7 Eylül 2016 Çarşamba

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi

Bombaların, şehitlerimizin ve kaybettiğimiz vatandaşlarımızın sayısının arttığı bu karanlık günlerde, her kötü şeyin bir sonu olacağına ve her karanlık yolun sonunun aydınlığa varacağına inanarak, her şeye rağmen, herkese iyi haftalar dilemek istiyorum.
Barışa giden yolda, umut ve cesaret hep bizimle olsun. Olsun ki dayanma gücünü kendimizde bulabilelim.
Aslında bu yazımızın konusunu oluşturan sözleşmeyi ben bir hukukçu olarak böyle adlandırmıyorum. Ancak okuyucular tarafından yazı konusunun ne olduğu daha rahat anlaşılabilsin diye başlığı böyle kullandım.
Yazı konusu sözleşmenin tarafları arsa sahibi, yani malik ve yüklenici yani müteahhittir. Malik arsa payının bir kısmını ya da tamamını, sözleşmede belirlenen zamanlarda yükleniciye devreder, yüklenici de devraldığı bu arsa payına karşılık olarak sözleşmede belirlenen sürede inşa edeceği bina, yapı ya da sitedeki bir kısım bağımsız bölümleri arsa sahibine verir. Ben bu nedenlerle, kendi hazırladığım sözleşmelerde “Taşınmaz Satış Vaadi ve İnşaat Sözleşmesi” başlığını kullanmayı tercih ediyorum. Ancak uygulamada bu sözleşmenin, devir şartlarına göre, pek çok değişik isimle anıldığı görülmektedir. Tabi sözleşmenin başlığından evvel konusu ve içeriği daha önemlidir.
Bu sözleşme hem arsa sahipleri hem de yükleniciler için çok önemlidir. Çünkü her şeyin başında taraflar arasında doğan bütün ilişkinin temelini sadece bu sözleşme ve onun maddeleri ve ekleri düzenlemektedir. Arsa sahibi için, devredeceği arsasının yanlış ellere düşmeden, en doğru şekilde korunabilmesi, karşılıklı ilişkinin başında bu sözleşmenin güzel bir şekilde hazırlanması ile olacaktır. Yüklenici de bu sözleşmeye güvenerek, bir yabancının arsası üzerine bir bina inşa edecek ve yüklü miktarda masraf yapacaktır. Hem bu yapacağı masrafların karşılığını almak, hem de kar etmek isteyecektir. O da hem harcamalarını hem de karını, kısacası parasını korumak için bu sözleşmenin doğru hazırlanmasına ihtiyaç duymaktadır.
Sözleşmenin Konusu ve Özellikleri Nelerdir?
Öncelikle bu sözleşmenin en büyük özelliği sinallagmatik ve karma yapılı olmasıdır. Yani sözleşmenin iki tarafını da borç altına sokmaktadır. Arsa sahibinin borcu arsasının bir kısmını yükleniciye devretmek, yüklenicinin borcu ise, devraldığı bu arsa payının karşılığı olarak arsa üzerinde inşa edeceği, bina, site ya da yapının bir kısım bağımsız bölümlerini arsa sahibine vermek olacaktır. Yani düzgün olarak uygulandığı taktirde iki tarafı da mutlu edecek, günümüz tabiriyle bir “win-win” sözleşmesidir.
Sözleşmenin Unsurları Nelerdir?
- Taraflar arasında bir sözleşmenin yapılmış olması ve şekil şartı:
Öncelikle bu sözleşmenin bir diğer özelliği iki bölümlü, karma bir sözleşme olmasıdır. Sözleşmenin ilk bölümü arsa payının devri işlemini gerektirmektedir. Tabi inşaat bitmeden ve daireler hazır olmadan arsa sahibi de arsa payını devretmeyeceğine göre bunu devredeceğine ilişkin bir taşınmaz satış vaadi verecektir. Kanunlarımıza göre satış vaadi sözleşmesinin düzenleme şeklinde yapılma zorunluluğu vardır.
İnşaat işini yapmak ile ilgili kısım ise hukukumuzda eser sözleşmesi olarak anılmakta olup, herhangi bir geçerlilik şartı mevcut değildir. Ancak bu iki sözleşme bir arada hazırlanıp, karma bir sözleşme olarak imzalanacağı için, noterde imzalanması sözleşmenin bütünü için geçerlilik şartı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaşanacak olan hukuki ihtilaflarda da mahkemeler bu geçerlilik şartına uyulup uyulmadığına mutlaka bakacaklardır.
-Arsa sahibi arsa payını devretmeyi vaat etmeli ve yüklenici de bu arsa üzerine tamamlanmış ve oturulabilir bir yapı inşa etmeyi üstlenmelidir. Yani binayı ve bütün diğer bölümlerini kusursuz ve eksiksiz olarak tamamlamalı ve ortaya çıkabilecek ayıpları gidermeyi de bu sözleşme ile garanti etmelidir.
-Arsa sahibi, “ücret” olarak arsa payını devretmeli veya devretmeyi taahhüt etmelidir. Bu taahhüdün uygulamada çeşitli modelleri olduğu görülmektedir. En yaygın olanı satış vaadidir. Arsa sahibi, arsa paylarını yada arsanın tamamını sözleşmenin başlangıcında yükleniciye devredebileceği gibi, inşaatın tamamlandığı aşamalara göre de devredeceğini taahhüt edebilir. Ben kendi yaptığım sözleşmelerde, arsa sahipleri açısından daha güvenli olduğunu düşündüğüm için, bu aşamalara göre olan sistemi kullanmaktayım.
-Bir de sözleşmenin süresi kanımca çok önem taşımakta. Günümüzde inşaat ruhsatının ne kadar zor alındığı herkesin malumu. O nedenle bu sözleşmeyi hazırlarken ya da sözleşme ile ilgili pazarlıkları sürdürürken, eğer yüklenici tarafındaysam izinler alındıktan sonra süreyi başlatmaya, arsa sahibi tarafındaysam izinlerin alınmasını da sürenin içine dahil etmeye çalışıyorum. Bu da aslında küçük görünen ancak çok mühim bir önlem. Çünkü bazen bu izinlerin, ruhsatların alınması yıllar sürebiliyor ve inşaatın başlaması çok gecikiyor. Bu taktirde iki taraf da zarar görüyor, aralar geriliyor.
Ayrıca kötü niyetli bazı şahısların, kendilerini müteahhit gibi göstererek, arsa sahipleri ile bu sözleşmeleri izinlerin alınmasından sonra süreyi başlatarak imzaladıklarını, aradan uzun zaman geçmesine rağmen bu izinleri almayıp, sanki arsanın sahibi olmuşçasına gerçek müteahhitlere bu sözleşmedeki haklarını satarak gelir elde etmeye çalıştıklarını gördüm. Gerçek ve güvenilir bir yüklenici, bu izinleri alır, inşaatı da vaat ettiği sürede bitirir. Zaten bitiremeyecekse bu işin altına hiç girmez.
-Yüklenicinin Borçları Nelerdir?
a) Sözleşmeye ve teknik şartnameye uygun olarak inşaatı kusursuz olarak, kararlaştırılan tarihte tamamlayacaktır;
b) Açık ya da gizli ayıplara karşı güvence verecektir;
c) İnşaat ruhsatını ve oturma izinlerini alacaktır, hem inşaatın kabasını, hem içini, hem ortak kullanım alanlarını resmi olarak, kanunlara uygun bir şekilde ruhsatını alarak inşaatı tamamlayacak hem de yine resmi ve kanunlara uygun şekilde oturma izinlerini alacaktır. Kat irtifakını sağlayacak ve kat mülkiyetini kuracaktır, kısacası inşaatın başlangıcından bitimine kadar bütün izinleri alacak, masraflarını da karşılayacaktır;
d) İnşaatla ilgili bütün Vergileri ödeyecektir;
e) Sözleşmede yer alan başka yükümlülükleri varsa onları da eksiksiz olarak yerine getirecektir.
f) Ayrıca ülkemizde sözleşme serbestisi olduğu için arsa sahibinin sözleşmeye ekleteceği kanuna uygun bütün maddeleri de yerine getirmek zorundadır. Mesela inşaat devam ettiği müddetçe arsa sahibinin kirasını ödemek ya da inşaat süresinin uzaması nedeniyle doğacak zararları karşılamak hatta bunları yerine getirmezse mal sahibine cezai şart ödemek gibi.
-Arsa Sahibinin Borçları Nelerdir?
Arsa sahibinin yükleniciye kıyasla sözleşmeden kaynaklanan daha az borcu bulunmaktadır.
a)Arsayı yükleniciye inşaata hazır bir şekilde boş ve temiz olarak teslim edecektir;
b)Sözleşmede belirlenen arsa paylarını, sözleşme şartlarına göre belirlenen sürelerde arsa sahibine devir edecektir.
-Yüklenici inşaattaki ayıplardan ne oranda sorumludur?
Yukarıda izahatı yapıldığı üzere yüklenici, yapımını üstlendiği binayı tam ve eksiksiz olarak ve sözleşmede kararlaştırılan süreye riayet ederek, oturuma uygun şekilde teslim etmek zorundadır. Aksi bütün hallerde bina ayıplı olacaktır. Değişik şekillerde ortaya çıkabilecek olan bütün ayıplardan da yüklenici sorumludur.
-Yüklenicinin inşaatı ayıplı olarak tamamlaması ya da hiç tamamlamaması halinde arsa sahibinin, ayıba karşı seçimlik hakları neler olacaktır?
Öncelikle yürürlükteki Borçlar Kanunu uyarınca, arsa sahibi teslimden sonra binayı gözden geçirmek ve tespit ettiği ayıpları yükleniciye bildirmek zorundadır. Bu bildirimin noter aracılığıyla ve yazılı olarak yapılması uygun olacaktır.
Bu bildirimde yükleniciye makul bir süre tanınmalıdır. Bu süre içerisinde ayıpları gidermeyen yükleniciye karşı arsa sahibinin Borçlar Kanunu 475. Maddesi uyarınca seçimlik hakları doğacaktır. Madde eser sözleşmesini düzenlediği için, lafzında geçen iş sahibi aslında konumuzdaki arsa sahibidir;
"Eserdeki ayıp sebebiyle yüklenicinin sorumlu olduğu hâllerde işsahibi, aşağıdaki seçimlik haklardan birini kullanabilir:
1. Eser iş sahibinin kullanamayacağı veya hakkaniyet gereği kabule zorlanamayacağı ölçüde ayıplı ya da sözleşme hükümlerine aynı ölçüde aykırı olursa sözleşmeden dönme.
2. Eseri alıkoyup ayıp oranında bedelden indirim isteme.
3. Aşırı bir masrafı gerektirmediği takdirde, bütün masrafları yükleniciye ait olmak üzere, eserin ücretsiz onarılmasını isteme.
İş sahibinin genel hükümlere göre tazminat isteme hakkı saklıdır.
Eser, iş sahibinin taşınmazı üzerinde yapılmış olup, sökülüp kaldırılması aşırı zarar doğuracaksa iş sahibi, sözleşmeden dönme hakkını kullanamaz."
Maddenin içeriği bu şekilde olup çok açıktır. Arsa sahibi bu haklardan dilediğine başvurabilir. Ancak bu konuya ilişkin olarak Yargıtay’ın önemli kararları mevcut olup, bu teknik konulara yazımda değinmeyeceğim.
-Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi nasıl  sona erer?
Tabi ki, istenilen tarafların yükümlülüklerini eksiksiz olarak yerine getirmesi sonucu kendiliğinden sona ermesidir. Bu şekilde iki taraf da amacına ulaşmış olacaktır. ancak her zaman böyle “mutlu bir son” yaşanmadığı çoğu defa tarafımdan gözlemlenmiştir.
Yüklenici tarafın iflası ile son erdiği taktirde, sözleşmede herhangi bir düzenleyici madde yoksa, icra iflas kanunu hükümlerine göre işlem yapmak gerekecektir.
Taraflardan birinin vefatıyla sona erdiğinde ise, yine sözleşmede düzenleyici madde bulunmuyorsa, bu sefer de miras hukukuna göre çözüm aranacaktır.
Yüklenicinin inşaatı tamamlayamaması ya da tamamlamadan kaba halde bırakıp ortadan kaybolması da bu sözleşmenin hayata geçirilmesi esnasında yaşanan en büyük sıkıntılardandır. Bu konu ile ilgili olarak yine Yargıtay’ın önemli kararları bulunmaktadır. Yargıtay yüklenicinin kusuru ile zarara uğrayan arsa sahibinin maddi haklarını ve sözleşmeden cayma hakkını düzenlerken, inşaatı bir aşamaya getirmiş ve masraf yapmış olan yüklenicinin maddi zararlarını da gözetmiştir.
Yine pek çok sözleşmeden, kanundan ya da hayatın olağan akışından kaynaklanan nedenlerle sonlanması mümkün olabilecektir. O kadar teknik ve o kadar geniş bir konudur ki bu, ancak yaşanan soruna göre yapılabilecek bir araştırma sonucu çözülebileceğinden burada bahsetmekte fayda görmüyorum.
- Sonuç Olarak:
Öncelikle bu özel, önemli ve büyük ölçüde maddiyatla ilgili sözleşme hem çok teknik hem de çok hassastır. Bir maddede yapılacak bir yanlış müteahhiti iflasa, arsa sahibini de yıllarca beklemeye, dolandırılmaya, arsanın geleceğinin sürüncemede kalmasına neden olacaktır. Adeta dantel gibi, her bir maddesinin büyük titizlikle, defalarca okunarak, özenle hazırlanması gerekmektedir.
Her arsanın, her binanın kendine has özel durumları olacağından, sözleşme de bu her özel duruma göre farklılıklar göstermek ve yeni baştan hazırlanmak zorundadır. Bu nedenle internet aracılığıyla bulacağınız örnek sözleşmelerin bu farklılıkları taşımayacağını söylemeden geçemeyeceğim.
Hakkında sayısız Yargıtay kararı, cilt cilt araştırma olan ve doktrinde pek çok tartışmaya konu olmuş bu önemli sözleşmeyi genel hatlarıyla anlatmaya çalıştım. Konu geniş ve çok teknik olduğundan detaylara fazla girmeden sizlerle paylaştım. Merak ettiğiniz konuları yorumlar kısmından yanıtlayacağım.

Kamulaştırmasız El Atma Davaları ve Mevzuattaki Yeni Değişiklikler

Takip etmekte olduğunuz Yapı.com.tr’nin geçen haftaki bültenini incelerken, bir haber dikkatimi çekti.
Haberin başlığı 30 yıllık arsa sorununu AİHM çözdü şeklinde olup, içeriği ise 30 yıldır çeşitli nedenlerle, bir şahsa ait arsanın belediye tarafından fiilen bu şahsa kullandırılmaması nedeniyle, arsa sahibinin başlattığı hukuki mücadelenin AİHM’de sonuçlanması ile ilgiliydi.
Peki bu mücadele neden ve nasıl başlayıp, nasıl devam etmişti? Süreç boyunca mevzuatımızda ne gibi değişiklikler olmuş ve malik idarenin ve mahkemelerin hangi yanlış uygulamalarına maruz kalmıştı?
Geçen yazı konumuz kamulaştırmaydı. Bu yazının içeriğinde “kamulaştırmasız el atma davaları” na da kısaca değinmiştik. Ancak konunun uzun ve hassas olduğunu, bu nedenle bir yazı konusu olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylemiştik. Bültende çıkan bu haberi okuyunca, güncel hale gelmiş bu konuyu yazma ihtiyacı hissettim. Haber içeriğinde de bahsedildiği gibi, ülkemizde, bu malik durumunda olan, hukuki olarak kendisine ait olan arsayı idarenin bazı işlemleri nedeniyle fiili olarak kullanamayan pek çok şahıs ve şirket mevcut. Çıkarılan kanunlarla ve Yargıtay tarafından verilen kararlarla bu kimselerin hak arama mücadelesi hızlanmakta ya da yavaşlamakta. Şimdi duruma hukuksal olarak bir göz atalım.
Nedir bu kamulaştırmasız el atma?
Kamulaştırmasız el atma, kamulaştırma işlemi yapılmaksızın , el koyma suretiyle, malikin hukuken kendisine ait olan gayrimenkul üzerindeki fiili kullanım hakkının idare tarafından engellenmesi olarak tanımlanabilir.  Aynı zamanda mülkiyet gibi en kutsal insan haklarından birinin de idare tarafından engellenmesidir. İdarenin yasal bir dayanak olmadan, taşınmaz üzerinde fiili tasarrufta bulunması ya da malikin tasarrufta bulunmasını hukuksal olarak engellemesi de bir başka tanımıdır. Yani el atma hem fiilen hem de hukuken gerçekleşebilir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 15.12.2010 tarihli kararında hukuki el atmanın da fiili el atma gibi değerlendirilmesi gerektiği hakkında karar vermiş ve bu ayrımı ortadan kaldırmıştır.
Yani bu karardan sonra, bir gayrimenkule idare tarafından el atılıp, malik tarafından kullanılmasının engellenmesi ile hukuksal olarak malikin gayrimenkulünü kullanmasına engel sınırlandırmalar getirmesi arasında bir fark bulunmadığı Yüksek Mahkeme kararı ile kabul edilmiştir. İkisi de sonuç itibariyle kişinin mülkiyet hakkını kullanmasının engellenmesidir. Yani bu karara göre gayrimenkulünüz imar planında okul yeri olarak ayrılmış ancak idare uzun süre hareketsiz kalmış, uygulamada 5 yıl olarak belirlenmiş, arsayı size kullandırmadığı gibi kamulaştırma prosedürünü de tamamlamamışsa bu bir el atma sayılacaktır.
Bu karardan sonra uygulamada oturan Yargıtay’ın bu görüşü idarenin yüksek tazminatlar ödemesine neden olmuş ve genel olarak idare tarafından çatlak sesler yükselmeye başlamıştır. Bu nedenle, kanun koyucu, idare tarafında kamulaştırma konusuna muhatap olan birimlerden alınan görüşleri dayanak yaparak, hukuki el atmalar ile ilgili olarak 2013 yılında 6487 sayılı Torba Yasanın 21 ve 22. maddeleri ile çok tartışmalı yeni düzenlemeler getirmiştir. Ayrıca bu maddelerin derdest davalara da uygulanması gerektiğine ilişkin Kamulaştırma Kanunu’na eklenen geçici madde ise gerçekten trajikomiktir. Ne evrensel hukuk normlarıyla ne de süregelen uygulamayla kesinlikle örtüşmeyen bu düzenleme herkesi şaşırtmıştır.
Kamulaştırmasız El Atma Davalarında Görevli Mahkeme:
Daha önce bu davaların idari yargıda mı adli yargıda mı görüleceği konusunda pek çok hukuki tartışma yaşanmıştır. Asliye Hukuk Mahkemelerinin ve idare mahkemelerinin görevli olduğuna dair adli, idari mahkeme, Yargıtay kararı ve uyuşmazlık mahkemesi kararı mevcuttur.
2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun, 6487 sayılı yasanın 21. maddesi ile değişik, Geçici 6. maddesinin 10. Fıkrasıyla bu uygulama çarpıklığına bir son getirilmiştir. Madde içeriğine göre ;
“Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 3/5/1985 tarihli ve 3194 Sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir. Bu madde hükümleri karara bağlanmamış̧ veya kararı kesinleşmemiş̧ tüm davalara uygulanır, denmiştir. Yani yeni düzenlemeye göre hukuki el atmaya ilişkin davalarda idari yargı yetkilidir.
Fiili el atmalara ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri görevli olup gayrimenkulün bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesi ise yetkili olacaktır.
Uzlaşma Şartı:
Kamulaştırma Kanununun Geçici 6. Maddesinde yer alan  ‘’Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.’’  düzenlenmesi ile ‘’uzlaşma’’ dava şartı olarak kabul edilmiştir. Diğer bir ifade ile dava açmadan önce uzlaşma usulünün uygulanması zorunludur.
Yani imar planına dayalı kamulaştırmasız hukuki el atma davalarında, öncelikle idari başvuru yoluna gidilmesi; idari başvurudan bir sonuç alınamaması durumunda idari yargıda dava açılabilmesi kabul edilmiştir.
Ancak Anayasa Mahkemesi’nin bu kanun maddelerinin tartışıldığı kararına göre 04.11.1983 tarihinden sonra kamulaştırmasız olarak el atılan taşınmazlar da bu kanun hükümlerine tabi olsa da, uzlaşma prosedürünün tamamlanmış olması şartı aranmayacaktır.
İlgili maddeye ve uygulamaya göre taşınmaz maliki noter aracılığı ile fiilen el konulan taşınmaz için uzlaşma görüşmelerinin başlamasını, teşkil edilecek kıymet takdir komisyonu marifetiyle taşınmazın bedelinin tespit edilmesini, uzlaşma komisyonu kurularak uzlaşma görüşmelerine davet talebini bildirmek suretiyle müracaatta bulunmalıdır.
Burada önemle üzerinde durulması gereken hususa göre, Yasa; ‘’uzlaşma başvurusunu’’ değil ‘’uzlaşma usulünün uygulanmasını’’ dava şartı olarak göstermiştir. Yani başvuru yeterli olmayıp, sürecin tamamlanması önemlidir.
Yasada süreç ile ilgili olarak şöyle açıklama yapılmıştır.‘’ Uzlaşma görüşmeleri, hukuki veya fiili engel bulunmadığı takdirde davete icabet tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.’’ denilmektedir. Buna göre; müracaat üzerine idare tarafından kurulacak uzlaşma komisyonu, müracaatta bulunan maliki uzlaşma görüşmeleri için davet etmeli ve davete icabet tarihinden itibaren de bu görüşme altı ay içinde sonuçlandırılmalıdır veya müracaat üzerine idare müracaatta bulunan maliki uzlaşma görüşmelerine davet etmemişse yine bu sürenin bitimi beklenmelidir. Yani başvurudan itibaren geçecek olan bu altı aylık süre dava aşamasına geçilmesi için aranan bir şart haline dönüşmüştür.
Uzlaşmazlık halinde ise; yukarıda ifade edildiği gibi uzlaşma görüşmelerine başlamak ve idare ile uzlaşmak istenmiyorsa ‘’İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği tarihten itibaren üç ay içinde malik veya idare tarafından bedel tespiti davası açılabilir’’ hükmüne paralel olarak uzlaşmazlık tutanağı tanzim ettirmek ve üç ay içinde de dava açmaktır. Yani uzlaşma sürecinin bitiminden itibaren başlayan bu üç ay dava açma süresidir.
Bilindiği gibi yeni kanun derdest davalar için de geçerlidir. O halde, böyle bir dava varken de uzlaşma şartının yerine getirilmesi gerekecektir. Eğer yargılama devam etmekte ise davalı idareye uzlaşma görüşmelerine başlamak için müracaat edilmeli ve bu durum mahkemeye bildirilmelidir.
Bu yeni yasaya göre, önceden uzlaşma aşamasında nakdi ödeme, trampa, idareye ait sınırlı ayni hak tanınması veya imar hakkı tanınması şeklinde tanımlanan idarenin takdir yetkisi kaldırılmış olup, nakdi ödeme diğer tüm olasılıkların mümkün olmaması durumunda önerilebilmektedir. Nakit ödeme taksitlerle yapılabilir, ancak taksit süresi boyunca faiz işleyecektir.
Kamulaştırmasız El Atmalarda Uygulanacak Harçlar ve Vekalet Ücreti :
Kanun koyucu, yeni eklenen fıkra ile, kamulaştırmasız el atma davalarını yanlış bir şekilde değerlendirmiş, tespit davası haline dönüştürüp, eda davasında hükümle birlikte karar verilmesi gereken nispi vekâlet ücretlerini ve dava açılırken ödenecek dava harçlarını maktu hale getirmiştir.
Yukarıda incelendiği üzere, konu üzerine Torba Yasayla yapılmış olan yeni değişikliklerle kanun koyucu işleyen bir düzeni bozmuş ve idare yönünden yüksek ödemelere neden olacağını düşünerek insan haklarına aykırı bir düzenleme getirmiştir. Bu düzenlemenin derdest davalara da uygulanması gerektiği konusunda bir madde koyarak da durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir.
Öncelikle bu düzenleme Anayasamızın Mülkiyet Hakkını Düzenleyen 35.maddesine, kamulaştırma ile ilgili 46.maddesine ve yargı erkini konu alan 138. Maddesine tamamen aykırıdır. Ancak Anayasa Mahkemesi’nde bu eklenen kanun metinleri incelenmiş ve bir kaç ufak nüans hariç maddelerin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi Anayasa’yı koruyamamıştır.
Kaldı ki; Anayasamızın 90. Maddesine göre usulüne uygun bir şekilde yürürlüğe konulmuş olan milletlerarası sözleşmeler kanun hükmündedir. Anayasaya aykırılığı dahi iddia edilemez. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş̧ temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır. Yani usulüne uygun bir şekilde TBMM tarafından kabul edilmiş ve yayınlanmış olan milletlerarası sözleşmeler Anayasamızın bile üstünde kabul edilmektedir.
Türkiye’nin 18.05.1954 tarihinde onayladığı, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye Ek 20.03.1952 tarihli Paris Protokolünün 1. Maddesi Mülkiyet Hakkının korunmasına ilişkindir. Maddenin ilk fıkrası şöyledir;
Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
İşte ülkemizin de imzası bulunan protokolün bu maddesi ve Anayasamızda bulunan diğer ilgili maddeler, yeni düzenlemenin evrensel ve yerel hukuk normlarına ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olmadığını ortaya koymaktadır. Devlet kamulaştırmasız olarak vatandaşın malına el atmakta, bunu kendi istediği şartlarla gerçekleştirmekte, ancak vatandaşın hakkını tam ve süresinde ödemekten, kendi hukuki manevralarıyla sıyrılmaya çalışmaktadır.
İşte bu durumdan yılmış ve haberde geçtiği üzere yurtiçinde mevcut bütün hukuki yolları tüketmiş bir vatandaş, AİHM’ne başvurmuş ve mahkemece başvurusunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmiştir.
Şimdi AİHM’nin bu konu hakkında vereceği karar önem taşır bir hale gelmiştir. Çünkü yeni kanun maddeleri yargılamayı ve mevzuatı öyle bir hale getirmiştir ki, hangi mahkemenin görevli olduğu bile zar zor anlaşılmaktadır.

Kamulaştırmanın Hukuki Boyutları

Kamulaştırmanın Hukuki Boyutları
Kamulaştırma nedir?
Kamulaştırma, özel kişiye ait bir gayrimenkulün, kamu yararı amacıyla, devlet veya bir kamu tüzel kişisinin ihtiyacı nedeniyle yapacağı talep ile, kamu gücünü kullanarak, izlenecek kanuni işlemler sonucu, bedelini nakden ve peşin ödemek koşuluyla, kamu hizmetine özgülenmesi demektir.
Kamulaştırma ile ilgili mevzuat nedir?
Ülkemizde kamulaştırma uygulamaları, dayanağını Anayasa'nın 46. Maddesinden alan 4650 Sayılı kanun ile değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu uyarınca yapılmaktadır.
Kamulaştırma Kanunu, 4650 sayılı kanun ile, 2001 yılında köklü değişikliklere uğramıştır. Eskiden taşınmazı kamulaştırılan malik kamulaştırma bedelinin arttırılması için dava açarken, artık kamulaştırmayı yapan idare "kamulaştırma  bedelinin tespiti ve tescil davası" isimli davayı malike karşı açıyor ve kamulaştırma işlemi bu dava ile neticeleniyor.
Kamulaştırmayı kimler yapabilir?
Kamulaştırma kamu gücünü kullanmaya sahip kurumlar tarafından yapılır. Ayrıca kamu hizmeti görmek amaçlı olarak, bakanlıklara bağlı olarak faaliyet gösteren kamu kurum ve tüzelkişileri de kamulaştırma yapma hakkına sahiptir.
Belediyelerin kamulaştırma yapması bazı özel durumlara tabidir.
Kamulaştırma yararı kararı nedir? Nasıl alınır?
Kamu kurum ve kuruluşları, yapacakları bütün idari işlemlerinde kamu yararına göre hareket etmelidirler. Bu nedenle, herhangi bir kamu kurumu kamulaştırma işlemi yapmak istediğinde, o gayrimenkulün kamulaştırılmasının kamu yararı taşıdığında dair “kamu yararı kararı” almalı ve bu kararı ilçelerde kaymakam illerde ise valiye onaylatmalıdır.
Kamulaştırma süreci nasıl başlar ve işler?
Kamu gücünü kullanmaya sahip bir kurum tarafından kamulaştırma işlemlerine başlamak için, öncelikle kamu yararı kararı alınmalıdır. Onay mercilerinin bu kamu yararı kararını onaylaması ile kamulaştırma süreci de başlamış olur.
Başlangıç olarak idare, kamulaştırılacak olan gayrimenkul ile ilgili detaylı bir plan yaptırır, sahibini tespit eder, ilgili tapu müdürlüğüne de gayrimenkulün kaydına kamulaştırma şerhi işlemesi için yazı gönderir.
Bu işlemlerin tamamlanmasının akabinde, ilgili idare bir kıymet takdir komisyonu kurar ve gayrimenkulün tahmini değerini belirleyen bir rapor hazırlatır. Bu rapor kesin olmayıp, açılacak olan davalar neticesinde alınacak yeni raporlar ile değişebilecektir.
Satın alma usulü nedir?
Kıymet takdir komisyonu raporunu hazırlayıp, görevini tamamladıktan sonra bu sefer idare tarafından “uzlaşma komisyonu” kurulur ve komisyon gayrimenkulün maliki ile pazarlıkla satın alma işlemi için anlaşmaya çalışır. Malike resmi ve taahhütlü bir yazı gönderilerek pazarlık için davette bulunulur. Maliğin, yazının kendisine tebliğinden itibaren 15 gün içinde idareye uzlaşmak için başvuruda bulunması halinde belirlenen tarihte pazarlık görüşmesi yapılır. İdare kıymet takdir komisyonunun raporunda belirlediği kıymete kadar gayrimenkulü bu usul ile satın alabilir.
Kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasi nedir? Nasıl açılır? Nasıl devam eder? Nasıl sonuçlanır?
Ancak, malik ilgili yazının kendisine tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde idareye başvurmaz veya pazarlık masasından taraflar anlaşamadan kalkarlarsa idare gayrimenkulün bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili talebiyle dava açmak zorundadır. Aksi halde kamulaştırma süreci tamamlanamaz.
Bu dava adı üzerinde gayrimenkul için ödenmesi gereken kamulaştırma bedelinin tespiti için açılır. Bu tespit ise dava devam ederken yapılacak olan yeni bir bilirkişi raporu ile sağlanabilir. Bu raporu almak mahkeme hakimi için bir zorunluluktur ve resen değerlendirme yapamaz. Yani bu raporda tespit edilen bedel bağlayıcıdır denebilir.
Bilirkişi heyeti mutlaka gayrimenkulde keşif yapmak zorundadır. Bu keşifte gördükleri ile birlikte taşınmazın cinsi, yüzölçümü, imar durumu, malik tarafından kullanılsaydı getireceği geliri, emsallerinin satış bedelini, üzerindeki yapılarla ilgili değer tespitini ve gayrimenkulün değerini etkileyebilecek bütün sair hususları birlikte değerlendirerek raporlarını hazırlarlar.
Bu rapora hem malik hem de davacı idare tarafından tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde itiraz edilebilir ve yeni rapor tanzimi için dosya tekrar bilirkişiye gönderilebilir. Rapor, hakim gözünde kabul edilebilir olduğu taktirde bedelin malike ödenmesine ve gayrimenkulün kamulaştırma nedenine göre tesciline karar verilir.
Daha önce takip ettiğim, Gebze bölgesinden geçen karayolu ile ilgili bir kamulaştırma davasında mahkeme hakimi raporda tespit edilen bedel konusunda bir türlü ikna olmamış ve dosyayı yedi kere bilirkişiye göndermişti. Evvelki tarihlerde  yakın yerlerde yapılmış olan kamulaştırmalara göre bilirkişiler yüksek bir değer tespit etmekteydiler. Hakim raporu kabul etmeyip tekrar bilirkişi heyetine gönderdikçe, bilirkişiler aynı raporu mahkemeye sunmakta direnmişlerdi. Bilirkişiler hazırladıkları son raporda sadece, diğer gayrimenkullerin imarı olmamasına rağmen, dosyaya konu gayrimenkulün organize sanayi bölgesinde kalması nedeniyle kamulaştırma bedelinin yaklaşık dört kat fazla olduğunu açıklamak zorunda kalmışlardı.  Ancak bu gidiş gelişler nedeniyle dava yaklaşık iki yıl sürmüştü.
Başımdan geçen bu hikaye rapor hazırlanırken hangi durumların değeri ne kadar değiştirebileceği ve davaların ortalama ne kadar süreceğinin belli olmaması konularına güzel bir örnektir.
Bedel nasıl ödenir?
Bedelin peşin ödenmesi kuraldır. Ancak Kamulaştırma Kanunu’nun 3. Maddesinin 2. Fıkrasına göre, Bakanlar Kurulu’nca kabul olunan büyük enerji ve sulama projeleri, iskan projeleri, yeni orman ekim ve yetiştirme projeleri, kıyılarda yapılacak kamulaştırmalar, turizm amaçlı kamulaştırmalar ve sair benzeri büyük masraf gerektiren kamulaştırma işlemlerinde biri peşin olmak üzere altı taksitte ödeme yapılabilir.
İdarenin kamulaştırmadığı ancak fiili kullanım hakkını engellediği gayrimenkuller ile ilgili olarak kullanılabilecek huhuki bir imkan var mı?
İdare bazen kamulaştırma işlemi yapmadan özel mülkiyete tabi malları kamu hizmetine tahsis etmektedir. Bu duruma kamulaştırmasız el atma denilmektedir. İşte bu duru kamulaştırma ile ilgili olarak ortaya çıkan en hassas davalardan birinin konusunu oluşturmaktadır.
Bir sonraki yazı konumuz “kamulaştırmasız el atma davaları” olacağı için bu konuyu şimdilik atlayalım.
Gayrimenkulünüzün kamulaştırılmasını istemiyorsanız ne yapmak gerekir?
Gayrimenkulünüzün kamulaştırılmasını istemediğiniz durumlarda başvurabileceğiniz, idareye karşı açabileceğiniz bazı davalar vardır. Bunlar “Kamulaştırma İşleminin İptali Davası” ve “Maddi Düzeltim Davası” olarak iki başlıkta incelenebilir.
İdarenin yaptığı bütün idari işlemler yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönünden sakat oldukları taktirde iptal edilebilir bir hale dönüşmektedir. Anayasamızın 125. Maddesi idarenin bütün işlemlerinin yargı yoluna konu olabileceğini yazmaktadır. Bu idari işlem bir kamulaştırma işlemi olduğu taktirde, bu işlemin iptali için idare mahkemesine başvurularak  “Kamulaştırma İşleminin İptali Davası” açılabilir. Bu davanın açılabileceği hak düşürücü sure 30 gün olup, kamulaştırma kararının malike tebliğ edilmesi ile başlar.
Maddi Düzeltim Davası ise, yukarıda bahsettiğimiz kamulaştırma bedelinin tespiti ve tecili davası malike karşı idare tarafından açılınca, Kamulaştırma Kanunu 10. Madde uyarınca mahkeme malike bir tebligat yapar. Bu tebligat gayrimenkul ile ilgili olarak, idare tarafından önceden hazırlanan belgeleri içerir. Bu belgeler ile kamulaştırılacak gayrimenkul arasında farklar varsa, malik asliye hukuk mahkemesinde “maddi düzeltim davası” açarak bu tebligattaki eksikliklerin ve yanlışlıkların düzeltilmesini talep eder. Bu davanın önemi, gayrimenkulün doğru değerinin hesaplanmasına yardımcı olmak noktasında toplanmaktadır. Bu davalar için de 30 günlük hak düşürücü sure mevcuttur.
Bu dava ile esas dava olan tespit ve tescil davası birleştirilerek mahkeme tarafından karar verilmektedir.
Bu yukarıda anlattıklarım kamulaştırma konusunda merak edilen bazı sorulara ana hatlarıyla verilmiş cevaplardır. Detaya girilmemeden yapılmış bir incelemedir. İnternetten kendi yaptığınız araştırmalarla yaşadığınız durumlara ancak genel cevaplar bulabilirsiniz. Ancak hukuk bir derya olup, her konu üzerine doktrinde tartışmalar, kanunlarda istisnalar vardır. Yine daha önceki yazılarımda da söylediğim üzere lütfen böyle önemli konularda hukukçu yardımı almadan karanlıkta kendi başınıza yol almaya çalışmayın. Yaşayacağınız aksilikler ileride telafisi mümkün olmayan zararlara yol açabilir.

Tapu Sicilinde Devletin Kusursuz Sorumluluğu

Tapu Sicilinde Devletin Kusursuz Sorumluluğu
Uzun süredir kullanmadığınız, tapu kaydını kontrol etmediğiniz, boş duran bir gayrimenkulünüz var. İhtiyacınızdan dolayı burayı satmak istiyorsunuz. Alıcıyı buluyorsunuz, anlaşıyorsunuz ve ilgili tapu sicil müdürlüğüne işlemlerin yapılması için birlikte başvuruyorsunuz. Ancak tapu sicil müdürlüğü sizin daha önce o gayrimenkulü zaten satmış olduğunuzu söylüyor. Satışa ilişkin belgeleri incelediğinizde, her nasıl olduysa hayatınızda hiç tanımadığınız bir adama vekalet verdiğinizi ve bu vekaletname ile gayrimenkulünüzün satılmış olduğunu görüyorsunuz. 

Umarım hiç bir okuyucumuz böyle bir durum yaşamaz. Ancak bu ülkemizde çok sık görülen bir dolandırıcılık şekli. Durum çok karanlık gibi görünüyorsa da, merak etmeyin hukuksal olarak bir çözümü var.

Hemen gayrimenkulün bulunduğu yer savcılığına adına sahte vekaletname düzenlenen şahsı, gayrimenkulü satın alan yeni maliki, vekaletnamenin hazırlandığı noteri ve noter görevlilerini, tapu sicil müdürlüğü görevlilerini, varsa emlakçıyı ve diğer bütün ilgili kişileri şikayet ediyorsunuz. Ayrıca yine gayrimenkulün bulunduğu yer Asliye Hukuk Mahkemesinde, tedbir talepli olarak, yeni malike karşı tapu iptal ve tescil davası açıyorsunuz. Sahte vekaletname ile satılmış olan gayrimenkulünüzü mahkeme kararı ile geri alacağınız gibi, bütün dava masraflarını da karşı tarafa tahmil ediyorsunuz.

Gayrimenkulü sahte vekaletname ile satın alan şahıs iyi niyetli 3. kişiye tekrar bir satış yaparsa?

Şimdi örneği biraz daha çetrefilli hale getirelim. Siz bu ilk satışın henüz farkına varmadan gayrimenkulünüz bir kaç kere daha el değiştiriyor ve ortaya dolandırıcılıkla hiç ilgisi olmayan yeni bir malik  çıkıyor. 

Yine savcılığa şikayetinizi yapıp, tapu iptali ve tescili davası açıyorsunuz. Ancak yeni satışlar yapılmışsa, bu sefer yeni malikin iyi niyetli olduğu karinesi karşınıza çıkıyor. Bu karinenin tersini ispat etmek neredeyse imkansız, mahkemelerin ve hukukun genel bakışı bu yeni malikleri korumak yönünde. Onların iyi niyetli olduğu karinesini yıkamadığınız için dava aleyhinize sonuçlanıyor. Mahkeme gayrimenkulün yeni malikte, bütün dava masraflarının ise sizin üzerinizde kalmasına karar veriyor. 

Durum artık bir kabusa döndü. Yıllar süren davayı kaybettiniz ve  bu dava sonunda verilen karar ile bin bir zorlukla satın almış olduğunuz malınız elinizden uçup gittiği gibi, dava masraflarını ve karşı tarafın avukatına resmi vekalet ücretini de ödemek zorunda kaldınız. Şimdi ne olacak?

Derin bir nefes alın. Yeni bir hukuk macerası başlıyor ve emin olun bu çok uzun bir macera... Tekrar bir dava açmanız gerekiyor. Öncelikle açılacak olan davanın mantığını anlayabilmek için olayın özünde ne olduğunu çözmemiz ve bu işlemden dolayı kimin sorumlu olduğunu tespit etmemiz gerekiyor. 

Tapu sicili, taşınmazlar üzerindeki hak, şerh ve kayıtları gösteren, taşınmazın durumunu ortaya koyan, resmi sicil niteliği ile ülkenin en önemli sicilidir. Böylesine önemli bir sicilin tutulması devletten başka bir kuruma yada kişiye bırakılamaz. Kadastro işlemlerinden itibaren, tapu siciline güven,  sicil faaliyetinden faydalanacak kişilerin tapu siciliyle ilgili her işlemiyle birlikte yenilenerek devam etmektedir. Bu kayıtların hak ve hukuka uygun tutulmasında kamu yararı olduğu açıktır.  Bu nedenle devlet güvencesindedirler.

Tapu sicilinin devlet güvencesinde olması nedeniyle, bütün işlemlerin hak ve hukuka uygun olarak yapıldığını düşünen kişiler, sicilin tutulması esnasında yapılan hatalar nedeniyle zarara uğrayabilirler. 

İşte tapu siciline güvenin sürdürülebilmesi için, sicile güvenerek işlem yapan kişilerin, sicil faaliyetlerinin hak ve hukuka uygun tutulmaması nedeniyle uğradığı zararlar TMK madde 1007 hükmü uyarınca devletin sorumluluğunda kılınmıştır. Bu hukukumuzda yer alan bir kusursuz sorumluluk hali olup, ilgili kişilerin bir hatasına dayanması gerekmemektedir. Devletin sorumluluğunun doğması için tapu sicilinin tutulmasında kişilerin malvarlığı çıkarlarını koruyan kurallara aykırı davranılması yeterlidir. Yani olayımızda zararı tazmin etmesi gereken devlettir. Daha sonra devlet işlemi yapan memura rücu edecektir. 

Tapu sicil görevlisinin, sahte vekaletnamenin gerçekliğini araştırmadan, eldeki bilgi ve belgeler ile karşılaştırmadan, tescili gerçekleştirmesi nedeniyle, kişilerin uğradığı zararlardan devletin sorumlu tutulması gerektiğini anladık. Bütün devlete dava açılamayacağı için, Hazine’ye izafeten ilgili yer mal müdürlüğünü davalı olarak göstermek gerekiyor.

Bu davanın güzel yanı hukuki olarak sadece bir kanun maddesine dayanan basit bir tespit ve tazminat davası niteliğinde olması. İçeriği çok karışık değil. 

Ancak davanın üç şartı var: 

-Tapu siciline güvenen kişinin bir zararının doğması, 
-Tapu sicil memurlarının yaptığı hatalı bir işlem olması, ve 
-Bu zarar ile hatalı işlem arasında illiyet bağı bulunması.  

Yukarıda vermiş olduğumuz örnek bu dava şartlarının tamamına sahip.

Davayı açarken, devletin bütün zararınızdan sorumlu olduğunu ve önceki davada ödediğiniz bütün masrafları da ödeyeceğini unutmayın ve tazminat talebinize dahil edin.  Dava bütün şartları ile açılıp, ilgili mahkeme tarafından kabul edilirse, yapılacak bir keşif sonucu hazırlanacak bilirkişi raporu ile zararınız tamamen tespit edilmiş olacak.

Burada bahsedilenler akla ilk gelen örnekler. Aslında devletin tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan kusursuz sorumluluğu çok daha geniş bir konu olup, yaşanan her olaya göre ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Mesela ilk örnekte gayrimenkulü sahte vekâletname ile satın alan ilk şahıs da iyiniyetli olduğu için zarar görmüş olacaktır ya da kadastro işlemlerinde yapılan bir hata nedeniyle tapu siciline yanlış geçen bir kayda güvenerek alım yapan bir kişinin de zarar görmüş olacağı kesindir. Ancak her biri için örnekler vermek imkansız olduğundan, her somut olay kendi koşulları içinde değerlendirilerek, gerekli hukuki önlem ve aksiyonların alınması en iyi yol olacaktır. Konuyla ilgili aklınıza takılan sorularınızı bekliyoruz. 

Kentsel Dönüşüm-3: Kira Yardımı Nasıl Olmalıdır?

Kira yardımı da merak edilen konuların başında gelmektedir. Sonuçta binanız yıkılıyor ve dairenizi en az 18 aylığına boşaltmak zorunda kalıyorsunuz. Bu 18 aylık geçici ikametgahınızın masrafları nasıl karşılanacak? Gelin bu konuya bir göz atalım.
Öncelikle bu konuda belli bir ayrımı açıklamak gerek. Devletin ödediği yardım ayrı, sizin anlaştığınız yükleniciden alacağınız yardım ayrıdır. Kat malikleri bu ayrımı göz önünde bulundurarak hareket etmelidir.

Devlet riskli yapı raporu verilen yapılardaki kat malikleri için her yıl bir kira yardımı bedeli belirliyor, 2015 yılı ve İstanbul İli içinde kalan riskli yapı malikleri için bu bedel 730,00 TL olarak belirlenmişti. Bütün şehirlerde bu bedel değişiyor ve her yıl güncelleniyor. Binanın tahliyesinden itibaren devlet 18 ay boyunca da bu kira yardımını maliklere ödemeye devam ediyor. Kamulaştırılan yapılarda 5 ay, riskli alanlarda kalanlar için ise 36 boyunca ödüyor. Taşınma masrafları için 5 aylık tutar başta bir kerede de malike ödenebiliyor.

Ancak bu sadece devletin yapmakta olduğu kira yardımının bedeli ve süresi. Maliklerin anlaşmış olduğu müteahhit ya da yüklenici şirket ile yapılan anlaşmalarda bu kira yardımının miktarı ve süresi kat maliklerinin talebi doğrultusunda arttırılabilir. Bu devletten alınandan başka bir yardımdır ve sizin nasıl anlaştığınıza bağlıdır.

Bu arada devletten sadece ikamet ettiğiniz daire için kira yardımı alabiliyorsunuz. Kanunda bu konuda değişiklik yapılmadan önce kaç daireniz varsa hepsi için ayrı ayrı yardım alabiliyordunuz.

Kiracıların durumu merak konusu oluyor

Kiracıların durumu da çok merak edilmekte ve sürekli olarak bizlere sorulmaktadır.

Eğer oturduğunuz ya da işyeri olarak kullandığınız binada bir yıldır kiracı olduğunuzu belgelerle ispat edebilirseniz, iki aylık kira bedeli kadar taşınma yardımını bir kereye mahsus olmak üzere devlet size ödemektedir.

Ancak sürekli bir kira yardımı söz konusu değildir. Ayrıca binanın yıkılmasını önlemek adına başvurabileceğiniz hukuki bir yol da yok. Kanun ve yönetmelikte bütün itiraz ve başvuru hakları sadece kat maliklerine tanınmış durumda.

Binanın yıkılacağı ve dairenizi tahliye etmeniz size tebliğ edildiği taktirde, bildirilen süre içerisinde maalesef dairenizi boşaltmak zorundasınız. Kira sözleşmenizin olması dahi daireyi tahliye etmenizi engellemiyor.

Harç ve ücretlerden muafiyet

Kanuna göre, uygulama alanındaki yapıların dönüşüme tabi tutulmasından önce ilk satışı, devri ve tescil işlemleri ile kanun kapsamında yapılacak yeni yapıların ilk satış, devri ve tescili işlemlerinde, sözleşme, devir ve tesciller ile noter harcı, tapu harcı, belediyelerce alınan harçlar, damga vergisi, veraset ve intikal vergisi, döner sermaye ücreti ve diğer ücretlerden muafiyetler mevcut. Bu muafiyetlerden yararlanmak isteyen malik Kentsel Dönüşüm Müdürlüğü’ne dilekçe ile başvurmalıdır.

Ayrıca kullandırılan krediler ile malikin alacağı paralar ise banka ve sigorta muameleleri vergisinden müstesna tutuluyor.

Süreç başlamadan önce dikkat edilmesi gereken noktalar:

Kentsel Dönüşüm konusunda genel olarak bir kaç noktayı önemle hatırlatmak isterim.

-Öncelikle internette araştırıp bulacağınız bilgilere fazla güvenmeyin. Genelde bu bilgiler yüzeysel ya da eski olup, sizi yanlış yönlendirebilir ve geri dönülmez hatalar yapmanıza neden olabilirler. Günümüzde kanunlar sürekli yenilenmekte. Bir kaç ay önce internete yüklenmiş bir bilgi, arada kabul edilmiş ve yayınlanmış yeni bir kanun nedeniyle bugün değişmiş olabilir. Bu da sizin yanlış bilgilenmenize neden olur.

-Bu nedenle yaşadığınız hukuksal bir problemle ilgili, kendiniz bir araştırma yapmak istiyorsanız, mutlaka güncel mevzuatı takip etmeye çalışın. Bu bilgilere ulaşmanız hiç de zor değil. En kolayı Başbakanlık’ın web sayfasında bütün kanunların ve yönetmeliklerin en son hali mevcut. Kanunların dili de artık günümüz Türkçesine dönmekte. Zannettiğiniz gibi bütün kanunlar, yönetmelikler Arapça ve anlaşılmaz değiller. Özellikle incelediğimiz Kentsel Dönüşüm konusu, göreceli olarak yeni olduğu için ilgili mevzuatın dili de yeni. Biraz ilgili bir kişinin rahatça okuyup anlayabileceği şekilde hazırlanmış.

-Ayrıca vatandaşın mağdur olmasını engellemek adına Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın web sayfasında da çok basit bir anlatımla, hukukçu olmasanız bile anlayabileceğiniz şekilde açıklamalar mevcut. Bütün mevzuat bu sayfada da yer almakta.

-Yine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ait 181 numaralı telefon hattından da Kentsel Dönüşüm ile ilgili bilgi alabilirsiniz.

-Ancak her ne kadar mevzuatı en güncel şekilde okuyup anlasanız da uygulamada işler çok daha farklı bir hale geliyor. Vatandaş elinde evrak, internetten öğrendiği şekilde başvurularını yapmakta zorlanıyor. Mahkemelerde hakkını aramak ise çok daha zor. O nedenle tekrar ve önemle hatırlatmak istiyorum, lütfen süreci hukukçuyla takip etmeye özen gösterin. Hukukçu sizin hakkınızı ararken başvurularınızın düzgün, süresinde ve sonuca odaklı olmasını sağlayacağı gibi, dolandırıcıları etrafınızdan bertaraf etmenize ve sizi kötü sonuçları olacak sözleşmeler ile bağlamalarına da engel olacaktır.

Kentsel Dönüşüm– 2: İtiraz Yolları Tükendiğinde Neler Oluyor?

Önceki yazımın sonunda, elimizde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş kurum ya da kuruluşlar tarafından hazırlanmış bir riskli yapı denetim raporu mevcuttu. Bu rapora itiraz yollarını detayları ile anlatmıştım. Peki bütün bu itiraz yolları kullanılmadığında ya da tükendiğinde neler oluyor?
Riskli yapı denetim raporu kat maliklerine tebliğ edilmesine rağmen, herhangi bir kat maliki tarafından rapora itiraz edilmediği ya da yapılan itiraz reddedildiği taktirde rapor kesinleşmiş olur ve yıkım sürecine geçilir. 

Rapor kesinleştikten sonra, binanın bulunduğu ildeki Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Müdürlüğü, kat malikine yapının yıktırılması için 60 günden az olmayan bir süre veriyor. Maliklere bu durumu bildiren  tebligatta kiracılara da tahliye için bildirimde bulunma yükümlülüğü getiriliyor. 

Eğer bir malik binanın yıkılmasını istemiyorsa, yıkım kararı kendisine tebliğ olduktan sonra, 30 gün içinde yetkili idare mahkemesine bu karara karşı başvuru yapabilir. Ancak başvurunun yine yürütmeyi durdurma talepli yapılması önemli. Aksi halde davayı kazansanız bile bina yıkılmış olur ve başvurunuz amacına ulaşmaz.

Yıkım tamamlandı, yapı arsa haline dönüştü, bunun üzerine yapılacak işlemler nelerdir?

İşte Kentsel Dönüşüm prosedürünün en hassas noktalarından biri burada karşımıza çıkmakta. Yıkım tamamlandıktan sonra artık bina arsa haline dönüşmüş oluyor. Yapıdaki kat mülkiyeti, ilgililerin muvafakati aranmaksızın Bakanlığın talebi ile tapu müdürlüğünce resen terkin ediliyor, binanın önceki vasfına göre değerlemede bulunularak ya da maliklerle yapılan anlaşmanın şartları tapu kütüğünde belirtilerek maliklerin payları oranında tapuya tescil ediliyor. İşte bu durumda malikler arasında sıkıntılar yaşanıyor. Nasıl mı?

Ülkemizde kat mülkiyeti rejimi mevcuttur. Ancak bu rejimde, dairenin değeri ile arsa payı düzgün oranlanmamaktadır. Genelde yükleniciler, yapı içinde mevcut bağımsız bölümlerin arsa paylarını değerlerine ya da büyüklüklerine göre değil, kendi kazanç sağlama amaçlarına göre oranlamaktadırlar. Mesela binaların en üst katlarında genel damları kendilerine ayrılan dairelerin teraslarına katmakta ya da en alt katlardaki dükkan olarak düşünülen kısımlara sığınakları, otoparkları, kömürlükleri ekleyerek arsa paylarını arttırmaktadırlar. Ya da kendilerine ait dairelerin arsa paylarını, mal sahibinin dairelerinin m2’si aynı dahi olsa tapuda onlardan yüksek göstermektedirler.

Sizin dairenizin m2’si yan komşunuzla ya da üst komşunuzla aynı olabilir. Ancak yukarıda anlattığımız üzere, bu arsa payınızın aynı olduğu anlamına gelmiyor. Hal böyle olunca kentsel dönüşüm sürecinde sizin arsa payınız komşunuzunkinden düşük kalabiliyor. Bu da yeni yapılacak olan binada da sizin daha az arsa payına sahip olacağınız anlamına geliyor. 

Bu nedenle binanın yıkımından ve 2/3 çoğunluk kararı verilmeden önce arsa maliklerinin bir takım hukuksal yardımlar alması ve bazı davalar açması önemlidir.

Malikler süreç başlamadan mutlaka tapuda dairelerinin arsa payını kontrol etmelilerdir. Eğer dairenin arsa payında bir hata olduğunu düşünüyorsa delil tespiti davası açarak dairelerinin mevcut durumunu, fiziksel olarak tespit ettirebilirler. Bu davaya bina yıkılmadan önce başvurmak gerekir. Neticede bina yıkıldıktan sonra dairenizin fiziki durumunu tespit ettiremezsiniz. 

Ancak kanımca daha önemli olan bir diğer dava “Arsa Paylarının Düzeltilmesi” davasıdır. Yukarıda bahsettiğimiz şekilde bağımsız bölümlerin arsa paylarının özel nedenlerle gerçeği yansıtmadığı, değerleriyle oranlı olarak tahsis edilmediği durumlarda, 2/3 çoğunluk kararı alınmadan evvel mutlaka bu durumun düzeltilmesi için “Arsa Paylarının Düzeltilmesi” davası açılmalıdır. Davadan önce bütün paydaşlar oybirliğiyle böyle sıkıntılı durumların mahkemelere başvurmadan düzenlenebilmesini sağlayabilse de uygulamada bunun pek mümkün olmadığı görülmektedir. 

Yeniden yapılacak yapı hakkında maliklerin 2/3 çoğunlukla karar vermesi gerekli

İlgili kanun ve yönetmelik, yıkımdan sonra yeni bina yaptırılması konusunda inisiyatifi kat maliklerine tanıyor. Yeniden bina yaptırılması, parsellerin tevhid edilmesi, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, payların satışına anlaşılacak yüklenici, dairelerin yapısı gibi böyle önemli durumlar için paydaşların oybirliğiyle karar alması öneriliyor. Eğer paydaşlar bir konsensüs sağlayamazsa, paydaşların 60 gün içerisinde, 2/3 oranında çoğunlukla vereceği karar esas alınıyor. Bu kararların yazılıp maliklerce imzalandığı tutanağa da Bina Ortak Karar Protokolü deniyor. 

Ancak buradaki oran maliklerin sahip oldukları paylara göre tespit edildiği için yukarıda verdiğimiz bilgiler daha da önem kazanıyor. Maliklerin sahip oldukları pay oranları, açılacak davalar ile değiştiği taktirde 2/3 çoğunluk oranı bile etkilenebiliyor ve yeniden bina yapımı konusunda sıkıntılar çıkabiliyor.

Peki 2/3 çoğunluğa katılmayan paydaşların hukuksal durumu ne olur?

İlgili kanun ve Uygulama Yönetmeliği 2/3 çoğunluğa katılmayan paydaşların hukuksal durumu önemlidir. 

Çoğunluğa katılmayanlara ait bağımsız bölümlerin arsa payları, Bakanlıkça rayiç değerleri tespit edilerek, anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık arttırma usulü ile satılır.

Üzerindeki riskli yapının yıkılmasından sonra, arsa haline gelen taşınmazın satışına karar verilmesi halinde bu satışın öncelikle Bakanlığa ya da Bakanlığın öngördüğü bağlı veya ilgili kuruluşa veya İdareye veya TOKİ’ye teklif edilmesi gerekir. Ancak bu teklifin neden yapılması gerektiğine dair hukuksal ya da mantıklı bir açıklama tarafımdan getirilememektedir.

Eğer açık arttırma usulüyle bu satış sağlanamazsa, 2/3 çoğunluğa katılmayanların paylarının rayiç bedeli Hazine tarafından ödenerek tapuda Hazine adına tescil yapılır ve Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır. Bakanlık uygun gördüğü taktirde TOKİ’ye ya da idareye devirler yapması da mümkündür.

Maketten Satış ve Ön Ödemeli Konut Satışı

2014 yılından önce kamuoyunu çok meşgul eden, hukuksal bir mesele vardı. Herkesin bildiği üzere, maket üzerinden yapılan gayrimenkul satışları tüketicileri yanıltmakta idi.
Hatta bu bazı müteahhit olduğunu iddia eden şahıslar tarafından bir dolandırıcılık yolu haline getirildi. Bu kişiler, insanlara maket üzerinden büyük vaatlerde bulunmakta, çok lüks siteler göstermekte, yıllarca tüketicinin parasını bu umudu kullanarak tahsil etmekte, ardından hiçbir şey vermeden ortadan kaybolmaktaydılar. Tüketiciler de ellerinde bu şahıslarla yapmış oldukları anlamsız ve geçersiz sözleşmelerle, mahkeme mahkeme gezerek haklarını aramaya çalışmaktaydı.
Ya da kendi öz kaynakları ile projelerini tamamlayamayan müteahhitler, kredibiliteleri de olmadığı için, yeni projeler yaratmakta, bunları maket üzerinden tüketiciye satarak para toplayıp, hali hazırdaki projesini bitirmeye çalışmaktaydı. Yani taşıma suyla değirmen döndürmeye uğraşmaktaydılar. Ancak bu yöntem elbet bir yerde son bulmakta, müteahhit iflas etmekte ve maketten konut satın almış olan tüketici yine mağdur duruma düşmekteydi. Ödenen paralar yanında bankalardan alınan krediler de tüketicileri ayrıca maddi sıkıntılar için sokmaktaydı.
Dolandırıcıların ve ekonomik durumu bozulan müteahhitlerin, vatandaşın canını yaktığını fark eden kanun koyucu, 28.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren, Yeni Tüketicinin Korunması Hakkında Kanuna bazı maddeler ekleyerek bu sorunun  önüne geçmeye çalışmıştır. Yeni Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu 40 – 46 numaralı maddeleri arasında “ön ödemeli konut satışı” sözleşmesi düzenlenmektedir. Bu maddeler ışığında, kanun koyucu doğacak sorunların önüne geçmeye çalışmıştır.
Ardından kanun koyucu, 7/11/2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 46 ve 84 numaralı maddelerine dayanarak Ön Ödemeli Konut Satışları Hakkında Yönetmeliği hazırlamıştır. Yeni kanuna konulan ve ülkemizde ilk defa uygulama alanı bulan bu maddeleri düzenlemek adına bu yönetmelik çıkartılmıştır.
Yazımızın konusunu oluşturan Ön Ödemeli Konut Satışı sözleşmenin tanımı kanunun 40. Maddesinde yapılmıştır. Satıcının tüketiciyle bu sözleşmeyi imzalayabilmesi için öncelikle yapı ruhsatını almasını ve sözleşme kurulmadan en az bir gün önce de Bakanlıkça tespit edilecek hususları içeren “ön bilgilendirme formunu” tüketiciye ibraz etmesini zorunlu hale getirmiştir.
Yönetmeliğin 5. Maddesi bu “ön bilgilendirme formunu” çok detaylı bir şekilde açıklamıştır. Yazı karakterinin boyutu dahi yönetmelikte yer almaktadır.
Sözleşme sinallagmatik, yani, iki tarafa da borç yükleyen bir sözleşme olup, sözleşmenin imzalanması ile tüketici konut amaçlı bir taşınmazın bedelini henüz ortada konut yokken önceden peşin veya taksitle ödemeyi taahhüt ederken, satıcı ise bedelin tamamen veya kısmen ödenmesinden sonra taşınmazı tüketiciye devir ve teslim etmeyi taahhüt etmektedir. İki tarafın bu sözleşmeden kaynaklanan iki ana borcu bu şekildedir. Sözleşmenin tanımı da bu borçların içinde mevcuttur.
Kanunun 41. Maddesinde ve Yönetmeliğin 6. maddesinde, sözleşmelere ilişkin şekil şartları belirlenmiştir. Madde içeriğine göre,   Ön ödemeli konut satışının tapu siciline tescil edilmesi, satış vaadi sözleşmesinin ise noterde düzenleme şeklinde yapılması zorunlu tutulmuştur. Aksi hâlde satıcı, sonradan sözleşmenin geçersizliğini tüketicinin aleyhine olacak şekilde ileri süremez. Kanun koyucu bu şekil şartını getirirken, tüketicinin dolandırılmasının önüne geçmeye çalışmıştır.
Kanun koyucu, 41. maddenin 2. fıkrasında, satıcı, geçerli bir sözleşme yapılmadıkça tüketiciden herhangi bir isim altında ödeme yapmasını veya tüketiciyi borç altına sokan herhangi bir belge vermesini isteyemez diyerek yine tüketicinin bir kazanımı olmadan ödeme yapmasını engellemeyi amaçlamıştır.
Ayrıca Yönetmeliğin 6. Maddesinin son fıkrasında, satıcının yapı ruhsatı almadan ön ödemeli satış yapması da tamamen yasaklanmıştır.
42. madde ise müteahhittin projeyi çeşitli nedenlerle bitirememesi halinde doğacak problemler için kendisinden alınacak teminatın şartlarını düzenlemektedir. Bakanlıkça projedeki konut adedi ya da projenin toplam bedel kriterine göre belirlenecek büyüklüğün üzerindeki projeler için satıcının ön ödemeli konut satışına başlamadan önce; kapsamı, koşulları ve uygulama esasları Hazine Müsteşarlığınca belirlenen bina tamamlama sigortası yaptırması veya Bakanlıkça belirlenen diğer teminat ve şartları sağlaması zorunludur. Bu madde kanuna eklenerek, binanın proje sahibi tarafından bitirilemediği durumlarda, binanın tamamlama sigortası ve yatırılan diğer teminatlar ile bitirilebilmesi ve tüketicinin zarar görmemesi amaçlanmıştır. Ayrıca bu maddenin devamında, yatırılan bu sigorta ve teminatların  müteahhittin alacaklıları tarafından haczedilmesi ve yine proje sahibinin muhtemel iflası halinde iflas masasına dahil edilmesi de yasaklanmıştır. Yani güvenceler de güvence altına alınarak, tüketici tam bir koruma altında tutulmaktadır.
43. maddede ise, tüketicinin, on dört gün içinde herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin ön ödemeli konut satış sözleşmesinden cayma hakkına sahip olduğu ve cayma hakkının kullanıldığına dair bildirimin bu süre içinde satıcıya yöneltilmiş olması durumunda, satıcının, cayma hakkı konusunda tüketicinin bilgilendirildiğini ispat etmekle yükümlü olduğunu düzenlemiştir. Maddenin devamında ise, konut finansman sözleşmesinin, konut satış sözleşmesini kurulduğu tarihte hüküm doğuracağı ancak cayma hakkının süresinin bitiminden itibaren yürürlüğe gireceğini ve finansman kuruluşunun cayma hakkını kullanan tüketiciden faiz, komisyon, yasal yükümlülük vb. isimler altında hiçbir masraf talep edemeyeceğini hüküm altında almıştır. İlgili maddenin 3. Fıkrası ise bu sefer tüketiciye bir yükümlülük getirmekte ve cayma hakkının kullanılmasından sonra satıcının, aldığı bedeli ve tüketiciyi borç altına sokan her türlü belgeyi iade etmesinden itibaren 10 gün içinde tüketiciye de sözleşme dolayısıyla elde ettiği bütün edinimlerini iade etmesi gerektiğini yazmaktadır.
Kanunun 44. Maddesinde getirdiği düzenleme ile, sözleşmenin imza tarihinden itibaren en fazla 36 ay içerisinde satıcının tüketici adına tapuda kat irtifakı tescil ettirip tapusunu vererek zilyetliğini tüketiciye devretmesi zorunluluğunu getirmiştir. Madde içeriğinde, satıcının ifası için kat mülkiyeti tapusu verilmeden kat irtifakı tapusunun da yeterli olacağının düzenlendiği belirtilmiştir. 
Kanunun 45 maddesi ise,  tüketicinin sözleşmeden dönme hakkını düzenlemiştir. Dönme hakkı ve cayma hakkı arasında mevcut olan fark ise, cayma hakkının ancak sözleşmenin imza tarihinden itibaren 14 gün içinde kullanılabilmesi, bu hakkını kullanan tüketiciden satıcının hiçbir ad ve nam altında bedel talep edememesidir. Dönme hakkı ise, konutun devir veya teslim tarihine kadar tüketici tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeksizin her zaman kullanılabilir olup, bu durumda satıcının, tüketiciden konutun satışı veya satış vaadi sözleşmesi nedeniyle oluşan vergi, harç ve benzeri yasal yükümlülüklerden doğan masraflar ile sözleşme bedelinin %2’sine kadar olan kısmını tazminat olarak talep edebilecek olmasıdır.
Kanun koyucu bu cezanın ödenebilmesi içinde bazı şartlar getirmiş, hatta ödenmemsi için dört adet istisna getirmiştir. Bu istisnaların herhangi birinin gerçekleşmesi halinde tüketici ceza ödemeden sözleşmeden dönebilir.
Bu İstisnalar nelerdir ;
1)         Tüketici, satıcı edimlerini hiç yada gereği gibi yerine getirmediği için sözleşmeden dönerse sözleşmeden dönme cezası ödemeyecektir.
2)         Konutun devir ve teslim edilmesinden önce tüketicinin ölmesi halinde mirasçılarının dönme hakkı mevcuttur.
3)         Tüketicinin kazanç elde etmekten sürekli olarak yoksun kalması sebebiyle ön ödemeleri yapamayacak duruma düşmesi hali de bir istisna olarak sayılmıştır.
4)         Sözleşmenin yerine olağan koşullarla yapılacak bir taksitle satış sözleşmesine ilişkin tüketici önerisinin satıcı tarafından kabul edilmemesi hali de bu maddede belirtilen son istisnadır.
Bu maddenin tüketici tarafından kullanılmasından sonra, satıcı, kendisine dönme bildiriminin ulaştığı tarihten itibaren 90 gün içinde tüketiciye iade edilmesi gereken tutarı ve tüketiciyi borç altına sokan her türlü belgeyi iade etmek zorundadır. Tüketici ise satıcıya dönme tarihinden itibaren 10 gün içinde sözleşme gereği elde ettiği edinimlerin tamamını iade edecektir. Bu maddede düzenlenen tarafların karşılıklı borçları bunlardır.
Kanun maddeleri ve yönetmelikle gelen en önemli değişikliklerden biri de bu sözleşme nedeniyle doğacak uyuşmazlıkların artık tüketici mahkemelerinde görülecek olmasıdır. Bu kanun ve yönetmelikten önce bu durum sürüncemede kalmıştı. Her ne kadar tüketici mahkemeleri bu nedenle biraz yoğunlaşmış olsa da bu değişiklikle önemli bir aksaklık da sonlandırılmış oldu.
Kanun koyucu, sıradan vatandaşın, umutlarıyla oynanarak istismar edilmesinin önüne geçmek amacıyla, yeni düzenlediği, Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanuna yukarıda açıkladığımız maddeleri eklemiştir. İşlerliğinin doğru şekilde sağlanabildiği koşullarda, bu maddeler tüketiciyi koruyabilecek nitelikte sayılabilirler. Ancak eksiklikler mevcut olup, zaman için kanuna ve yönetmeliğe yapılacak eklemeler, açıklamalar ve yönlendirmelerle  olgunlaşarak, daha koruyucu hale geleceklerini düşünüyorum.

“İzale-i Şüyu– Ortaklığın Giderilmesi” Davası

“İzale-İ Şüyu” ne demektir? Paylı veya elbirliği mülkiyeti şeklinde tescilli taşınmazlarda ortaklığın giderilmesi amacıyla açılan davalara izale-i şüyu davası denir. İzale-i şüyu davasında temel amaç ortaklar arasında çıkan anlaşmazlıkların ve uyuşmazlıkların mahkeme yolu ile çözülmesidir.
Daha açık bir şekilde anlatmak gerekirse, bir büyüklerinin vefatı neticesinde mirasçılara bir taşınmaz miras olarak kalıyor. Mirasçıların bir kısmı satılmasını isterken diğer bir kısmı satılmasını istemiyor. Bu durumda satışı isteyen kişiler izale-i şüyu davası açarak ve mahkeme kararıyla satışı sağlayarak satış bedelinin mirasçılara veraset ilamındaki paylarına göre dağıtılmasını sağlar. Bu davanın en çok görülen ve bilinen şekli budur. Ancak başka taleplerle de bu dava açılabilir. 

Mahkeme, bu davada malın aynen bölünmesi mümkünse paylaşımı bu şekilde yapmalıdır. Aksi halde satışa karar verilecektir. Mahkeme paydaşlar sadece taksim veya sadece satış isterlerse talebe bağlı kalarak karar vermek zorundadır. 

Paydaşlar hep birlikte satışın kendi aralarında yapılmasını istemiş iseler mahkeme bu talebe uymak zorundadır. Bu talebin olmadığı hallerde herkesin iştirak edebileceği şekilde açık arttırma yoluyla satış yapılacaktır. Ancak bu mahkeme yoluyla satış süreci mirasçıların maddi olarak zarar görmesine neden olabildiği için, genelden davada karar aşamasına gelinmeden tarafların anlaştığı gözlemlenmektedir. 

Mahkeme satışa karar verdiği taktirde satış, satış memurluğunca, İcra İflas Kanunlarında yer alan açık arttırma yoluyla satışla ilgili maddelere göre yapılır.

İzale-i Şüyu davası hangi konularda açılabilir? 

1-Tapulu gayrimenkullerin;
2-Sicile kayıtlı gemilerin;
3-Özel yol olarak tapuya kayıtlı olan parseller ve su yerlerinin;
4-Taşınırların;
5-Tahvil, tasarruf bonosu ve markaların;
6-Para alacaklarının paylaştırılması için açılabilir. 

İzale-i Şüyu davası ne kadar sürer? 

Uzman bir avukat yardımı ile bu dava açıldığı taktirde, eğer özel bir durum yoksa, 6-9 ay arasında tamamlanmaktadır. Takibin önemli olduğu bu süreci vatandaş olarak tek başınıza tamamlamanız zordur.

İzale-i Şüyu davası hangi yargılama usulü ile görülmektedir? 

Hukuk Muhakemeleri Kanunumuzun 316. Maddesinin d bendine göre “basit yargılama usulü” ile görülecek davalardandır.

İzale-i Şüyu davasının zamanaşımı ne kadardır? 

Ortaklığın giderilmesi davalarında zamanaşımı öngörülmediğinden, her zaman açılabilir.
           
Dava hangi mahkemede açılır? 

İzale-i Şüyu davası Sulh Hukuk mahkemesinde açılmaktadır. Gayrimenkulün bulunduğu yer sulh hukuk mahkemesi yetkilidir.

Davayı kimler açalabilir? 

İzale-i Şüyu davasında dava açma hakkı paydaşlara aittir. Yani paydaşlığın giderilmesi davası açabilecek kişiler taşınmaz malın paydaşı olan, tapuda kayıtlı gözüken kişilerdir.

Paydaşlığın giderilmesi davasını paydaşlardan her biri ayrı ayrı açabileceği gibi birden fazla paydaş diğer paydaşlara karşı da açabilir. Davalı durumunda olan paydaşların da davacılar gibi taşınmazdaki ortaklığın ne şekilde giderilmesi gerektiğine ilişkin talepte bulunma hakları vardır.

Dava kime karşı açılır? 
       
İzale-i Şüyu davası, davacıların dışında kalan diğer bütün paydaşlar aleyhine açılır. Bütün paydaşların davalı olarak gösterilmesi dava şartıdır. Her paydaş payı oranında hakka sahip olduğundan şekil bakımdan davaya dahil edilmeleri gerekmektedir. Bu sebepledir ki bu tür davalarda, davalının mahkûm olması hali bahse konu olmadığından, mahkeme masraflarının paylar oranında paydaşların tamamına ait olması esası konmuştur. 

İzale-i Şüyu davasının açılamayacağı haller nelerdir? 

Tapuda kayıtlı olmayan bir taşınmazın ortaklığının giderilmesi dava yolu ile istenemez.

Ortaklığın giderilmesi sadece bir taşınmazın tamamı için söz konusu olur. Belirli bir payın ortaklığının giderilmesi kesinlikle mümkün değildir.

Tapu kaydında, ortaklarca ortaklığın devamı mecburiyeti veya kooperatiflerce yapılan binalar için Kooperatif  Tüzüğüne devrin imkansızlığı konmuşsa, bu gibi hallerde ortaklığın giderilmesi istenemez.

Müşterek mülkiyet devamlı bir maksada tahsis edilmişse, o tahsis devam ettiği sürece ortaklığın giderilmesi istenemez. Bu tahsis en çok 10 yıl olabilir. Ancak iki taşınmaz arasında tahsis edilen ve sübjektif ayni haklara konu olan malların süre ile sınırlı olmaksızın hiçbir zaman ortaklığın giderilmesi talep edilemez.

Ortaklığın giderilmesi Medeni Kanuna göre uygun olmayan bir zamanda istenemez. Taşınmazın satışının ekonomik olarak paydaşları zarara düşüreceği durumlar buna bir örnektir.

Kamulaştırılan taşınmazlarda buna ilişkin karar ilgililere tebliğ edildikten sonra o taşınmazın devir ve temliki yapılamayacağından bu durumdaki taşınmazların satış yoluyla ortaklığının giderilmesi istenemez.

Kamu mallarının ortaklığının giderilmesi talep edilemez. Bu nedenle dava konusu taşınmazlarda okul, hastane gibi kamu malı varsa kamu malı varsa onun ayrılması için davacı tarafa süre verilmesi ondan sonra geri kalan kısım için davanın yürütülmesi gerekir.

Hazinenin kamu malı niteliğinde olmayan özel mülke konu olan taşınmazdaki paydaşlığı o malın ortaklığının giderilmesine engel teşkil etmemektedir.

Başkasının arsasına yapılan bina, en temelli yapı ise arzdan ayrı olarak o yapının ortaklığının giderilmesi istenemez.

Karı koca arasında mal ayrılığı rejimi varsa birlikte maliki oldukları her bir malın ortaklığının giderilmesini dava yolu ile istemeleri mümkündür. Karı koca arasındaki cebri icranın imkânsızlığı bu gibi davalara uygulanmaz.

Muris adına tapuda kayıtlı taşınmaz malın, mirasçılar arasında ortaklığın giderilmesi için tapuda intikal muamelesinin yapılması şart değildir. İbraz edilecek veraset ilamına göre intikal muamelesi yapılmadan da ortaklığın giderilmesine karar verilebilir.

Ortaklığın giderilmesi davalarında davaya konu olan taşınmaz malın kirada olması, hacizli veya ipotekli bulunması, üzerinde irtifak veya intifa hakkı olması, geçerli satış vaadi sözleşmesi ile veya haricen satılmış bulunması bu davaların görülmesine mani değildir. Ancak bütün paydaşlar taşınmazı belirli bir süre bir şahsa kiralamışlarla kira süresince ortaklığın giderilmesi davası açamazlar.

İzale-i Şüyu davasında mahkeme harç ve giderleri nelerdir? 

Ortaklığın giderilmesi davası matbu harca tabi bir davadır. Her ne kadar davayı açan paydaş dava harcını ve mahkeme giderlerini davanın başında ödemek zorunda kalsa da davanın sonunda mahkeme giderleri ve avukatlık ücretleri payları oranında taraflara yükletilir. İzale-i şüyu davasında davanın kazananı veya kaybedeni olmaz, davanın tarafı olan herkes davadan aynı şekilde etkilenir.

Yargılama süreci nasıl devam eder? 

Dava sürecinde en önemli nokta taraf teşkilinin sağlanmasıdır. Taşınmazın bütün tarafları davaya dahil edilmediği sürece davanın aşamalarına geçilemez.

Bütün taraflara tebligatlar ulaştıktan sonra işlemler başlar. Taşınmaz ile ilgili bilgiler ilgili kurumlardan istenir. Daha sonra hakim ve yetkin bilirkişiler tarafından oluşturulan bir heyetle birlikte taşınmaza gidilerek keşif yapılır. Bu keşif sonucunda bilirkişi heyeti taşınmazın değeri ile ilgili olarak bir rapor hazırlar. Bu rapor bütün taraflara tebliğ edilir ve rapora karşı beyanları sorulur.

Bütün aşamalarda yapılan bütün işlemlerin mahkeme tarafından bütün taraflara bildirilmesi ve beyanlarının alınması zorunludur. Aksi bozma nedenidir.

Rapor kesinleştikten sonra, mahkeme hakimi dosyadaki bütün hususları inceler ve ortaklığın nasıl giderileceğine ilişkin bir karar verir. Bu karara karşı temyiz incelemesi yolu açıktır. Karar kesinleştikten sonra satış aşamasına geçilir.

Davadan feragat edilebilir mi? 

Davacının feragat etme hakkı davanın her aşamasında bulunmaktadır. 

Satış kararından sonra satış nasıl gerçekleştirilir? 

Satış sureti ile ortaklığın giderilmesine ilişkin karar kesinleştiğinde gerekli masrafların yatırılması üzerine kararı veren mahkemenin kalem müdürlüğü satış memuru olarak satış işlemlerini yapacaktır. 

Satış yapılmadan önce mutlaka keşif sureti ile yeniden kıymet takdiri yapılır ve bu kıymet takdirine göre satış ilanı hazırlanır.

Satış ilanının, satıştan en az bir ay evvel, ulusal bir gazetede yayınlanması da kesin bir kuraldır. 

İşlemlerin tamamlanması ile Satış Memurluğu, açık arttırma ile satışı gerçekleştirir. 

Açık arttırmada bu değerin en az %50'sini teklif eden ve artı %18'lik KDV'yi ödeyen kişiye satış yapılır. Devlet de bu işlemden satış bedelinin yaklaşık %11'i oranında vergi alır. 

Bu bedellerin ödenmesi ile satış tamamlanmış olur. Ancak kesinleşmesi için hala bir süreç gerekmektedir. İlgililerin ihalenin feshi için dava açma hakları mevcuttur. Bu davayı detaylı bir şekilde bir sonraki yazımda inceleyeceğim. 
 
Paydaşların payları oranında satış parası paylaştırılmaktadır.