MARKA LİSANS SÖZLEŞMESİ
Bir taraftan, ………………adresinde mukim ………… ile diğer taraftan, …………… adresinde mukim, …………. ve aynı şirketin hissedarları olan ………….. arasında aşağıda yazılı şartlarla bir Marka Lisans (Kullanım) Sözleşmesi akdedilmiştir.
Bu Sözleşme de ……………. (LİSANS VEREN), ………. (LİSANS ALAN), Lisans Veren ile Lisans Alan birlikte (Taraflar) ve iş bu marka lisans sözleşmesi (Sözleşme) olarak adlandırılacaktır.
Madde 1: TANIMLAR
Ürün; Lisans Alan tarafından üretilecek veya ürettirilecek (üzerinde .......... ismi ve maruf şekli olan) gözlük, güneş gözlüğü, optik çerçeve, sporcu gözlüğü, gözlük camı, kontak lens, stand, kılıf, gözlük cam bezi v.s. (tüm bu ürünlerin tamamı bundan sonra “ürünler” olarak adlandırılacaktır) ve bunlar üzerinde Lisans Veren’in onayına tabi olmak üzere zaman zaman Lisans Alan tarafından yapılacak değişikleri ve iyileştirmeleri ifade eder.
Marka; Lisans Veren’ in talimatlarına göre kullanılacak olan “..........” kelimesi, şekli, tasarımı ve logosunu ifade eder.
Bölge; Lisans Alan tarafından yukarıda sayılmış olan ürünlerin, -yurt içi (Türkiye sınırları içerisinde) ve yurt dışında ithal ve ihracı, satışı, pazarlanması ve dağıtımı işlerinin yapılacağı alanı ifade eder.
Royalty, Lisans Alan’ın ürün başına Lisans Veren’e ödeyeceği lisans bedelini ifade eder.
Madde 2: LİSANS KAPSAMI
a) Bu sözleşmenin konusu, Uluslararası üne sahip ve Türkiye’de Lisans Veren adına müseccel .......... markasının Lisans Veren tarafından Lisans Alan’a, bu sözleşmede yazılı şartlarla kullandırılmasıdır.
b) Lisans Alan, iş bu sözleşme ile .......... markası altında, yukarıda gösterilen ürünlerin üretimi ve/veya ürettirilmesi, ithal ve ihraç edilmesi, satışı, pazarlanması ile dağıtımı işini üstlenmiştir.
c) Lisans Veren, sözleşmeye konu ürünlerin üretimi, ürettirilmesi, ithal ve ihraç edilmesi, bölgelerde satılması, pazarlanması ve dağıtılması hakkının yalnızca Lisans Alan’ın inhisarında olduğunu kabul eder. Lisans Alan da sözleşme ile elde ettiği kullanım hakkını üçüncü kişilere satamaz, devredemez, kullandıramaz, yararlandıramaz ve temlik edemez. Lisans Veren, sözleşmeye konu malların üretimi, ürettirilmesi, ithal ve ihraç edilmesi, bölgelerde satılması, pazarlanması ve dağıtılması işlerini bizzat kendisi kullanamayacağı gibi, marka lisans hakkını bir başka kişi ve kişilere satamaz, devredemez, yararlandıramaz ve temlik edemez.
d) Yukarıda sözü geçen ürünlere ilişkin olarak sözleşmenin yürürlük tarihine kadar .......... markası altında Lisans Veren’in yurt dışında almış olduğu lisans hakları ve sözleşmenin yürürlük tarihinden sonra başkaca ülkelerde Lisans Veren tarafından alınacak lisans haklarının kullanımı da yalnızca Lisans Alan’a ait olacaktır.
İş bu sözleşmenin yürürlük tarihinden sonra Lisans Veren’in, ..... markasının sözleşme konusu ürünlere ilişkin lisans hakkını başkaca ülkelerde tescil ettirmek istemesi halinde, tescile ilişkin bütün masraflar Lisans Veren tarafından karşılanacaktır. Lisan Alan, yurt dışında hiçbir ülkede ... markasının lisans hakkını kendi adına tescilini talep edemeyecektir.
Madde 3: TESCİL
Sözleşmenin yürürlüğe girmesini müteakip, Lisans Alan, sözleşmeyi Lisans Veren’in sahibi bulunduğu .......... markasının kayıtlı olduğu Patent Enstitüsüne şerh ettirecek olup , masrafların tamamı Lisans Alan’a ait olacaktır.
Madde 4: LİSANS SINIRLAMASI
a) Lisans Alan, sözleşme tahtında üreteceği ve/veya ürettireceği, ithal ve ihraç edeceği,
pazarlayacağı, satacağı, dağıtacağı ürünlerin hiçbir hal ve koşulda Lisans Veren’in bu
güne kadar basiretli bir tacir gibi hareket ederek kazandığı şöhretine halel gelecek
kalitede, şekilde, ve/veya tasarımda olmaması için mümkün olan gayreti sarf edecektir.
b) Lisans Alan, üretime başlamadan evvel, ürünlerin her birinden bir numuneyi, e-mail,
numune fotokopisi veya faks mesajı yoluyla Lisans Veren’in onayına sunacak olup,
Lisans Veren, bu yöntemle sunulan numuneleri onayladığını şirket kaşesi altında yetkili
kişilerin münferit imzası ile tevsik edecektir. Bu onay faks mesajı yoluyla da verilebilir.
Lisan Alan, verilen onayı müteakip ithal edeceği ürünlerden birer adetini ispat amaçlı olarak (üretilen mamüllerin onaya sunulan şekil, kalite ve tasarımda olduğu yönünde) Lisans Veren’in bilgisine sunacaktır.
c) Lisans Alan, Lisans Veren’in onayladığı ürünlerde yapacağı değişiklikleri de aynı yöntemle Lisans Veren’in onayına sunacaktır. Lisans Alan, Lisans Veren’in yazılı onayı olmadan üretilen ve/veya ürettirilen hiçbir ürünü satamaz ve pazarlayamaz. Ayrıca, Lisans Veren, meşhur ve maruf markasına zarar verecek, piyasaya sürülmüş veya sürülecek ürünlerin şekil, tasarım ve kalite kontrolünü yapma ve/veya yaptırma hakkını daima saklı tutar.
d) Lisans Alan, Sözleşme konusu ürünleri şimdilik, yalnızca, İtalya, Fransa, Almanya, İspanya ve Belçika’da üretecek veya ürettirecektir. Lisans Alan, anılan ülkelere yeni bir veya birden fazla ülke eklemek istemesi durumunda da, bu keyfiyeti yukarıda bahsedilen yöntemle Lisans Veren’in onayına sunacaktır.
Madde 5: MARKA VE ÜRÜNÜN REKLAMI
a) Markanın ve ürünlerin reklam ve tanıtımı Lisans Veren tarafından yapılacaktır. Lisans Veren, ürünlerin ve markanın en iyi ve yaygın şekilde tanıtımını yapmak için uygun göreceği her türlü görsel ve işitsel araçları kullanacaktır. Lisans Alan, kendi inisiyatifi ve kendi firma stratejisine göre Markayı taşıyan ürünlerin reklamını yapamaz. Lisans Veren gerekli zaman ve mekanlarda ürünlerin reklamının yapılması konusunda Lisan Alan’ın görüşünü alabilir.
b) Lisans Veren, ürünlerin reklam ve tanıtımını yurt içerisinde (T.C. sınırları) yapacak olup, yurt dışında ürünlerin reklam ve tanıtımını yapmayacaktır. Lisans Alan’ın, ihraç ettiği ürün adeti üzerinden Lisans Veren’e reklam bedeli ödenmeyecektir.
c) Reklam avansı, madde 7/a hükmü gereği, ithal edilen ürün adeti üzerinden Lisans Alan tarafından Lisans Veren’e ödenecektir. Lisans Veren, işbu reklam avansı karşılığında gümrük giriş beyannamesinin tescilinden itibaren altı aylık dilim içinde ürünlerin reklamını yaptıracaktır. Reklam avansı, Lisans Veren adına düzenlenecek fatura fotokopileri (ürünlerin reklamına ilişkin) ekli olarak Lisans Alan adına Lisans Veren tarafından fatura edilecektir. Bu bedel hiçbir şekilde md. 6/a’da gösterilen, yurt içinde minimum satışı hedeflenen ürün adeti üzeriden oluşacak reklam bedelinden az olamaz. Ancak, ithali gerçekleştirilen ürünlerden bir kısmının Lisans Alan tarafından ihracı halinde, reklam bedeline ilişkin mahsup işlemi madde 7/b hükmü uyarınca gerçekleştirilecektir.
Madde 6: MİNUMUM ÜRÜN SATIŞ ADETİ
a) Lisans Alan, sözleşme süresince Türkiye sınırları içerisinde yıllara göre aşağıda gösterilen miktarlarda minimum ürün satış yapmak zorundadır. Taraflar, minimum satışı hedeflenen ürün adetlerinin yıllara göre aşağıda gösterildiği şekilde olduğunu kabul ve beyan ederler:
- Birinci Yıl : 2500 adet
- İkinci Yıl : 5000 adet
- Üçüncü Yıl : 5000 + %10 = 5500 adet
b) Lisans Alan’ın bölgede (yurt içi ve yurt dışı) yaptığı satışlara ilişkin beyanları lisans Veren açısından bağlayıcı değildir. Lisans Veren, iş bu sözleşmenin her yürürlük senesi sonunda , Lisans Alan’ın Türkiye içerisinde toptan ve perakende kaç adet ürün sattığı ve kaç adet ürün ihraç ettiğini tespit için, muhasebe bölümünden bir veya iki kişiyi, Lisans Alan’ın ticari defter ve kayıtlarını kontrol amacıyla görevlendirecek olup, bu inceleme neticesinde taraflarca bir rapor tanzim edilecektir. İş bu rapor, şirket kaşesi altında yetkili kişilerin münferiden imzası ile Lisans Veren ve Lisans Alan açısından bağlayıcı hüküm ifade edecektir.
c) Lisans Alan, minimum satışı hedeflenen ürün adedinde Türkiye’de satış yapamaz ise, minimum satışı hedeflenen ürün adedi ile satışı gerçekleştiren ürün adet farkı üzerinden 5,5 EURO + KDV bedelini, bir sonraki yürürlük senesinin ilk ayı içerisinde Lisans Veren’e ödemeyi kabul ve taahhüt eder.
Örneğin; Lisans Alan, sözleşmenin üçüncü yürürlük senesinde minimum 5500 adet ürün
satması gerekir iken, 4.500 adet satmış ise, aradaki 1000 ürün adeti farkı üzerinden 5,5 x
1000 = 5500 EURO + KDV bedelini dördüncü yürürlük senesinin ilk ayı içerisinde
Lisans Veren’e ödemek zorunda kalacaktır.
Madde 7: ÖDEMELER
a) Lisans Alan, ithal etmiş olduğu ürün adeti başına Lisans Veren’e 4 EURO Royalty bedeli ve 1,5 EURO da reklam avansı olmak üzere toplam 5,5 EURO + KDV ödemeyi kabul eder. Lisans Alan, Lisans Veren’e yapacağı royalty ve reklam avansına ilişkin ödemeyi, ithali gerçekleştirilen ürünlerine ilişkin gümrük giriş beyannamesinin tescilinden itibaren 15 gün içinde 120 gün vadeli EURO çekiyle gerçekleştirecektir. Lisans Veren de Royalty bedelini Lisans Alan’a fatura edecektir. Reklam avansına ilişkin olarak öncelikle Lisans Veren tarafından Lisans Alan’a tahsilat makbuzu verilecek olup, avansa ilişkin faturalandırma işlemi Lisans Veren tarafından Md. 5/c hükmü uyarınca yapılacaktır.
b) Lisans Alan, ithal ettiği ürünlerden bir kısmını ihraç etmesi halinde, ithal edilen ürün adedi karşılığı kesilen royalty ve reklam bedeli veya avansı, ihraç edilen ürün adeti karşılığı kesilecek royalty ve reklam avansı, Lisans Veren lehine tahakkuk edecek ilk royalty bedelinden mahsup edecektir.
Örnek vermek gerekirse; Lisans Alan, sözleşmenin ikinci yürürlük senesinde 10.000 adet
ürün ithal etmiş ve aynı sene 2000 adet ürün ihraç etmiş olsun. Lisans Alan, öncelikle
10.000 ürün adeti üzerinden, sözleşmenin madde 7/a hükmü gereği, 10.000 x 4 EURO =
40.000 EURO Royalti bedeli ve 10.000 x 1,5 =15.000 EURO reklam avansını Lisans
Veren’e ödeyecektir. İhracı gerçekleştirilen 2000 adet ürün karşılığı 2000 x 3 EURO =
6000 EURO ve 2000 x 1,5 EURO = 3000 EURO olmak üzere toplam 9000 EURO,
bir sonraki ithalat döneminde, Lisans Veren lehine tahakkuk edecek ilk royalty
bedelinden Lisans Alan tarafından mahsup edilecektir.
Madde 8:İHRACAT
a) Lisan Alan, Lisans Veren’in marka lisans hakkına sahip olduğu ülkelerden hangisine ve kaç adet ürün ihraç edeceğini içeren bir listeyi Lisans Veren’in bilgisine sunacaktır.
Lisans Alan, Lisans Veren’in marka lisans hakkına sahip olmadığı bir ülkeye ürünlerin
ihracat gerçekleştirilmek istenmesi halinde, Lisan Veren’in yazılı onayını alması
zorunludur. Bu onay, Lisans Veren’in kaşesi altında yetkili kişilerin münferiden imzasını
tevsik eden faks mesajı yolu ile de verilebilir.
b) Lisans Alan, ihraç edeceği beher ürün başına Lisans Veren’e 1 EURO + KDV royalty
bedeli ödeyecektir. Lisans Alan, ihraç ettiği ürünler karşılığı Lisans Veren’e reklam
bedeli ödemekten muaftır. Lisans Alan, ihraç ettiği ürün adedi karşılığı sözleşmenin
Madde 7/b hükmü gereği Lisans Veren lehine tahakkuk edecek ilk royalty bedelinden
mahsup edilecektir.
Madde 9: DEVİR VE TEMLİK
Lisans Veren, iş bu sözleşmeyi Lisans Alan (lisans alan şirket ve mevcut hissedarları) ile akdetmiştir. Lisans Veren, sözleşmeyi akdetmekte Lisans Alan’ın kendisi için önemli olduğunu beyan eder. Bu nedenle Lisans Alan’ın hissedarlık yapısına başka hissedarların girmesi, mevcut hissedarlardan birinin veya birden fazlasının hissedarlık sıfatına son verilmek istenmesi veya iş bu sözleşmenin imzalanması anında ortak olmayan bir kimseye devir yapılması halinde, Lisans Alan, durumu derhal Lisans Veren’e bildirecektir. Bu durumda Lisans Veren, sözleşmeyi yeni giren hissedarla veya hissedarlık sıfatının son bulması (ölüm, fiil ehliyetinin sona ermesi v.s. haklı nedenler hariç) halinde kalan hissedarlarla sözleşmeyi devam ettirmek veya sözleşmeyi feshetme konusunda seçimlik hakka sahiptir. Lisans Veren, sözleşmeyi devam ettirme kararını Lisans Alan’a yazılı olarak bildirecektir. Lisans Veren, onayını şirket kaşesi altında yetkili kişinin münferiden imzasını tevsik eden faks mesajı yolu ile de verebilir.
Madde 10: REKABET YASAĞI
Sözleşmenin yürürlük süresi boyunca ve sözleşmenin feshedilmesinden sonra, Lisans Alan, 1 (bir) boyunca, saat üreticisi firmalardan lisans almak da dahil, bununla sınırlı olmaksızın, Lisans Veren açısından doğrudan veya dolaylı olarak rekabete yol açacak her hangi bir işle iştigal etmesi ve saat üreticisi firmalardan lisans almak da dahil ve fakat bununla da sınırlı olmaksızın, Lisans Veren ile doğrudan veya dolaylı olarak gerçek veya tüzel kişilerle ticari ilişkilere girişmesi ve yine böyle bir tüzel kişilerin hissedarlık yapısı içinde yer alması mevzu bahis olduğunda, keyfiyeti Lisans Veren’in görüşü ve onayına sunacaktır. Lisans Veren’in bu konudaki olumsuz kararı Lisans Alan açısından bağlayıcı olmakla birlikte, Lisan Veren bu talebi haklı bir neden olmadan reddedemeyecektir. Lisans Veren, Lisan Alan’ın (Lisans alan şirket ve/veya hissedarları) iş bu rekabet yasağına aykırı davrandığını tespit etmesi halinde yetkili mahkemelerde rekabetin sona erdirilmesine, etkilerin ortadan kaldırılmasına ve düçar olduğu maddi ve manevi zararların tazmin edilmesine yönelik taleplerde dahil, fakat, bununla sınırlı olmaksızın kanunen haiz olduğu tüm haklarını kullanabilecektir.
Madde 11: LİSANS HAKKININ KORUNMASI
İş bu sözleşmeyle ilgili ürün, emtia, numune ve çizimlerin herhangi bir piyasada Lisans Alan’ın faaliyetini engelleyecek şekilde taklit edilmesi halinde, Lisans Veren ve/veya Lisans Alan ayrı ayrı veya birlikte haksız rekabetin önlenmesi, etkilerin ortadan kaldırılmasına ve düçar olunan maddi ve manevi zararların tazmin edilmesine v.s. konularda doğrudan yasal yollara başvurabileceklerdir.
Kanundan doğan haklarının kullanılmasının gerektirdiği masraflarla bunun sonucunda elde edilecek hak ve menfaatler veya uğranılacak zarar, münhasıran kanun yoluna başvuran tarafa ait olacaktır.
Madde 12: SÖZLEŞMENİN SÜRESİ
İş bu sözleşme ve sözleşmeden doğan markanın kullanım süresi sözleşmenin imza tarihinden itibaren (10) yıldır.
Taraflardan herhangi biri sözleşmenin bitiminden (3) ay öncesinden noter marifetiyle ihtarda bulunmadığı takdirde sözleşme, aynı şartlarla ve kendiliğinden (1) yıl uzatılmış sayılır. Takip eden yıllar için de aynı kural geçerlidir.
Madde 13 : SÖZLEŞMENİN FESHİ
a) Lisans Veren tarafından sözleşmenin feshi:
Aşağıdaki yazılı hallerden her hangi birinin Lisans Veren adına sözleşmenin feshi için haklı neden teşkil ettiğini Lisans Alan şimdiden kabul ve taahhüt eder.
aa) Lisans Alan’ın, Lisans Veren’e ödemek durumunda bulunduğu her hangi bir
para, hukuki bir ihtilafa konu teşkil etmediği halde, iki aylık bir süre içerisinde
ödenmeyecek olursa,
bb)Lisans Alan’ın, icra ve adli makamlar tarafından faaliyetinin durdurulması, ödemezlik durumuna düşmesi, konkordato ilan etmesi veya hakkında aciz vesikası alınması, iflas ve tasfiye işlemlerine girişilmesi halinde,
cc)Lisans Alan’ın, 8/a hükmü uyarınca Lisans Veren’in onayı olmaksızın ihracatta bulunması veya md. 9 hükmüne aykırı olarak devir ve temlik işlemlerinde bulunması,
dd)Lisans Alan, (şirket veya hissedarları) hakkında sözleşmeye konu ........ markasına halel getirecek bir nedenle, ceza hukuku ve/veya medeni hukuk anlamında bir dava açılması neticesinde kesinleşmiş bir ilam bulunması,
ee)Lisans Alan’ın (hissedarları hakkında) zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık ve dolanlı iflas suçlarından biri ile kesin olarak hüküm giymiş olması,
ff)Lisans Alan’ın, iş bu sözleşmenin tanzimi sırasında verdiği tebligat adresinde sonradan meydana gelen değişikliği, Lisans Veren’e (adres değişikliği noter vasıtası ile bildirilecek) bildirmemesi veya tebligat adresini yurt dışına taşıması,
b)Lisans Alan tarafından sözleşmenin feshi:
Aşağıdaki yazılı hallerden her hangi birinin Lisans Alan adına sözleşmenin feshi için haklı neden teşkil ettiğini Lisans Veren şimdiden kabul ve taahhüt eder.
aa) Lisans Veren’in, icra ve adli makamlar tarafından faaliyetinin durdurulması,
ödemezlik durumuna düşmesi, konkordato ilan etmesi veya hakkında aciz
vesikası alınması, iflas ve tasfiye işlemlerine girişilmesi halinde,
bb) Lisans Veren’in, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemesi veya
sözleşmenin bir hükmünü esaslı surette ihlal eder veya ihlaline izin verecek olursa,
cc) Lisans Veren’in, Lisans Alan’a ödemek durumunda bulunduğu her hangi bir
para, hukuki bir ihtilafa konu teşkil etmediği halde, iki aylık bir süre içerisinde
ödenmeyecek olursa,
yukarıda a ve b bendinde düzenlenen fesih hallerinden birinin gerçekleşmesi halinde sözleşmeyi haklı olarak fesih imkanına sahip olan taraf, noterden gönderilecek ihtarname ile ile sözleşmeyi feshedebilecektir.
Ancak, bu karar taraflardan birinin o sona erdirmeye yol açan olay bakımından veya iş bu anlaşma çerçevesinde başka surette o anda doğan veya doğmuş olan diğer tarafa yönelik haklarına halel getirmeyecektir.
Fesih ile Lisans Alan, Quantum markasını kullanmaya derhal son verecek ve Quantum markasını havi tüm ürünleri ve yarı mamulleri 6 ay süreyle satmaya devam edecek, altıncı ayın hitamı üzerine elinde herhangi bir ürün ve/veya yarı mamül kalması halinde bunları derhal imha edecektir. Lisans Veren, söz konusu 6 aylık süre içerisinde sözleşmenin Md. 2/c hükmünü uymakla yükümlüdür.
Sözleşmenin feshi veya sair surette sona ermesi halinde Lisans Alan’ın bu sözleşmeden elde ettiği tüm hak, yetki ve imtiyazlar kendiliğinden sona ereceğinden Lisans Alan bunları kullanmaya derhal son verecektir. Aksi halde bu sebeple doğrudan veya dolaylı olarak Lisans Veren’in uğrayacağı tüm zararlardan iş bu sözleşme hükümleri çerçevesinde sorumludur.
Madde 13: CEZAİ HÜKÜMLER
a)Taraflardan biri, sözleşmenin Md. 9/a ve 9/b’de düzenlenen nedenlerle veya haklı bir neden olmaksızın sözleşmeyi tek taraflı olarak feshedecek olursa, diğer tarafa (........... EURO’dan az olmamak üzere), Lisans Alan’ın Lisans Veren’e sözleşmenin feshi tarihine kadar ödemiş olduğu royalty ve reklam bedeli (reklam avansı dahil) + KDV tutarını ödemekle yükümlüdür.
b)Ancak, Lisans Alan, kendisine ve Quantum markasına zarar gelebilecek bir durumun varlığı (beklenen menfaatin gerçekleşmemesi ve sözleşmenin çekilmez hale gelmesi, savaş, su baskını, deprem vs.) halinde, sözleşme süresinin bitimini beklemeden, altı ay evvelden Lisans Veren’e noterden göndereceği ihtarname ile sözleşmeyi feshedebileceğini bildirir. Bu durumda, Lisans Alan, Md.13/a hükmünde belirtilen cezai müeyyidelerden sorumlu olmayacaktır.
Madde 14: DELİL SÖZLEŞMESİ
İş bu sözleşmenin uygulanmasından doğabilecek her türlü ihtilafta Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 288. Maddesine göre, Lisans Alan ve Lisans Veren’in ticari defter ve kayıtları esas teşkil eder.
Madde 15: ÇEŞİTLİ HÜKÜMLER
a)İş bu sözleşme hükümleri bütün olarak Türk Hukukuna tabidir ve akdedildiği tarihte mer’i Türk Kanunları uyarınca yorumlanacaktır. Bu sözleşmeden doğabilecek her türlü ihtilafların halli için İstanbul Mahkemeleri ve İcra Daireleri yetkilidir.
b)Bu sözleşme tahtında yapılacak yazılı her türlü bildirim, Tarafların sözleşmenin birinci sahifesinde gösterilen adreslerine yapıldığı taktirde geçerli olacaktır. Şu kadar ki, Taraflardan birinin değişmesi üzerine, adresi değişen Taraf bu değişikliği ve yeni adresini karşı tarafa bildirmekle yükümlüdür.
LİSANS VEREN LİSAN ALAN
Emlak dünyası, tapu mevzuatı ve tapu da yapılan işlemler hakkında bilgi, kişisel gelişim makale ve yazılarınız içerir.
22 Mayıs 2011 Pazar
19 Mayıs 2011 Perşembe
Gayrimenkul Hukuku Enstitüsü açıldı
Gayrimenkul Hukuku Enstitüsü açıldı
Türkiye’nin ilk Gayrimenkul Hukuku Enstitüsü Avukat Ali Yüksel başkanlığında kuruldu. Gayrimenkul Hukuku alanındaki bilgi eksikliğini giderme amacıyla kurulan enstitünün başkanı Yüksel, “Sağlayacağımız bilgi ağı ile ileride bir yüksekokul olacağız” dedi.
Yapılaşma alanında dünya standartlarına ulaşma hedefiyle yeni oluşumlara imza atan Türkiye’nin, özel olarak Gayrimenkul Hukuku ile ilgilenen ilk enstitüsü olan Gayrimenkul Hukuku Enstitüsü’nün tanıtım toplantısı, 3 Mayıs Salı günü yapıldı. Avukat Ali Yüksel başkanlığında kurulan Enstitü’nün tanıtımı, Türkiye’nin gayrimenkul ve yapılaşma odaklı önemli kurumlarının temsilcilerin katılımı ile gerçekleşti. Enstitünün gayrimenkul hukuku alanında birçok açığı kapatacağını dile getiren Yüksel, “Sivil toplum kuruluşu gibi çalışmak yerine toplumun gayrimenkul ve imar konularındaki bilgi eksikliğini giderme amacıyla kurulan bir bilgi kaynağı olmayı hedefliyoruz. Bu konuda topluma yapılabilecek en iyi yardım gerekli ve doğru bilgiyi sunmak. Biz de konusunda uzman üyelerimiz ile gayrimenkul alanında kafa karıştıran hukuki prosedürlere ışık tutmak amacı taşıyoruz. İlerleyen dönemlerde enstitümüzü bir yüksekokul haline getirmemiz ya da üniversitelerde ders vermemiz mümkün” diye konuştu.
Avukat, iktisatçı, mimar, öğretim üyesi, harita mühendisi, bölge plancısı gibi önemli mesleklerden 22 üye ile faaliyet göstermeye başlayan Gayrimenkul Hukuku Enstitüsü’nün kurucu üyelerinden olan Çekmeköy Belediyesi Başkan Yardımcısı Latif Coşar, “Böyle bir enstitünün kurulması önemli bir ihtiyaçtı. Enstitü çatısı altında ticari kaygıların değil, vatandaşın ihtiyaçlarını karşılamada yeterli olabilme kaygısının olması gerektiğini düşünüyorum. Değerli üyelerimizle gayrimenkul konusundaki önemli konulara değinmeli ve bir beyin fırtınası oluşturmalıyız. Örneğin, imara açılan ve doğal ortamı korunamayan birçok bölgenin yeşil alan haline getirilmesi gerektiğini düşünen biri olarak bu konuda neler yapılabileceğini düşünme taraftarıyım. Yasal boşluklara dikkat ederek kamuoyu oluşturmalıyız” diye konuştu.
ABD’nin icralık evleri Türklere pazarlanacak
ABD’nin icralık evleri Türklere pazarlanacak
ABD’de mortgage kredilerini ödeyemeyenlerin haciz edilen evlerini satın alan Blue Sky Capital, Türkiye’den yatırımcı çekecek. Fona yatırım yapanlar, ABD’de gayrimenkul piyasasından prim kazanacak. Portföydeki evleri Türklerin satın alması da mümkün.
Meltem KARA
Kalİfornİya eyaletinde mortgage kredilerini ödeyemeyen ABD’lilerin hacze düşen evlerini ortak bir fon oluşturarak satın alan ve gerekli tadilatları yaptıktan sonra 4 ay içerisinde satışa sunan Blue Sky Capital, ortaklarına en az yüzde 25 getiri sağlayacağını taahhüt ediyor. 10 yıldır bu modelle faaliyet gösteren ve mortgage krizinde hacze düşen evlerin sayısının milyonları bulmasıyla işlerine hız veren Blue Sky Capital, ABD’de yaşayan Serdar Canoğulları’nın fona ortak olmasıyla, Türkiye’de de bu modeli tanıtmak için harekete geçti. Bu modelde, fona ortak olanlar ABD’de gayrimenkul sektörüne yatırım yapıyor. Talep eden olursa, Blue Sky Capital’in portföyünde bulunan ABD’deki evleri Türk yatırımcıların satın alması da mümkün. Blue Sky Capital’ın kurucusu Chris Williams, “Türkiye’den en az 5-10 milyon dolar arasında toplamayı düşünüyoruz. ABD’de elimizde olan fırsatı Türkiye ile tanıştırmak istiyoruz. Türk yatırımcısının bu fırsattan haberi yok” dedi.
Açık artırmayla satış
Chris Williams, iş modellerini, “mortgage kriziyle çıkan ortamdan faydalanarak, hacze düşen evleri değerinin altında fiyat alıp, belirli bir rehabilitasyondan geçirdikten sonra evleri kârlı bir şekilde satmak” olarak tanımlıyor. Williams, modeli şöyle anlattı: “ABD’de ayda 300 bin ev hacizleniyor. Biz Kaliforniya’da San Diego’da bu modeli yürütüyoruz. Burada ayda yılda 25 bin, ayda 4 bin ev hacizleniyor. Bu evler arasından 11 posta kodunu araştırıyoruz. Hacze düşen evleri mahkeme merdivenlerinde açık artırmalara gidip satın alıyoruz. 400 bin ile 850 bin dolar arasındaki evlerle ilgileniyoruz. Kısa zaman içinde alınmış satışmış evlerle karşılaştırarak bir değer biçiyoruz. O değer üzerinden evi satın aldıktan sonra tadilatını yapıyoruz ve 120 gün içerisinde satışa sunuyoruz.”
300’den fazla ev sattı
Her yatırımcının fona katılma payını en az 100 bin dolar olarak belirlediklerini ifade eden Williams, şunları söyledi: “Bu yatırımla en az yüzde 25 getiri sağlıyoruz. Fona ortak olanların isimleri tapuda yer alıyor ve kârı da onların ortaklık payı oranında paylaştırıyoruz. 3 ayda kar dağıtımı yapıyoruz, bütün paranızı bir yıl sonra da çekebiliyorsunuz. Bugüne kadar 120 milyon dolar değeri bulan 300’den fazla ev sattık. Modelimiz krizle birlikte daha çekici hale geldi. Şu anda elimizde 1 tane ev kaldı. 10 ev daha alacağız. Oregon ve Los Angelas için de çalışmalara başlayacağız.”
ABD’de ev şansı
Blue Sky Capital ortağı Serdar Canoğulları, Türkiye’de özel ve kurumsal yatırımcıların bu modele iştirakini sağlamak ve bir fon oluşturmak istediklerini belirterek, “Bu model yalnızca ABD’li yatırımcıların değil, uluslararası yatırımcıların da ilgisini çekecek. İlk olarak Türkiye’ye geldik. Güvenli yatırıma önem veren ve emlak işlerinden anlayan yatırımcılar bekliyoruz. Hedefi yakalamak için tanıtım ve eğitimler yapıyoruz. 35 yatırımcı katıldı. Türk insanı gayrimenkul yatırımını seviyor. Bizim modelimizde fon olarak kar etmenin yanı sıra ABD’de ev sahibi olma şansı da var. Normal pazardaki fiyatın yüzde 40-50 daha ucuzuna tahsil edebiliriz. Her iki modelde de Kaliforniya’daki bir evin tapusuna sahip oluyorsunuz” diye konuştu.
Risk dağılsın
BLUE Sky Capital’ın diğer ortağı Michael Harbushka, şu değerlendirmeyi yaptı: “İstanbul’da fiyatların düşmeyeceği konuşuluyor ancak 10 yıl önce de San Diego’da fiyatlar düşmez diyorduk. Bu durumda, Türkiye’deki emlak yatırımcısının bu pazardan çıkmasını tavsiye etmiyorum ancak ABD’de de bu yatırımı deneyip riski dağıtmasını tavsiye ediyorum.”
Nasıl kâr ediyor
Carmel Valley
Değerinin yüzde 34 altında satın alındı.
Satın alınma fiyatı: 576 bin 744 dolar
Blue Sky Capital’in satışı: 770 bin dolar
Rancho Penasquitos
Değerinin yüzde 40 altında satın alındı.
İlk fiyatı: 353 bin 200 dolar
İkinci satışı: 495 bin dolar
2B yasası kime yarayacak? Kimi zarara uğratacak?
2B yasası kime yarayacak? Kimi zarara uğratacak?
Maliye Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın ortaklaşa yürüttükleri 2b arazileri satış yasası taslağı üzerindeki çalışmalar devam ediyor. Ancak yasanın çıkarılması seçimlerden sonraya kaldı.
SEDA TABAK
2B yasasında son durum!
2B yasası olarak bilinen yasa tasarısı yani orman vasfını yitirmiş arazilerle ilgili düzenleme seçim sonrasına kaldı. Bu yasa, vasfını yitirmiş orman arazilerinin hazineye devri ile hak sahiplerine satışını öngören bir yasa. Eğer tasarı onaylanırsa; bu araziler sahiplerini bulacak ve satışlar, emlak vergisi değerinin üzerinden yapılacak. Peki, bu durumdan kimler karlı, kimler zararlı çıkacak?
2B arazilerle ilgili yasanın çıkarılması seçimlerden sonraya bırakılmasının nedeni ise, Milli Emlak tarafından belirlenen ve satışa esas olarak tespit edilen rayiç bedellerin çok yüksek olması, bu bedellerden satışa çıkarılması halinde ilgilileri çok yüksek bedel ödemek zorunda kalacakları için tasarı Başbakan tarafından seçim sonrasına bırakıldı. Emlak vergisine esas değerler ise, genelde çok düşük olduğu ve bu bedellerden satış halinde propagandaya muhatap olunacağı için emlak vergisi değerleri üzerinden bir satış yasası da benimsenmedi. Seçimden sonra emlak vergisi ile rayiç değerler arasında bir belirleme ile yasanın çıkarılması planlanıyor.
İstanbul’da 18.233 hektar 2B arazisi var
Türkiye’de toplam 473. 419 hektar 2B arazisi bulunuyor. Uygulamadan yararlanacak yerler arasında ilk sırayı 45.548 hektarla Antalya alıyor. Bu ili 39.287 hektarla Mersin izliyor. Balıkesir’de 34.887, Ankara’da 31.706, Muğla’da 29. 138, İstanbul’da 18.233, İzmir’de de 14.772 hektar arazi bu kapsamda yer alıyor. Eskişehir, Kırklareli, Tekirdağ, Manisa ile Samsun ve Bursa gibi şehirler de kapsam içinde. Düzenlemeden, arazilerinin önemli kısmı 2B kapsamında bulunan İstanbul Sultanbeyli, Ümraniye ve Beykoz gibi ilçelerin etkilenmesi bekleniyor. İstanbul’da Beykoz başta olmak üzere Ümraniye, Sultanbeyli, Çekmeköy, Şile, Şişli, Sarıyer, Eyüp ilçelerinde 2B arazileri bulunuyor. İstanbul genelinde 18. 233 hektar 2B arazisi olduğu belirtiliyor. Şişli’ye bağlı Ayazağa, Sarıyer’e bağlı Kilyos, Zekeriyaköy, Bahçeköy, Eyüp’e bağlı Göktürk, Kemerburgaz Avrupa yakasında öne çıkan semtler arasında.
Hem bürokratik sıkıntıyı ortadan kaldıracak hem de kaynak sağlayacak!
2B arazilerinin genel kanının aksine orman arazisi olmadığının altını çizen İnanlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Serdar İnan, “Çoğu 2B arazilerinin üstünde yerleşkeler vardır. İnsanlar bu arazileri zaten birbirlerine alır ve satarlar. Bu araziler zamanında orman vasfını yitirmiş, tarım yapılan arazilerdi. Devlet bu arazilerin kullanım hakkını üstündeki kullanıcıya zamanında zaten teslim etmiştir. Şu an yapılması gereken zaten hak sahibi olmuş halka hakkının teslimi işlemidir. 2B arazilerinin satışı ile devlet hem bürokratik bir sıkıntıyı ortadan kaldıracak, hem de ciddi bir kaynak sağlayacaktır. Ayrıca şu an toplumsal problem olan araziler, tam bir kanuni statüye kavuşması ile miras verilebilir, sigorta edilebilir, rahatlıkla kredi çıkarılabilir, teminat gösterilebilir bir hale geleceklerdir” diyor. Hakkın meşrulaştırılması ve bu konudaki mevcut işleyişin kabulünün, insanların önünde kalan engellerin aşılması adına önemli bir adım olduğunu kaydeden İnan, “Bu manada satışın başlamadığı her geçen gün toplum ekonomisi adına da bir kayıptır” diyor ve ekliyor: “Bir örnek ile açıklayayım. Bir taksici düşünün, devlet ona ruhsat vermemiş ama taksicilik yapmasına da izin veriyor. Eğer elinden taksisini alsa ailesi devlete yük olacak, çocuğu belki evden kaçıp gayrimeşru işler kovalayacak hale gelecek. Bu manada devlet taksiciye yol veriyor. Ancak ona bir türlü de yasal zemini hazırlamıyor. Bu sebeple taksici kapısını her çalandan korkuyor, ona her söylenene inanıyor ve istismara açık bir vatandaş haline geliyor. Peki, doğru olan bu taksiciyi bir bedel mukabilinde yasal statüye geçirmek değil midir? İcabında yasal hale geçen taksisini bankaya rehin vererek taksici devlete borcunu rahatlıkla ödeyebilecektir. Taksicinin devlete güveni artacak, kendisini kandırmak isteyen insanlara karşı direnebilecektir. Bu hali ile gayrimeşrudan uzak duracak ve ekmeğinin peşinde koşarak ülke ekonomisine katkıda bulunacaktır. 2B satışına bu gözle bakmak lazım. Aynı taksici örneği gibi 2B’lerin zaten hak sahibine satışları, geçmişten gelen bir hakkın teslimi işleminden başka bir şey değildir.”
CHP: 2B’de mülkiyet sorununu çözeceğiz!
CHP 2B satışına esas olacak kadastro çalışmalarının yapılmasını sağlayan 5831 ve 5841 sayılı yasaların bazı hükümlerini anayasa mahkemesine iptal amaçlı olarak götürmüştü. Ancak CHP 20 Mart’ta Akif Hamzaçebi aracılığıyla bu konuda enteresan bir çıkış yaptı. Hamzaçebi, Sancaktepe’de yaptığı konuşmada; 2B arazileri konusunda vatandaşların büyük bir sorunu olduğunun, söz konusu yerlerin vatandaşların devletle mülkiyet sorunu yaşadığı araziler olduğunun altını çizerek şöyle devam etmişti: ‘’İstanbul’a büyük göçler olmuş, büyük göçlerin yarattığı konut ihtiyacı imarlı arsa üretimiyle karşılanamadığı için 2B arazileri konut yapımına açılmış ve bugün 2B arazilerinde büyük bir yerleşim meydana gelmiştir. Şehirler oluşmuştur. Kasabalar oluşmuştur. Caddeler, bulvarlar açılmıştır. Kamu binaları yapılmıştır. Vatandaşlar evler yapmıştır. Hala bu sorunu yok gibi yaşamak, buraları orman olarak görmek son derece yanlıştır. Buraların mülkiyet sorunu çözülmek zorundadır. CHP olarak, 2B arazilerindeki mülkiyet sorununu çözeceğiz. Şehirleşmenin olduğu yerlerdeki arazileri emlak vergisi değeri üzerinden, sahibi olan vatandaşlara devredeceğiz. Orman köylülerinin yaşadığı yerlerde ise bu arazileri orman köylülerine bedelsiz olarak vereceğiz. Şehirlerde yapıların olduğu 2B arazilerinde ecri misil sorununu da çözeceğiz. Kadastronun yapıldığı ve hak sahibinin belirlendiği bu arazilerde geçmişe yönelik olarak ecri misil alınması uygulamasına son vereceğiz.’’
Devlet kazançlı çıkacak
AK Parti ve CHP 2B arazilerinin vatandaşa satılması konusunda büyük anlamda görüş birliğine vardığı görüşünde olan Hukukçu Cihangir Dönmez, 2B yasası çıktığında her halükarda devletin karlı çıkacağını söylüyor ve nedenini şöyle açıklıyor: “Çünkü devletin hüküm ve tasarrufu altında olmasına rağmen bu arazileri satamıyor, kiralayamıyor, tahsis edemiyor. Bu yasa çıkınca Devlet bu işten ciddi gelir sağlayacağı gibi 2B arazi işgal etmemiş olan vatandaşlar lehine de işgal eden vatandaşların ödeyeceği paraların Kamu Maliyesi’ne girecek olması gibi bir durum ortaya çıkacak.”
Arsalar 10 kat değer kazanacak
2B yasasından sonra arsa fiyatlarını etkileyecek en önemli etkenin, bu arsalarda yapılacak olan imar hareketleri ve Kentsel Dönüşüm projeleri olduğunu kaydeden Dönmez, “Bu arsalara zilyet olanlar zaten önceki zilyede bedel ödeyerek devir aldılar. Şimdide devlete bir bedel ödeyecekler. Çoğu bölgede tapulu arazi almış olsalardı çok daha düşük maliyetle mülkün sahibi olurlardı” diyor ve ekliyor: “İstanbul genelinde şu anda ortalama 100 ile 250 dolar aralığında olan 2B arsa fiyatları, mülkiyet sorununun çözülmesinden sonra yapılacak imar ve kentsel dönüşüm projeleri sonucu on kattan fazla değer kazanacak. Türkiye geneli bir tarafa İstanbul’un merkezinde kalan ( Ümraniye, Sultanbeyli, Pendik, Göktürk ) alanlarda bile imar ve inşaat faaliyetlerin katma değeri ile 50 milyar doları aşan bir hacim ortaya çıkacak.”
Dönmez’in yasayla ilgili önerisi
2B yasasının önemli bir diğer yönünü ise Hukukçu Cihangir Dönmez şöyle açıklıyor: “Tapulu arazileri iptal davalarıyla ellerinden alınan ya da tapuları üzerine şerh konulan binlerce gerçek 2B mağdurunun haklarının iadesi ve devletimizin bu araziler nedeniyle Avrupa İnsan Hakları mahkemesi kararları sonucunda ödemek zorunda kaldığı mülkiyet ihlali dayanaklı tazminat davalarından kurtulacak olması olacak.” Bu yasaya karşı olan çevrelerin, tapulu 2B arazileri konusunda ısrarla uzakta durmakta olduklarını ve olayı ‘orman yağması’ olarak nitelendirdiklerini söyleyen Dönmez, geniş bir kesimin de tapu iptalleri nedeniyle mağdur olduğunu söylüyor. Dönmez, bu konuda denge sağlayarak toplumsal barışı sağlayacak bir önerisinin bulunduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Yasa her türlü parasal satış mülahazasının dışında; satılacak her dönüm 2B arazisi karşılığında, satın alan şâhısa 100 adet orman ağacını bizzat dikme zorunluluğu getirmelidir. Bu alanların dikimi için devlet her şehirde alanlar göstermeli ve bu dikilecek ağaçlarla meydana gelen ormana ‘2B Ormanı’ adı verilmeli. Böylelikle satılan her 2B toprağı karşılığı, yeni bir alan ormana kazandırılacak ve bu yasa ormanların satıldığı, yağma edildiği bir yasa olarak değil, orman dışına çıkarılan alan kadar yeniden orman kazandıran yasa olarak anılacaktır.”
2B yasa taslağında benimsenen 5 ana kriter
1) Devlet tarafından gerçek ve tüzel kişilere dağıtılan, iskanen verilen, özelleştirilen ya da hisseleri devredilen taşınmazların tapu kayıtları geçerli kabul edilecek. Bu şekilde devletin daha önce dağıttığı, tapu ve iskân verdiği, ancak daha sonra 2B kapsamına aldığı yerler, eski sahiplerine bedelsiz verilmiş olacak.
2) Kişiler adına herhangi bir şekilde tapu kaydı oluşturulmuş yerler de, harca esas değer üzerinden eski maliklerine veya kanuni ya da akdi haleflerine satılacak.
3) 5831 Sayılı Yasa kapsamında Türkiye genelinde yapılan, kullanım kadastro çalışmalarının büyük kısmi tamamlandı, askı ilanları kesinleştirildi.
4) Kesinleşen askı ilanlarında kullanıcı olarak tespit edilen kimseler, hak sahibi olarak anılacak, bu hak sahiplerinin araziyi beş yıldır kullanıyor olmaları şartı getirilmesi ise henüz taslakta kesinleşmedi.
5) Hükümet bu 2B arazilerin satış yasası ile ilgili olarak 25 milyar dolarlık bir gelir bekliyor.
Arazi satışlarında öncelik nasıl ve kime olacak?
1) Arazi yol yeşil alan park gibi alanlarda kalmakta ise satılmayacak. Arazi Kamu hizmet alanı olarak ayrıldıysa hastane, okul, cami satışa sunulmayacak.
2) Kentsel dönüşüm alanında ise genel olarak TOKİ ye tahsis hak sahibine projeden pay verilecek
3) Kırsal kesimdeki araziler kadastro askı ilanında kullanıcı olarak belirlenen
kişiler hak sahibi sayılarak bedel karşılığı tapuyu almaya hak kazanacaklar.
4) Arazinin evveliyatı tapulu ise yani tapusu iptal edilerek 2b haline geldiyse
öncelik evvelki tapu maliki kanuni ya da akdi halefinin önceliği olacak emlak
vergisine esas değer üzerinden belli bir iskonto ile satılacak
5) İptal edilen tapunun altında iskan veya tevzii tapusu varsa ya da arazi daha önce
Devlet tarafından satıldıysa bedel alınmadan tapu malikine akdi ya da kanuni
halefine iade edilecek.
6) Başvuru ücreti köylerde 1000 TL Belediye alanlarında 2000 TL satış bedelinden
mahsup edilecek. Satış 4 yıl vadeli yüzde 10 peşinat 6 ayda bir taksitle, 8 eşit taksit olarak yapılacak.
Maliye Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın ortaklaşa yürüttükleri 2b arazileri satış yasası taslağı üzerindeki çalışmalar devam ediyor. Ancak yasanın çıkarılması seçimlerden sonraya kaldı.
SEDA TABAK
2B yasasında son durum!
2B yasası olarak bilinen yasa tasarısı yani orman vasfını yitirmiş arazilerle ilgili düzenleme seçim sonrasına kaldı. Bu yasa, vasfını yitirmiş orman arazilerinin hazineye devri ile hak sahiplerine satışını öngören bir yasa. Eğer tasarı onaylanırsa; bu araziler sahiplerini bulacak ve satışlar, emlak vergisi değerinin üzerinden yapılacak. Peki, bu durumdan kimler karlı, kimler zararlı çıkacak?
2B arazilerle ilgili yasanın çıkarılması seçimlerden sonraya bırakılmasının nedeni ise, Milli Emlak tarafından belirlenen ve satışa esas olarak tespit edilen rayiç bedellerin çok yüksek olması, bu bedellerden satışa çıkarılması halinde ilgilileri çok yüksek bedel ödemek zorunda kalacakları için tasarı Başbakan tarafından seçim sonrasına bırakıldı. Emlak vergisine esas değerler ise, genelde çok düşük olduğu ve bu bedellerden satış halinde propagandaya muhatap olunacağı için emlak vergisi değerleri üzerinden bir satış yasası da benimsenmedi. Seçimden sonra emlak vergisi ile rayiç değerler arasında bir belirleme ile yasanın çıkarılması planlanıyor.
İstanbul’da 18.233 hektar 2B arazisi var
Türkiye’de toplam 473. 419 hektar 2B arazisi bulunuyor. Uygulamadan yararlanacak yerler arasında ilk sırayı 45.548 hektarla Antalya alıyor. Bu ili 39.287 hektarla Mersin izliyor. Balıkesir’de 34.887, Ankara’da 31.706, Muğla’da 29. 138, İstanbul’da 18.233, İzmir’de de 14.772 hektar arazi bu kapsamda yer alıyor. Eskişehir, Kırklareli, Tekirdağ, Manisa ile Samsun ve Bursa gibi şehirler de kapsam içinde. Düzenlemeden, arazilerinin önemli kısmı 2B kapsamında bulunan İstanbul Sultanbeyli, Ümraniye ve Beykoz gibi ilçelerin etkilenmesi bekleniyor. İstanbul’da Beykoz başta olmak üzere Ümraniye, Sultanbeyli, Çekmeköy, Şile, Şişli, Sarıyer, Eyüp ilçelerinde 2B arazileri bulunuyor. İstanbul genelinde 18. 233 hektar 2B arazisi olduğu belirtiliyor. Şişli’ye bağlı Ayazağa, Sarıyer’e bağlı Kilyos, Zekeriyaköy, Bahçeköy, Eyüp’e bağlı Göktürk, Kemerburgaz Avrupa yakasında öne çıkan semtler arasında.
Hem bürokratik sıkıntıyı ortadan kaldıracak hem de kaynak sağlayacak!
2B arazilerinin genel kanının aksine orman arazisi olmadığının altını çizen İnanlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Serdar İnan, “Çoğu 2B arazilerinin üstünde yerleşkeler vardır. İnsanlar bu arazileri zaten birbirlerine alır ve satarlar. Bu araziler zamanında orman vasfını yitirmiş, tarım yapılan arazilerdi. Devlet bu arazilerin kullanım hakkını üstündeki kullanıcıya zamanında zaten teslim etmiştir. Şu an yapılması gereken zaten hak sahibi olmuş halka hakkının teslimi işlemidir. 2B arazilerinin satışı ile devlet hem bürokratik bir sıkıntıyı ortadan kaldıracak, hem de ciddi bir kaynak sağlayacaktır. Ayrıca şu an toplumsal problem olan araziler, tam bir kanuni statüye kavuşması ile miras verilebilir, sigorta edilebilir, rahatlıkla kredi çıkarılabilir, teminat gösterilebilir bir hale geleceklerdir” diyor. Hakkın meşrulaştırılması ve bu konudaki mevcut işleyişin kabulünün, insanların önünde kalan engellerin aşılması adına önemli bir adım olduğunu kaydeden İnan, “Bu manada satışın başlamadığı her geçen gün toplum ekonomisi adına da bir kayıptır” diyor ve ekliyor: “Bir örnek ile açıklayayım. Bir taksici düşünün, devlet ona ruhsat vermemiş ama taksicilik yapmasına da izin veriyor. Eğer elinden taksisini alsa ailesi devlete yük olacak, çocuğu belki evden kaçıp gayrimeşru işler kovalayacak hale gelecek. Bu manada devlet taksiciye yol veriyor. Ancak ona bir türlü de yasal zemini hazırlamıyor. Bu sebeple taksici kapısını her çalandan korkuyor, ona her söylenene inanıyor ve istismara açık bir vatandaş haline geliyor. Peki, doğru olan bu taksiciyi bir bedel mukabilinde yasal statüye geçirmek değil midir? İcabında yasal hale geçen taksisini bankaya rehin vererek taksici devlete borcunu rahatlıkla ödeyebilecektir. Taksicinin devlete güveni artacak, kendisini kandırmak isteyen insanlara karşı direnebilecektir. Bu hali ile gayrimeşrudan uzak duracak ve ekmeğinin peşinde koşarak ülke ekonomisine katkıda bulunacaktır. 2B satışına bu gözle bakmak lazım. Aynı taksici örneği gibi 2B’lerin zaten hak sahibine satışları, geçmişten gelen bir hakkın teslimi işleminden başka bir şey değildir.”
CHP: 2B’de mülkiyet sorununu çözeceğiz!
CHP 2B satışına esas olacak kadastro çalışmalarının yapılmasını sağlayan 5831 ve 5841 sayılı yasaların bazı hükümlerini anayasa mahkemesine iptal amaçlı olarak götürmüştü. Ancak CHP 20 Mart’ta Akif Hamzaçebi aracılığıyla bu konuda enteresan bir çıkış yaptı. Hamzaçebi, Sancaktepe’de yaptığı konuşmada; 2B arazileri konusunda vatandaşların büyük bir sorunu olduğunun, söz konusu yerlerin vatandaşların devletle mülkiyet sorunu yaşadığı araziler olduğunun altını çizerek şöyle devam etmişti: ‘’İstanbul’a büyük göçler olmuş, büyük göçlerin yarattığı konut ihtiyacı imarlı arsa üretimiyle karşılanamadığı için 2B arazileri konut yapımına açılmış ve bugün 2B arazilerinde büyük bir yerleşim meydana gelmiştir. Şehirler oluşmuştur. Kasabalar oluşmuştur. Caddeler, bulvarlar açılmıştır. Kamu binaları yapılmıştır. Vatandaşlar evler yapmıştır. Hala bu sorunu yok gibi yaşamak, buraları orman olarak görmek son derece yanlıştır. Buraların mülkiyet sorunu çözülmek zorundadır. CHP olarak, 2B arazilerindeki mülkiyet sorununu çözeceğiz. Şehirleşmenin olduğu yerlerdeki arazileri emlak vergisi değeri üzerinden, sahibi olan vatandaşlara devredeceğiz. Orman köylülerinin yaşadığı yerlerde ise bu arazileri orman köylülerine bedelsiz olarak vereceğiz. Şehirlerde yapıların olduğu 2B arazilerinde ecri misil sorununu da çözeceğiz. Kadastronun yapıldığı ve hak sahibinin belirlendiği bu arazilerde geçmişe yönelik olarak ecri misil alınması uygulamasına son vereceğiz.’’
Devlet kazançlı çıkacak
AK Parti ve CHP 2B arazilerinin vatandaşa satılması konusunda büyük anlamda görüş birliğine vardığı görüşünde olan Hukukçu Cihangir Dönmez, 2B yasası çıktığında her halükarda devletin karlı çıkacağını söylüyor ve nedenini şöyle açıklıyor: “Çünkü devletin hüküm ve tasarrufu altında olmasına rağmen bu arazileri satamıyor, kiralayamıyor, tahsis edemiyor. Bu yasa çıkınca Devlet bu işten ciddi gelir sağlayacağı gibi 2B arazi işgal etmemiş olan vatandaşlar lehine de işgal eden vatandaşların ödeyeceği paraların Kamu Maliyesi’ne girecek olması gibi bir durum ortaya çıkacak.”
Arsalar 10 kat değer kazanacak
2B yasasından sonra arsa fiyatlarını etkileyecek en önemli etkenin, bu arsalarda yapılacak olan imar hareketleri ve Kentsel Dönüşüm projeleri olduğunu kaydeden Dönmez, “Bu arsalara zilyet olanlar zaten önceki zilyede bedel ödeyerek devir aldılar. Şimdide devlete bir bedel ödeyecekler. Çoğu bölgede tapulu arazi almış olsalardı çok daha düşük maliyetle mülkün sahibi olurlardı” diyor ve ekliyor: “İstanbul genelinde şu anda ortalama 100 ile 250 dolar aralığında olan 2B arsa fiyatları, mülkiyet sorununun çözülmesinden sonra yapılacak imar ve kentsel dönüşüm projeleri sonucu on kattan fazla değer kazanacak. Türkiye geneli bir tarafa İstanbul’un merkezinde kalan ( Ümraniye, Sultanbeyli, Pendik, Göktürk ) alanlarda bile imar ve inşaat faaliyetlerin katma değeri ile 50 milyar doları aşan bir hacim ortaya çıkacak.”
Dönmez’in yasayla ilgili önerisi
2B yasasının önemli bir diğer yönünü ise Hukukçu Cihangir Dönmez şöyle açıklıyor: “Tapulu arazileri iptal davalarıyla ellerinden alınan ya da tapuları üzerine şerh konulan binlerce gerçek 2B mağdurunun haklarının iadesi ve devletimizin bu araziler nedeniyle Avrupa İnsan Hakları mahkemesi kararları sonucunda ödemek zorunda kaldığı mülkiyet ihlali dayanaklı tazminat davalarından kurtulacak olması olacak.” Bu yasaya karşı olan çevrelerin, tapulu 2B arazileri konusunda ısrarla uzakta durmakta olduklarını ve olayı ‘orman yağması’ olarak nitelendirdiklerini söyleyen Dönmez, geniş bir kesimin de tapu iptalleri nedeniyle mağdur olduğunu söylüyor. Dönmez, bu konuda denge sağlayarak toplumsal barışı sağlayacak bir önerisinin bulunduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Yasa her türlü parasal satış mülahazasının dışında; satılacak her dönüm 2B arazisi karşılığında, satın alan şâhısa 100 adet orman ağacını bizzat dikme zorunluluğu getirmelidir. Bu alanların dikimi için devlet her şehirde alanlar göstermeli ve bu dikilecek ağaçlarla meydana gelen ormana ‘2B Ormanı’ adı verilmeli. Böylelikle satılan her 2B toprağı karşılığı, yeni bir alan ormana kazandırılacak ve bu yasa ormanların satıldığı, yağma edildiği bir yasa olarak değil, orman dışına çıkarılan alan kadar yeniden orman kazandıran yasa olarak anılacaktır.”
2B yasa taslağında benimsenen 5 ana kriter
1) Devlet tarafından gerçek ve tüzel kişilere dağıtılan, iskanen verilen, özelleştirilen ya da hisseleri devredilen taşınmazların tapu kayıtları geçerli kabul edilecek. Bu şekilde devletin daha önce dağıttığı, tapu ve iskân verdiği, ancak daha sonra 2B kapsamına aldığı yerler, eski sahiplerine bedelsiz verilmiş olacak.
2) Kişiler adına herhangi bir şekilde tapu kaydı oluşturulmuş yerler de, harca esas değer üzerinden eski maliklerine veya kanuni ya da akdi haleflerine satılacak.
3) 5831 Sayılı Yasa kapsamında Türkiye genelinde yapılan, kullanım kadastro çalışmalarının büyük kısmi tamamlandı, askı ilanları kesinleştirildi.
4) Kesinleşen askı ilanlarında kullanıcı olarak tespit edilen kimseler, hak sahibi olarak anılacak, bu hak sahiplerinin araziyi beş yıldır kullanıyor olmaları şartı getirilmesi ise henüz taslakta kesinleşmedi.
5) Hükümet bu 2B arazilerin satış yasası ile ilgili olarak 25 milyar dolarlık bir gelir bekliyor.
Arazi satışlarında öncelik nasıl ve kime olacak?
1) Arazi yol yeşil alan park gibi alanlarda kalmakta ise satılmayacak. Arazi Kamu hizmet alanı olarak ayrıldıysa hastane, okul, cami satışa sunulmayacak.
2) Kentsel dönüşüm alanında ise genel olarak TOKİ ye tahsis hak sahibine projeden pay verilecek
3) Kırsal kesimdeki araziler kadastro askı ilanında kullanıcı olarak belirlenen
kişiler hak sahibi sayılarak bedel karşılığı tapuyu almaya hak kazanacaklar.
4) Arazinin evveliyatı tapulu ise yani tapusu iptal edilerek 2b haline geldiyse
öncelik evvelki tapu maliki kanuni ya da akdi halefinin önceliği olacak emlak
vergisine esas değer üzerinden belli bir iskonto ile satılacak
5) İptal edilen tapunun altında iskan veya tevzii tapusu varsa ya da arazi daha önce
Devlet tarafından satıldıysa bedel alınmadan tapu malikine akdi ya da kanuni
halefine iade edilecek.
6) Başvuru ücreti köylerde 1000 TL Belediye alanlarında 2000 TL satış bedelinden
mahsup edilecek. Satış 4 yıl vadeli yüzde 10 peşinat 6 ayda bir taksitle, 8 eşit taksit olarak yapılacak.
Bakan Demir: Emlakçılık yasasından sonra hiçbir emlakçı mağdur olmayacak
Bakan Demir: Emlakçılık yasasından sonra hiçbir emlakçı mağdur olmayacak
Geçtiğimiz hafta içinde düzenlenen Emlak ve Müşavirleri Federasyonu (EMFED)’nun düzenlediği panele katılan Bayındır ve İskan Bakanı Mustafa Demir panele katılan tüm panelistlerin sorunlarını dinledi.
Evren KOTOĞLU
Bayındır ve İskan Bakanı Demir emlakçılık yasası ile ilgili düzenlemeleri yapacaklarını ve bu işi mevcutta yapan hiç bir emlakçı meslektaşımızın mağdur edilmeyeceğini belirtti. İstanbul başta olmak üzere bir emlakçılık çalıştayının oluşturulması konusunda fikir verdi ve mesleki dayanışmanın önemine dikkat çekti.
11 Mart 2011 Tarihinde yapmış olduğumuz Emlak yasası ile ilgili ve Gayrimenkulun ekonomideki ( emfed 2011) yeri konulu panelimiz büyük bir başarı ile gerçekleştirilmiş. Sayın Bakanımız Mustafa DEMİR Panelin sonuna kadar kalarak tüm panelist ve katılımcıların sorunlarını dinlemiş Emlakçılık Yasası ile ilgili düzenlemeleri yapacaklarını ve Bu işi mevcutta yapan hiç bir emlakçı meslektaşımızın mağdur edilmeyeceğini özellikle belirtmiş ve İstanbul başta olmak üzere bir emlakçılık çalıştayının oluşturulmanı tavsiye etmiş, mesleki dayanışmanın önemine özellikle vurguda bulunmuştur.
Bayındır ve İskan Bakanı Mustafa Demir, emlak yasası ve çalışma esasları oluşturulduktan sonra emlakçılıkla uğraşan esnafın haklarının korunacağını ve mağdur edilmeyeceğinin altını çizdi. Türkiye’nin gündeminde yer alan deprem ile ilgili Bakan Demir şunları söyledi: “Deprem kuşağında olduğumuz bir gerçek. Ve biz bu gerçeği göz önünde bulundurarak çok dikkatli ve titiz bir denetim, gözetim mekanizmasına ihtiyacımız var. Biz bu konuda hazırlıklarımızı son sürat tamamlıyoruz . Yapı denedim sistemine göre ruhsat alanların tamamının inşaatlarını yapı denetim bürosu gibi denetleyeceğiz.
Mimarlık ve mühendislik yasaları çıkacak
Henüz mimarlık ve mühendislik meslek yasasını çıkarmadıklarını dile getiren Demir; “''Şu anda lisansını alan, odaya kaydını yaptıranlar en devasa, en nitelikli, en kritik ve en özel projelere imza atabiliyor meslektaşlarımız. 2011 yılı içerisinde inşallah mimarlık ve mühendislik meslek yasalarını çıkartacağız. Buna bir disiplin getireceğiz'' dedi. Demir, İstanbul'da hala ruhsatlı projesinin dışında birçok binada değişiklikler olduğunu ifade ederek, yeni düzenlemede en ufak ruhsat aykırılığına müeyyide uygulanacağını kaydetti. Projede pencerenin yerinin 1 metre sağa sola kayması durumunda bile para cezası uygulanacağını anlatan Demir, ''Teklifi öyle hazırladık. Onların hangi aykırılıklara ne kadar maddi ceza uygulanacağını teklifte izah ediyoruz. İkinci kez aynı yapı denetim elamanı veya firması buna benzer bir aykırılıkta bulunursa ceza bu kez iki katına çıkarak uygulanacak. Yine hazırladığımız teklifte kapatma yok, olmayacak. Üçüncü kez yine proje ruhsat ve eklerine aykırılık görüldüğünde hatırladığım kadarıyla üç veya dört kat para cezası, hem yapı denetimi elemanı için hem yapı denetimi kurumu için ve otomatikman kapatma cezası üç yıl olacak. Komisyonlarda bunları tartışacağız'' diye konuştu.
“Ruhsata aykırı yapan müteahhit Türkiye’de inşaat yapamaz”
Bakan Demir, İmar Kanunu'nda da ayrı bir kanun teklifi hazırladıklarını bildirerek, bir-iki konuda biraz daha netlik getiren bir sistem öngördüklerini, seçimlerden hemen sonra Mühendislik ve Mimarlık Meslek yasalarını çıkartmaya başlayacaklarını belirtti. ''Proje ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapan müteahhit o aykırılığı gidermedikçe Türkiye'de inşaat yapamaz'' adı altında bir düzenleme yaptıklarına değinen Demir, bunun kanununu da çıkardıklarını, 1 Ocak 2012 yılından itibaren yürürlüğe gireceğini söyledi. Mustafa Demir, yapı denetimini tam bir ihtisas alanı haline getirmeyi düşündüklerini ve planladıklarını bildirdi.
“Yapı denetçileri işçi güvenliğini de denetler duruma gelecek; sertifikasız işçi çalıştırılmayacak”
Demir, Türkiye'de yapılan inşaatlarda yeterli standartlara sahip olmayan malzeme kullanımının ortadan kaldırılması gerektiğine işaret ederek, kaliteli binanın kaliteli malzemeden, nitelikli işçilikten ortaya çıktığını ifade etti. İş ve işçi güvenliği noktasında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile bir protokol yaptıklarını bildiren Demir, artık yapı denetimi firmalarının denetledikleri inşaatlarda iş ve işçi güvenliğini denetler konumuna geleceğinin altını çizerek, ''Biz ekonominin kayıt altına alınması konusunda da sizlere görevler vereceğiz. Belki Maliye Bakanlığının takip etmesi gereken işlerle ilgili de sizlere görevler vereceğiz. Malzeme denetimi noktasında, bugün Bayındırlığın yetkisinde olan bir konuyu, yapacağımız bir düzenleme ile yapı denetimine vereceğiz'' değerlendirmesinde bulundu. Demir,ayrıca yürürlüğe girecek diğer bir konunun ise bundan sonra inşaat,gayrimenkul ve emlak sektöründe artık her bölüm için muhakkak sertifikalı uzman kişi ve işçilerin çalıştırılacağını,örneğin sıvacı, demirci, taş ve tuğla döşemecisi, yalıtımcı gibi bölümlerde de sertifika zorunluluğu gerektireceğini işi yapan işçinin de sorumlu ve mesul olacağını belirterek amaçlarının bu sektörde yer alanlarında profesyonel olmalarını sağlayacaklarını,tüm olumsuzlukları böylece azaltmayı hedeflediklerini ifade etti. Bu sektörde yer alanların şimdiden hazırlıklarını yapmalarını, bu kanunun 2012’de yürürlüğe girdikten sonra denetimlerin yoğunlaşacağını,uymayanların ağır yaptırım ve cezalara maruz kalacaklarını belirtti. Bakanlık olarak binalarda enerji verimliliğine ilişkin yaptıkları çalışmalar hakkında da bilgi veren Demir, özellikle enerji verimliliği noktasında yapı denetimi sistemini çok etkin çalıştıracaklarını sözlerine ekledi.
EMFED (Emlak Müşavirleri Federasyonu’nun 11 Mart’ta düzenlediği panel bakanlar ve gayrimenkul sektörünün önemli isimleri katıldı. Panele Bayındır ve İskan Bakanı Mustafa DEMİR başta olmak üzere Eski Sağlık Ve Turizm Bakanı Bülent AKARCALI, Tapu ve Kadastrolular Derneği Başkanı İbrahim BOZAN, İstanbul Emlakçılar Odası Başkanı Sabri ATEŞ, İstanbul İnşaatçılar Derneği Onursal Başkanı Yaşar AŞÇIOĞLU, Fransa Emlak Federasyonundan Kirkor EJDERHANYAN , Türk Ekonomi Bankası Satış Direktörü Tuğbay KUMOĞLU, Emlak Konut Genel Müdür Murat KURUM, Emlak Müşavirleri Federasyonu Başkanı Rıza KAYMAKÇI, Boğaziçi Emlak Müşavirleri Derneği Başkanı Nazmi YAYLA, Anadolu Yakası Emlak Müşavirleri Derneği Başkanı Selami GÖKÇE, Lisanslı Müşavirler Derneği Başkanı Karabet HEMENGÜL, İstanbul Emlakçılar Derneği Başkanı Yaşar OVALI, Marmara Emlak Müşavirler Derneği Başkanı Adnan YEŞİLTAŞ, Avrupa Yakası Emlak Müşavirleri Derneği Başkanı Mehmet KEKLİK ve Milas Emlak Müşavirleri ve İşadamları Derneği (MİLEMDER)Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet SERT katıldı.
Bülent Akarcalı “Bölgenin kalkınmasıının yolu emlakçılardan geçer”
Panelde söz alan Eski Sağlık Ve Turizm Bakanı Bülent Akarcalı , Emlak müşavirlerinin ülkenin kalkınmasında ve gelişmesinde büyük rol oynadığını,tüm resmi ve özel kurumlar ile sivil toplum örgütlerinin emlak müşavirlerinden yeteri kadar faydalanamadığını belirterek faydalanmaları halinde çok şey kazanacaklarını belirterek, özellikle belediyelerin her zaman yapılacak toplantı ve panellerde yer vermelerinin gerektiğini belirtti. Yatırımcılarında hangi bölgelerin gelişmekte olduğunu, nereden imar geçeceğinin az çok emlak müşavirleri tarafından tahmin edildiğinin unutmamalarını, arazi arsa ve konut stoğunu en iyi emlakçıların bildiğini belirtti. Akarcalı: “Emlakçı sadece komisyoncu değil bir danışmandır,yatırımcıya paraya yön veren meslek grubudur diyerek her kesimin Emlak müşavirlerinden en iyi şekilde faydalanması gerekiyor. Bir bölgenin istihdamına ve kalkınmasına öncülük etmek istiyorsanız emlak müşavirlerinden çok iyi şekilde faydalanılmasını ve çalışılması gerekiyor.” dedi.
İstanbul İnşaatçılar Derneği Onursal Başkanı Yaşar Aşçıoğlu ise inşaat sektörü ile ilgili konuşmasından sonra kendisinin arsa temininde her zaman bir emlak müşaviri ile çalışmayı tercih ettiğini belirterek, kendisinin inşaat için arsa bulsa bile muhakkak araya emlak müşavirine danıştığını söyledi. “ben kendim müteahhit olarak gittiğimde, bize hemen arsanın değerine iki katına çıkartıp yüksek meblağ istiyorlar,ama Emlak Müşaviri pazarlığa oturunca daha uygun fiyata temin ediyoruz” diyerek mesleğe vermiş olduğu önemi belirtti.
“Keklik: Ben değil; biz olmayılıyız”
Avrupa Yakası Emlak Müşavirleri Derneği Başkanı Mehmet Keklik, “Ben değil; biz” anlayışıyla yola devam edeceklerini söyledi. Keklik; “Sivil Toplum örgütlerinin gücü ve önemi eğer gerçekten Birlik ve Beraberlik sağlanıp tamamen ortak hareket edilirse tartışmasız en büyük güçtür.Bu nedenle tüm emlakçı arkadaşlarıma durmadan yorulmadan mutlaka bir veya daha fazla emlak müşavirleri derneğine üye olmalarını söylüyorum. Tüm meslektaşlarıma mutlaka kendi bölgelerinde dernekler kurmalarını en az her ilçede 1 dernek olması gerektiğini bu dernekleri Federasyonlar şemsiyesi altında birleştirip, ülke genelinde konfederasyonlar oluşturmamız gerektiğini ısrarla söylüyorum”dedi.
Keklik konuşmasını şöyle sürdürdü: “Evet arkadaşlar örnek çok ama biz mesleğimize sahip çıkmazsak meydanı boş bırakırsak, tabii ki bu boşluğu doldurmaya çalışanlar çıkacaktır. Eğer biz birleşmezsek toplu hareket edip yaptığımız işe sahip çıkmazsak o zaman sırada bekleyen birçok kişi, kurum ve kuruluşlar bizim mesleğin sahibi olacaklar ve zamanla bizler onların yanlarında çalışan elemanlar olacağız. Değerli meslektaşlarım öncelikle emlakçılığın bir meslek olduğunu ve bu mesleği yapan bizlerin mesleğin saygınlığı için tutum ve davranışlarımızı özen göstermek, etik davranmak, müşterileri haklarını korumak, gizlilik esasına önem vermek ve kendimizi sürekli olarak eğiterek günün koşullarına ayak uydurmak zorundayız. Emlakçılık yasasının bir an önce çıkması için çalışmalarımız hız kesmeden devam edecektir. Bireysel davranmadan mesleğimizin ilerlemesi ve hak edilen yere gelmesi için sizlerin desteğine her zaman ihtiyacımız olacaktır. BEN değil BİZ anlayışı ile yolumuza devam edeceğimizi belirtmek istiyorum.”
17 Mayıs 2011 Salı
Basel II Kriterlerinin Dünü Bugünü ve Gelecek İçin Bir Üst Sürümüne Olan İhtiyacın Kaçınılmazlığı
BSAD
Bankacılık ve Sigortacılık
AraĢtırmaları Dergisi
Cilt 1 sayı 2 (Haziran 2010), ss.4-13.
DOI
Telif Hakkı © Ankara Üniversitesi
Beypazarı Meslek Yüksekokulu
Basel II Kriterlerinin Dünü Bugünü ve Gelecek İçin Bir Üst Sürümüne Olan İhtiyacın Kaçınılmazlığı
A. Aslan ŞENDOĞDU
Selçuk Üniversitesi
ÖZET ABD’de başlayan ve dalga dalga tüm dünyaya yayılan küresel kriz bazı ezberleri de bozmuş ve önceden yerleşik sistemlerin sorgulanmasına yol açmıştır. Basel Komite’nin kuruluşunun geri planında yatan şey, 1974 yılında yaşanan Dünya Petrol Krizi sonrasında bankacılık sektöründe yaygın bir şekilde denetimin kalitesini artırmaktı. Bu yönüyle bankaların stabil dönemlerin yanı sıra özellikle krizlere karşı direnç düzeyinin artırılmasına yönelik tedbirlerin alınması amaçlanmıştı. Basel I ile öngörülen Sermaye Yeterliliği Rasyosu’nun eksikliklerine ilişkin eleştirel bakış, Basel II Kriterleri ile üçlü yapısal bloğun ortaya çıkmasına neden olmuş ve geliştirilmiş Sermaye Yeterliliği Rasyosuna ilave olarak denetsel gözden geçirme ve saydamlığın sağlanması, kamuoyunun bilgilendirilmesi ve piyasa disiplininin sağlanması hususları mevcut sisteme eklenmişti. Ancak, Basel II Kriterleri, stabil dönemlerde işleyen sisteminin, küresel kriz döneminde beklenen performansa ulaşamadığı yönünde ciddi eleştiriler almıştır. Basel Komite, yoğunlaşan eleştirileri dikkate almakta ve mevcut sistemi savunmanın yanı sıra ek tedbirlerle sistemin krizlere karşı direnç düzeyinin artırılmasına yönelik çalışmalar içerisinde olduklarını vurgulamaktadır. Türkiye özelinde ise, Basel I Kriterleri tedrici olarak uygulanmış, Basel II Kriterlerine tam geçiş için önceden öngörülen 1 Ocak 2009 tarihi, BDDK tarafından ileri bir tarihe ertelenmişti. Özellikle Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri sürecini izleyen dönemde, krizi fırsata çevirmede başarılı bir sınav veren Türk Bankacılık Sektörü, Basel II’ye tam geçiş gerekliliklerini çok büyük ölçüde tamamlamış olup, Basel Komite’nin küresel krizle ortaya çıkan defolarını gidermek için ihtiyaç duyduğu bir üst sürümü diye adlandırabileceğimiz versiyonunu beklemektedir. ANAHTAR SÖZCÜKLER Basel Komite, Basel II, Küresel Kriz. The Past and the Today of the Basel II Criteria and the Urgency of a new Version for Future ABSTRACT The Global crisis that has emerged in the USA and spreading throughout the world in full flood went beyond the ordinary and lead to questioning the settled systems. The background of the foundation of the Basel Committee is trying to enlarge the quality of audit used in the banking sector after the world oil crisis of 1974. With this way; they aimed at taking measures to increase the resistance level against especially the crisis and the stabile position. The critical viewpoint regarding the deficiency of the Capital Adequacy Ratio predicted by the Basel I caused the emerging of trinity and the Basel Criteria and in addition to the developed Capital Adequacy Ratio, the following issues were added to the current system; providing the supervisory review and transparency, public information, market discipline. But the emerging crucial critic is that the Basel II system that runs during the stabile periods does not run efficiently during the global crisis period. The Basel Committee considers the increasing critics and underlines that they are interested in taking the extra measures in order to increase the resistance level to prevent the system against the crisis in addition to the current system. Particularly in Turkey the Basel I Criteria were carried out gradually and the full transition date of January 1, 2009 of the Basel II Criteria was suspended to the following dates by the Banking Regulation and Supervision Agency. Principally during the following periods of November 2000 crisis and February crisis of 2001, the Turkish Banking Sector, successfully overcame the crisis and turned it to an opportunity, completed all of the transition processes and ready for the new version of the Basel Criteria for eliminating the defaults after the global crisis.
5 Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010
KEYWORDS Basel Committee, Basel II, Global Crisis at Risk. JEL Classification: G32, G38.
1. BASEL II KRĠTERLERĠNE UZANAN SÜREÇ
Basel Uyumu, bankaların rekabetçi yapıları ve finansal piyasaların gelişimi için önemli gereklilikleri ile banka piyasalarının denetim ve gözetiminde önemli bir adım olup (Davis, http://www.sbif.cl/sbifweb/internet/archivos/publicacion_2249.pdf, Erişim: 07.04.2010), 1970’li yılların ilk yarısında sabit kur sisteminin terk edilmesi ve 1974 yılında yaşanan petrol krizi sonucunda, uluslararası döviz ve bankacılık piyasalarında büyük dalgalanmalar yaratan sorunlara ortak bir çözüm bulma arayışı ile gündeme gelmiştir (Atiker, 2005: 1). Bu konjonktürel gelişim, bankacılıkta yaşanan sorunlara yönelik çözüm çabalarının orijinini oluşturmaktadır.
Bankacılık denetimiyle ilgili önemli hususların anlaşılmasının kolaylaştırılması ve dünya genelinde bankacılık denetiminin kalitesinin iyileştirilmesi amacıyla, Bank for International Settlements (BIS) bünyesinde, 1974 yılında Basel Bankacılık denetim komitesi kurulmuştur. Komite; Belçika, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Lüksemburg, Hollanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İngiltere ve ABD’nin üyesi olduğu 13 ülkenin merkez bankaları ve bankacılık denetim otoritelerinin yetkililerinden oluşmuştur (Candan & Özün, 2006: 8).
Komite, ulusal sermaye yeterliliği hesaplama yöntemlerini birbirleriyle uyumlu hale getirmek ve bu konuda asgarî bir standart oluşturmak amacıyla 1988 yılında, Basel I olarak adlandırılan “Sermaye Yeterliliği Uzlaşısı”nı yayımlamıştır (BDDK, 2008: 1). Basel Uyumu, banka gözetim ve denetiminde, bir bankanın kredi portföyünü sürdürebilmesi için kredilerinin güvencesi olarak formel değerlendirme ve yaklaşım süreci kurması zorunluluğudur (Morton, 2003: 7).
1988 Basel Sermaye Uzlaşısı, kredi riskleri için %8 asgari sermaye yeterliliği oranının belirlendiği bir temel metin olup, bu yönüyle, uluslararası ölçekte bankacılık sisteminde denetime yönelik en ciddi ilk adımdır.
Basel I Kriterlerini, Türkiye’de benimsemiş, bu standardı kademeli bir geçiş süreci ile (1989 yılında %5, 1990 yılında %6, 1991 yılında %7 ve 1998 yılında %8 olarak) uygulamıştır (Arslan, 2008: 51).
Basel I’in yetersizlikleri şu temel noktalarda toplanabilir;
- Bankacılık risklerini gerçekçi bir şekilde ölçmede yetersiz kalması,
- Finansal piyasalardaki fiyat dalgalanmalarını yeterince dikkate almaması,
- Bankaların portföy oluşturma davranışlarındaki farklılıkları gözetememesi.
Görüldüğü üzere; yetersizliklerin incelenerek, Basel I’in kapsamının geliştirilmesi ve daha hassas risk ölçüm ve yönetim metotlarına yer verebilecek şekilde yeniden yapılanması bir zorunluluk halini almıştı.
26 Haziran 2004 tarihinde G-10 ülkeleri ve Avrupa Merkez Bankası Başkanı Jean Claude Trichet, Basel II bildirisini deklare etmiştir. Bildiride Trichet, Basel II ile özellikle 21. yüzyıl bankacılığında, risk yönetimi ve sermaye düzenlemelerinde denetimin temel alınacağını belirtmiş, finansal sistemin bir bütün olarak stabilitesinin güçlendirilmesiyle ilgili
Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010 6
olarak bankaların sağlamlık ve güvenliğinin artırılacağını vurgulamıştır (Trichet,
http://www.bis.org/review/r040628a.pdf, Erişim: 08.04.2010).
Basel I’in aksine, Basel II’de risk temelli sermaye standartları düzenlenerek, kredi
derecelendirilmesi üzerine inşa edilen sermaye gereksinimi kabul edilmiştir (Jacques, 2008: 79).
Basel Komite’nin revize ettiği sermaye uyumu, modern risk yönetim teknikleri ile hesaplanan
ve değerlendirilen, bankaların gerçek riskleri ile bağlantılı sermaye gereksinimini düzenlemekle
ilgili olup (Liebig, Porath, Weder & Wedow, 2007: 402), sermaye gereksinimi, bankaların
denetim ve düzenlemelerinde kilit rol oynamaktadır (Heid, 2007: 3885).
Bu bağlamda, Basel I Kriterlerinin eksikleri ve bankalar için güvenlik zırhı oluşturmada
yetersizlikleri göz önüne alındığında, daha kapsamlı risk yönetimi ve denetim mekanizmalarını
içeren Basel II Kriterlerinin ortaya çıktığı söylenebilir.
2. BASEL II KRĠTERLERĠ
Basel II Kriterlerinde, bankaların asgari sermaye gereklerini hesaplamada dikkate
alacakları kredi ve faaliyet riskini ölçebilmeleri için basitten gelişmişe doğru bir metodolojinin
kullanılabilmesi öngörülmekte (Çelik, 2004: 44), bankalar, denetim otoritesinin gözetiminde
olmak üzere kendi risk profillerine ve faaliyetlerine göre uygun yaklaşımları tercih
edebilmektedirler.
Basel II’de detaylı olarak üzerinde durulan risk kategorileri; kredi, piyasa ve
operasyonel olmak üzere üç grupta incelenebilir. Aşağıda bu riskleri ölçmek üzere kullanılan
yaklaşım ve modeller ana başlıkları ile yer almaktadır:
1- Kredi Riski;
- Kredi Riski Modelleri (Creditmetrics, Moddy’s KMV, CreditRisk+, Credit
Portfolio View vb.),
- Standart Yaklaşım (Standard Approach),
- İçsel Derecelendirme Yaklaşımı (Internal Ratings Approach).
2- Piyasa Riski;
- Standart Metot (Standard Method),
- Dahili (İçsel) Model (Internal Model),
- Riske Maruz Değer (Value at Risk),
- Stres Testleri (Stress Tests).
3- Operasyonel Risk;
- Temel Gösterge Yaklaşımı (Basic Indicator Approach),
- Standart Yaklaşım (Standard Approach),
- İleri Ölçüm Yaklaşımı (Advanced Measurement Approach).
Kredi riski ve piyasa riskine ilaveten operasyonel riskin, sermaye yeterliliği standart
oranının paydasına eklenmesi, Basel II’nin getirdiği en dikkat çekici yenilik olarak
değerlendirilebilir. Buna göre;
Özkaynaklar
Sermaye Yeterliliği = %8
Kredi Riski+Piyasa Riski+Operasyonel Risk
7 Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010
Basel II’nin üzerinde durduğu öncelikli hususların başında, bankalarda risk yönetiminin teşvik edilip geliştirilmesi gelmekte (Bank for International Settlements, 2006: 162), buna göre birbirini destekleyen üç yapısal bloğun kullanılmasıyla gelişmiş risk yönetiminin uygulanması gerekmektedir.
Birinci Yapısal Blok; asgari sermaye yükümlülüklerinin, bankalarda yeterli sermaye ve risk yönetimine sahip olunması gerekliliğine ek olarak, İkinci Yapısal Blok; denetsel gözden geçirme ve Üçüncü Yapısal Blok; şeffaflık ve piyasa disiplinin artırılmasını öngörmektedir (Basel Bankacılık Denetim Komitesi, 2004: 9).
Üç yapısal blok, birbiriyle yakından ilgili olmasının yanı sıra daha büyük bilgi şeffaflığı anahtar rol oynayarak, piyasa disiplinini de kolaylaştırabilir (Flannery & Thakor, 2006: 281).
Yapısal blokların uygulanabilmesi için (Risk Yönetimi ve Gözetim Teknikleri Dairesi, 2003: 6):
- Kurum çapında entegre etkin (kredi, piyasa ve operasyonel) risk yönetimi sistemleri,
- Etkin iç kontrol sistemleri ve bağımsız dış denetim,
- Kurum çapında özkaynak değerlendirme sistemleri,
- Kurumsal yönetişim uygulamaları değerlendirme sistemi,
gerekmektedir.
Basel II’de kredi değerlemesinde; kredi müşterisinin riski ve kredi işlem riski belirleyici olmaktadır. Aşağıdaki şekilde bu ilişki gösterilmektedir:
ġekil 1. Basel II’de Kredi Değerlemesi (Kredi Riskinin Tespiti)
Kaynak: Aras, G., (2007), “Basel II Bankacılık Düzenlemelerinin Ekonomiye ve Reel Sektöre Yansımaları”, Deloitte CEO/CFO Serisi, İstanbul, s. 14.
Bu iki temel risk göstergesiyle aslında Basel II’nin firmaları ilgilendiren yönü daha iyi anlaşılmaktadır. Böylelikle, firmanın finansal tablolarından elde edilen bilgiler ya da diğer finansal bilgilerine bakılarak ve analiz edilerek kredi değerliliği konusunda karar verilmesi söz konusudur (Aras, 2007: 14).
Günümüzde bankalar ve finansal kurumlar, oldukça teknik kredi riski ölçüm modellerini geliştirmek için büyük çaba ve zaman harcamakta (Korkmaz, 2004: 2), ayrıca başarılı bankaların kredi verme fonksiyonunu yerine getirirken, aynı zamanda onların toplam riskini de minimize etme çabası içerisinde olduğu gözlemlenmektedir (Hempel & Simonson, 1999: 389).
Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010 8
Tüm yapılan bu çalışmalarla; kredi limitlerinin, yeni ürün fiyatlamalarının, müşteri seçimlerinin, risk bazlı oluşturulması ile birlikte kredi risk yönetimi, daha şeffaf ve daha iyi bilgi yönetiminin sağlanabildiği, raporlamadan ölçüme doğru gelişen bir alan haline gelmektedir (Aras, 2007: 14).
Basel II’de önemle üzerinde durulan derecelendirme (rating) notu ve kredi faizleri ilişkisi bir örnekle aşağıda gösterilmektedir (Türkiye Bankalar Birliği, 2004: 17).
ġekil 2. Derecelendirme ve Kredi Faizleri ĠliĢkisi
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği, (2004), “Risk Yönetimi ve Basel II’nin Kobi’lere Etkileri”, Türkiye Bankalar Birliği Yayınları, Yayın No: 228, Ankara, s. 17.
Bu bağlamda derecelendirme notu AAA olan firma ile CC olan firma arasında alınan aynı miktar krediye uygulanacak faiz oranı açısından %23,2 ve %33 gibi ciddi bir fark oluşmaktadır. Bu durum Basel II’nin getirmiş olduğu yeniliği de ortaya koymaktadır. Böylelikle aynı miktar krediye, firmanın dereceleme notuna göre farklı faiz oranları uygulanabilmektedir.
Uluslararası finans piyasalarına ilişkin düzenlemeler ve Türkiye’de yaşanan gelişmeler doğrultusunda oluşturulan son Bankalar Kanunu (5411 Sayılı Bankalar Kanunu);
- Risk yönetimi,
- İç kontrol,
- İç denetim sistemleri,
- Denetim komitesi,
- Sermaye ve likidite yeterliliğine ilişkin hükümleri,
ayrı başlıklar halinde detaylı olarak ele almaktadır. Bu kapsamda Bankalar Kanunu (7, 23, 24, 29, 30, 31, 32, 45, 46 ve 66. maddeleriyle), sektörü yasal açıdan, denetim yönüyle disipline etmekte, sorumlular hakkında bağlayıcı hükümler içermektedir.
3. BASEL II KRĠTERLERĠNĠN BĠR ÜST SÜRÜMÜNE OLAN ĠHTĠYACIN KAÇINILMAZLIĞI
Küresel krizle birlikte Basel II Kriterlerine yönelik tartışmalarda alevlenmiştir. Ünlü iktisatçı Joseph Stiglitz, Basel II düzenlemelerinin temel felsefesini oluşturan özdenetimin ve derecelendirme şirketlerinin kredi notlarına dayalı yapının kendi başına bir oksimoron (iki zıt
9 Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010
anlamı birlikte taşıyan) olduğunun yaşanan küresel krizde belirginleştiğini dile getirmiştir (Candan, 2009: 80).
Basel II’ye getirilen önemli eleştirilerin başında, çok sayıda konuya getirilen standartların gerçekleştirilmesinin güçlüğü gelmektedir. Zira basitlik ile riske duyarlılığın birlikte gerçekleştirilmesi zordur. Ayrıca düzenlemelerin gereğinden fazla ciddiye alındığı, sistematik krizlerin sermaye yeterliliğinden ziyade likidite krizinden kaynaklandığı ileri sürülmektedir (Avcıbaşı, 2008: 18).
Basel II’ye getirilen bir eleştiri de, likidite riskini ölçmek ve riskler arası etkileşimi algılamak konusunda başarısız olduğu, ayrıca bankacılık sistemi dışında kontrol edilemeyen hedge fonlar, mortgage şirketleri ve girişim sermayesi gibi kurumların da atlandığı yönündedir (http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=78903, Erişim: 06.03.2010).
Riske Maruz Değer (RMD), finansal risklerin ve belirsizliklerin ölçülmesinde kullanılan bir model (Bolgün & Akçay, 2005: 389), olmasına karşın en zayıf noktası, “en kötü durumu” göstermemesidir. Olasılık dağılımları, belirlenen güven aralığı içindeki alanı temsil etmekte, bu alanın dışını göz ardı etmektedir. Oysaki olasılığın çok düşük olması onun hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini göstermez.
Uygulamada RMD’i destekleyen test olarak, yaygın biçimde stres testleri kullanılmaktadır. RMD, normal piyasa şartları için, stres testi anormal piyasa şartları için geçerlidir (Sevil, 2001: 60). Diğer bir ifadeyle, stres testleri, sıra dışı kayıplara neden olabilecek hususları tespite yönelik olarak kullanılmaktadır (Jorion, 2000: 231). Ancak, anormal piyasa koşullarını önceden tahmin edebilme özelliğine karşın stres testleri ile de küresel krizin ıskalanmış olması Basel II’nin ciddi bir prestij kaybı olarak değerlendirilebilir.
Küresel krizi, kehanet derecesinde önceden tahmin eden Nouriel Roubini ise; yaşanan küresel krizi vurgulayarak, irrasyonel bolluğun ve düzenleme farklılıklarının olduğu bir dünyada Basel II’nin başarılı olma şansının zor olduğuna değinmektedir (Candan, 2009: 80).
Bu bağlamda, küresel krizin, Basel II Kriterleri olarak geliştirilmiş sistemin, olağan dönemlerde genel kabul gören yönlerinin yanı sıra olağanüstü dönemlerde birtakım yetersizlikleri de içerdiği gerçeğini ortaya koyduğu söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında, bir bakıma küresel kriz, Basel II’nin defolarını ortaya çıkarmıştır.
Eleştirel yaklaşımlara karşılık, Basel Komite, 17.01.2009 tarihli “Proposed Enhancements to the Basel II Framework” bildirisinde; banka denetim ve gözetimi açısından Basel II’nin hala en yetkin metodoloji olduğunu, krize neden olan ters yöndeki birtakım teşvikleri kısıtlayıcı özellikler taşıdığını vurgulamaktadır (http://www.bis.org/publ/bcbs150.htm, Erişim: 20.04.2010). Ayrıca, Komite, Basel II Kriterlerinin, salt bankaların risk yönetimi süreçlerinin geliştirilmesine dönük doğru teşvikler içermekle kalmayıp aynı zamanda kurumsal yönetişim ve kontrol-uyum mekanizmalarına da katkıda bulunduğunu ileri sürmektedir.
Basel Komite, Basel II Kriterlerini savunmakla birlikte, çalışmalarını eleştirileri dikkate alan yönde sürdürmekte olduğunu vurgulayarak, sistemin kriz dönemlerini de içerisine alacak boyutta yeni açılımlara ihtiyacı olduğunu belirten yaklaşım içerisindedir.
Bu kapsamda, Basel Komite, sistemik öneme sahip kuruluşlardan kaynaklanan dışsallıkların azaltılmasını sağlamak üzere ek sermaye, likidite ya da diğer denetim tedbirleri ihtiyacını gözden geçirmekte olduğunu bildirmektedir (http://www.bis.org/publ/bcbs164.pdf, Erişim: 15.04.2010).
7 Kasım 2009 tarihli G-20 Londra Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları toplantı tebliğinde; kriz öncesi dönemde finansal piyasaların inanılmaz hızla geliştiği, derinleştiği ve karmaşıklaştığı, buna karşın denetim ve gözetimden sorumlu kurumların bu hıza ayak uyduramadıkları konusunda görüş birliği bulunmaktadır (Yılmaz, 2010: 6).
Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010 10
Basel Komite, sermaye ve likidite standartlarının etkilerini değerlendirmek üzere, 2010 yılının ilk yarısında bir etki çalışması yapacaktır. Bu çalışmanın sonuçlarına dayanarak, uygun niteliğe sahip bir “toplam seviye” belirlenmek üzere, yasal minimum sermaye düzeyi ve bu dokümanlardaki veriler yeniden gözden geçirilecektir (http://www.bis.org/publ/bcbs165.pdf, Erişim: 15.04.2010).
Basel Komitesi, krizden çıkarılan dersler neticesinde “Strengthening the Resilience of the Banking Sector - Consultative Document” (Bankacılık Sektöründeki Dayanıklılığın Arttırılması-İstişare Metni) ile bankacılık sektöründeki şoklara karşı dayanıklılığın arttırılması için önerdiği reform paketini 17 Aralık 2009 tarihinde görüşe açmıştır (Risk Yönetimi Dairesi, Nisan 2010: 2).
Bahse konu İstişare Metninde yer alan programın temel hedefleri şöyle özetlenebilir:
- Olumsuz piyasa koşullarında ani düşüş gösterebilen sermaye tamponlarının güçlendirilmesi,
- Banka sermayelerinin kalitesinin artırılması,
- Basel II’ye destek olmak üzere bir kaldıraç oranı uygulamasının getirilmesi,
- Asgari sermaye gereksinimindeki döngüselliği azaltma ve karşılık ayrılması,
- Bankacılık sektörünün kuvvetlendirilmesi amacıyla ortaya koyduğu sermaye ve likidite düzenleme önerileri,
- Risk yönetiminin ve yönetişimin geliştirilmesine ek olarak, bankaların stres ortamlarına karşı dayanıklılığının artırılması.
Basel Komitesi’nce piyasa riski çerçevesinde yapılan son değişikliklerle 1996 yılından günümüze uygulanmakta olan mevcut riske maruz değer (RMD) hesaplama çerçevesinde değişikliğe giderek, piyasa riskine ilişkin sermaye gereksinimi hesaplamasına ilave (kredi) riski ve strese tabi RMD için de ayrıca sermaye yükümlülüğü uygulanmasını zorunlu hale getirmektedir.
Bu bağlamda, 2007 yılında başlayan ve etkisini 2008 yılında artırarak devam ettiren finansal kriz sürecinde, bankaların alım satım hesaplarında önemli zararlar oluştuğu, kaldıraç etkisinin arttığı ve piyasa riski hesaplamalarına getirilen yeni değişikliklerin krizden edinilen tecrübeler ışığında oluştuğu ifade edilebilir.
Değişikliklerin Ülkemize etkisi açısından değerlendirildiğinde ise, korelasyon alım satımı ve seküritizasyon/reseküritizasyon portföyleri henüz yoğun olarak görülmediğinden bu yöndeki değişikliklerin kısa vadede önemli etkileri beklenmemektedir. Bunun yanı sıra strese tabi RMD’nin hayata geçirilmesi halinde içsel model kullanma olasılığı bulunan bankaların bu uygulamadan etkilenebileceği, standart yöntemde ise sözkonusu hesaplamaya denk gelen bir rakam olmadığından standart yöntemi uygulayan bankaların değişiklikten etkilenmeyeceği görülmektedir. Standart yöntemin risklere karşı duyarlılığının zayıf olması, risklere karşı daha hassas ancak daha yüksek sermaye gereksinimi rakamları içermesi yönüyle içsel model uygulamasının tercih edilmemesi de bankacılık sektörümüzde eleştirel bakış açısıyla değerlendirilebilir.
Basel Komite’nin 2010 yılı sonuna kadar daha güçlü standartlar geliştirilmesi sürecini tamamlaması ve bu standartların da 2012 yılı sonuna kadar uygulamaya konulması öngörülmektedir (T.C. Merkez Bankası, 2009: 10).
BDDK tarafından gerçekleştirilen “Bankaların Basel II’ye Geçişine İlişkin İlerleme Anketi”nde Aralık 2009 itibarıyla verilen cevaplara göre; Bankacılık sektörünün %99’u Basel II çalışmalarını yürütecek üst yönetim ve birimlerini oluşturmuş, %82’si sorumlu personelini, %70’i ise komitelerini belirlemiştir (BDDK, 2010: i).
11 Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010
Bu bağlamda, anket sonuçları değerlendirildiğinde; Türk Bankacılık Sektörünün Basel II’ye geçiş sürecini çok büyük ölçüde tamamladığı, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri sürecini izleyen dönemde, Türk Bankacılık Sektörünün krizi fırsata çevirmede başarılı bir sınav vermesinde proaktif rol oynayan BDDK’nın, daha önce 1 Ocak 2009 olarak öngördüğü tam geçişi, ileri bir tarihe ertelenmesinde, küresel krizin etkisiyle ortaya çıkan eleştirel görüşleri de dikkate alarak, Basel Komite’nin yeniden yapılanmaya olan ihtiyacın gereklerini yerine getirmesini yakinen takip eden, ihtiyatlı bir yaklaşım sergilediği çıkarımı yapılabilir.
SONUÇ
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun, 6 Nisan 2010 tarihli, Basel II Çerçevesinde Hazırlanan Düzenleme Taslaklarına İlişkin Basın Açıklaması’na göre; Tüm dünyada yaşanan küresel krizin etkisiyle “Sermaye Ölçümü ve Sermaye Standartlarının Uluslararası Düzeyde Uyumlaştırılması” dokümanının gözden geçirilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyaca binaen gözden geçirme çalışmaları, Basel Bankacılık Denetim Komitesince hâlihazırda devam etmektedir (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, 6 Nisan 2010: 2).
Küresel krizle beraber dünya genelinde artan banka iflasları, denetim ve gözetim açısından, Basel II’nin de itibar kaybetmesine ve sorgulanma eşiğinin yükselmesine neden olmuştur. Bankacılık türev ürünlerinin alım satımında risk yönetiminin hiçe sayılması, yaşanan krizin bankacılığa ilişkin temel sıkıntısı olarak değerlendirildiğinde, Basel II’nin bu alanda da ciddi düzenlemelere ihtiyacı olduğu açıktır.
Basel Komite’nin, krizden çıkarılan dersler neticesinde “Strengthening the Resilience of the Banking Sector - Consultative Document” (Bankacılık Sektöründeki Dayanıklılığın Arttırılması-İstişare Metni) ile çözüme yönelik arayışlar içerisinde olduğu görülmektedir.
Son gelişmeler ışığında, BDDK tarafından gerçekleştirilen anket sonuçlarında da görüldüğü üzere, Türk Bankacılık Sektörü’nün Basel II’ye geçiş sürecini çok büyük ölçüde tamamladığı anlaşılmaktadır. Ancak küresel kriz ortamında yaşananlar çerçevesinde, eleştirel yaklaşımlara yönelik Basel Komite’nin çalışmalarına ilişkin sonucu beklediği ve tam geçişin bu sürecin sonrasında ortaya çıkacak yeni yapılanmaya uyumla gerçekleştireceği beklenebilir.
Öz anlatımla, Basel Komite’nin yöneltilen eleştirel yaklaşımlara karşılık vermek için, mevcut sisteme sahip çıkmakla birlikte, Basel II’nin bir üst sürümü diyebileceğimiz yeni bir yapılanmaya doğru rotasını çevirdiği, çözüme yönelik çabalar içerisinde olduğu vurgulanabilir. Holistic (bütüncül) yaklaşımla bir değerlendirme yapılırsa, sürdürülebilir bankacılık için tüm bu çalışmaların yeni bir yapılanmanın, Basel III Kriterleri’nin habercisi olduğu söylenebilir.
KAYNAKLAR
Aras, G., (2007), “Basel II Bankacılık Düzenlemelerinin Ekonomiye ve Reel Sektöre Yansımaları”, Deloitte CEO/CFO Serisi, İstanbul, 2-20.
Arslan, İ., (2008), “Basel Kriterleri ve Türk Bankacılık Sektörüne Etkileri”, S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 20, Konya, 49-66.
Atiker, M., (2005), “Basel I ve Basel II”, Konya Ticaret Odası Bilgi Raporu, Sayı: 41/08, Konya.
Avcıbaşı, F. T., (2008), Basel II’nin Türk Bankacılık Sistemi Üzerine Etkileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kahramanmaraş.
Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010 12
Bank for International Settlements, (2006), “Risk Management and Regulation in Banking”, Journal of Financial Intermediation, Vol: 15, 162-163.
Basel Bankacılık Denetim Komitesi, (2004), “Basel II’nin Uygulanmasına İlişkin Göz Önünde Tutulması Gereken Hususlar”, BDDK Yayınları, Ankara.
BDDK, (Ocak 2008), “CRD/Basel II Ülke Uygulamaları”, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Çalışma Tebliği, Sayı: 1, Ankara.
BDDK, (Şubat 2010), Bankacılık Sektörü Basel II İlerleme Raporu, Ankara.
Bolgün, K. E. & Akçay, M. B., (2005), Risk Yönetimi, Scala Yayıncılık, İstanbul.
Candan, H. & Özün, A., (2006), Bankalarda Risk Yönetimi ve Basel II, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
Candan, H., (2009), “Kriz Sürecinde Basel II’de Öngörülen Değişiklikler”, Bankacılar Dergisi, Sayı: 68, Ankara, 80-84.
Çelik, P., (2004), Bankaların Risk Derecelendirmesi, TCMB Yayınları, Ankara.
Flannery, M. & Thakor, A. V., (2006), “Accounting, Transparency and Bank Stability”, Journal of Financial Intermediation, Vol: 15, 281-284.
Heid, F., (2007), “The Cyclical Effects of the Basel II Capital Requirements”, Journal of Banking&Finance, Vol: 31, 3885-3900.
Hempel, G. H. & Simonson, D. G., (1999), Bank Management, John Wiley&Sons, Inc., New York.
http://www.bis.org/publ/bcbs150.htm, Erişim: 20.04.2010.
http://www.bis.org/publ/bcbs164.pdf, Erişim: 15.04.2010.
http://www.bis.org/publ/bcbs165.pdf, Erişim: 15.04.2010.
http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=78903, Erişim: 06.03.2010.
Jacques, K. T., (2008), “Capital Shocks Bank Asset Allocation and the Revised Basel Accord”, Review of Financial Economics, Vol: 17, 79-91.
Jorion, P., (2000), Value at Risk: The Benchmark for Controlling Market Risk, McGraw-Hill Professional Book Group, USA.
Kevin Davis, “Basel II”, http://www.sbif.cl/sbifweb/internet/archivos/publicacion_2249.pdf, Erişim: 07.04.2010.
Korkmaz, T. K., (Temmuz-Ağustos 2004), “Bankalarda Kredi Riski Ölçümünde Alternatif Yöntemler”, Active Finans Dergisi, İstanbul.
Liebig, T., Porath, D., Weder, B. & Wedow, M., (2007), “Basel II and Bank Lending to Emerging Markets: Evidence from the German Banking Sector”, Journal of Banking&Finance, Vol: 31, 401-418.
Morton, G., (2003), Managing Bank Risk An Introduction to Broad Base Credit Engineering, Academic Press, Amsterdam.
13 Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010
Risk Yönetimi ve Gözetim Teknikleri Dairesi, (2003), “Yeni Sermaye Yeterliliği Uzlaşısı (Basel II) ve Geçiş Sürecine İlişkin Yol Haritası”, Türkiye Bankalar Birliği Bilgilendirme Raporu, Ankara.
Risk Yönetimi Dairesi, (Nisan 2010), “Piyasa Riski Ölçümleme Yöntemlerine İlişkin Analiz, BDDK Yayınları, Ankara.
Sevil, G., (2001), Finansal Risk Yönetimi Çerçevesinde Piyasa Volatilitesinin Tahmini ve Portföy VaR Hesaplamaları, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir.
T.C. Merkez Bankası, (Kasım 2009), Finansal İstikrar Raporu, Ankara.
Trichet, J. C., “Announcement of Basel II”, http://www.bis.org/review/r040628a.pdf, Erişim: 08.04.2010.
Türkiye Bankalar Birliği, (2004), “Risk Yönetimi ve Basel II’nin Kobi’lere Etkileri”, Türkiye Bankalar Birliği Yayınları, Yayın No: 228, Ankara.
Yılmaz, D., (15 Nisan 2010), “Küresel Krizler ve Ekonomik Yönetişim”, İnönü Üniversitesi, Malatya.
5411 Sayılı Bankalar Kanunu.
A. Aslan Şendoğdu
Dr. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler M.Y.O,
E-posta: asendogdu@gmail.com
Yazı Bilgisi:
Alındığı tarih: 14 Mayıs 2010
Yayına kabul edildiği tarih: 05 Temmuz 2010
E-yayın tarihi: 13 Temmuz 2010
Yazıcı çıktı sayfa sayısı:10
Kaynak sayısı:33
Bankacılık ve Sigortacılık
AraĢtırmaları Dergisi
Cilt 1 sayı 2 (Haziran 2010), ss.4-13.
DOI
Telif Hakkı © Ankara Üniversitesi
Beypazarı Meslek Yüksekokulu
Basel II Kriterlerinin Dünü Bugünü ve Gelecek İçin Bir Üst Sürümüne Olan İhtiyacın Kaçınılmazlığı
A. Aslan ŞENDOĞDU
Selçuk Üniversitesi
ÖZET ABD’de başlayan ve dalga dalga tüm dünyaya yayılan küresel kriz bazı ezberleri de bozmuş ve önceden yerleşik sistemlerin sorgulanmasına yol açmıştır. Basel Komite’nin kuruluşunun geri planında yatan şey, 1974 yılında yaşanan Dünya Petrol Krizi sonrasında bankacılık sektöründe yaygın bir şekilde denetimin kalitesini artırmaktı. Bu yönüyle bankaların stabil dönemlerin yanı sıra özellikle krizlere karşı direnç düzeyinin artırılmasına yönelik tedbirlerin alınması amaçlanmıştı. Basel I ile öngörülen Sermaye Yeterliliği Rasyosu’nun eksikliklerine ilişkin eleştirel bakış, Basel II Kriterleri ile üçlü yapısal bloğun ortaya çıkmasına neden olmuş ve geliştirilmiş Sermaye Yeterliliği Rasyosuna ilave olarak denetsel gözden geçirme ve saydamlığın sağlanması, kamuoyunun bilgilendirilmesi ve piyasa disiplininin sağlanması hususları mevcut sisteme eklenmişti. Ancak, Basel II Kriterleri, stabil dönemlerde işleyen sisteminin, küresel kriz döneminde beklenen performansa ulaşamadığı yönünde ciddi eleştiriler almıştır. Basel Komite, yoğunlaşan eleştirileri dikkate almakta ve mevcut sistemi savunmanın yanı sıra ek tedbirlerle sistemin krizlere karşı direnç düzeyinin artırılmasına yönelik çalışmalar içerisinde olduklarını vurgulamaktadır. Türkiye özelinde ise, Basel I Kriterleri tedrici olarak uygulanmış, Basel II Kriterlerine tam geçiş için önceden öngörülen 1 Ocak 2009 tarihi, BDDK tarafından ileri bir tarihe ertelenmişti. Özellikle Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri sürecini izleyen dönemde, krizi fırsata çevirmede başarılı bir sınav veren Türk Bankacılık Sektörü, Basel II’ye tam geçiş gerekliliklerini çok büyük ölçüde tamamlamış olup, Basel Komite’nin küresel krizle ortaya çıkan defolarını gidermek için ihtiyaç duyduğu bir üst sürümü diye adlandırabileceğimiz versiyonunu beklemektedir. ANAHTAR SÖZCÜKLER Basel Komite, Basel II, Küresel Kriz. The Past and the Today of the Basel II Criteria and the Urgency of a new Version for Future ABSTRACT The Global crisis that has emerged in the USA and spreading throughout the world in full flood went beyond the ordinary and lead to questioning the settled systems. The background of the foundation of the Basel Committee is trying to enlarge the quality of audit used in the banking sector after the world oil crisis of 1974. With this way; they aimed at taking measures to increase the resistance level against especially the crisis and the stabile position. The critical viewpoint regarding the deficiency of the Capital Adequacy Ratio predicted by the Basel I caused the emerging of trinity and the Basel Criteria and in addition to the developed Capital Adequacy Ratio, the following issues were added to the current system; providing the supervisory review and transparency, public information, market discipline. But the emerging crucial critic is that the Basel II system that runs during the stabile periods does not run efficiently during the global crisis period. The Basel Committee considers the increasing critics and underlines that they are interested in taking the extra measures in order to increase the resistance level to prevent the system against the crisis in addition to the current system. Particularly in Turkey the Basel I Criteria were carried out gradually and the full transition date of January 1, 2009 of the Basel II Criteria was suspended to the following dates by the Banking Regulation and Supervision Agency. Principally during the following periods of November 2000 crisis and February crisis of 2001, the Turkish Banking Sector, successfully overcame the crisis and turned it to an opportunity, completed all of the transition processes and ready for the new version of the Basel Criteria for eliminating the defaults after the global crisis.
5 Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010
KEYWORDS Basel Committee, Basel II, Global Crisis at Risk. JEL Classification: G32, G38.
1. BASEL II KRĠTERLERĠNE UZANAN SÜREÇ
Basel Uyumu, bankaların rekabetçi yapıları ve finansal piyasaların gelişimi için önemli gereklilikleri ile banka piyasalarının denetim ve gözetiminde önemli bir adım olup (Davis, http://www.sbif.cl/sbifweb/internet/archivos/publicacion_2249.pdf, Erişim: 07.04.2010), 1970’li yılların ilk yarısında sabit kur sisteminin terk edilmesi ve 1974 yılında yaşanan petrol krizi sonucunda, uluslararası döviz ve bankacılık piyasalarında büyük dalgalanmalar yaratan sorunlara ortak bir çözüm bulma arayışı ile gündeme gelmiştir (Atiker, 2005: 1). Bu konjonktürel gelişim, bankacılıkta yaşanan sorunlara yönelik çözüm çabalarının orijinini oluşturmaktadır.
Bankacılık denetimiyle ilgili önemli hususların anlaşılmasının kolaylaştırılması ve dünya genelinde bankacılık denetiminin kalitesinin iyileştirilmesi amacıyla, Bank for International Settlements (BIS) bünyesinde, 1974 yılında Basel Bankacılık denetim komitesi kurulmuştur. Komite; Belçika, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Lüksemburg, Hollanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İngiltere ve ABD’nin üyesi olduğu 13 ülkenin merkez bankaları ve bankacılık denetim otoritelerinin yetkililerinden oluşmuştur (Candan & Özün, 2006: 8).
Komite, ulusal sermaye yeterliliği hesaplama yöntemlerini birbirleriyle uyumlu hale getirmek ve bu konuda asgarî bir standart oluşturmak amacıyla 1988 yılında, Basel I olarak adlandırılan “Sermaye Yeterliliği Uzlaşısı”nı yayımlamıştır (BDDK, 2008: 1). Basel Uyumu, banka gözetim ve denetiminde, bir bankanın kredi portföyünü sürdürebilmesi için kredilerinin güvencesi olarak formel değerlendirme ve yaklaşım süreci kurması zorunluluğudur (Morton, 2003: 7).
1988 Basel Sermaye Uzlaşısı, kredi riskleri için %8 asgari sermaye yeterliliği oranının belirlendiği bir temel metin olup, bu yönüyle, uluslararası ölçekte bankacılık sisteminde denetime yönelik en ciddi ilk adımdır.
Basel I Kriterlerini, Türkiye’de benimsemiş, bu standardı kademeli bir geçiş süreci ile (1989 yılında %5, 1990 yılında %6, 1991 yılında %7 ve 1998 yılında %8 olarak) uygulamıştır (Arslan, 2008: 51).
Basel I’in yetersizlikleri şu temel noktalarda toplanabilir;
- Bankacılık risklerini gerçekçi bir şekilde ölçmede yetersiz kalması,
- Finansal piyasalardaki fiyat dalgalanmalarını yeterince dikkate almaması,
- Bankaların portföy oluşturma davranışlarındaki farklılıkları gözetememesi.
Görüldüğü üzere; yetersizliklerin incelenerek, Basel I’in kapsamının geliştirilmesi ve daha hassas risk ölçüm ve yönetim metotlarına yer verebilecek şekilde yeniden yapılanması bir zorunluluk halini almıştı.
26 Haziran 2004 tarihinde G-10 ülkeleri ve Avrupa Merkez Bankası Başkanı Jean Claude Trichet, Basel II bildirisini deklare etmiştir. Bildiride Trichet, Basel II ile özellikle 21. yüzyıl bankacılığında, risk yönetimi ve sermaye düzenlemelerinde denetimin temel alınacağını belirtmiş, finansal sistemin bir bütün olarak stabilitesinin güçlendirilmesiyle ilgili
Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010 6
olarak bankaların sağlamlık ve güvenliğinin artırılacağını vurgulamıştır (Trichet,
http://www.bis.org/review/r040628a.pdf, Erişim: 08.04.2010).
Basel I’in aksine, Basel II’de risk temelli sermaye standartları düzenlenerek, kredi
derecelendirilmesi üzerine inşa edilen sermaye gereksinimi kabul edilmiştir (Jacques, 2008: 79).
Basel Komite’nin revize ettiği sermaye uyumu, modern risk yönetim teknikleri ile hesaplanan
ve değerlendirilen, bankaların gerçek riskleri ile bağlantılı sermaye gereksinimini düzenlemekle
ilgili olup (Liebig, Porath, Weder & Wedow, 2007: 402), sermaye gereksinimi, bankaların
denetim ve düzenlemelerinde kilit rol oynamaktadır (Heid, 2007: 3885).
Bu bağlamda, Basel I Kriterlerinin eksikleri ve bankalar için güvenlik zırhı oluşturmada
yetersizlikleri göz önüne alındığında, daha kapsamlı risk yönetimi ve denetim mekanizmalarını
içeren Basel II Kriterlerinin ortaya çıktığı söylenebilir.
2. BASEL II KRĠTERLERĠ
Basel II Kriterlerinde, bankaların asgari sermaye gereklerini hesaplamada dikkate
alacakları kredi ve faaliyet riskini ölçebilmeleri için basitten gelişmişe doğru bir metodolojinin
kullanılabilmesi öngörülmekte (Çelik, 2004: 44), bankalar, denetim otoritesinin gözetiminde
olmak üzere kendi risk profillerine ve faaliyetlerine göre uygun yaklaşımları tercih
edebilmektedirler.
Basel II’de detaylı olarak üzerinde durulan risk kategorileri; kredi, piyasa ve
operasyonel olmak üzere üç grupta incelenebilir. Aşağıda bu riskleri ölçmek üzere kullanılan
yaklaşım ve modeller ana başlıkları ile yer almaktadır:
1- Kredi Riski;
- Kredi Riski Modelleri (Creditmetrics, Moddy’s KMV, CreditRisk+, Credit
Portfolio View vb.),
- Standart Yaklaşım (Standard Approach),
- İçsel Derecelendirme Yaklaşımı (Internal Ratings Approach).
2- Piyasa Riski;
- Standart Metot (Standard Method),
- Dahili (İçsel) Model (Internal Model),
- Riske Maruz Değer (Value at Risk),
- Stres Testleri (Stress Tests).
3- Operasyonel Risk;
- Temel Gösterge Yaklaşımı (Basic Indicator Approach),
- Standart Yaklaşım (Standard Approach),
- İleri Ölçüm Yaklaşımı (Advanced Measurement Approach).
Kredi riski ve piyasa riskine ilaveten operasyonel riskin, sermaye yeterliliği standart
oranının paydasına eklenmesi, Basel II’nin getirdiği en dikkat çekici yenilik olarak
değerlendirilebilir. Buna göre;
Özkaynaklar
Sermaye Yeterliliği = %8
Kredi Riski+Piyasa Riski+Operasyonel Risk
7 Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010
Basel II’nin üzerinde durduğu öncelikli hususların başında, bankalarda risk yönetiminin teşvik edilip geliştirilmesi gelmekte (Bank for International Settlements, 2006: 162), buna göre birbirini destekleyen üç yapısal bloğun kullanılmasıyla gelişmiş risk yönetiminin uygulanması gerekmektedir.
Birinci Yapısal Blok; asgari sermaye yükümlülüklerinin, bankalarda yeterli sermaye ve risk yönetimine sahip olunması gerekliliğine ek olarak, İkinci Yapısal Blok; denetsel gözden geçirme ve Üçüncü Yapısal Blok; şeffaflık ve piyasa disiplinin artırılmasını öngörmektedir (Basel Bankacılık Denetim Komitesi, 2004: 9).
Üç yapısal blok, birbiriyle yakından ilgili olmasının yanı sıra daha büyük bilgi şeffaflığı anahtar rol oynayarak, piyasa disiplinini de kolaylaştırabilir (Flannery & Thakor, 2006: 281).
Yapısal blokların uygulanabilmesi için (Risk Yönetimi ve Gözetim Teknikleri Dairesi, 2003: 6):
- Kurum çapında entegre etkin (kredi, piyasa ve operasyonel) risk yönetimi sistemleri,
- Etkin iç kontrol sistemleri ve bağımsız dış denetim,
- Kurum çapında özkaynak değerlendirme sistemleri,
- Kurumsal yönetişim uygulamaları değerlendirme sistemi,
gerekmektedir.
Basel II’de kredi değerlemesinde; kredi müşterisinin riski ve kredi işlem riski belirleyici olmaktadır. Aşağıdaki şekilde bu ilişki gösterilmektedir:
ġekil 1. Basel II’de Kredi Değerlemesi (Kredi Riskinin Tespiti)
Kaynak: Aras, G., (2007), “Basel II Bankacılık Düzenlemelerinin Ekonomiye ve Reel Sektöre Yansımaları”, Deloitte CEO/CFO Serisi, İstanbul, s. 14.
Bu iki temel risk göstergesiyle aslında Basel II’nin firmaları ilgilendiren yönü daha iyi anlaşılmaktadır. Böylelikle, firmanın finansal tablolarından elde edilen bilgiler ya da diğer finansal bilgilerine bakılarak ve analiz edilerek kredi değerliliği konusunda karar verilmesi söz konusudur (Aras, 2007: 14).
Günümüzde bankalar ve finansal kurumlar, oldukça teknik kredi riski ölçüm modellerini geliştirmek için büyük çaba ve zaman harcamakta (Korkmaz, 2004: 2), ayrıca başarılı bankaların kredi verme fonksiyonunu yerine getirirken, aynı zamanda onların toplam riskini de minimize etme çabası içerisinde olduğu gözlemlenmektedir (Hempel & Simonson, 1999: 389).
Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010 8
Tüm yapılan bu çalışmalarla; kredi limitlerinin, yeni ürün fiyatlamalarının, müşteri seçimlerinin, risk bazlı oluşturulması ile birlikte kredi risk yönetimi, daha şeffaf ve daha iyi bilgi yönetiminin sağlanabildiği, raporlamadan ölçüme doğru gelişen bir alan haline gelmektedir (Aras, 2007: 14).
Basel II’de önemle üzerinde durulan derecelendirme (rating) notu ve kredi faizleri ilişkisi bir örnekle aşağıda gösterilmektedir (Türkiye Bankalar Birliği, 2004: 17).
ġekil 2. Derecelendirme ve Kredi Faizleri ĠliĢkisi
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği, (2004), “Risk Yönetimi ve Basel II’nin Kobi’lere Etkileri”, Türkiye Bankalar Birliği Yayınları, Yayın No: 228, Ankara, s. 17.
Bu bağlamda derecelendirme notu AAA olan firma ile CC olan firma arasında alınan aynı miktar krediye uygulanacak faiz oranı açısından %23,2 ve %33 gibi ciddi bir fark oluşmaktadır. Bu durum Basel II’nin getirmiş olduğu yeniliği de ortaya koymaktadır. Böylelikle aynı miktar krediye, firmanın dereceleme notuna göre farklı faiz oranları uygulanabilmektedir.
Uluslararası finans piyasalarına ilişkin düzenlemeler ve Türkiye’de yaşanan gelişmeler doğrultusunda oluşturulan son Bankalar Kanunu (5411 Sayılı Bankalar Kanunu);
- Risk yönetimi,
- İç kontrol,
- İç denetim sistemleri,
- Denetim komitesi,
- Sermaye ve likidite yeterliliğine ilişkin hükümleri,
ayrı başlıklar halinde detaylı olarak ele almaktadır. Bu kapsamda Bankalar Kanunu (7, 23, 24, 29, 30, 31, 32, 45, 46 ve 66. maddeleriyle), sektörü yasal açıdan, denetim yönüyle disipline etmekte, sorumlular hakkında bağlayıcı hükümler içermektedir.
3. BASEL II KRĠTERLERĠNĠN BĠR ÜST SÜRÜMÜNE OLAN ĠHTĠYACIN KAÇINILMAZLIĞI
Küresel krizle birlikte Basel II Kriterlerine yönelik tartışmalarda alevlenmiştir. Ünlü iktisatçı Joseph Stiglitz, Basel II düzenlemelerinin temel felsefesini oluşturan özdenetimin ve derecelendirme şirketlerinin kredi notlarına dayalı yapının kendi başına bir oksimoron (iki zıt
9 Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010
anlamı birlikte taşıyan) olduğunun yaşanan küresel krizde belirginleştiğini dile getirmiştir (Candan, 2009: 80).
Basel II’ye getirilen önemli eleştirilerin başında, çok sayıda konuya getirilen standartların gerçekleştirilmesinin güçlüğü gelmektedir. Zira basitlik ile riske duyarlılığın birlikte gerçekleştirilmesi zordur. Ayrıca düzenlemelerin gereğinden fazla ciddiye alındığı, sistematik krizlerin sermaye yeterliliğinden ziyade likidite krizinden kaynaklandığı ileri sürülmektedir (Avcıbaşı, 2008: 18).
Basel II’ye getirilen bir eleştiri de, likidite riskini ölçmek ve riskler arası etkileşimi algılamak konusunda başarısız olduğu, ayrıca bankacılık sistemi dışında kontrol edilemeyen hedge fonlar, mortgage şirketleri ve girişim sermayesi gibi kurumların da atlandığı yönündedir (http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=78903, Erişim: 06.03.2010).
Riske Maruz Değer (RMD), finansal risklerin ve belirsizliklerin ölçülmesinde kullanılan bir model (Bolgün & Akçay, 2005: 389), olmasına karşın en zayıf noktası, “en kötü durumu” göstermemesidir. Olasılık dağılımları, belirlenen güven aralığı içindeki alanı temsil etmekte, bu alanın dışını göz ardı etmektedir. Oysaki olasılığın çok düşük olması onun hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini göstermez.
Uygulamada RMD’i destekleyen test olarak, yaygın biçimde stres testleri kullanılmaktadır. RMD, normal piyasa şartları için, stres testi anormal piyasa şartları için geçerlidir (Sevil, 2001: 60). Diğer bir ifadeyle, stres testleri, sıra dışı kayıplara neden olabilecek hususları tespite yönelik olarak kullanılmaktadır (Jorion, 2000: 231). Ancak, anormal piyasa koşullarını önceden tahmin edebilme özelliğine karşın stres testleri ile de küresel krizin ıskalanmış olması Basel II’nin ciddi bir prestij kaybı olarak değerlendirilebilir.
Küresel krizi, kehanet derecesinde önceden tahmin eden Nouriel Roubini ise; yaşanan küresel krizi vurgulayarak, irrasyonel bolluğun ve düzenleme farklılıklarının olduğu bir dünyada Basel II’nin başarılı olma şansının zor olduğuna değinmektedir (Candan, 2009: 80).
Bu bağlamda, küresel krizin, Basel II Kriterleri olarak geliştirilmiş sistemin, olağan dönemlerde genel kabul gören yönlerinin yanı sıra olağanüstü dönemlerde birtakım yetersizlikleri de içerdiği gerçeğini ortaya koyduğu söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında, bir bakıma küresel kriz, Basel II’nin defolarını ortaya çıkarmıştır.
Eleştirel yaklaşımlara karşılık, Basel Komite, 17.01.2009 tarihli “Proposed Enhancements to the Basel II Framework” bildirisinde; banka denetim ve gözetimi açısından Basel II’nin hala en yetkin metodoloji olduğunu, krize neden olan ters yöndeki birtakım teşvikleri kısıtlayıcı özellikler taşıdığını vurgulamaktadır (http://www.bis.org/publ/bcbs150.htm, Erişim: 20.04.2010). Ayrıca, Komite, Basel II Kriterlerinin, salt bankaların risk yönetimi süreçlerinin geliştirilmesine dönük doğru teşvikler içermekle kalmayıp aynı zamanda kurumsal yönetişim ve kontrol-uyum mekanizmalarına da katkıda bulunduğunu ileri sürmektedir.
Basel Komite, Basel II Kriterlerini savunmakla birlikte, çalışmalarını eleştirileri dikkate alan yönde sürdürmekte olduğunu vurgulayarak, sistemin kriz dönemlerini de içerisine alacak boyutta yeni açılımlara ihtiyacı olduğunu belirten yaklaşım içerisindedir.
Bu kapsamda, Basel Komite, sistemik öneme sahip kuruluşlardan kaynaklanan dışsallıkların azaltılmasını sağlamak üzere ek sermaye, likidite ya da diğer denetim tedbirleri ihtiyacını gözden geçirmekte olduğunu bildirmektedir (http://www.bis.org/publ/bcbs164.pdf, Erişim: 15.04.2010).
7 Kasım 2009 tarihli G-20 Londra Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları toplantı tebliğinde; kriz öncesi dönemde finansal piyasaların inanılmaz hızla geliştiği, derinleştiği ve karmaşıklaştığı, buna karşın denetim ve gözetimden sorumlu kurumların bu hıza ayak uyduramadıkları konusunda görüş birliği bulunmaktadır (Yılmaz, 2010: 6).
Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010 10
Basel Komite, sermaye ve likidite standartlarının etkilerini değerlendirmek üzere, 2010 yılının ilk yarısında bir etki çalışması yapacaktır. Bu çalışmanın sonuçlarına dayanarak, uygun niteliğe sahip bir “toplam seviye” belirlenmek üzere, yasal minimum sermaye düzeyi ve bu dokümanlardaki veriler yeniden gözden geçirilecektir (http://www.bis.org/publ/bcbs165.pdf, Erişim: 15.04.2010).
Basel Komitesi, krizden çıkarılan dersler neticesinde “Strengthening the Resilience of the Banking Sector - Consultative Document” (Bankacılık Sektöründeki Dayanıklılığın Arttırılması-İstişare Metni) ile bankacılık sektöründeki şoklara karşı dayanıklılığın arttırılması için önerdiği reform paketini 17 Aralık 2009 tarihinde görüşe açmıştır (Risk Yönetimi Dairesi, Nisan 2010: 2).
Bahse konu İstişare Metninde yer alan programın temel hedefleri şöyle özetlenebilir:
- Olumsuz piyasa koşullarında ani düşüş gösterebilen sermaye tamponlarının güçlendirilmesi,
- Banka sermayelerinin kalitesinin artırılması,
- Basel II’ye destek olmak üzere bir kaldıraç oranı uygulamasının getirilmesi,
- Asgari sermaye gereksinimindeki döngüselliği azaltma ve karşılık ayrılması,
- Bankacılık sektörünün kuvvetlendirilmesi amacıyla ortaya koyduğu sermaye ve likidite düzenleme önerileri,
- Risk yönetiminin ve yönetişimin geliştirilmesine ek olarak, bankaların stres ortamlarına karşı dayanıklılığının artırılması.
Basel Komitesi’nce piyasa riski çerçevesinde yapılan son değişikliklerle 1996 yılından günümüze uygulanmakta olan mevcut riske maruz değer (RMD) hesaplama çerçevesinde değişikliğe giderek, piyasa riskine ilişkin sermaye gereksinimi hesaplamasına ilave (kredi) riski ve strese tabi RMD için de ayrıca sermaye yükümlülüğü uygulanmasını zorunlu hale getirmektedir.
Bu bağlamda, 2007 yılında başlayan ve etkisini 2008 yılında artırarak devam ettiren finansal kriz sürecinde, bankaların alım satım hesaplarında önemli zararlar oluştuğu, kaldıraç etkisinin arttığı ve piyasa riski hesaplamalarına getirilen yeni değişikliklerin krizden edinilen tecrübeler ışığında oluştuğu ifade edilebilir.
Değişikliklerin Ülkemize etkisi açısından değerlendirildiğinde ise, korelasyon alım satımı ve seküritizasyon/reseküritizasyon portföyleri henüz yoğun olarak görülmediğinden bu yöndeki değişikliklerin kısa vadede önemli etkileri beklenmemektedir. Bunun yanı sıra strese tabi RMD’nin hayata geçirilmesi halinde içsel model kullanma olasılığı bulunan bankaların bu uygulamadan etkilenebileceği, standart yöntemde ise sözkonusu hesaplamaya denk gelen bir rakam olmadığından standart yöntemi uygulayan bankaların değişiklikten etkilenmeyeceği görülmektedir. Standart yöntemin risklere karşı duyarlılığının zayıf olması, risklere karşı daha hassas ancak daha yüksek sermaye gereksinimi rakamları içermesi yönüyle içsel model uygulamasının tercih edilmemesi de bankacılık sektörümüzde eleştirel bakış açısıyla değerlendirilebilir.
Basel Komite’nin 2010 yılı sonuna kadar daha güçlü standartlar geliştirilmesi sürecini tamamlaması ve bu standartların da 2012 yılı sonuna kadar uygulamaya konulması öngörülmektedir (T.C. Merkez Bankası, 2009: 10).
BDDK tarafından gerçekleştirilen “Bankaların Basel II’ye Geçişine İlişkin İlerleme Anketi”nde Aralık 2009 itibarıyla verilen cevaplara göre; Bankacılık sektörünün %99’u Basel II çalışmalarını yürütecek üst yönetim ve birimlerini oluşturmuş, %82’si sorumlu personelini, %70’i ise komitelerini belirlemiştir (BDDK, 2010: i).
11 Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010
Bu bağlamda, anket sonuçları değerlendirildiğinde; Türk Bankacılık Sektörünün Basel II’ye geçiş sürecini çok büyük ölçüde tamamladığı, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri sürecini izleyen dönemde, Türk Bankacılık Sektörünün krizi fırsata çevirmede başarılı bir sınav vermesinde proaktif rol oynayan BDDK’nın, daha önce 1 Ocak 2009 olarak öngördüğü tam geçişi, ileri bir tarihe ertelenmesinde, küresel krizin etkisiyle ortaya çıkan eleştirel görüşleri de dikkate alarak, Basel Komite’nin yeniden yapılanmaya olan ihtiyacın gereklerini yerine getirmesini yakinen takip eden, ihtiyatlı bir yaklaşım sergilediği çıkarımı yapılabilir.
SONUÇ
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun, 6 Nisan 2010 tarihli, Basel II Çerçevesinde Hazırlanan Düzenleme Taslaklarına İlişkin Basın Açıklaması’na göre; Tüm dünyada yaşanan küresel krizin etkisiyle “Sermaye Ölçümü ve Sermaye Standartlarının Uluslararası Düzeyde Uyumlaştırılması” dokümanının gözden geçirilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyaca binaen gözden geçirme çalışmaları, Basel Bankacılık Denetim Komitesince hâlihazırda devam etmektedir (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, 6 Nisan 2010: 2).
Küresel krizle beraber dünya genelinde artan banka iflasları, denetim ve gözetim açısından, Basel II’nin de itibar kaybetmesine ve sorgulanma eşiğinin yükselmesine neden olmuştur. Bankacılık türev ürünlerinin alım satımında risk yönetiminin hiçe sayılması, yaşanan krizin bankacılığa ilişkin temel sıkıntısı olarak değerlendirildiğinde, Basel II’nin bu alanda da ciddi düzenlemelere ihtiyacı olduğu açıktır.
Basel Komite’nin, krizden çıkarılan dersler neticesinde “Strengthening the Resilience of the Banking Sector - Consultative Document” (Bankacılık Sektöründeki Dayanıklılığın Arttırılması-İstişare Metni) ile çözüme yönelik arayışlar içerisinde olduğu görülmektedir.
Son gelişmeler ışığında, BDDK tarafından gerçekleştirilen anket sonuçlarında da görüldüğü üzere, Türk Bankacılık Sektörü’nün Basel II’ye geçiş sürecini çok büyük ölçüde tamamladığı anlaşılmaktadır. Ancak küresel kriz ortamında yaşananlar çerçevesinde, eleştirel yaklaşımlara yönelik Basel Komite’nin çalışmalarına ilişkin sonucu beklediği ve tam geçişin bu sürecin sonrasında ortaya çıkacak yeni yapılanmaya uyumla gerçekleştireceği beklenebilir.
Öz anlatımla, Basel Komite’nin yöneltilen eleştirel yaklaşımlara karşılık vermek için, mevcut sisteme sahip çıkmakla birlikte, Basel II’nin bir üst sürümü diyebileceğimiz yeni bir yapılanmaya doğru rotasını çevirdiği, çözüme yönelik çabalar içerisinde olduğu vurgulanabilir. Holistic (bütüncül) yaklaşımla bir değerlendirme yapılırsa, sürdürülebilir bankacılık için tüm bu çalışmaların yeni bir yapılanmanın, Basel III Kriterleri’nin habercisi olduğu söylenebilir.
KAYNAKLAR
Aras, G., (2007), “Basel II Bankacılık Düzenlemelerinin Ekonomiye ve Reel Sektöre Yansımaları”, Deloitte CEO/CFO Serisi, İstanbul, 2-20.
Arslan, İ., (2008), “Basel Kriterleri ve Türk Bankacılık Sektörüne Etkileri”, S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 20, Konya, 49-66.
Atiker, M., (2005), “Basel I ve Basel II”, Konya Ticaret Odası Bilgi Raporu, Sayı: 41/08, Konya.
Avcıbaşı, F. T., (2008), Basel II’nin Türk Bankacılık Sistemi Üzerine Etkileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kahramanmaraş.
Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010 12
Bank for International Settlements, (2006), “Risk Management and Regulation in Banking”, Journal of Financial Intermediation, Vol: 15, 162-163.
Basel Bankacılık Denetim Komitesi, (2004), “Basel II’nin Uygulanmasına İlişkin Göz Önünde Tutulması Gereken Hususlar”, BDDK Yayınları, Ankara.
BDDK, (Ocak 2008), “CRD/Basel II Ülke Uygulamaları”, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Çalışma Tebliği, Sayı: 1, Ankara.
BDDK, (Şubat 2010), Bankacılık Sektörü Basel II İlerleme Raporu, Ankara.
Bolgün, K. E. & Akçay, M. B., (2005), Risk Yönetimi, Scala Yayıncılık, İstanbul.
Candan, H. & Özün, A., (2006), Bankalarda Risk Yönetimi ve Basel II, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
Candan, H., (2009), “Kriz Sürecinde Basel II’de Öngörülen Değişiklikler”, Bankacılar Dergisi, Sayı: 68, Ankara, 80-84.
Çelik, P., (2004), Bankaların Risk Derecelendirmesi, TCMB Yayınları, Ankara.
Flannery, M. & Thakor, A. V., (2006), “Accounting, Transparency and Bank Stability”, Journal of Financial Intermediation, Vol: 15, 281-284.
Heid, F., (2007), “The Cyclical Effects of the Basel II Capital Requirements”, Journal of Banking&Finance, Vol: 31, 3885-3900.
Hempel, G. H. & Simonson, D. G., (1999), Bank Management, John Wiley&Sons, Inc., New York.
http://www.bis.org/publ/bcbs150.htm, Erişim: 20.04.2010.
http://www.bis.org/publ/bcbs164.pdf, Erişim: 15.04.2010.
http://www.bis.org/publ/bcbs165.pdf, Erişim: 15.04.2010.
http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=78903, Erişim: 06.03.2010.
Jacques, K. T., (2008), “Capital Shocks Bank Asset Allocation and the Revised Basel Accord”, Review of Financial Economics, Vol: 17, 79-91.
Jorion, P., (2000), Value at Risk: The Benchmark for Controlling Market Risk, McGraw-Hill Professional Book Group, USA.
Kevin Davis, “Basel II”, http://www.sbif.cl/sbifweb/internet/archivos/publicacion_2249.pdf, Erişim: 07.04.2010.
Korkmaz, T. K., (Temmuz-Ağustos 2004), “Bankalarda Kredi Riski Ölçümünde Alternatif Yöntemler”, Active Finans Dergisi, İstanbul.
Liebig, T., Porath, D., Weder, B. & Wedow, M., (2007), “Basel II and Bank Lending to Emerging Markets: Evidence from the German Banking Sector”, Journal of Banking&Finance, Vol: 31, 401-418.
Morton, G., (2003), Managing Bank Risk An Introduction to Broad Base Credit Engineering, Academic Press, Amsterdam.
13 Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi Cilt: 1, Sayı: 2, Haziran 2010
Risk Yönetimi ve Gözetim Teknikleri Dairesi, (2003), “Yeni Sermaye Yeterliliği Uzlaşısı (Basel II) ve Geçiş Sürecine İlişkin Yol Haritası”, Türkiye Bankalar Birliği Bilgilendirme Raporu, Ankara.
Risk Yönetimi Dairesi, (Nisan 2010), “Piyasa Riski Ölçümleme Yöntemlerine İlişkin Analiz, BDDK Yayınları, Ankara.
Sevil, G., (2001), Finansal Risk Yönetimi Çerçevesinde Piyasa Volatilitesinin Tahmini ve Portföy VaR Hesaplamaları, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir.
T.C. Merkez Bankası, (Kasım 2009), Finansal İstikrar Raporu, Ankara.
Trichet, J. C., “Announcement of Basel II”, http://www.bis.org/review/r040628a.pdf, Erişim: 08.04.2010.
Türkiye Bankalar Birliği, (2004), “Risk Yönetimi ve Basel II’nin Kobi’lere Etkileri”, Türkiye Bankalar Birliği Yayınları, Yayın No: 228, Ankara.
Yılmaz, D., (15 Nisan 2010), “Küresel Krizler ve Ekonomik Yönetişim”, İnönü Üniversitesi, Malatya.
5411 Sayılı Bankalar Kanunu.
A. Aslan Şendoğdu
Dr. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler M.Y.O,
E-posta: asendogdu@gmail.com
Yazı Bilgisi:
Alındığı tarih: 14 Mayıs 2010
Yayına kabul edildiği tarih: 05 Temmuz 2010
E-yayın tarihi: 13 Temmuz 2010
Yazıcı çıktı sayfa sayısı:10
Kaynak sayısı:33
KÖYDEN ŞEHRE GÖç VE ŞEHİRLEŞME
Türkiye'nin Gelişme Eğilimleri
Konferansı, 10-15 Haziran 1974
Hacettepe Üniversitesi - ANKARA
KÖYDEN ŞEHRE GÖç VE ŞEHİRLEŞME
(ÇEVRE SORUNLARI, ÖZELLİKLE TOPRAK AÇıSıNDAN)
Prof. Fehmi YAVUZ
GİRİş:
Köy ve şehir ayırımı, ileri ülkelerde önemini ve ağırlığını yitirmektedir.
Dünya nüfusunu 2/3'nü barındıran geri kalmış ülkelerde ise bu
ayırım sürüp gidiyor; alınan önlemler, gösterilen planlı çabalar özlenen
ve beklenen sonucu vermiyor; köylük yerlerin çoraklaşmasından,
kentlerin de köyleşmesinden söz ediliyor. Bu olumsuz gelişme, şehirleşme
ile sanayileşmenin birlikte yürürnemesinin ürünüdür. Öte yandan
ileri ülkelerin üç-beş yüzyıl önce başlattıkları Rönesans, Reform,
Bilim ve Teknolojiyi geliştirme çabalarının sonucu olarak, sorun olmaktan
çıkardıkları, bunalım yaratan olayların tümü ile geri kalmış
ülkeler birden karşı karşıya bulunuyorlar. Örneğin bu ülkelerde sanayileşme
başta olmak üzere, eğitim, sağlık, beslenme, ulaştmna, haberleşme,
bayındırlık, konut gibi sosyo-ekonomik sorunlar her geçen gün
üst üste yığılmaktadır.
20 yıl ara ile patlak veren iki Cihan Savaşı, insanlar, toplumlar,
ülkeler arasındaki ilişkilerin, doğa - insan ilişkilerinin çok daha
başka yol ve yöntemlerle ele alınması, değerlendirilmesi gereğini
ortaya koydu. Başka sözlerle, insanın insanı, kimi ülkelerin dünya kaynaklarını
alabildiğine sömürmesine karşı' çıkanlar arttı. Bireysel Çlkarların
toplamının, toplumun çıkarlarına eşit olduğu ve herkes kendi
gelirini artırırsa, toplumun çıkarının da artacağı görüş ve felsefesi
çağdı~ı bir nitelik kazanmağa başladı. Hızlı nüfus artışının insanoğlunun
bu sonuca varmasında büyük etkisi oldu. İnsan hakları bildirileri
yayınlandı, Birleşmiş Milletler Örgütü kuruldu.
Hızlı nüfus artışı, ileri ve geri ülkelerin tüm sorunlarının başında
yer alıyor. Artış payının geri kalmış ülkelerde yüksek olması, sorunu
2 FEHMİ YAVUZ
daha da ağırlaştırıyor. Nüfus hemen her ülkede, daha çok köylerde artar.
Bir bakıma, artan nüfusun yer değiştirmesi anlamına gelen şehirleşme,
geri kalmış ülkelerde daha hızlı oluyor. Kısaca, köy itiyor,
şehir ise gelenlerin tümüne, insanca yaşama olanağı sağlama gücünden
yoksun bulunuyor. Anayasalarda yer alan, insanların çalışacağı
ve yaşayacağı yeri seçme özg!irlüğü, şehirleşmeyi polis tedbirleriyle
düzenlemek yolunu tıkamıştır. İnsanoğlu bu hakkına kavuşmak, feodal
toplum yapısını kırmak için kanlı savaşlar vermiştir. Öyle ise sosyo
-ekonomik önlemlerle, köy ve kent arasında denge kurmak, nerede
yaşarsa yaşasın, herkesin insan haklarından yararlanmasını sağlama
yollarını aramak zorunluğu ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Konferansta Türkiye'nin 1974-2024yıllarını kapsayan 50 yıl içindeki
gelişme eğilimlerinin tartışılması söz konusudur. Biz bu süreyi
çok buluyoruz. Oldukça oturmuş, durmuş bir sosyo-ekonomik ve de
politik yapıya kavuşmuş olan ileri ülkeler için bile bu süre çok uzundur.
Örneğin Batı ülkelerinde bilim ve teknolojiyi her 10 yılda bir değiştirmekten,
yenilemekten söz ediliyor. ~ugün bilinen faktörlerin çoğundan
fütüroloji bilginleri yararlanmak ta güçlük çekiyorlar. Yeniden
ortaya çıkabilecek nedenlerin ise bütün tahminleri alt-üst etmesi
her zaman beklenmelidir. Örneğin petrol sılahının kullanılmasıyla yaratılan
bunalım, başta Roma Kulübünün öncülüğü ile yapılanlar olmak
üzere, dünyanın geleceği hakkındaki tahminleri değersiz hale getirmiştir.
Sistemli spekülasyon anlamına gelen, fütürolojinin 50 yıl için
değil, 10-20yıl gibi kısa süreler için yapılması, gerçeklerden tüm uzaklaşmayı
bir ölçüde önler. Ankara'daki nüfus artışı çarpıcı bir örnektir.
1928 yılında Alman Şehircilik Uzmanı Jansen ile, yarışmaya giren iki
uzmana, başkent nüfusunun 50 yıl sonra 300 bin olacağını, zamanın
yöneticileri bildirmişti. 50 yılın dolmasına 4 yıl kala, Ankara'nın
nüfusu 1.5 milyona ulaşmıştır.
Biz köyden şehre göç ve şehirleşme konusunu daha çok toprak
açısından ele almak istiyoruz.
TOPRAtaN KÖY VE KENT AÇıSıNDAN TAŞIDIGI ÖNEM:
Toprak hemen herşeyi verir ve canlılar evreninin dünyamızdaki
.sınırlarını çizer. insanoğlunun ve bütün canlıların yaşamı Biosphare
denilen ve en derin denizlerin dibi ile, en yüksek dağların doruğu arasındadır.
Ve 20.000 metre derinliği geçmez. Madenler topraktan çıkarılır,
sular toprak üzerinde durur, ya da akar. Hayvanlar ve bitkiler,
hammaddeler onun üzuinde üretilir. Konumuz bakımından toprağın
KÖYDEN ŞEHRE GÖç VE ŞEHİRLEŞME :i
en önemli özelliği üretilmemesidir. Dünya üzerindeki topraklar sınırlıdır.
Ülkelerin topraklarını, başka ülkelere saldırarak çoğaltma olanağı
da kalmamış gibidir. Öyle ise insanlık açısından, dünya topraklarından,
ülkeler a,çısından da kendi sınırları içindeki topraklardan akıllıca
yarnrlanmak zorunluğu vardır. Bu zorunluk, hızlı artan nüfus
karşısında her geçen gün elle tutulur, gözle görülür bir biçimde ortaya
çıkıyor.
İnsanoğlu doğa'dan, topraklardan, 20. yüzyılın ortalarına kadar
akıllıca yararlanmak gereğini duymamıştır. Bu akılsızca yararlanmanın
adına şimdi yağma, talan ekonomisi, fırsatçılık diyoruz. Hele toprk
alış-verişinin mendil, saat, otomobiL.. gibi piyasa ekonomisi kurallarına
göre yapılması durumu daha da ağırlaştırılmış bulunuyor.
Ülkemizin toprakları da yağma ekonomisi ölçülerine göre işletilmiştir
ve işletilmektedir. Bunun başka adı: "Birşey vermeden çok şey
almak" tutkusudur. Ormanlar bu kurala göre işletilir. Toprağa verilmesi
gereken gübre tezek olarak yakılır, erozyonu önlemek için gereken
çaba gösterilemez, mer'alar aşırı derecede otlatma konusu olursa...
çevre kirlenecek, doğa-insan ilişkileri düzenini yitirecektir. Bunun
olumsuz sonucundan bütün canlılar payını alacaklar ve de almaktadır.
Toprakların yok edilmesinin, kısırlaştırılamasının başka bir alanı
da çoğunlukla kentlerdir. Konut, işyerleri, fabrikalar, geniş yollar,
ha va alanları ... için her yıl binlerce dönüm toprak tarımdan alınarak
kısırlaştırılıyor. Bir tarım uzmanı 13 yıl önce, bu nedenle her yıl yitirdığimiz
toprakların toplamını 250 bin dönüm olarak tahmin etmişti.
O) Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği, Mimarlar Odasının
bir yayınına göre: "önümüzdeki 20 yılda şehirlerde yerleşecek 32
milyon yeni insan, barınma, iş, ulaşım ve sosyal hizmet gibi şehirsel
aian olarak kişi başına 110 metrekare arazi ihtiyacı hesabıyla 3 milyar
520 milyon metrekare şehirsel alana yayılacaktır." (2) Bu rakama
köyler, şehirlerarası yollar, hava alanları, kıyılarımızda turizme ayrılan
topraklar ve benzerleri girmiyor.
Bu gidiş, beslenme alanının daralması yanında köyden şehre olan
akını hızlandırmaktadır. Toprakların giderek azalması, mer'aların
traktörlerle sürülüp ekime açılması, kalanlarının, besleme güçlerinin
(ıı Yusuf Saim Atasağun, Türk Ekonomisinde Zirai İstihsalin Onemi ve artınıması
Imkanlan, V. İskan ve eŞhircilik Haftası Konferansıarı, S.B.F. Yayını, Ankara,
1962, s. 182.
(2) Sorunlarımız. İsteklerimiz, 1973 S. 18.
4 FEHMİ YAVUZ
çok üstünde otlatmaya konu olması, erozyon nedeniyle, başta dağ ve
orman köylüleri olmak üzere tarımla ve hayvancılıkla uğraşanlar için
kentlere akın tek kurtuluş yolu olmaktadır.
TOPRAK FİYATLARI ARTIYOR:
Ülkemizde toprak fiyatları bugün hiçbir engele çarpmadan artıyor.
İkinci Dünya Savaşına kadar yalnız Ankara'da arsa, (taşınmaz
mal) fiyatlarında, spekülasyon ölçülerine varan bir artıştan söz ediliyordu.
Bunun nedeni Ankara dışındaki hiçbir kentte aşırı nüfus artışının
olmamasıdır. O dönemde İstanbul başta olmak üzere, hemen
bütün şehir ve kasabalarda bir durgunluk görülür, ülke ölçüsünde bir
şehirleşme yoktur. İkinci Dünya Savaşından sonra şehirleşmenin, arsa
ve emlak spekülasyonunun yaygınlaştığını görüyoruz. Son yıllarda
yurt dışında çalışan işçiler, biriktirdikleri paralarla tarla, bağ, bahçe,
dükkan, mağaza, ev satınalma yoluna gittiklerinden, fiyat artışları
hem hızlanmış, hem de şehir ve kasaba sınırlarını aşarak, köylük yerlere
de yayılmıştır. Bu gidişe "DUR" denmezse, emlak fiyatlarındaki
art~şın nerelere varabileceğini şu satırlardan izleyelim:
"İhtiyatlı bir kabulle metrekaresi 50 liradan halkımızın arsa spekülatörlerine
ödeyeceği para 20 yılda 76 milyar lirayı bulur. Bu, bugünün
para değeri ile önümüze serilen rakamdır. çoğu zaman diğerlerinden
daha fazla artan arsa fiyatlarını düşününce, 20 yıl sonra şeleşmeye
açılan yeni arazilerdeki vurgunculuğu astronomik rakamlarla
ifade etmek zorunda kalacağız. Yukarıdaki rakamlarla halen şehir
içinde bulunan arazilerde hızlı şehirleşme ve kamu yatırımları aracılığı
ile çok büyük bir hızla artan yüz milyonlarca arsa spekülasyonunu,
üç tarafı deniz ile çevrili yurdumuzun sahil şeritlerinin turizm adına
yağmasını, kamu yatırımlarının yapıldığı kırsal alanlarda fiyatı
yükselen arazi değerlerini eklersek ne kadar vahim bir olayla karşılaştığımızı
anlarız." (3)
Batı ülkelerinde de şehirleşme ile arsa fiyatlarındaki artış at başı
gitmiştir. Aradaki fark, onların sanayileşmeyi gerçekleştirmelerine
karşın bizim bunu yapmaktaki başarısızlığımızdan doğuyor. Batı ülkelerinde,
Sanayi Devrimi adı verilen dönemde, köyden kente gelenler,
çalışma koşulları ağır da olsa, bir işe girebiliyorlardı. Sömürgeler ise,
ham madde kaynağı, sanayi ürünlerine pazar olmanın yanında, köyden
kopan gençlere çalışma, yeteneklerini gösterme, zengin olma bal3)
Sorunlarınıız, isteklerimiz, 1973,Adıgeçen Mimarlar Odası Yayını, B. 18.
KÖYDEN ŞEHRE GÖÇ VE ŞEHİRLEŞME 5
kımından, çoğu kez sınırsız denebilecek, olanaklarla dolu idi. 200 yıldanberi
sömürge olmayan Birleşik Amerika topraklarının bu alandaki
rolünü de unutmamak gerekir.
Emlak fiyatları açısından sanayileşme ve sömürgecilik şöyle değerlendirilebilir:
Batıda sanayiciler, herhangi bir yoldan para biriktiren
kişiler, durmadan gelişen, olanaklarla dolu olan iş hayatına, endüstri
alanına para yatırmağı genellikle çıkarlarına daha uygun buluyorlardı;
başka sözlerle, emlake para yatıarak servet yapmak, zengin
olmak, için seçenek listes~in başlarında değil, sonlarında yer alıyordu.
Ülkemizde ve öteki geri kalmış ülkelerde ise durum çok başkadır.
Ve emlak alış-verişine, servet yapmak bakımından üstün bir öncelik
tanınır. Örneğin büyüklü, küçüklü pek çok iş adamının ülkemizde,
emlake büyük. paralar yatırdığı, kıyı yağmasına katıldığı bilinen
bir gerçektir. Para biriktirenlerin, eline topluca para geçenlerin (ikramiye
alan emekliler gibi) de en kısa yoldan kat, daire, arsa ... almak
için çırpındıkları her zaman görülür. Hele bankalarda biriken paraların
satınalma gücünün, birkaç yıl içinde yarıya düşebileceği korkusu
çoğunluğu bu yola itmektedir. -
Enflasyon emlak fiyatlarını artıran çok önemli bir kamçıdır. Genel
durumu şöyle özetleyebiliriz: Emlak alış verişinin, servet yapmak,
para kazanmak isteyenler bakımından seçenek listesinin başlarında
yer alması, talebi artırmakta ve fiyatları durmadan yükseltmekte ;artan
fiyatlar bu alana yeni çekicilik eklernekte ve talebin katlanıp katmerlenmesi
sonucunu yaratmaktadır. Bu kısır döngü içinde bir yandan
planlı şehirciliğimiz bunalımlardan kurtulamıyor, dar boğazlardan
çıkamıyor, öte yandan sanayileşme gerçekleşmiyor. Konumuz açısından,
köyden gelenler şehirlerin sorunlarını ağırlaştırmanın yanında,
çoğunlukla umduklarını bulamıyorlar, kalkınmaya katkılı olamıyorlar.
Üretilemiyen bir tekel malı olması, toprak hakkında piyasa ekonomisinin
dışında ve değişik ilkelerin uygulanmasını gerektirir. Yalnız
taşınan malların piyasa değeri olduğu gerçeğini kabul etmek, başarı
ile uygulanacak bir arsa (emlak) politikasının ilk adımıdır. Bundan
sonraki adımları şöyle özetleyebiliriz: çoğu kez sahibinin hiçbir emeği
ürünü olmayan fiyat artışlarından toplumun büyük paylar alması
gerekir. Şehir toprakları ka~ulaştırılmalı ve toprak mülkiyeti ile, üzerindeki
yapınin mülkiyeti ayrı şeyler olarak kabul edilmelidir. Bugün
toprağa (emlake) akan paraların sanayileşmeye, ülkenin kalkınması
açısından gerekli olan alanlara kayması için her çareye başvurulmalı6
FEHMİ YAVUZ
dır. Böylece ~ehirleşmenin daha çok yozlaşması önlecek ve sanayileşrnek
için olumlu adımlar atılmış olacaktır. Şehirleşmemizin başlangıcında
bulunuyoruz. Bu konuda geç kalmış sayılmayız. Yitirilecek zaman
olmadığını bilmek, sorunların çözüm sınırını aşmasının, sosyoekonomik
açıdan, daha ileri giderek, politik açıdan yaratabileceği bunalınılan
da önceden görmek zorundayız.
KÖY VE KENT ARASINDA DENGE KURMA Çı\Bı\.Lı\RI :
Her ülkede sanayiinin venü!usun dengesiz dağılışından :sözedilir.
Yine her ülkede az gelişmiş, gelişmemiş, çok gelişmiş bölgeler vardır.
Bu alandaki sorunlara çözüm bulmak için Bölıe Planlaması yol ve
yöntemlerine başvurulduğunu da biliyoruz.
Ülkemizde geri kalmış bölge denince Doğu ve Güneydoğu akla gelir..
Bir genelleme yaprak kıyılardan içerilere, Batıdan doğuya, düzlüklerden
yükseklere gidildikçe geriliğin göze çarpacak ölçülere ulaştığım
söyleyebiliriz. Cumhuriyetle hirlikte başkentin Ankara'ya taşın-
~ası ile dengesizlik bir ölçüde önlenmiş sayılır. Öte yandan Bölge
Planlaması, büyük şehirlerimizin sorunlan ile ilgili çabalar, araştırma
düzeyinde kalmış ve uygulama olanağına kavuşmamıştır.
Cumhuriyetin ilanından 15 gün önce çıkanlan Mübadele, İmar ve
İskan Kanununun ı. maddesi ile, bu adı taşıyan bir Bakanlık kurulmuş
ve yeni Bakanlığa: "Lozan Mübadele Anlaşması gereğince göç
edecek olanların taşınması, barınması işleri" yamnda kapsamı çok
geniş olan şu görevler de verilmiştir :
- Tahrip edilmiş olan yerlerde konutlan yanmış, yıkılmış olanların
yerleştirilmesi ve refaha kavuşturulması,
- Göçebe aşiretlerin yerleştirilmesi,
- Memleketin harap olan mahallerinin iman.
Bu Bakanlık 14 ay kadar sonra kaldırılmıştır. 1958 yılında İmar
ve İskan Bakanlığı kuruluncaya kadar, İskan işlerinin (Toprak ve İskan
demek belki daha doğru 'olur) İçişleri, Sağlık ve Sosyal Yardım
Tarım Bakanlıkları, Başbakanlİk arasında el değiştirdiğini görüyoruz.
İmardan ise belediyesi bulunan yerlerde, bu örgütler sorumlu tutulmuştur.
Köy ve kentlerle ilgili konulardan, örgütlerden söz ederek fazla
dağılmak istemiyoruz. Köy Kanunumian başlayarak ,aşarın kaldırılma-
Bı,sıtma savaşında elde edilen başarı, toprak mahsulleri ofisinin kuKÖYDEN
ŞEHRE GÖç VE ŞEHİRLEŞME .7
rulması, Şeker Endüstrisinin geliştirilmesi, Zirai Donatım Kurumu,
Et ve Balık Kurumu, Köy Enstitülerİ. .. 1960'dan önceki dönemin başlıca
ürünleridir. 1960yılında girilen planlı kalkınma döneminde, özellikle
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı uygulamaları arasında, toplum
kalkınması köy kalkınmasına eşit tutulmuştur. Köyişleri Bakanlığı
da bu dönemde kurulmuştur.
Kentler için çıkarılan kanunların, kurulan örgütlerin sayısı oldukça
kabarıktır. 1924 yılında Köy Kanununun çıkarıldığı günlerde
Belediye Vergi ve Resimleri Kanunu, 1928 de Ankara'nın imarı için
özel Kanun, 1930'da Belediye Kanunu, 1933'de Belediye Yapı ve Yollar
Kanunu ile Belediyeler Bankası Kanunu çıkarılmıştır. Belediyeler
Bankası durmadan gelişerek, 1945 de İller Bankası adını aldıktan
sonra daha geniş görevler yüklenmiş ve özellikle belediyeler için bir
teknik ve mali yardım kurumu olmuştur. Eskiyen Belediye Vergi ve
Resimleri Kanununun yerini 1948'de Belediye Gelirleri Kanunu almış,
günümüze dek, gecekondularla ilgili yarım düzineden fazla kanun çıkarılmıştır.
Belediye ve köylerle ilgili bir düzineden fazla Kanun tasarısının,
Yıllardanberi kanunlaşması bekleniyor. Bu arada çıkarılan kimi kanunlarla
belediyelerin borçları bağışlanmak, ya da hazineye aktarılmak
suretiyle (terkin-tahkim) ferahlık yaratılırken kimi kanunlarla
da bunalımları artırılmıştır. Örneğin 1 Mart 1971 de yürürlüğe giren
Emlak Vergisi Kanunu, belediyelerin Temizlik ve Aydınlatma Resmi
kaynağını kurutmuştur. Yalnız İstanbul Belediyesinin bu yüzden iki
yılda 260 milyon TL. gelirden yoksun kaldığını öğreniyoruz." (4)
Köyler bakımından çarpıcı bir örnek salmanın tavanıdır. İkinci
Dünya Savaşından kısa bır süre önce, salmanın tavanı 20 TL. olarak
saptanmıştı. Para, enflasyon nedeniyle satınalma gücünü yitirmiş,
salma hem verim, hem de adalet açısından yetersiz ve değersiz bir duruma
gelmiştir.
Örgütlenme bakımından, son günlerde merkez köylerinden, köykentlerden,
İl Mahalli İdare Planlamasından (İLMİP) söz ediliyor.
Merkez köyanlayışı yerini köy-kentlere bırakabilir. Başta İl Özel İdareleri
olmak üzere, bir ilin sınırları içindeki belediyelerin kaynaklarını
birleştirerek planlı kalkınmaya katkılarını artırma amacına yönelen
(İLMİP) unutulmak üzeredir. Bunun nedeni gelir projeksiyonu
yapılamaması ve köylerin kapsam dışı bırakılmasıdrr.
(4) Beleq.iye . İstanbul, Aylık Dergi, Mart - Nisan ı974, s. ll.
8 FEHMİ YAVUZ
Andığımız, ya da anmadığımız, şehirleşme, köyden şehre akınla
ilgili çabaların, bütün içindeki yerlerinin belli ilkelere göre saptanması
gerekir. Yıllardanberi araştırma alanında saplanıp kalan bölge
planlaması çalışmalarını uygulamaya kavuşturmak, Birinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı döneminde başarı ile uygulanan toplum kalkınmasını
(köy kalkınmasını) yeniden canlandırmak yolları ~ranmalı .
ve tartışılmalıdır. .
TOPRAKLA İLGİLİ ÇABALAR:
Başta Anayasamız olmak üzere, günümüzedek çıkarılan bütün
kanunlar, tutarlı ve yeterli bir arsa (emlak) politikasının temellerini
atmaktan uzak kalmıştır. Bugüne dek hep arsa ve emlak fiyatlarındaki
artışa seyirci kalmak ve pahalı emlakten nasıl vergi alırız, şehircilikte,
konut politikası uygulamada, gecekonduculuğu önlemede, endüstrinin,
turizmin gereksindiği toprakları sağlamada nasıl yararlanırız
... gibi çok sakat bir yol izlenmiştir. Ayrıntılara girmeden, Kat
Mülkiyeti Kanununun, Emlak Vergisi Kanununun, Arsa Ofisi Kanununun
ve benzerlerinden hiçbirinin emlak fiyatlarını durdurmağa,
geriletmeğe yönelmediğini, fiyat artışına seyirci kaldığını söyleyebiliriz.
Bu ortam içinde emlak fiyatları hiçbir engele çarpmadan artıyor
ve şehirleşmemizin, köy-kent ilişkilerinin, sanayileşmenin, turizmin
geleceğini karartan boyutlara ulaşıyor.
Anayasanın özünde ve kimi maddelerinin sözünde toprakların
kamu yararına kullanılması, spekülasyonun önlenmesi konularında,
umut parıltıları tümden yok sayılmaz. Örneğin, Milli Birlik Komitesi
Anayasanın 36 ncı maddesine şöyle bir fıkranın eklenmesini önermişti:
"Devlet arsa mülkiyetinin toplum yararına aykırı olarak kullanılmasını
önleyici tedbirleri alır". Konu Anayasa Komisyonunda, Kurucu
Meclis Karma Komisyonunda ayrı ayrı tartışıldıktan sonra, böyle
bir fıkranın eklenmemesi sonucuna varılmıştır. Kurucu Meclis Karma
Komisyonunun gerekçesi şöyledir:
"Bilhassa büyük şehjrlerde toplum zararına olarak gelişen arsa
spekülasyonuna son verecek tedbirleri almanın devletin görevlerinden
olduğu hususunda görüş birliğine varılmıştır. Ancak bir taraftan Anayasadaki
mevcut hükümlerin bu hususta kafi olduğu, diğer yandan
da eklenecek böyle bir fıkranın diğer hükümlerin tefsiri bakımından
bazı mahzurlar yaratacağı gözönünde bulundurularak ihtilaflı fıkranın
tasarıda yer almamasının daha uygun düşeceği mütalaa edilmiştir.
Zira 36. maddenin son fıkrasında genelolarak mülkiyet hakkının
kullanılması toplum yararına aykın olamaz. hükmü mevcuttur. J
KÖYDEN ŞEHREGÖÇ VE ŞEHİRLEŞME 9
Arsalar hakkında ayrı bi~ hükmün Anayasda yer alması diğer
mülkiyet konuları bakımından Devletin aynı ödev ve yetkiye sahip
olmadığı zehabını da yaratabilir."
Bu satırlar arsa spekülasyonu ile savaşın Devletin-ödev ve yetkileri
arasında bulunduğunu açıkça gösteriyor. Öyleyse spekalasyon
kavramınl açıklığa kavuşturarak, bununla savaş ödevinin hangi yetkilerle
ve nasıl başıatılıp amaca ulaşılacağı hususu, günümüzedek savsak}
anmıştır demek abartma olmaz.
SONUÇ:
Ülke ölçüsünde dengeli bir yerleşme düzeni kurarak, insan gücünden,
teknolojiden, doğal kaynaklardan akıllıca yararlanmak, kalkınmanın
hızla 'gerçekleşmesi, toplumun yıkıcı bunalımlardan korunması
açısından çok önemlidir. Köylünün şehirlere doğru akın etmesi önlenemez
ve önlenmemelidir. Ancak bunun hızını ve yönünü ayarlamak
yolları tutulabilir. Tarım işçiliği çok ağırdır; endüstri ve servis sektörlerinden
çok daha az gelir sağlar. Öyle ise tarımsal alanlardaki yaşama
koşullarını çekilir duruma getirmek, kurulacak bir kentler hiyerarşisi
ile, insanların hergün artan gereksinmelerini kolayca karşılama
olanakları yaratmak gerekir. Anayasa ve ilgili kanunlar eşitlikten,
türlü özgürlüklerden söz edebilir. Gerçekten bir köylü ve şehirli
ayırımının sürüp gitmesi ve bunun statüko farkı olarak ortaya çıkması
ile özlenen dengeli yerleşme düzeni kurulamaz. Örneğin köyler, belediye
örgütüne kavuşmak için çırpınmaktadır. Bu amaca ulaşan köyler
salmadan ,imeceden kurtuluyor ve devletin yaptığı yardımlardan pay
alıyor. Komşu köy, ya da mahallelerle birleşme yolu ile, nüfusunu
2000'e yükseıterek statü değiştiren, küçük belediye olabilenler, yalnız
İller Bankası aracılığı ile, nüfusa göre dağıtılan paylardan 100.000TL.
alıyor. (2000X 50 = 100.000). Salmanın tavanı olan 20 TL.'yi, zengin
ve fakir tüm aileler için uygulayan 200 haneli bir kÖy idaresinin bu
kaynaktan elde edeceği gelir ise 4000 TL. dir. (20X 200 == 4.000) 1971
yılı köy bütçeleri ortalamasının 10.000TL.'nin üstüne bile_çıkamaması
(9200 TL.) bu acı gerçeği yansıtmağg yeter.
Toprak, emlak fiyatlarının artmasının yarattığı sosyo-ekonomik
sakıncalara değindik. Anyasa da hükümetlere mülkiyet hakkının toplum
zararına kullanılmasını önleme ödev ve yetkisini veriyor. Toprağın,
taşınmaz malın öteki mülkiyet alanlarından çok ayrı durumu ol.
duğu bilincine varmak zorunluğu ortadadır. Taşınmaz malların piyasası
yoktur, çünkü bunları, çok bulunan yerlerden az olan yerlere ta- • i
FEHM! YAVUZ
şıyarak, piyasalan etkileme olanağından yoksunuz. Hele taşınmaz mal
sahiplerine dokunulmazlık ölçülerine varan, sınırsız haklar tanımak,
kamu yararlanyla hiç bağdaşmaz.
Geri kalmış ülkelerin, başka ülkelerin kaynaklarını, hammaddelerini
pazarlannı sömürme olanağından yoksun bulunmaları, servetlerini
artırmak, kısa yoldan zengin olmak isteyenler için, emlak alışverişini
seçenek listelerinin üst basamağına çıkarmış bulunuyor. Bu
ülkelerde kamu yararının ciddi önlemlerle korunması daha çok ağırlık
kazanmaktadır. Yetkili ve sorumluların, politikacıların kamu yararını
özdenlikle koruma ile, emlak alış-verişinden çıkar sağlama yollanndan
birini, ya da ötekisini seçmeleri, çözüme ulaşmayı olumsuz, ya
da olumlu yönde büyük ölçüde etkilemektedir.
Konferansı, 10-15 Haziran 1974
Hacettepe Üniversitesi - ANKARA
KÖYDEN ŞEHRE GÖç VE ŞEHİRLEŞME
(ÇEVRE SORUNLARI, ÖZELLİKLE TOPRAK AÇıSıNDAN)
Prof. Fehmi YAVUZ
GİRİş:
Köy ve şehir ayırımı, ileri ülkelerde önemini ve ağırlığını yitirmektedir.
Dünya nüfusunu 2/3'nü barındıran geri kalmış ülkelerde ise bu
ayırım sürüp gidiyor; alınan önlemler, gösterilen planlı çabalar özlenen
ve beklenen sonucu vermiyor; köylük yerlerin çoraklaşmasından,
kentlerin de köyleşmesinden söz ediliyor. Bu olumsuz gelişme, şehirleşme
ile sanayileşmenin birlikte yürürnemesinin ürünüdür. Öte yandan
ileri ülkelerin üç-beş yüzyıl önce başlattıkları Rönesans, Reform,
Bilim ve Teknolojiyi geliştirme çabalarının sonucu olarak, sorun olmaktan
çıkardıkları, bunalım yaratan olayların tümü ile geri kalmış
ülkeler birden karşı karşıya bulunuyorlar. Örneğin bu ülkelerde sanayileşme
başta olmak üzere, eğitim, sağlık, beslenme, ulaştmna, haberleşme,
bayındırlık, konut gibi sosyo-ekonomik sorunlar her geçen gün
üst üste yığılmaktadır.
20 yıl ara ile patlak veren iki Cihan Savaşı, insanlar, toplumlar,
ülkeler arasındaki ilişkilerin, doğa - insan ilişkilerinin çok daha
başka yol ve yöntemlerle ele alınması, değerlendirilmesi gereğini
ortaya koydu. Başka sözlerle, insanın insanı, kimi ülkelerin dünya kaynaklarını
alabildiğine sömürmesine karşı' çıkanlar arttı. Bireysel Çlkarların
toplamının, toplumun çıkarlarına eşit olduğu ve herkes kendi
gelirini artırırsa, toplumun çıkarının da artacağı görüş ve felsefesi
çağdı~ı bir nitelik kazanmağa başladı. Hızlı nüfus artışının insanoğlunun
bu sonuca varmasında büyük etkisi oldu. İnsan hakları bildirileri
yayınlandı, Birleşmiş Milletler Örgütü kuruldu.
Hızlı nüfus artışı, ileri ve geri ülkelerin tüm sorunlarının başında
yer alıyor. Artış payının geri kalmış ülkelerde yüksek olması, sorunu
2 FEHMİ YAVUZ
daha da ağırlaştırıyor. Nüfus hemen her ülkede, daha çok köylerde artar.
Bir bakıma, artan nüfusun yer değiştirmesi anlamına gelen şehirleşme,
geri kalmış ülkelerde daha hızlı oluyor. Kısaca, köy itiyor,
şehir ise gelenlerin tümüne, insanca yaşama olanağı sağlama gücünden
yoksun bulunuyor. Anayasalarda yer alan, insanların çalışacağı
ve yaşayacağı yeri seçme özg!irlüğü, şehirleşmeyi polis tedbirleriyle
düzenlemek yolunu tıkamıştır. İnsanoğlu bu hakkına kavuşmak, feodal
toplum yapısını kırmak için kanlı savaşlar vermiştir. Öyle ise sosyo
-ekonomik önlemlerle, köy ve kent arasında denge kurmak, nerede
yaşarsa yaşasın, herkesin insan haklarından yararlanmasını sağlama
yollarını aramak zorunluğu ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Konferansta Türkiye'nin 1974-2024yıllarını kapsayan 50 yıl içindeki
gelişme eğilimlerinin tartışılması söz konusudur. Biz bu süreyi
çok buluyoruz. Oldukça oturmuş, durmuş bir sosyo-ekonomik ve de
politik yapıya kavuşmuş olan ileri ülkeler için bile bu süre çok uzundur.
Örneğin Batı ülkelerinde bilim ve teknolojiyi her 10 yılda bir değiştirmekten,
yenilemekten söz ediliyor. ~ugün bilinen faktörlerin çoğundan
fütüroloji bilginleri yararlanmak ta güçlük çekiyorlar. Yeniden
ortaya çıkabilecek nedenlerin ise bütün tahminleri alt-üst etmesi
her zaman beklenmelidir. Örneğin petrol sılahının kullanılmasıyla yaratılan
bunalım, başta Roma Kulübünün öncülüğü ile yapılanlar olmak
üzere, dünyanın geleceği hakkındaki tahminleri değersiz hale getirmiştir.
Sistemli spekülasyon anlamına gelen, fütürolojinin 50 yıl için
değil, 10-20yıl gibi kısa süreler için yapılması, gerçeklerden tüm uzaklaşmayı
bir ölçüde önler. Ankara'daki nüfus artışı çarpıcı bir örnektir.
1928 yılında Alman Şehircilik Uzmanı Jansen ile, yarışmaya giren iki
uzmana, başkent nüfusunun 50 yıl sonra 300 bin olacağını, zamanın
yöneticileri bildirmişti. 50 yılın dolmasına 4 yıl kala, Ankara'nın
nüfusu 1.5 milyona ulaşmıştır.
Biz köyden şehre göç ve şehirleşme konusunu daha çok toprak
açısından ele almak istiyoruz.
TOPRAtaN KÖY VE KENT AÇıSıNDAN TAŞIDIGI ÖNEM:
Toprak hemen herşeyi verir ve canlılar evreninin dünyamızdaki
.sınırlarını çizer. insanoğlunun ve bütün canlıların yaşamı Biosphare
denilen ve en derin denizlerin dibi ile, en yüksek dağların doruğu arasındadır.
Ve 20.000 metre derinliği geçmez. Madenler topraktan çıkarılır,
sular toprak üzerinde durur, ya da akar. Hayvanlar ve bitkiler,
hammaddeler onun üzuinde üretilir. Konumuz bakımından toprağın
KÖYDEN ŞEHRE GÖç VE ŞEHİRLEŞME :i
en önemli özelliği üretilmemesidir. Dünya üzerindeki topraklar sınırlıdır.
Ülkelerin topraklarını, başka ülkelere saldırarak çoğaltma olanağı
da kalmamış gibidir. Öyle ise insanlık açısından, dünya topraklarından,
ülkeler a,çısından da kendi sınırları içindeki topraklardan akıllıca
yarnrlanmak zorunluğu vardır. Bu zorunluk, hızlı artan nüfus
karşısında her geçen gün elle tutulur, gözle görülür bir biçimde ortaya
çıkıyor.
İnsanoğlu doğa'dan, topraklardan, 20. yüzyılın ortalarına kadar
akıllıca yararlanmak gereğini duymamıştır. Bu akılsızca yararlanmanın
adına şimdi yağma, talan ekonomisi, fırsatçılık diyoruz. Hele toprk
alış-verişinin mendil, saat, otomobiL.. gibi piyasa ekonomisi kurallarına
göre yapılması durumu daha da ağırlaştırılmış bulunuyor.
Ülkemizin toprakları da yağma ekonomisi ölçülerine göre işletilmiştir
ve işletilmektedir. Bunun başka adı: "Birşey vermeden çok şey
almak" tutkusudur. Ormanlar bu kurala göre işletilir. Toprağa verilmesi
gereken gübre tezek olarak yakılır, erozyonu önlemek için gereken
çaba gösterilemez, mer'alar aşırı derecede otlatma konusu olursa...
çevre kirlenecek, doğa-insan ilişkileri düzenini yitirecektir. Bunun
olumsuz sonucundan bütün canlılar payını alacaklar ve de almaktadır.
Toprakların yok edilmesinin, kısırlaştırılamasının başka bir alanı
da çoğunlukla kentlerdir. Konut, işyerleri, fabrikalar, geniş yollar,
ha va alanları ... için her yıl binlerce dönüm toprak tarımdan alınarak
kısırlaştırılıyor. Bir tarım uzmanı 13 yıl önce, bu nedenle her yıl yitirdığimiz
toprakların toplamını 250 bin dönüm olarak tahmin etmişti.
O) Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği, Mimarlar Odasının
bir yayınına göre: "önümüzdeki 20 yılda şehirlerde yerleşecek 32
milyon yeni insan, barınma, iş, ulaşım ve sosyal hizmet gibi şehirsel
aian olarak kişi başına 110 metrekare arazi ihtiyacı hesabıyla 3 milyar
520 milyon metrekare şehirsel alana yayılacaktır." (2) Bu rakama
köyler, şehirlerarası yollar, hava alanları, kıyılarımızda turizme ayrılan
topraklar ve benzerleri girmiyor.
Bu gidiş, beslenme alanının daralması yanında köyden şehre olan
akını hızlandırmaktadır. Toprakların giderek azalması, mer'aların
traktörlerle sürülüp ekime açılması, kalanlarının, besleme güçlerinin
(ıı Yusuf Saim Atasağun, Türk Ekonomisinde Zirai İstihsalin Onemi ve artınıması
Imkanlan, V. İskan ve eŞhircilik Haftası Konferansıarı, S.B.F. Yayını, Ankara,
1962, s. 182.
(2) Sorunlarımız. İsteklerimiz, 1973 S. 18.
4 FEHMİ YAVUZ
çok üstünde otlatmaya konu olması, erozyon nedeniyle, başta dağ ve
orman köylüleri olmak üzere tarımla ve hayvancılıkla uğraşanlar için
kentlere akın tek kurtuluş yolu olmaktadır.
TOPRAK FİYATLARI ARTIYOR:
Ülkemizde toprak fiyatları bugün hiçbir engele çarpmadan artıyor.
İkinci Dünya Savaşına kadar yalnız Ankara'da arsa, (taşınmaz
mal) fiyatlarında, spekülasyon ölçülerine varan bir artıştan söz ediliyordu.
Bunun nedeni Ankara dışındaki hiçbir kentte aşırı nüfus artışının
olmamasıdır. O dönemde İstanbul başta olmak üzere, hemen
bütün şehir ve kasabalarda bir durgunluk görülür, ülke ölçüsünde bir
şehirleşme yoktur. İkinci Dünya Savaşından sonra şehirleşmenin, arsa
ve emlak spekülasyonunun yaygınlaştığını görüyoruz. Son yıllarda
yurt dışında çalışan işçiler, biriktirdikleri paralarla tarla, bağ, bahçe,
dükkan, mağaza, ev satınalma yoluna gittiklerinden, fiyat artışları
hem hızlanmış, hem de şehir ve kasaba sınırlarını aşarak, köylük yerlere
de yayılmıştır. Bu gidişe "DUR" denmezse, emlak fiyatlarındaki
art~şın nerelere varabileceğini şu satırlardan izleyelim:
"İhtiyatlı bir kabulle metrekaresi 50 liradan halkımızın arsa spekülatörlerine
ödeyeceği para 20 yılda 76 milyar lirayı bulur. Bu, bugünün
para değeri ile önümüze serilen rakamdır. çoğu zaman diğerlerinden
daha fazla artan arsa fiyatlarını düşününce, 20 yıl sonra şeleşmeye
açılan yeni arazilerdeki vurgunculuğu astronomik rakamlarla
ifade etmek zorunda kalacağız. Yukarıdaki rakamlarla halen şehir
içinde bulunan arazilerde hızlı şehirleşme ve kamu yatırımları aracılığı
ile çok büyük bir hızla artan yüz milyonlarca arsa spekülasyonunu,
üç tarafı deniz ile çevrili yurdumuzun sahil şeritlerinin turizm adına
yağmasını, kamu yatırımlarının yapıldığı kırsal alanlarda fiyatı
yükselen arazi değerlerini eklersek ne kadar vahim bir olayla karşılaştığımızı
anlarız." (3)
Batı ülkelerinde de şehirleşme ile arsa fiyatlarındaki artış at başı
gitmiştir. Aradaki fark, onların sanayileşmeyi gerçekleştirmelerine
karşın bizim bunu yapmaktaki başarısızlığımızdan doğuyor. Batı ülkelerinde,
Sanayi Devrimi adı verilen dönemde, köyden kente gelenler,
çalışma koşulları ağır da olsa, bir işe girebiliyorlardı. Sömürgeler ise,
ham madde kaynağı, sanayi ürünlerine pazar olmanın yanında, köyden
kopan gençlere çalışma, yeteneklerini gösterme, zengin olma bal3)
Sorunlarınıız, isteklerimiz, 1973,Adıgeçen Mimarlar Odası Yayını, B. 18.
KÖYDEN ŞEHRE GÖÇ VE ŞEHİRLEŞME 5
kımından, çoğu kez sınırsız denebilecek, olanaklarla dolu idi. 200 yıldanberi
sömürge olmayan Birleşik Amerika topraklarının bu alandaki
rolünü de unutmamak gerekir.
Emlak fiyatları açısından sanayileşme ve sömürgecilik şöyle değerlendirilebilir:
Batıda sanayiciler, herhangi bir yoldan para biriktiren
kişiler, durmadan gelişen, olanaklarla dolu olan iş hayatına, endüstri
alanına para yatırmağı genellikle çıkarlarına daha uygun buluyorlardı;
başka sözlerle, emlake para yatıarak servet yapmak, zengin
olmak, için seçenek listes~in başlarında değil, sonlarında yer alıyordu.
Ülkemizde ve öteki geri kalmış ülkelerde ise durum çok başkadır.
Ve emlak alış-verişine, servet yapmak bakımından üstün bir öncelik
tanınır. Örneğin büyüklü, küçüklü pek çok iş adamının ülkemizde,
emlake büyük. paralar yatırdığı, kıyı yağmasına katıldığı bilinen
bir gerçektir. Para biriktirenlerin, eline topluca para geçenlerin (ikramiye
alan emekliler gibi) de en kısa yoldan kat, daire, arsa ... almak
için çırpındıkları her zaman görülür. Hele bankalarda biriken paraların
satınalma gücünün, birkaç yıl içinde yarıya düşebileceği korkusu
çoğunluğu bu yola itmektedir. -
Enflasyon emlak fiyatlarını artıran çok önemli bir kamçıdır. Genel
durumu şöyle özetleyebiliriz: Emlak alış verişinin, servet yapmak,
para kazanmak isteyenler bakımından seçenek listesinin başlarında
yer alması, talebi artırmakta ve fiyatları durmadan yükseltmekte ;artan
fiyatlar bu alana yeni çekicilik eklernekte ve talebin katlanıp katmerlenmesi
sonucunu yaratmaktadır. Bu kısır döngü içinde bir yandan
planlı şehirciliğimiz bunalımlardan kurtulamıyor, dar boğazlardan
çıkamıyor, öte yandan sanayileşme gerçekleşmiyor. Konumuz açısından,
köyden gelenler şehirlerin sorunlarını ağırlaştırmanın yanında,
çoğunlukla umduklarını bulamıyorlar, kalkınmaya katkılı olamıyorlar.
Üretilemiyen bir tekel malı olması, toprak hakkında piyasa ekonomisinin
dışında ve değişik ilkelerin uygulanmasını gerektirir. Yalnız
taşınan malların piyasa değeri olduğu gerçeğini kabul etmek, başarı
ile uygulanacak bir arsa (emlak) politikasının ilk adımıdır. Bundan
sonraki adımları şöyle özetleyebiliriz: çoğu kez sahibinin hiçbir emeği
ürünü olmayan fiyat artışlarından toplumun büyük paylar alması
gerekir. Şehir toprakları ka~ulaştırılmalı ve toprak mülkiyeti ile, üzerindeki
yapınin mülkiyeti ayrı şeyler olarak kabul edilmelidir. Bugün
toprağa (emlake) akan paraların sanayileşmeye, ülkenin kalkınması
açısından gerekli olan alanlara kayması için her çareye başvurulmalı6
FEHMİ YAVUZ
dır. Böylece ~ehirleşmenin daha çok yozlaşması önlecek ve sanayileşrnek
için olumlu adımlar atılmış olacaktır. Şehirleşmemizin başlangıcında
bulunuyoruz. Bu konuda geç kalmış sayılmayız. Yitirilecek zaman
olmadığını bilmek, sorunların çözüm sınırını aşmasının, sosyoekonomik
açıdan, daha ileri giderek, politik açıdan yaratabileceği bunalınılan
da önceden görmek zorundayız.
KÖY VE KENT ARASINDA DENGE KURMA Çı\Bı\.Lı\RI :
Her ülkede sanayiinin venü!usun dengesiz dağılışından :sözedilir.
Yine her ülkede az gelişmiş, gelişmemiş, çok gelişmiş bölgeler vardır.
Bu alandaki sorunlara çözüm bulmak için Bölıe Planlaması yol ve
yöntemlerine başvurulduğunu da biliyoruz.
Ülkemizde geri kalmış bölge denince Doğu ve Güneydoğu akla gelir..
Bir genelleme yaprak kıyılardan içerilere, Batıdan doğuya, düzlüklerden
yükseklere gidildikçe geriliğin göze çarpacak ölçülere ulaştığım
söyleyebiliriz. Cumhuriyetle hirlikte başkentin Ankara'ya taşın-
~ası ile dengesizlik bir ölçüde önlenmiş sayılır. Öte yandan Bölge
Planlaması, büyük şehirlerimizin sorunlan ile ilgili çabalar, araştırma
düzeyinde kalmış ve uygulama olanağına kavuşmamıştır.
Cumhuriyetin ilanından 15 gün önce çıkanlan Mübadele, İmar ve
İskan Kanununun ı. maddesi ile, bu adı taşıyan bir Bakanlık kurulmuş
ve yeni Bakanlığa: "Lozan Mübadele Anlaşması gereğince göç
edecek olanların taşınması, barınması işleri" yamnda kapsamı çok
geniş olan şu görevler de verilmiştir :
- Tahrip edilmiş olan yerlerde konutlan yanmış, yıkılmış olanların
yerleştirilmesi ve refaha kavuşturulması,
- Göçebe aşiretlerin yerleştirilmesi,
- Memleketin harap olan mahallerinin iman.
Bu Bakanlık 14 ay kadar sonra kaldırılmıştır. 1958 yılında İmar
ve İskan Bakanlığı kuruluncaya kadar, İskan işlerinin (Toprak ve İskan
demek belki daha doğru 'olur) İçişleri, Sağlık ve Sosyal Yardım
Tarım Bakanlıkları, Başbakanlİk arasında el değiştirdiğini görüyoruz.
İmardan ise belediyesi bulunan yerlerde, bu örgütler sorumlu tutulmuştur.
Köy ve kentlerle ilgili konulardan, örgütlerden söz ederek fazla
dağılmak istemiyoruz. Köy Kanunumian başlayarak ,aşarın kaldırılma-
Bı,sıtma savaşında elde edilen başarı, toprak mahsulleri ofisinin kuKÖYDEN
ŞEHRE GÖç VE ŞEHİRLEŞME .7
rulması, Şeker Endüstrisinin geliştirilmesi, Zirai Donatım Kurumu,
Et ve Balık Kurumu, Köy Enstitülerİ. .. 1960'dan önceki dönemin başlıca
ürünleridir. 1960yılında girilen planlı kalkınma döneminde, özellikle
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı uygulamaları arasında, toplum
kalkınması köy kalkınmasına eşit tutulmuştur. Köyişleri Bakanlığı
da bu dönemde kurulmuştur.
Kentler için çıkarılan kanunların, kurulan örgütlerin sayısı oldukça
kabarıktır. 1924 yılında Köy Kanununun çıkarıldığı günlerde
Belediye Vergi ve Resimleri Kanunu, 1928 de Ankara'nın imarı için
özel Kanun, 1930'da Belediye Kanunu, 1933'de Belediye Yapı ve Yollar
Kanunu ile Belediyeler Bankası Kanunu çıkarılmıştır. Belediyeler
Bankası durmadan gelişerek, 1945 de İller Bankası adını aldıktan
sonra daha geniş görevler yüklenmiş ve özellikle belediyeler için bir
teknik ve mali yardım kurumu olmuştur. Eskiyen Belediye Vergi ve
Resimleri Kanununun yerini 1948'de Belediye Gelirleri Kanunu almış,
günümüze dek, gecekondularla ilgili yarım düzineden fazla kanun çıkarılmıştır.
Belediye ve köylerle ilgili bir düzineden fazla Kanun tasarısının,
Yıllardanberi kanunlaşması bekleniyor. Bu arada çıkarılan kimi kanunlarla
belediyelerin borçları bağışlanmak, ya da hazineye aktarılmak
suretiyle (terkin-tahkim) ferahlık yaratılırken kimi kanunlarla
da bunalımları artırılmıştır. Örneğin 1 Mart 1971 de yürürlüğe giren
Emlak Vergisi Kanunu, belediyelerin Temizlik ve Aydınlatma Resmi
kaynağını kurutmuştur. Yalnız İstanbul Belediyesinin bu yüzden iki
yılda 260 milyon TL. gelirden yoksun kaldığını öğreniyoruz." (4)
Köyler bakımından çarpıcı bir örnek salmanın tavanıdır. İkinci
Dünya Savaşından kısa bır süre önce, salmanın tavanı 20 TL. olarak
saptanmıştı. Para, enflasyon nedeniyle satınalma gücünü yitirmiş,
salma hem verim, hem de adalet açısından yetersiz ve değersiz bir duruma
gelmiştir.
Örgütlenme bakımından, son günlerde merkez köylerinden, köykentlerden,
İl Mahalli İdare Planlamasından (İLMİP) söz ediliyor.
Merkez köyanlayışı yerini köy-kentlere bırakabilir. Başta İl Özel İdareleri
olmak üzere, bir ilin sınırları içindeki belediyelerin kaynaklarını
birleştirerek planlı kalkınmaya katkılarını artırma amacına yönelen
(İLMİP) unutulmak üzeredir. Bunun nedeni gelir projeksiyonu
yapılamaması ve köylerin kapsam dışı bırakılmasıdrr.
(4) Beleq.iye . İstanbul, Aylık Dergi, Mart - Nisan ı974, s. ll.
8 FEHMİ YAVUZ
Andığımız, ya da anmadığımız, şehirleşme, köyden şehre akınla
ilgili çabaların, bütün içindeki yerlerinin belli ilkelere göre saptanması
gerekir. Yıllardanberi araştırma alanında saplanıp kalan bölge
planlaması çalışmalarını uygulamaya kavuşturmak, Birinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı döneminde başarı ile uygulanan toplum kalkınmasını
(köy kalkınmasını) yeniden canlandırmak yolları ~ranmalı .
ve tartışılmalıdır. .
TOPRAKLA İLGİLİ ÇABALAR:
Başta Anayasamız olmak üzere, günümüzedek çıkarılan bütün
kanunlar, tutarlı ve yeterli bir arsa (emlak) politikasının temellerini
atmaktan uzak kalmıştır. Bugüne dek hep arsa ve emlak fiyatlarındaki
artışa seyirci kalmak ve pahalı emlakten nasıl vergi alırız, şehircilikte,
konut politikası uygulamada, gecekonduculuğu önlemede, endüstrinin,
turizmin gereksindiği toprakları sağlamada nasıl yararlanırız
... gibi çok sakat bir yol izlenmiştir. Ayrıntılara girmeden, Kat
Mülkiyeti Kanununun, Emlak Vergisi Kanununun, Arsa Ofisi Kanununun
ve benzerlerinden hiçbirinin emlak fiyatlarını durdurmağa,
geriletmeğe yönelmediğini, fiyat artışına seyirci kaldığını söyleyebiliriz.
Bu ortam içinde emlak fiyatları hiçbir engele çarpmadan artıyor
ve şehirleşmemizin, köy-kent ilişkilerinin, sanayileşmenin, turizmin
geleceğini karartan boyutlara ulaşıyor.
Anayasanın özünde ve kimi maddelerinin sözünde toprakların
kamu yararına kullanılması, spekülasyonun önlenmesi konularında,
umut parıltıları tümden yok sayılmaz. Örneğin, Milli Birlik Komitesi
Anayasanın 36 ncı maddesine şöyle bir fıkranın eklenmesini önermişti:
"Devlet arsa mülkiyetinin toplum yararına aykırı olarak kullanılmasını
önleyici tedbirleri alır". Konu Anayasa Komisyonunda, Kurucu
Meclis Karma Komisyonunda ayrı ayrı tartışıldıktan sonra, böyle
bir fıkranın eklenmemesi sonucuna varılmıştır. Kurucu Meclis Karma
Komisyonunun gerekçesi şöyledir:
"Bilhassa büyük şehjrlerde toplum zararına olarak gelişen arsa
spekülasyonuna son verecek tedbirleri almanın devletin görevlerinden
olduğu hususunda görüş birliğine varılmıştır. Ancak bir taraftan Anayasadaki
mevcut hükümlerin bu hususta kafi olduğu, diğer yandan
da eklenecek böyle bir fıkranın diğer hükümlerin tefsiri bakımından
bazı mahzurlar yaratacağı gözönünde bulundurularak ihtilaflı fıkranın
tasarıda yer almamasının daha uygun düşeceği mütalaa edilmiştir.
Zira 36. maddenin son fıkrasında genelolarak mülkiyet hakkının
kullanılması toplum yararına aykın olamaz. hükmü mevcuttur. J
KÖYDEN ŞEHREGÖÇ VE ŞEHİRLEŞME 9
Arsalar hakkında ayrı bi~ hükmün Anayasda yer alması diğer
mülkiyet konuları bakımından Devletin aynı ödev ve yetkiye sahip
olmadığı zehabını da yaratabilir."
Bu satırlar arsa spekülasyonu ile savaşın Devletin-ödev ve yetkileri
arasında bulunduğunu açıkça gösteriyor. Öyleyse spekalasyon
kavramınl açıklığa kavuşturarak, bununla savaş ödevinin hangi yetkilerle
ve nasıl başıatılıp amaca ulaşılacağı hususu, günümüzedek savsak}
anmıştır demek abartma olmaz.
SONUÇ:
Ülke ölçüsünde dengeli bir yerleşme düzeni kurarak, insan gücünden,
teknolojiden, doğal kaynaklardan akıllıca yararlanmak, kalkınmanın
hızla 'gerçekleşmesi, toplumun yıkıcı bunalımlardan korunması
açısından çok önemlidir. Köylünün şehirlere doğru akın etmesi önlenemez
ve önlenmemelidir. Ancak bunun hızını ve yönünü ayarlamak
yolları tutulabilir. Tarım işçiliği çok ağırdır; endüstri ve servis sektörlerinden
çok daha az gelir sağlar. Öyle ise tarımsal alanlardaki yaşama
koşullarını çekilir duruma getirmek, kurulacak bir kentler hiyerarşisi
ile, insanların hergün artan gereksinmelerini kolayca karşılama
olanakları yaratmak gerekir. Anayasa ve ilgili kanunlar eşitlikten,
türlü özgürlüklerden söz edebilir. Gerçekten bir köylü ve şehirli
ayırımının sürüp gitmesi ve bunun statüko farkı olarak ortaya çıkması
ile özlenen dengeli yerleşme düzeni kurulamaz. Örneğin köyler, belediye
örgütüne kavuşmak için çırpınmaktadır. Bu amaca ulaşan köyler
salmadan ,imeceden kurtuluyor ve devletin yaptığı yardımlardan pay
alıyor. Komşu köy, ya da mahallelerle birleşme yolu ile, nüfusunu
2000'e yükseıterek statü değiştiren, küçük belediye olabilenler, yalnız
İller Bankası aracılığı ile, nüfusa göre dağıtılan paylardan 100.000TL.
alıyor. (2000X 50 = 100.000). Salmanın tavanı olan 20 TL.'yi, zengin
ve fakir tüm aileler için uygulayan 200 haneli bir kÖy idaresinin bu
kaynaktan elde edeceği gelir ise 4000 TL. dir. (20X 200 == 4.000) 1971
yılı köy bütçeleri ortalamasının 10.000TL.'nin üstüne bile_çıkamaması
(9200 TL.) bu acı gerçeği yansıtmağg yeter.
Toprak, emlak fiyatlarının artmasının yarattığı sosyo-ekonomik
sakıncalara değindik. Anyasa da hükümetlere mülkiyet hakkının toplum
zararına kullanılmasını önleme ödev ve yetkisini veriyor. Toprağın,
taşınmaz malın öteki mülkiyet alanlarından çok ayrı durumu ol.
duğu bilincine varmak zorunluğu ortadadır. Taşınmaz malların piyasası
yoktur, çünkü bunları, çok bulunan yerlerden az olan yerlere ta- • i
FEHM! YAVUZ
şıyarak, piyasalan etkileme olanağından yoksunuz. Hele taşınmaz mal
sahiplerine dokunulmazlık ölçülerine varan, sınırsız haklar tanımak,
kamu yararlanyla hiç bağdaşmaz.
Geri kalmış ülkelerin, başka ülkelerin kaynaklarını, hammaddelerini
pazarlannı sömürme olanağından yoksun bulunmaları, servetlerini
artırmak, kısa yoldan zengin olmak isteyenler için, emlak alışverişini
seçenek listelerinin üst basamağına çıkarmış bulunuyor. Bu
ülkelerde kamu yararının ciddi önlemlerle korunması daha çok ağırlık
kazanmaktadır. Yetkili ve sorumluların, politikacıların kamu yararını
özdenlikle koruma ile, emlak alış-verişinden çıkar sağlama yollanndan
birini, ya da ötekisini seçmeleri, çözüme ulaşmayı olumsuz, ya
da olumlu yönde büyük ölçüde etkilemektedir.
İnşaatta asıl hareket seçim sonrası
İnşaatta asıl hareket seçim sonrası
RAHİME BAŞ UÇAR
İç piyasanın ateşi, inşaat sektörü dizginlenerek söndürülmeye çalışılıyor. Ancak sadece inşaatçılar değil, çimentodan boyaya, hazır betondan armatüre birçok alt sektör de seçim sonrası için hızlı büyüme planları yapıyor...
MERKEZ Bankası, bu yılın ocak ve mart aylarında bankaların
munzam karşılıklarını artırarak, iç piyasada özellikle konut ve otomotiv
satışlarının ateşini düşürme istediğini ortaya koydu. BDDK
(Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu) da konut kredisi
tutarlarını evin bedelinin yüzde 75'iyle sınırlayarak, tüketicinin elini
taşın altına daha çok koymasını sağlamaya çalıştı.
Bu iki uygulamanın konut talebini yavaşlatması bekleniyor. Henüz
konut kredilerinde ciddi bir yavaşlama yok. Ancak bankacılık
ve inşaat sektörü ile tüketici mesajı almış durumda: "Frene bas, hızını
azalt!" Bu mesaj alındı ama gerçekten işler böyle mi yürüyor?
İnşaat sektörünü sürükleyen müteahhitlerle konuşulduğunda
olumsuz bir beklenti yok. Bilakis hem yeni projelere başlıyorlar
hem de gelecekten umutlular.
Oysa gerek altyapı gerekse üst yapı projeleriyle inşaat, ekonominin
lokomotif sektörlerinden biri. Boyadan çimentoya, hazır betondan
vitrifiyeye onlarca sektörü sürüklüyor.
RAHİME BAŞ UÇAR
İç piyasanın ateşi, inşaat sektörü dizginlenerek söndürülmeye çalışılıyor. Ancak sadece inşaatçılar değil, çimentodan boyaya, hazır betondan armatüre birçok alt sektör de seçim sonrası için hızlı büyüme planları yapıyor...
MERKEZ Bankası, bu yılın ocak ve mart aylarında bankaların
munzam karşılıklarını artırarak, iç piyasada özellikle konut ve otomotiv
satışlarının ateşini düşürme istediğini ortaya koydu. BDDK
(Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu) da konut kredisi
tutarlarını evin bedelinin yüzde 75'iyle sınırlayarak, tüketicinin elini
taşın altına daha çok koymasını sağlamaya çalıştı.
Bu iki uygulamanın konut talebini yavaşlatması bekleniyor. Henüz
konut kredilerinde ciddi bir yavaşlama yok. Ancak bankacılık
ve inşaat sektörü ile tüketici mesajı almış durumda: "Frene bas, hızını
azalt!" Bu mesaj alındı ama gerçekten işler böyle mi yürüyor?
İnşaat sektörünü sürükleyen müteahhitlerle konuşulduğunda
olumsuz bir beklenti yok. Bilakis hem yeni projelere başlıyorlar
hem de gelecekten umutlular.
Oysa gerek altyapı gerekse üst yapı projeleriyle inşaat, ekonominin
lokomotif sektörlerinden biri. Boyadan çimentoya, hazır betondan
vitrifiyeye onlarca sektörü sürüklüyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
T.C. ÇEVRE VE ORMAN BAKANLIĞI ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ VE PLANLAMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ÇED VE PLAN İZLEME KONTROL DAİRESİ BAŞKANLIĞI 8/8/2...
-
Emlakçılık güven isleyen bir meslek olduğu herkes tarafından kabul gören bir gerçek. Yeni emlakçılık hayatına merhaba diyecek olan emlakçı...