5 Aralık 2019 Perşembe

Arsa Payının Düzeltilmesi Davası

Arsa Payının Düzeltilmesi Davası

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanunun yürürlüğe girmesi ile ekonomik ömrünü tamamlamış yapıların nasıl yıkılacağı, yerine yapılacak binanın nasıl paylaşılacağı, yeni inşatta arsa paylarının nasıl belirleneceğine ilişkin önceki yasal mevzuatta aranan oybirliği şartı yerine, 2/3 çoğunlukla karar alınması yeterli görülmüştür. Bu yasayla birlikte, yeniden inşaya onay vermeyen azınlık arsa payı sahibi engeli kalkmış, ekonomik ömrünü tamamladığı tespit edilen birçok yapı yeniden inşa edilmeye başlanmıştır. Bu durum da bazı sorunları beraberinde gündeme getirmeye başlamıştır. Birçok binada, müteahhit hilesi, daha az aidat vermek isteme gibi nedenlerden dolayı, arsa paylarının gerçek durumu yansıtmadığı bilinmektedir.  Yapının yıkılmasını müteakip, kat mülkiyetinin ortadan kalkması nedeniyle, kat mülkiyeti paylı mülkiyete dönüşeceğinden, arsa payları gerçek durumu yansıtmayan maliklerin hak kaybına uğramamaları için yapının yıkılmasından önce arsa payı düzeltmesi için dava açması gerekmektedir.
Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 3. Maddesinde, kat mülkiyetinin veya kat irtifakının, bu mülkiyete konu olan ana gayrimenkulün bağımsız bölümlerinden her birinin konum ve büyüklüklerine göre hesaplanan değerleri ile oranlı olarak, projesinde tahsis edilen arsa payının, ortak mülkiyet esaslarına göre belirlenmesi gerektiği belirtilmiş, arsa paylarının bu esaslara göre belirlenmemesi her kat maliki veya kat irtifakı sahibine, arsa paylarının yeniden düzenlenmesi için mahkemeye başvurma imkanı tanımıştır.
Arsa payının düzeltilmesi davası açılabilmesinin ilk şartı, kat mülkiyetinin veya kat irtifakının bu mülkiyete konu ana gayrimenkulün bağımsız bölümlerinden her birinin konum ve büyüklüklerine göre hesaplanan değerleri ile orantılı olarak belirlenmemiş olmasıdır. Arsa payının hatalı olarak belirlenmiş olması halinde, her kat maliki veya kat irtifakı sahibi arsa payının yeniden düzenlemesi için dava açabilecektir. Bununla birlikte Yargıtay, davacının iyiniyetli olmasını ve dava açmakta korunmaya değer hukuki yararının bulunmasını aramaktadır.
Davacının iyiniyetli olup olmadığına Tapu Sicil Müdürlüğü’nden ilgili dosyalar istenerek öncelikle kat irtifakı veya kat mülkiyeti kurulması sırasında arsa paylarının bizzat davacı tarafından düzenlenip düzenlenmediği araştırılarak karar verilir. Kat mülkiyeti kurulduktan sonra malik olanlar ve kat mülkiyeti kuruluşunda bizzat bulunup, tapuda imzası olmayan malikler iyi niyetli kabul edilecektir. Davacı, kat irtifakı veya kat mülkiyeti kurulması sırasında arsa paylarını bizzat kendisi düzenlemişse, iradeyi ortadan kaldırıcı sebeplerinin varlığını (hata, hile vb.) ispatlamadıkça, iyi olarak kabul edilmeyeceğinden dava reddedilecektir.
Arsa payı belirlenirken, bağımsız bölümlerin cinsi, bulunduğu kat, ısınma sistemi, aydınlanması, cephesi, konumu, manzarası, güneşten yararlanması, rüzgar gibi dış etkiler nazara alınarak değerlendirme yapılır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, arsa payının mülkiyetinin tamamına oranının kat irtifakının veya kat mülkiyetinin kurulduğu tarihteki değerlerine göre orantılı olup olmadığının saptanacak olmasıdır. Yargıtay, anılan hususlar dikkate alınmaksızın alelade taşınmazın toplam değerinin bağımsız bölümlere bölünmesi suretiyle ortaya çıkan değeri, hakkaniyete aykırı düşmesi sebebiyle kabul etmemektedir.
Değerlendirilmeye esas kat irtifakı ve kat mülkiyetinin kurulmasından sonra meydana gelen imar durumu, cins ve manzara değişiklikleri, bakım onarım çalışmaları nedeniyle meydana gelen değer artış veya eksilmeleri nazara alınmaz.
Arsa payının düzeltilmesi davası, diğer kat maliklerine karşı açılacak olup, görevli mahkeme sulh hukuk mahkemeleridir.
6306 sayılı yasa ile, yeniden inşa vb. gibi hususlarda aranılan çoğunluk 2/3’ düşürülmüş olup, arsa payının hatalı düzenlendiğini düşünen kat maliklerinin hak kaybı yaşamamaları için, yapının yıkılmasından önce, arsa payının düzeltilmesi için dava açması ve tedbir talep etmesi gerektiğini önemle hatırlatmakta fayda görmeyiz.

Ekonomik Şiddet Nedeni ile Boşanma

Ülkemiz nüfusun önemli bir kısmının yoksulluk sınırı civarında yaşadığı göz önüne alındığında “ekonomik şiddetin”  bir boşanma nedeni olarak kabulü son derece önem arz etmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 21.07.2008 tarihli bir kararı ile  “ekonomik şiddete dayalı boşanma davasında örnek bir karar vermiştir. Bu karar ile birlikte “ekonomik şiddet”  Türk hukuk sisteminde yer almaya başlamıştır.
Yargıtay Kararında, ekonomik şiddet “zorunlu ihtiyaçların, koşullar elverdiği halde, karşılanmaması” biçiminde tarif edilmiştir. Bununla birlikte, öğretide “Bireylerin varlıklarına el koymak, bunları yönetmelerine engel olunmak, şeklinde ortaya çıkan davranışlar ” da ekonomik şiddet olarak kabul edilmektedir.  Yargıtay bir takım kararlarında “kişinin parasının ya da mallarının zorla elinden alınması, zorla istemediği bir işte çalıştırılması, istediği halde çalıştırılmaması ve harcamalarının sürekli denetim ve baskı altında tutulması” da ekonomik şiddet olarak kabul etmiştir.
Ekonomik şiddet tanımı son derece önem arz etmektedir. ‘Ekonomik şiddet’ denildiğinde zorunlu ihtiyaçların engellenmesi, zorunlu ihtiyaçların koşullar elverdiği halde karşılanmaması kabul edilmelidir. Buradaki “ koşullarda elverdiği halde “ tanımı son derece önemli olup her olayda farklı olarak değerlendirilmeli ve yorumlanmalıdır. Örneğin çok düşük bir maaşı olan ya da hiçbir geliri olmayan birinin durumunu ile son derece iyi bir maaşı veya geliri olan birinin değerlendirilmesi, farklı olmalıdır.
Ekonomik şiddet kanunda sayılı özel bir boşanma nedeni olmamakla birlikte MK m. 185 f. III hükmünde yer alan “ Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadır ” şeklindeki sadakat yükümü içerisinde değerlendirilmelidir. Zira eşlerin sadakat yükümlülüğü ekonomik sadakati de içermelidir. Bu yüzden ekonomik şiddet içeren davranışlar eşlerin sadakat yükümüne aykırı davranış olmakla aynı zamanda bir boşanma sebebi oluşturur.
Ekonomik şiddet içeren davranışları Yargıtay kararları doğrultusunda örneklemek gerekirse;
Birlik görevlerini yerine getirmemek.
Yargıtay bir kararında “davalının hiçbir işte çalışmadığı birlik görevlerini yerine getirmediği anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir” demek suretiyle bu hususu boşanma gerekçesi yapmıştır.
-Bağımsız Konut Sağlamamak
Konutun seçimi, birliğin yönetimi ve giderlere katılma başlıklı TMK. m. 186 maddesine göre eşler oturacakları konutu birlikte seçerler. Birliği eşler beraberce yönetirler. Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlığı ile katılırlar. Bu yükümlülüklere aykırı davranışlarda ekonomik şiddete yönelik davranış olarak kabul edilir.
Yargıtay bir Kararında “kocanın müşterek konut teminine yanaşmadığı, birlik görevlerini yerine getirmediği anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir” şeklinde hüküm vermiştir.
– Eve Bakılmaması:
Eşlerin müşterek evlerine bakmaması, evi ile ilgilenmemesi, evin ihtiyaçlarını karşılamaması ekonomik şiddete yönelik bir davranış olarak kabul edilmektedir.
Yargıtay “davalının evine bakmadığı eşi ile ilgilenmediği anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir” demek suretiyle tarafların boşanmasına karar vermiştir.
– Aşırı Tutumlu, Tasarruflu olunması
Yargıtay bir takım kararlarında eşe karşı aşırı ve rahatsızlık verici derecede tasarruflu yaşamayı boşanma gerekçesi yapmıştır. Yargıtay Genel Kurul kararı ile hukuk sistemimize giren Ekonomik şiddete dair 2008 tarihli kararda da  “Elektrik sarfiyatı oluyor diye eşini karanlıkta oturtan” davalının eşine karşı ekonomik şiddet uyguladığına karar verilmiştir.
Başkaca örnek vermek gerekirse, Meyvenin kabuklarını kalın soyup israf ediyorsun diye eşin suçlanması, banyo ve tuvalette aşırı su kullanılması sebebi ile sınırlama getirilmesi, atılan çöplerin sürekli kontrol edilmesi, yapılan her harcamanın günlük olarak not edilmesi sayılabilir.
-Borçlandırıcı davranışlarda Bulunulması
Eşlerin aşırı derecede borçlandırıcı davranışlarda bulunması da ekonomik şiddete yönelik bir davranış olarak kabul edilebilir.
Yargıtay birçok kararında “davalının birlik görevlerini yerine getirmediği aşırı borçlandığı, borçlarını ödemediği, alacaklıların davacıyı rahatsız ettiği anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir” şeklindeki beyanları ile borçlandırıcı davranışları boşanma sebebi olarak göstermiştir.
Yargıtay, çevresine borçlanıp borçlarını ödemeyen ve eve haciz gelmesine sebep olan yine kumar oynayarak parasını ve evdeki eşyalarını vererek, eşini alacaklılarla karşı karşıya bırakan eşin davranışlarını ekonomik şiddete yönelik boşanma sebebi olarak kabul etmektedir.
-Eşin Çalışmaması
Eşin çalışmaması, keyfi, sürekli iş değiştirmesi, kısa sürede bir çok iş değiştirmesi ve bu sebeple ailesine bakmaması durumlarında da ekonomik şiddetin varlığı kabul edilmelidir.
Zira Yargıtay “Davalının çalışmadığı, sorumsuz olduğu anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir.” şeklindeki kararı ile bu durumu kabul etmiştir.
-Zorla Çalıştırmak yada çalıştırmamak:
Eşin zorla istemediği bir işte çalıştırılması yada çalışmak isteyen bir eşin çalıştırılmaması da ekonomik şiddete yönelik bir davranıştır. Mesleği olan kadının çalışmak ve mesleğini icra etmek istemesine rağmen çalıştırılmaması veya başka bir iş yapmaya zorlanması evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olur.
Yargıtay 2.Hukuk Dairesi davacının davalıyı “zorla atölyede çalıştırmak istemesini” boşanma sebeplerinden biri olarak değerlendirmiştir.
-İşten Çıkarılmasını Sağlamak:
Çalışan eşin işten ayrılmasına, işten çıkarılmasına sebep olmak da ekonomik şiddete yönelik davranış olarak kabul edilmektedir.
Yargıtay “ davalı kocanın eşini dövdüğü, cep telefonu ile eşini işyerinde taciz ettiği ve onun işten çıkarılmasını sağladığı” şeklindeki kararı ile işten çıkarılmasını sağlamaya yönelik davalı eşin davranışını boşanma sebebi olarak kabul etmiştir.

Görüldüğü üzere Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması Sebebiyle boşanma davasında ekonomik şiddete yönelik davranışları sınırlamak mümkün değildir. Bu davranışlar her olayda farklılık ve çeşitlilik gösterebilir. Bu yüzden ekonomik şiddete yönelik olacak diğer her türlü davranış da boşanmaya sebep davranışlar olarak kabul edilmelidir.

Mal Rejimleri ve Özellikle Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi

  • GENEL OLARAK MAL REJİMLERİ
Eşlerin evlilik birliği esnasında veya evlilik birliğinin devamı süresince, sahip oldukları malvarlıklarının yönetimine, tasarrufuna, tasfiyesine ilişkin kuralların tümü mal rejimi kavramını oluşturmaktadır. 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren, Türk Medeni Kanunu’nda eşler arasında yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejimi kabul edilmiş olup, 1 Ocak 2002 tarihinden sonra başlayan evlilik birliklerinde, kural olarak edinilmiş mallara katılma rejimine ilişkin hükümler uygulama alanı bulanacaktır. Yine aynı şekilde, 1 Ocak 2002 tarihinden önce başlayan evliliklerde de, eşler herhangi bir mal rejimi seçmemişlerse, mal rejiminin tasfiyesinde 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren edinilmiş mallara katılma rejimi uygulanacaktır. Bununla birlikte eşler isterlerse, mal rejimi sözleşmesi yaparak, kanunda belirtilen diğer mal rejimlerini seçebilecektir. Mal rejimi sözleşmesi, noterde düzenleme veya onaylama şeklinde yapılabilecek olup, eşler ancak kanunda belirtilen mal rejimlerinden birini seçebilirler ve kanunda öngörülen sınırlar içerisinde, mal rejimi sözleşmelerinde değişiklik yapabilirler. Ayrıca, eşler evlenme başvurusu sırasında, evlenme memuruna yazılı bildirim yaparak, evlilik birliğinde geçerli olacak mal rejimini seçebilirler.
Kanunda düzenlenen seçimlik mal rejimi türleri şunlardır;
  • Mal Ayrılığı Rejimi: Bu mal rejiminde, eşlerden her biri, yasal sınırlar içerisinde kendi malvarlığı üzerinde yönetim, yararlanma ve tasarruf haklarını korur.
  • Paylaşmalı Mal Ayrılığı Rejimi: Birçok hükmü edinilmiş mallara katılma rejimine benzemekle birlikte, tasfiye açısından kolaylık sağlamaktadır.
  • Mal Ortaklığı Rejimi: Bu mal rejiminde eşlerin kanun gereğince kişisel mal sayılanlar dışındaki malları ile gelirleri ortaklık mallarını oluşturur. Eşler, ortaklık mallarına bölünmemiş bir bütün olarak sahip olurlar. Eşler, belirli mal varlıklarını ortaklık dışında tutabilirler.
Ayrıca, eşlerin serbest iradesi dışında, haklı sebep bulunması halinde eşlerden birinin istemi üzerine, hakim mevcut mal rejiminin mal ayrılığına dönüşmesine karar verebilir. Haklı sebepler kanunda örnek olarak sayılmış olup, diğer eşe ait malvarlığının borca batık veya ortaklıktaki payının haczedilmiş olması, diğer eşin, istemde bulunanın veya ortaklığın menfaatlerini tehlikeye düşürmüş olması, diğer eşin, ortaklığın malları üzerinde bir tasarruf işleminin yapılması için gereken rızasını haklı bir sebep olmadan esirgemesi bunlardan bazısıdır.
Mal rejiminin tasfiyesini talep edebilmek için, öncelikle taraflar arasındaki mal rejiminin sona ermesi gerekir. Mal rejiminin sona erdiği haller şunlardır;
  • Eşlerden birinin ölümü halinde: Mal rejimi ölün tarihinden itibaren sona erer.
  • Eşlerin farklı bir mal rejimini seçmesi halinde: Yeni mal rejiminin seçildiği tarihte eski mal rejimi sona erer.
  • Boşanma veya evlenmenin iptali halinde: Boşanma veya evliliğin iptali davası açıldığı tarihte sona erer. Ancak davanın görülebilmesi için kararın kesinleşmesi gerekir.
  • Hakim tarafından mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi halinde: Dava tarihinden itibaren sona erer.
-EDİNİLMİŞ MALLARA KATILMA REJİMİ
4721 sayılı Türk Medeni Kanununda,  743 sayılı Türk Kanunu Medenisi den farklı olarak yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejimini kabul edilmiştir. Değişikliğin gerekçesi ise “ Yürürlükteki Kanunda eşler arasındaki yasal mal rejiminin “mal ayrılığı” olduğu belirtilmiştir. Evlilik birliği sona erdiğinde, mal ayrılığı rejiminin eşler arasında büyük haksızlıklara yol açtığı, özellikle meslek sahibi kocanın lehine işlediği, ev işlerini yapan ve hatta kocasına mesleğinin icrasında yardımcı olan kadının durumunu hiç nazara almadığı, meslek çevrelerinde ve kamuoyunda ağır eleştirilere uğramıştır.
Bu nedenle, “edinilmiş mallara katılma” başlığı altında yeni bir mal rejimi düzenlenmiştir.” şeklinde belirtilmiştir. Böylece, kanun somut olarak herhangi bir katkısı bulunmasa dahi, özellikle kadının ev işlerini yapması vs. sebeplerle, evlilik süresince elde edilen edinilmiş mallar üzerinde, diğer eşe alacak talep edebilme hakkı tanımıştır.
Edinilmiş mallara katılma rejimi, eşlerin kişisel malları ile evlilik süresince edinilmiş malları kapsar. Ediniş mallara katılma rejiminin sona ermesi ile, her eş diğer eşte bulunan kişisel mallarını geri alır.
Kanun gereğince kişisel mallar şunlardır;
  • Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya, (örneğin kadının ziynet eşyaları, giysileri gibi)
  • Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri,
  • Manevi tazminat alacakları,
  • Kişisel mallar yerine geçen değerler.
Bunların dışında, eşler, mal rejimi sözleşmesiyle, bir mesleğin icrası veya işletmenin faaliyeti sebebiyle doğan edinilmiş mallara dahil olması gereken malvarlığı değerlerinin kişisel mal sayılacağını kabul edebilirler. Yine mal rejimi sözleşmesiyle kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mallara dahil olmayacağını da kararlaştırabilirler.
Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Eşlerden hangisine ait olduğu anlaşılamayan mallar, eşlerin paylı mülkiyetinde sayılır.
Her eş veya mirasçıları,  mal rejimi sona erdiğinde diğer eşe ait artık değerin yarısı üzerinde hak sahibi olur. Artık değer, edinilmiş mal olarak kabul edilen malın değerinden, o mala ilişkin borçlarının çıkarılması ile bulunur.  Zina veya hayata kast nedeniyle boşanma halinde hakim, kusurlu eşin artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilir.
Edinilmiş mallar, eşlerin mal rejimi devam ederken, karşılığını vererek elde etmiş olduğu malvarlığı değerleridir. Kanuna göre; edinilmiş mallar özellikle şunlardır;
  • Çalışmasının karşılığı olan edinimler, (maaş vb.)
  • Sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacı ile kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler, (örneğin emeklilik ikramiyesi gibi.)
  • Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar,
  • Kişisel mallarının gelirleri, (örneğin, eşlerinden birine ait taşınmazın kira gelirleri.)
  • Edinilmiş malların yerine geçen değerler. (örneğin, eşlerden birinin maaşıyla alınmış araç gibi.)
Eşlerin artık değere katılma alacağı, ayni bir hak olmayıp, şahsi bir haktır. Bu nedenle, tasfiye isteyen taraf alacağını ancak para olarak talep edebilir. Bununla birlikte, borçlu para dışında ayın olarak da ödeme hakkına sahiptir. Katılma alacağı, edinilmiş malların tasfiye tarihindeki değerine göre belirlenmekte olup, bu değer davanın karar tarihine göre hesaplanmaktadır.
Yargıtay uygulamalarında, artık değer katılma alacağı davalarında, evlilik birliğinin boşanma ile sonuçlanması halinde, dava zamanaşımının 1 yıl, evlilik birliğinin ölümle sona ermesi halinde ise, dava zamanaşımının 10 yıl olduğu kabul edilmektedir.
Mal rejiminin sona ermesi halinde, şartları varsa, eşlerin değer artış payı alacağı ve katkı payı alacağı davası açabileceğini belirtmek gerekir.

Mirasçılıktan Çıkarma

Kimi zaman en yakınımızdaki insanların annemizin, babamızın, çocuklarımızın hatta eşimizin bize veya yakınlarımıza karşı davranışları mazur görülmeyecek derecede ağır olabiliyor. Böyle durumlarda, genellikle “ miras bırakan”, vefatından önce muvazaalı işlemler yaparak (gerçek işlemi saklamak amacıyla görünürde farklı bir işlem yapmak; bağış yaptığımız halde satış gibi göstermek gibi)  bu kişinin hukuken hak kazandığı miras payını almasını engellemek istiyor. Ancak, bu tür işlemler hukuki olarak geçersiz olduklarından, miras payı etkilenen kişiler tarafından iptal ettirilerek, “miras bırakanın” aslında istemediği bir kişinin mirastan pay almasına sebebiyet verebiliyor. Kanun koyucu sınırlı hallerde, “miras bırakan” saklı paylı mirasçıların mirasçılıktan çıkarılmasına olanak vermiştir.
Hangi hallerde mirasçının mirastan çıkarabileceğine geçmeden önce saklı paylı mirasçıların kimler olduğunu hatırlatmak gerekir. Kanuna göre saklı paylı mirasçılar; “miras bırakanın” anne ve babası, çocukları, çocuklarının altsoyları, eşidir. Diğer mirasçıların saklı payı bulunmadığından, “miras bırakan” onların payı üzerinde tasarruf ederek, saklı payı olmayan mirasçıları mirasından mahrum bırakabilir.
Kanuna göre, saklı paylı mirasçının sınırlı hallerde mirasçılıktan çıkarılması mümkün olup, bu haller şunlardır;
  1. Mirasçı, “miras bırakana” veya “miras bırakanın” ailesi üyelerine karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemişse,
  1. Mirasçı, “miras bırakana” veya “miras bırakanın” yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse.
Kanun koyucu, mirasçının, “miras bırakana” veya “miras bırakanın” aile üyelerine karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini yerine getirmemesini mirasçılıktan çıkarma sebebi saymış ancak yükümlülüklerin önemli ölçüde yerine getirilmemiş olmasını aramıştır. Yargıtay kararlarında, mirasçının aşırı ilgisizliği, kapıyı açmaması, telefonları yüzüne kapatması, “miras bırakanın” onur ve haysiyetini gözetmemesi, vekalet yetkilerini kötüye kullanması, uyuşturucu satması veya kullanması, “miras bırakanı” gereksiz yere tıbbi müşahede altına aldırması, ıskat sebebi olarak görülmüştür.
Bir diğer çıkarma sebebi ise, mirasçının “miras bırakana” veya “miras bırakanın” yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemesidir. Mirasçının mutlaka ceza alması gerekmez. Ancak, ceza hukuku anlamında suçun oluşması gerekir.
Mirasçılıktan çıkarma, ancak ölüme bağlı tasarrufla yapılabilir. Uygulamada genellikle vasiyetname ile yapıldığı görülmektedir. Mirasçılıktan çıkarmanın geçerli olması için, “miras bırakanın” buna ilişkin tasarrufunda çıkarma sebebini belirtmesi gerekir. Çıkarma sebebinin varlığı ispat edilemez veya çıkarma sebebi tasarrufta belirtilmezse, saklı paylı mirasçı saklı payını alabilir. Ancak “miras bırakan” çıkarma sebebinde açıkça yanılmışsa, bu durumda, çıkarma geçersiz olur. Mirasçılıktan çıkarılan kimse, çıkarılmaya itiraz ederse, sebeplerin varlığını çıkarmadan yararlanan mirasçıya veya vasiyet alacaklısına ispatlamalıdır.
Mirasçılıktan çıkarılan kişi, mirastan pay alamaz, tenkis davası açamaz. “Miras bırakan” başka türlü tasarrufta bulunmuş olmadıkça, mirasçılıktan çıkarılan kimsenin miras payı, o kimse “miras bırakandan” önce ölmüş gibi, mirasçılıktan çıkarılanın varsa altsoyuna, yoksa “miras bırakanın” yasal mirasçılarına kalır. Mirasçılıktan çıkarılan kimsenin altsoyu, o kimse “miras bırakandan” önce ölmüş gibi saklı payını isteyebilir. Örneğin,  “miras bırakan” çocuklarından birini mirasçılıktan çıkarırsa, mirasçılıktan çıkarılan kişinin çocuğu(altsoyu), mirasçılıktan çıkarılan, “miras bırakandan” önce ölmüş gibi mirastan pay alabilir. Ancak “miras bırakan”, bu kişiye verilecek miras payı üzerinde tasarrufta bulunmuşsa, bu ihtimalde, mirasçılıktan çıkarılanın çocuğu (altsoyu), çıkarılan kimse “miras bırakandan” önce ölmüş gibi, saklı payını isteyebilir.  Eğer mirastan çıkarılanın altsoyu yoksa çıkarılanın payı diğer mirasçılar arasında paylaşılır.

Mirastan Feragat

Mirastan feragat, bir mirasçının miras bırakanı ile yaptığı bir sözleşme ile yasal mirasından kendi istek ve iradesiyle vazgeçmesidir. Mirastan feragat ve mirasın reddi konusu kısmen de olsa benzer bir amaca yönelik işlemler olarak görülüyorsa da, hukuki sonuçları itibariyle, aralarında önemli farklar bulunmaktadır.
Öncelikle bu iki hukuki durumun farkına değinmekte fayda bulunmaktadır.
Mirası ret, mirasçının tek taraflı irade bayanıyla olurken; mirastan feragat, mirasçı ile miras bırakan arasında resmi şekilde akdedilen bir feragat sözleşmesi ile gerçekleşir. Mirası ret, altsoyu etkilemez ve reddeden ölmüş gibi değerlendirilerek miras altsoyuna geçer. Mirastan ivazlı feragat halinde ise feragat, altsoy için de sonuç doğuracağından altsoy da bu feragatten etkilenir. İvazsız feragat halinde ise feragat, yalnızca feragat eden mirasçı açısından sonuç doğurur.
 Görüldüğü üzere her iki hukuki kurumun da doğuracağı sonuçlar farklı olup, bu sonuçlar diğer mirasçıların miras payına etki edecektir.
Mirastan Feragatin Türleri
Mirastan feragat, bir mirasçının miras bırakanı ile yaptığı bir sözleşme ile yasal mirasından kendi istek ve iradesiyle vazgeçmesidir. Feragat eden mirasçı, mirasçılık sıfatını kaybeder. Miras bırakan, feragati için mirasçıya bir karşılık vermişse feragat ivazlı(karşılıklı) olur, aksi halde feragat ivazsız (karşılıksız)dır.
Mirastan ivazlı feragat halinde,
Aksi sözleşmede öngörülmemişse, mirasçıya bir karşılık sağlanmak suretiyle mirasçının mirastan feragati, feragat edenin altsoyu için de sonuç doğurur. Mirastan feragat sözleşmesi, ‘’belli bir kişi lehine’’ de yapılabilir. Lehine feragat sözleşmesi yapılan kişi mirasçılık sıfatını kaybederse, feragat de hükümsüz kalır.
Feragat Edenlerin, Tereke Alacaklılarına Karşı Sorumlulukları,
Mirasın açıldığı sırada, tereke borçları karşılamıyorsa ve mirasçılar da borçları ödemiyorsa, feragat eden ve feragat edenin mirasçıları, feragat için miras bırakanın ölümünden önceki 5 yıl içinde miras bırakandan aldıkları karşılıktan mirasın açılması sırasındaki zenginleşmeleri oranında sorumlu olur.
Feragatin Şekli,
Mirastan feragat sözleşmesi bir miras sözleşmesi olduğu için, sözleşme yapanlar ayırt etme gücüne sahip-ergin olmalı ve kısıtlı olmamalıdır. Miras sözleşmeleri, resmi vasiyetname şeklinde düzenlenmelidir.  Dolayısıyla işbu sözleşme Noter huzurunda yapılabilecektir. Adi yazılı şekilde mirastan feragat sözleşmesi yapılması mümkün değildir.
Mirastan Feragatin Sonuçları,
Şayet mirasçı, miras bırakan ile yaptığı bir sözleşmeye istinaden karşılık alarak mirastan feragat ederse, bu feragat altsoyu da etkiler ve altsoy da feragat etmiş sayılır. Ancak şayet mirastan feragat ivazsız ise, yalnızca feragat edeni etkiler, altsoya etki etmez.

İntifa Hakkı Ne Demek? Kurulması ve Sona Erdirilmesi

İntifa Hakkı Nedir?
İntifa hakkı, başkasına ait bir eşya veya malvarlığı üzerinde, belirli bir kişiye, tam yararlanma imkânı sağlayan bir irtifak hakkıdır. İntifa hakkının kurulması ile gayrimenkulün maliki, eşyanın veya hakkın öz değerini kendisinde tutmakta, buna karşılık, bunlardan elde edilebilecek yararları belirli bir kişiye tahsis etmektedir.
İntifa Hakkı Nasıl Kurulur?
İntifa hakkı, sözleşme ile kurulan, mahkeme kararı ile kurulan ve kanuni intifa hakkı olmak üzere üç şekilde karşımıza çıkmaktadır.
1. Sözleşmeyle Kurulan İntifa Hakkı
Taşınmazlar üzerinde intifa hakkı, resmi senedin düzenlenip, tapuya tescili ile tesis edilmektedir. Taşınmaz mülkiyetinin intikaline ilişkin kanuni hükümler, taşınmazlar üzerinde tesis edilen intifa haklarında da uygulanmaktadır. Dolayısıyla, bir taşınmaz maliki nasıl ki taşınmazını satabiliyorsa bir üçüncü kişi yararına intifa hakkı da tesis edebilmektedir. Bu üçüncü kişi gerçek kişi olabileceği gibi tüzel kişi de olabilir.
Uygulamada genellikle bir taşınmazın tamamına (kuru mülkiyeti ve intifa hakkına) sahip olan kimse intifa hakkını üzerinde tutarak kuru mülkiyetinin satışını yapmakta bu yolla intifa hakkının tapu kütüğüne tescili zarureti doğmaktadır. Örneğin, baba taşınmazının intifa hakkını üzerinde tutarak kuru mülkiyetini çocuklarına bağışlamakta veya satmaktadır. Elbette ki, bu durumun tersi de mümkündür. Başka bir deyişle, malikin kuru mülkiyeti kendi üzerinde tutarak başkası lehine intifa hakkı tesis etmesi de mümkündür.
2. Kanuni İntifa Hakkı
Kanuni intifa hakkı, kanunda öngörülen intifa haklarıdır. Taşınmaz üzerindeki kanuni intifa hakkı, tapu kütüğüne tescil edilmemiş olsa bile, durumu bilenlere karşı ileri sürülebilmektedir. Buna karşılık tescil edilmiş ise, herkese karşı ileri sürülebilecektir. Kanundan doğan intifa hakları şu şekilde sıralanmaktadır:
  • Mirasta sağ kalan eşin intifa hakkı (23 Kasım 1990 tarih 3678 sayılı Kanunla Medeni Kanun’da yapılan değişiklikle sağ kalan eşin mirastan gelen intifa hakkı kaldırılmıştır. Dolayısıyla, ancak 23 Kasım 1990 tarihinden önceki ölümlerde, ölüm tarihindeki yürürlükte olan mevzuat uygulanacağından sağ kalan eşin intifa hakkını seçmesi mümkündür.)
  • Ana babanın velayetleri altındaki küçüğün malları üzerindeki intifa hakkı
  • Kocanın karısının malları üzerindeki intifa hakkı
3. Mahkeme Kararıyla Kurulan İntifa Hakkı
İntifa hakkının konusu taşınmaz ise, intifa hakkının kurulmasına ilişkin sözleşmenin resmi şekilde yapılması gerekmektedir. Malikin tescil talebinden kaçınması halinde, alacaklı intifa hakkının yargısal tesisini sağlayabilir. Mahkeme kararı ile birlikte intifa hakkı tescilsiz olarak doğar. Ayrıca önemle belirtmek gerekir ki, mahkeme kararına istinaden kurulacak intifa haklarında kesinleşmiş mahkeme kararı aranmaktadır.
İntifa Hakkı Nasıl Sona Erer?
İntifa hakkının sona ermesi de tıpkı kurulması gibi intifa hakkının konusuna göre çeşitlilik göstermektedir. Taşınmaz üzerine tahsis edilen intifa hakkının sona ermesi için birden fazla neden bulunmaktadır. Bunlar;
  • İntifa hakkı bir süreyle sınırlı olarak kurulmuşsa, sürenin dolması veya intifa hakkının feragati
  • Ölüm veya kişiliğin ortadan kalkması (tüzel kişiliğin sona ermesi, gaiplik vs.)
  • Terkin
  • Taşınmazın tamamen yok olması
  • Taşınmazın kamulaştırılması
  • Taşınmazın cebri icra yoluyla satılması
  • Mahkeme kararı
olarak sıralanabilir. Taşınır eşyalar veya alacak hakları üzerinde intifa hakkının sona ermesi ise iki türlüdür. Bunlardan birincisi, taşınırın yok olması veya alacak hakkının sona ermesi şeklinde gerçekleşir. İkinci ihtimal ise, intifa hakkının süreye bağlı olması varsayımında sürenin geçmesi, süreye bağlı değil ise hak sahibinin ölmesi ya da kişiliğinin ortadan kalkması şeklinde ortaya çıkmaktadır.
İntifa hakkının sona ermesiyle birlikte hak sahibi, intifa hakkı sahibi konusu olan şeyi malike iade etmek zorundadır. Kural olarak intifa hakkı sahibinin, eşyayı aldığı şekliyle iade etmesi gerekmektedir. Normal kullanmanın yol açtığı aşınma ve eskimelerden intifa hakkı sahibi sorumlu tutulamamakla birlikte, bunların dışında meydana gelen hasarlardan, kıymet azalmalarından, bunların kendi kusurundan meydana gelmediğini kanıtlamadıkça intifa hakkı sahibi sorumludur. Aynı zamanda, intifa hakkı sahibi, intifa hakkının sınırlarını aşarak elde ettiği ürünleri de tazmin etmekle yükümlüdür.
İntifa hakkı sahibinin bu sorumluluklarına karşılık, intifa hakkı sahibi, yükümlü olmadığı halde eşyaya yaptığı masraf ve eklemeler için vekaletsiz iş görme hükümlerine göre tazminat isteyebilir. Gerek malikin gerekse intifa hakkı sahibinin tazminat talebi malın iadesinden itibaren 1 sene geçmekle zamanaşımına uğramaktadır.

Mirasın Reddi

Genel Olarak,
Mirasın reddi ve mirastan feragat, Türk Medeni Kanunu’nun temel hukuki konularından olup, miras bırakan vefat ettiğinde geride kalan mirasçıların yasal miras paylarını önemli ölçüde etkilemektedir. Birbiriyle bağlantısı nedeniyle ret ve feragat konularını yazı dizisi şeklinde değerlendirmeyi uygun bulduk. 
Yazımızın ilk kısmında öncelikle mirası reddin yasal koşullarına değinilecek, ardından hukuka uygun ret beyanının yasal miras paylarına etkisi değerlendirilecektir.
MİRASIN REDDİ
Miras bırakanın ölümü ile birlikte, geride kalan malvarlığında mirasçılar el birliğiyle malik olur ve borçlardan da müteselsilen sorumlu olur. Mirasın reddi, miras bırakanın geride bıraktığı mal varlığının bir bütün halinde kabul edilmediğinin beyanından ibarettir. Ancak ret beyanı bazı yasal koşullara tabi tutulmuştur.
Ret Hakkı Sahibi: Yasal mirasçılar mirası ret hakkına sahip olduğu gibi, atanmış mirasçılar da mirası reddedebilir.
Mirasın Hükmen Reddi,
  • Miras bırakanın öldüğü tarihte ödemeden aczi açıkça belli ise veya resmen tespit edilmişse, miras reddedilmiş sayılır.
Önemle belirtmeliyiz ki, mirasın hükmen reddine ilişkin davalarda Yargıtay kararlarına göre, terekenin açıkça borca batık olup olmadığının özellikle değerlendirilmesi gerekmektedir.
İcra takibi sonunda aciz vesikası düzenlenmesi halinde terekenin borca batık olduğu kabul edilir. Aksi halde terekenin borca batık olup olmadığı, murisin malvarlığı bulunup bulunmadığının usulüne uygun olarak, bankalar, trafik tescil müdürlüğü, vergi daireleri, belediyeler, tapu müdürlüğü v.b. Kurum ve kuruluşlardan sorulması, murisin alacak ve borçları zabıta marifetiyle de araştırılarak aktif malvarlığı ile takibe konu borç miktarı gözönünde tutularak aktif ve pasifinin tereddüde neden olmayacak şekilde belirlenmesi gerekir.
(Yargıtay 14. Hukuk Dairesi E. 2016/13823 K. 2017/7231 T. 4.10.2017) 
Ödemeden aciz bir miras bırakanın mirasını reddeden mirasçılar, miras bırakanın alacaklarına karşı ölümünden önceki beş yıl içinde aldıkları ve mirasın paylaşılmasında geri vermekle yükümlü oldukları ölçüde sorumludurlar. İyiniyetli mirasçılar, yalnızca geri verme zamanındaki zenginleşmeleri oranında sorumlu olur.
Ancak, olağan eğitim-öğretim giderleri ve adet üzere verilen çeyizde mirasçıların böyle bir sorumluluğu yoktur.
Mirası Ret Süresi: Mirası ret süreye tabi olup,
Yasal mirasçılar mirasçı olduklarını daha sonra öğrendikleri ispat edilmedikçe, miras bırakanın ölümünü öğrendiklerinde,
Vasiyetname ile atanmış mirasçılar ise, miras bırakanın işbu tasarrufunun kendilerine resmen bildirilmesinden itibaren üç ay içinde mirası reddetmelidir.
Koruma önlemi olarak tereke yazımı varsa, terekenin yazımı işleminin sona erdiği, sulh hakimi tarafından mirasçılara bildirildiğinde, yasal ve atanmış mirasçılar bu bildirim tarihinden itibaren 3 ay içinde mirası reddedebilir.
İcra ve İflas Kanunu’nun 53/1. maddesine göre de:
‘’ Terekenin borçlarından dolayı ölüm günü ile beraber üç gün içinde takip geri bırakılır. Mirasçı mirası kabul veya reddetmemişse bu hususta Kanunu Medenide muayyen müddetler geçinceye kadar takip geri kalır.’’
Şu halde, murisin ölümü üzerine, tereke borçlarından dolayı üç gün ve devamındaki üç aylık süre ile mirasçılar hakkında takip yapılamaz. Takip yapılırsa, işbu takibe ilişkin memur işlemi süresiz şikayete tabi olup, haksız takibe maruz kalan mirasçılar icra hukuk mahkemesinde şikayet haklarını kullanabilir.
Ret Şekli: Mirasçılar, mirası reddettiğini sulh mahkemesine yazılı veya sözlü beyanla bildirmelidir. Bu beyan, hakimce bir tutanakla tespit edilir. Ret beyanı, kayıtsız ve şartsız olmalıdır; yani, ret herhangi bir şarta bağlanamaz.
Şayet mirasçılar, süresi içinde ret beyanında bulunmazsa, mirası kayıtsız şartsız kazanmış olurlar.
Önemli sebeplerin varlığı halinde sulh hakimince yasal/atanmış mirasçılara ret için ek süre tanınabilir veya yeni bir süre verilebilir.
Aşağıdaki mirasçılar, mirası reddedemez.
Mirasçı,
  • Ret süresi sona ermeden ‘’mirasçı’’ sıfatıyla tereke işlemlerine karışmışsa,
  • Terekenin olağan yönetimi niteliğinde olmayan işlemler yapmışsa,
  • Miras bırakanın işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında işler yaparsa,
  •   Tereke mallarını gizler veya kendine mal ederse mirası reddedemez.
Mirasın Reddinin Hukuki Sonuçları:
Yasal Mirasçılar Açısından,
Mirası ret beyanı, yalnızca reddeden mirasçı açısından sonuç doğurur. Mirası reddeden yasal mirasçının payı, miras açıldığı zaman kendisi sağ değilmiş gibi, diğer hak sahiplerine geçer. Altsoyun tamamının mirası reddi halinde miras, sağ kalan eşe geçer.
Atanmış Mirasçılar Açısından,
Atanmış mirasçı mirası reddederse payı, miras bırakanın en yakın yasal mirasçısına geçer. Ancak miras bırakanın ölüme bağlı tasarrufu ile başka bir sonuç öngörmesi de mümkündür.
En Yakın Yasal Mirasçıların Tamamının Mirası Reddi Halinde, 
Bu halde Sulh Mahkemesi, mirası iflas hükümlerine göre tasfiye eder. Tasfiye sonucunda artı bir değer kalması durumunda, kalan değer mirası reddetmemişler gibi mirasçılara dağıtılır.
Mirasın Reddinde Alacaklıların Korunması,
Malvarlığı borcuna yetmeyen mirasçı alacaklılarına zarar verme kastıyla mirası reddederse, alacaklılar veya iflas idaresi, şayet kendilerine yeterli güvence verilmezse, ret tarihinden itibaren 6 ay içinde reddin iptali için dava açabilir. Şayet mahkemece ret iptal edilirse, miras resmen tasfiye edilir. Bu tasfiye neticesinde eğer ki reddeden mirasçının payına bir şey düşerse bu miktardan, önce itiraz eden alacaklı olmak üzere alacaklıların alacakları ödenir. Buradan arta kalan değerler ise, şayet ret geçerli olsa idi bundan yararlanacak mirasçılara verilir.
Mirasçı mirası reddetmeden ölürse, ret hakkı kendi mirasçılarına geçer.
Mirası reddetmeden ölen mirasçının mirasçıları, kendilerinin miras bırakanına mirasın geçtiğini öğrendikleri tarihten itibaren 3 ay içinde mirası reddedebilir. Ancak, kendilerinin miras bırakanından geçen mirasın reddi için mirasçıya tanınan süre dolmadıkça, bu süre sona ermez.

Sağ Kalan Eşin Mirasçılığı Ve Mal Paylaşımı

Türk Medeni Kanunu’nda eşler arasında yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejimi kabul edilmiş olup, yasal mal rejimine göre, evlilik birliğinin devamı süresince, elde edinilmiş malların yarısı üzerinde diğer eşin alacak hakkı bulunmaktadır. Evlilik birliğinin ölümle sona ermesi halinde, eşler arasındaki mal rejimi de sona ermektedir. Sağ kalan eş, aynı zamanda vefat eden eşin yasal mirasçısı olup, terekenin paylaşılmasından önce sağ kalan eşin katılma alacağı çıkarılmalı sonra kalan net tereke mirasçılar arasında paylaşılmalıdır.
Evliliğin ölümle sona ermesi halinde, sağ kalan eş, vefat eden eşin yasal mirasçısı sıfatını kazanmakta olup, sağ kalan eşin miras payı birlikte mirasçı olduğu zümreye göre belirlenmektedir. Şöyle ki; sağ kalan eşin miras payı,
  • Mirasbırakanın alt soyu ile birlikte mirasçı olması halinde mirasın dörtte biri,
  • Mirasbırakanın anne ve baba zümresi ile mirasçı olması halinde mirasın yarısı,
  • Mirasbırakanın büyük anne ve babaları ve onların çocukları ile mirasçı olması halinde mirasın dörtte üçü, bunların hiçbiri yoksa ise mirasın tamamıdır.
Bununla birlikte, 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu eşler arasında yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejimi kabul edilmiştir. Edinilmiş mallara katılma rejimi, kanunda sayılan haller ve eşlerden birinin ölümü ile sona ermekte olup, mal rejiminin sona ermesi ile, sağ kalan eş, vefat eden eşin evlilik süresince (1 Ocak 2002 tarihinden itibaren) edinmiş olduğu malların yarısı üzerinde hak sahibi olmaktadır.
Edinilmiş malların ne olduğu kanunda örnekleme olarak sayılmış olup, kanuna göre, eşin edinilmiş mallar özellikle şunlardır;
  • Çalışmasının karşılığı olan edinimler,
  • Sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacı ile kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler,
  • Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar,
  • Kişisel mallarının gelirleri,
  • Edinilmiş malların yerine geçen değerler.
Edinilmiş mallara katılma rejiminden kaynaklanan alacak, yasadan kaynaklanmakta olup, bu alacak bakımından talepte, eşin çalışıp çalışmamasının veya katkıda bulunmasının bir önemi bulunmamaktadır. Vefat eden eşin edinilmiş malları, edinilmiş mallarının tamamından bu mallara ilişkin borçlar çıkarılarak hesaplanır.
Sağ kalan eşin, katılma alacağı, mirasbırakının terekesinin öncelikli borçlarından olup, sağ kalan eşin katılma alacağı terekeden çıkarıldıktan sonra, terekenin diğer mirasçılar arasında paylaştırılmasına geçilir. Katılma alacağı terekenin borcu olup, sağ kalan eş aynı zamanda mirasçı olduğundan hem terekenin alacaklısı hem borçlusu durumundadır. Sağ kalan eşin terekeye olan borcu terekenin tasfiyesi sırasında göz önünde bulundurularak ve terekeye olan borcu miras payından düşürüldükten sonra kalan miras payı varsa sağ kalan eşe ödenir.
Ayrıca Türk Medeni Kanunu’nun 240. Maddesinde, “Sağ kalan eş, eski yaşantısını devam ettirebilmesi için, ölen eşine ait olup birlikte yaşadıkları konut üzerinde kendisine katılma alacağına mahsup edilmek, yetmez ise bedel eklenmek suretiyle intifa veya oturma hakkı tanınmasını isteyebilir; mal rejimi sözleşmesiyle kabul edilen başka düzenlemeler saklıdır.
Sağ kalan eş, aynı koşullar altında ev eşyası üzerinde kendisine mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir.
Haklı sebeplerin varlığı halinde, sağ kalan eşin veya ölen eşin yasal mirasçılarının istemiyle intifa veya oturma hakkı yerine, konut üzerinde mülkiyet hakkı tanınabileceği “düzenlenmiştir.
Evlilik birliğinin ölümle sona ermesi halinde, sağ kalan eşin katılma alacağı talepleri 10 yıllık zamanaşımına tabi olup, yetkili ve görevli mahkeme ölenin son yerleşim yeri Aile Mahkemesi’dir.

Vasiyetnamenin İptali

Vasiyetnamenin İptali
Hukukumuzda, kişinin vefatı veya gaipliği halinde, mal varlığının kimlere, nasıl intikal edeceği düzenlenmiştir. Miras bırakan, her zaman mal varlığının yasada belirlenen kurallara göre paylaştırılmasını istemeyebilir. Bu halde, mirasının kimlere, hangi oranda paylaştırılacağını kanunda öngörülen şekil şartlarına uyarak genellikle bir vasiyetname ile kendisi belirleyebilir. Miras bırakanın, belirlemiş olduğu paylaştırma kuralları, kimi zaman hatta çoğunlukla diğer mirasçıların haklarını zedelemektedir. Miras payı zedelenen mirasçılar,  tenkis davası açarak, kanun tarafından korunmuş saklı paylarını alabilirler veya iptal koşulları varsa, menfaatlerine aykırı vasiyetnamenin iptalini talep ederek, kanunda öngörülen miras paylarına kavuşabilirler.

Vasiyetnamenin iptali sebepleri kanunda sınırlı bir şekilde gösterilmiş olup, ancak bu sebeplerin varlığı halinde vasiyetnamenin iptaline karar verilebilir.
İptal sebepleri şunlardır;
1. Vasiyetname, miras bırakanın tasarruf ehliyeti bulunmadığı bir sırada yapılmışsa, vasiyetname iptal edilecektir. Kişinin vasiyetname yapabilmesi için on beş yaşını doldurmuş ve ayırt etme gücüne sahip olması gerekmektedir. Örneğin, kişinin vasiyetname yaptığı sırada, yaşlılığından dolayı ayırt etme gücünü etkileyecek bir hastalığı varsa, mirasçılar vasiyetnamenin iptalini isteyebilirler. Kişinin ehliyet durumu doktor raporu ile kanıtlanır.
2. Vasiyetname, yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama sonucunda yapılmışsa, mirasçılar veya vasiyet alacaklısı vasiyetnamenin iptalini isteyebilir. Vasiyetname miras bırakanın gerçek iradesini yansıtmalıdır. Örneğin, lehine vasiyet yapılanların, miras bırakana bakmayacaklarını söylemeleri ve miras bırakan üzerinde manevi korku yaratmaları Yargıtay kararlarında vasiyetnamenin iptali sebebi olarak görülmüştür.
3. Vasiyetnamenin içeriği, bağlandığı koşullar veya yüklemeler hukuka veya ahlaka aykırı ise, vasiyetnamenin iptali istenebilir. Örneğin, miras bırakanın, mirasçının eşinden boşanması veya evlenmemesi koşuluyla yapılan vasiyetnamenin iptali istenebilir.
4. Vasiyetname,  kanunda öngörülen şekillere uyulmadan yapılmışsa, vasiyetnamenin iptali istenebilir. Vasiyetname kanunda öngörülen şekillere uygun olarak yapılmalıdır. Aksi takdirde, mirasçılar veya vasiyet alacaklısı vasiyetnamenin iptalini talep edebilir. Vasiyetname, resmi şekilde yapılabileceği gibi, el yazısıyla veya istisnai hallerde sözlü yapılabilir. El yazılı vasiyetname, baştan sona vasiyetçinin el yazısıyla yazılmalı ve vasiyetnamede tarih bulunmalıdır. Resmi vasiyetnamede ise, vasiyetçi, vasiyetin istek ve arzularına uygun olarak düzenlendiğini iki tanık huzurunda beyan eder. Tanıklar ise vasiyetnamenin önlerinde yapıldığını ve miras bırakanı tasarrufa ehil gördüklerini beyan ederler. El yazılı vasiyetnamede, tarih bulunmaması, resmi vasiyetnamede tanıkların vasiyet edeni ehil gördüklerini beyan etmemiş olmaları veya imzaların eksik olması birer iptal sebebidir.
Vasiyetnamenin iptali davası, vasiyetnamenin iptal edilmesinde menfaati bulunan mirasçılar veya vasiyet alacaklısı tarafından açılabilir.  Vasiyetnamenin iptali davası, lehine vasiyet yapılanlara karşı açılır. Önemle belirtmek gerekir ki; vasiyet eden hayatta olduğu sürece vasiyetnamenin iptali istenemez.
Vasiyetnamenin iptali davası, davacının tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl ve her halde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın geçmesi tarihinin üzerinden, iyi niyetli davalılara karşı on yıl, iyi niyetli olmayan davalılara karşı yirmi yıl içinde, miras bırakanın son yerleşim yeri Asliye Hukuk Mahkemesinde açılabilir.
Vasiyetnamenin iptali davası, lehine vasiyet yapılanlara karşı açılır. Vasiyetnamenin iptaline karar verilmesi halinde iptal, yalnızca iptalini talep edenler bakımından hüküm doğuracak olup, vasiyetnamenin iptalini talep etmeyenler için geçerli olmaya devam edecektir.
Vasiyetnamede saklı payların ihlal edilmesi, vasiyetnamenin iptali sebeplerinden biri değildir. Saklı payın ihlal edilmesi ancak tenkis davasına konu olabilir. Saklı paylı mirasçının, vasiyetnamede saklı payının da ihlal edilmesi halinde, vasiyetnamenin iptali ile birlikte terditli olarak tenkis de talep edilebilir. Bu ihtimalde, mahkemece vasiyetnamenin iptali talebinin reddi halinde, kanun gereğince miras paylarının bir kısmın korunmuş olan mirasçılar, korunmuş saklı paylarını alabileceklerdir.