en yüksek riski, 2.
derece orta riski ve 3. derece de küçük riski gösteriyor:
1. derece: Zeytinburnu Ayamama Deresi, Ataköy'ün bulunduğu kesimler, Florya (batısındaki heyelan alanları) Küçükçekmece kıyıları, Küçükçekmece Gölü'nün doğusundaki Nakkaşdere alüvyonları, Azaplı yöresi (Altınşehir'in alçak kesimleri), Ispartakule (Alibey Yarımadası'nın batı kısımları), Kanarya (Firuzköy kıyıları), Esenkent, Avcılar (Küçükçekmece Gölü ve Marmara Denizi'ne bakan kıyıları), Ambarlı ve Haramidere (sağlı sollu olmak üzere).
2. derece: Beşiktaş (Ihlamur çukuru), Ortaköy Dereboyu, İstinye çukuru, Tarabya çukuru, Üsküdar çukuru, Beylerbeyi çukuru, Küçüksu çukuru, Paşabahçe-Beykoz çukuru, Çayırbaşı çukuru, Karaköy, Tophane, Salıpazarı, Ortaköy (dolgu olan kesimleri), Eyüp, Alibeyköy, Sütlüce, Balat, Kasımpaşa ve Güngören'in sahil kesimi, Kadıköy (Kurbağalıdere), Moda (denize bakan kısmı), Küçükyalı, Kartal (Rahmanlar bölümü), Tuzla (dere kısmı), Dilovası, Eminönü (Cankurtaran, Şehzadebaşı, Fatih, Çarşamba, Edirnekapı'nın güneyinde kalan kısım), Topkapı, Bakırköy, Bahçelievler, Merter, Şirinevler (bir kısmı), Halkalı, Nakkaşdere, Esenkent, Ömerli, Büyükçekmece, Tepecik (Tepecik, Akören ve Pomak'ın güney kısmı), Selimpaşa, Silivri, Çanta, Gümüşyaka, Kavaklı, Yakuplu, Esenyurt, Avcılar, Ambarlı, Firuzköy, Küçükçekmece, Florya, Yeşilköy, Ataköy ve Zeytinburnu.
3. derece: Darıca, Dolayoba, Pendik, Kartal, Kadıköy, Üsküdar, Ümraniye, Beykoz, Çengelköy, Polonezköy, Şile, Haydarpaşa, Altıyol, Bahariye, Kızıltoprak, Erenköy, Suadiye, Bostancı, Kozyatağı, Altunizade, İçerenköy, Bağdat Caddesi, Fenerbahçe, Söğütlüçeşme (Kurbağalıdere dışında kalan kısımları), Moda (denize bakmayan kısımları), Acıbadem, Koşuyolu, Adalar, Eminönü, Rumelihisarı, Arnavutköy, Etiler, Beşiktaş, Maçka, Nişantaşı, Şişli, Taksim, Kağıthane, Gaziosmanpaşa, Levent, Maslak, İstinye, Tarabya, Sarıyer, Karaköy (rıhtım dışında kalan kısım), Gültepe, Emirgan, Bağcılar, Haraççı ve Taşocağı.
İstanbul zemini için ilgili haritaları görmek için tıklayınız:
Avrupa Yakası
Anadolu Yakası
YÜKSEK DEPREM ÇEKİNCELİ BÖLGELER:
Yatay ivme (a0= 0.3-0.6 g), yersalının dönemselliği (T= 0.2-3 sn), yer sarsıntısı büyütmesi (b= 2-3),
en büyük şiddet IO= IX-X MCS
ORTA DEPREM ÇEKİNCELİ BÖLGELER:
Yatay ivme (a0= 0.2-0.3 g), yersalının dönemselliği (T= 0.1-2.5 sn), yer sarsıntısı büyütmesi (b= 1.5-2),
en büyük şiddet IO= VIII-IX MCS
KÜÇÜK=ORTA DEPREM ÇEKİNCELİ BÖLGELER.
Yatay ivme (a0= 0.1-0.2 g), yersalının dönemselliği (T= 0.05-0.2 sn), yer sarsıntısı büyütmesi (b= 1-1.5),
en büyük şiddet I0= VI-VIII MCS
KÜÇÜK DEPREM ÇEKİNCELİ BÖLGELER.
Yatay ivme (a<0.1 g), yersalının dönemselliği (T= 0.01-0.1 sn) yer sarsıntısı büyütmesi (b= 0.8-1),
en büyük şiddet IO=V-VII MCS.
ANADOLU YAKASI
DEPREM SÖZLÜĞÜ
Yatay ivme (a):
Deprem dalgasının vurduğu anda binaya uyguladığı güç. Mesela haritaya göre binanızın bulunduğu yerin yatay ivmesi 0.6 ise bu, deprem anında binanıza 6 tonluk bir baskı uygulanacağı anlamına geliyor.
Yersalınım dönemselliği (T): Depremin binayı sallandırma gücü. Mesela, bulunduğunuz yerin değeri 0.2 ile gösteriliyorsa iki
katlı binalar, 1 ile gösteriliyorsa 10 katlı binalar hasar görecek anlamına geliyor.
Yer sarsıntısı büyütmesi (b):
Depremin oturduğunuz binayı hoplatma değeri. Deprem dalgasının binanızı yerden ne kadar yükseğe fırlatacağını gösteriyor.
En büyük şiddet:
Deprem sırasında binanızın maruz kalacağı en düşük ve en yüksek deprem şiddetini gösteriyor. Depremin büyüklüğüyle,
depremin şiddeti birbirinden farklı iki kavram. Büyüklük açığa çıkan enerjiyle ölçülüyor. Depremin şiddeti ise, zemin, zemin
özellikleri, deprem merkezine uzaklık ve yeraltı suları gibi kriterlere bağlı olarak her bölgede ve her binada farklı hissediliyor.
Kaynak: Ayda Kayar, Hürriyet, 05.07.2000
Eviniz ne kadar sallanır? - Istanbul zemin haritası
İstanbul Teknik Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ahmet Ercan, İstanbul'un depremsellik haritasını çıkardı. Hürriyet İstanbul, bundan önce İstanbul'un zemin haritalarını yayımlamıştı. Bu harita ise zeminlerin depremde göstereceği davranışı
özetliyor.
İTÜ Maden Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Ercan, İstanbul'un deprem riski yüksek, orta ve düşük derecede olan bölgelerini belirledi.
Jeofizik, jeolojik ve jeomorfolojik kriterleri esas alan Ercan, ‘‘50 yıl önce hazırlanmalıydı’’ dediği haritayı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'na da verdi. Türkiye'nin deprem bölgelendirme haritalarının da bir an önce yapılması gerektiğini söyleyen
Ercan'ın verdiği bilgiler doğrultusunda deprem riskli bölgelerin özellikleri şunlar:
YÜKSEK DEPREM RİSKİ
Diri kırıklara yakın, genç gevşek, kaba ve suya doygun tortulların yer aldığı kesimler. Bu gibi yerler, deprem sırasında, çok büyük yatay ivme (deprem dalgası gücü) ve yüksek yer salınım dönemselliği (sallandırma gücü) gösteriyor.
ORTA DEPREM RİSKİ
Diri kırıkların geçmediği ancak suya doygun tortulların ve bozuşmuş ya da kolay kırılgan kayaların yer aldığı, deprem
etkilenme kuşağı içinde yer alan, sarsıntıya duyarlı alanlar. Bu gibi yerler, deprem sırasında az-orta büyük yatay ivme ve orta-yüksek yersalınım dönemselliği gösteriyor.
KÜÇÜK DEPREM RİSKİ
Gevşek bozuşmamış kaya, suya az-çok doygun tortul ardışımının yer aldığı, yerel mühendislik sorunları içerebilecek yerler. Bunlar deprem merkezinden uzaklığına göre küçük, orta-büyük yer ivmesi ve küçük-orta, orta-yüksek yer salınım dönemselliği gösteriyor.
SEMTİNİZİN RİSKİ NE KADAR?
Prof.Dr. Ahmet Ercan'ın haritasına göre, semtlerin deprem riski üç dereceye ayrılıyor. 1. derece en yüksek riski, 2.
derece orta riski ve 3. derece de küçük riski gösteriyor:
1. derece: Zeytinburnu Ayamama Deresi, Ataköy'ün bulunduğu kesimler, Florya (batısındaki heyelan alanları) Küçükçekmece kıyıları, Küçükçekmece Gölü'nün doğusundaki Nakkaşdere alüvyonları, Azaplı yöresi (Altınşehir'in alçak kesimleri), Ispartakule (Alibey Yarımadası'nın batı kısımları), Kanarya (Firuzköy kıyıları), Esenkent, Avcılar (Küçükçekmece Gölü ve Marmara Denizi'ne bakan kıyıları), Ambarlı ve Haramidere (sağlı sollu olmak üzere).
2. derece: Beşiktaş (Ihlamur çukuru), Ortaköy Dereboyu, İstinye çukuru, Tarabya çukuru, Üsküdar çukuru, Beylerbeyi çukuru, Küçüksu çukuru, Paşabahçe-Beykoz çukuru, Çayırbaşı çukuru, Karaköy, Tophane, Salıpazarı, Ortaköy (dolgu olan kesimleri), Eyüp, Alibeyköy, Sütlüce, Balat, Kasımpaşa ve Güngören'in sahil kesimi, Kadıköy (Kurbağalıdere), Moda (denize bakan kısmı), Küçükyalı, Kartal (Rahmanlar bölümü), Tuzla (dere kısmı), Dilovası, Eminönü (Cankurtaran, Şehzadebaşı, Fatih, Çarşamba, Edirnekapı'nın güneyinde kalan kısım), Topkapı, Bakırköy, Bahçelievler, Merter, Şirinevler (bir kısmı), Halkalı, Nakkaşdere, Esenkent, Ömerli, Büyükçekmece, Tepecik (Tepecik, Akören ve Pomak'ın güney kısmı), Selimpaşa, Silivri, Çanta, Gümüşyaka, Kavaklı, Yakuplu, Esenyurt, Avcılar, Ambarlı, Firuzköy, Küçükçekmece, Florya, Yeşilköy, Ataköy ve Zeytinburnu.
3. derece: Darıca, Dolayoba, Pendik, Kartal, Kadıköy, Üsküdar, Ümraniye, Beykoz, Çengelköy, Polonezköy, Şile, Haydarpaşa, Altıyol, Bahariye, Kızıltoprak, Erenköy, Suadiye, Bostancı, Kozyatağı, Altunizade, İçerenköy, Bağdat Caddesi, Fenerbahçe, Söğütlüçeşme (Kurbağalıdere dışında kalan kısımları), Moda (denize bakmayan kısımları), Acıbadem, Koşuyolu, Adalar, Eminönü, Rumelihisarı, Arnavutköy, Etiler, Beşiktaş, Maçka, Nişantaşı, Şişli, Taksim, Kağıthane, Gaziosmanpaşa, Levent, Maslak, İstinye, Tarabya, Sarıyer, Karaköy (rıhtım dışında kalan kısım), Gültepe, Emirgan, Bağcılar, Haraççı ve Taşocağı.
İstanbul zemini için ilgili haritaları görmek için tıklayınız:
Avrupa Yakası
Anadolu Yakası
YÜKSEK DEPREM ÇEKİNCELİ BÖLGELER:
Yatay ivme (a0= 0.3-0.6 g), yersalının dönemselliği (T= 0.2-3 sn), yer sarsıntısı büyütmesi (b= 2-3),
en büyük şiddet IO= IX-X MCS
ORTA DEPREM ÇEKİNCELİ BÖLGELER:
Yatay ivme (a0= 0.2-0.3 g), yersalının dönemselliği (T= 0.1-2.5 sn), yer sarsıntısı büyütmesi (b= 1.5-2),
en büyük şiddet IO= VIII-IX MCS
KÜÇÜK=ORTA DEPREM ÇEKİNCELİ BÖLGELER.
Yatay ivme (a0= 0.1-0.2 g), yersalının dönemselliği (T= 0.05-0.2 sn), yer sarsıntısı büyütmesi (b= 1-1.5),
en büyük şiddet I0= VI-VIII MCS
KÜÇÜK DEPREM ÇEKİNCELİ BÖLGELER.
Yatay ivme (a<0.1 g), yersalının dönemselliği (T= 0.01-0.1 sn) yer sarsıntısı büyütmesi (b= 0.8-1),
en büyük şiddet IO=V-VII MCS.
ANADOLU YAKASI
DEPREM SÖZLÜĞÜ
Yatay ivme (a):
Deprem dalgasının vurduğu anda binaya uyguladığı güç. Mesela haritaya göre binanızın bulunduğu yerin yatay ivmesi 0.6 ise bu, deprem anında binanıza 6 tonluk bir baskı uygulanacağı anlamına geliyor.
Yersalınım dönemselliği (T): Depremin binayı sallandırma gücü. Mesela, bulunduğunuz yerin değeri 0.2 ile gösteriliyorsa iki
katlı binalar, 1 ile gösteriliyorsa 10 katlı binalar hasar görecek anlamına geliyor.
Yer sarsıntısı büyütmesi (b):
Depremin oturduğunuz binayı hoplatma değeri. Deprem dalgasının binanızı yerden ne kadar yükseğe fırlatacağını gösteriyor.
En büyük şiddet:
Deprem sırasında binanızın maruz kalacağı en düşük ve en yüksek deprem şiddetini gösteriyor. Depremin büyüklüğüyle,
depremin şiddeti birbirinden farklı iki kavram. Büyüklük açığa çıkan enerjiyle ölçülüyor. Depremin şiddeti ise, zemin, zemin
özellikleri, deprem merkezine uzaklık ve yeraltı suları gibi kriterlere bağlı olarak her bölgede ve her binada farklı hissediliyor.
Kaynak: Ayda Kayar, Hürriyet, 05.07.2000
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
T.C. ÇEVRE VE ORMAN BAKANLIĞI ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ VE PLANLAMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ÇED VE PLAN İZLEME KONTROL DAİRESİ BAŞKANLIĞI 8/8/2...
-
Emlakçılık güven isleyen bir meslek olduğu herkes tarafından kabul gören bir gerçek. Yeni emlakçılık hayatına merhaba diyecek olan emlakçı...