TAPU SİCİLLERİNİN TUTULMASINDAN DEVLETİN SORUMLULUĞU
TAPU SİCİLLERİNİN TUTULMASINDAN DEVLETİN SORUMLULUĞU
1- MEVZUAT
TürkMedenî Kanunun 1007 nci (eski M.K. 917.md.) maddesi; “Tapu sicilinin tutulmasındandoğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet,zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.
Devletinsorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesindegörülür.” hükmündedir.
Tapusicilinin tutulmasından doğan zararın anlamı, bu sicilin tutulmasında,görevlilerin bilerek veya bilmeyerek uygulanması gereken mevzuat hükümlerineaykırı işlemleri veya ihmalleri sonucu bir hakkın kaybına sebep olmalarıdır.
Zikredilenhükümde, Devletin sorumluluğunda kusur aranmaz. Devletin sorumluluğu içinaranacak koşullar özetle, ortada tapu sicillerinin tutulmasından ötürü birzararın olması, zararla tapu sicilinin tutulması arasında bir nedensellikbağının (illiyet bağının) bulunması ve zararın tapu sicilinin hukuka aykırıbiçimde tutulmasından doğmasıdır. Tapu sicilinin tutulmasında hukuka aykırılıkyoksa zaten Devletin sorumluluğu söz konusu olmaz.
2- SORUMLULUĞUN DÜZENLENİŞ AMACI
Taşınmazlara ilişkin aynîhakların Devlet eliyle tutulan tapu sicili aracılığıyla dışa aksettirilmesi,hak ve işlem güvenliğinin sağlanabilmesi yönünden bir güvencedir. Ancak bugüvence sisteminin iyi işleyebilmesi, tapu siciline duyulan güveninsürekliliğine bağlıdır. İşte MK 917 (1007) de kanun koyucu sicilin doğrututulduğuna güvenenlerin, sicilin yolsuz tutulmasından dolayı uğradıklarızararların Devlet tarafından ödeneceği ilkesini koyarak, tapu siciline duyulangüvenin sürekliliğini sağlamayı amaçlamıştır. Şu halde Devlet burada tapusicilinin yolsuz tutulmasından dolayı zarara uğrayan aynî hak sahiplerine karşıolduğu kadar, sicilin doğru tutulduğuna güvenerek sicille ilişki kuran veyolsuz tutulmasından dolayı zarara uğrayan iyiniyetli üçüncü kişilere karşı dasorumlu tutulmuştur.
“Taşınmazların tapu sicilinekaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturulmasında "Devletinsorumluluğu" o kadar önemlidir ki, 743 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 917,4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddelerinde açıkça;
"Tapu sicilinintutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararındoğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder"
hükmüne yer verilerek, busorumluluk yasal düzenleme altına alınmıştır.
…
Diğer taraftan, devletin tapusicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescilbakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hale getirilmesi konusunabüyük önem verilmiş, bu sicillerin Devlet memurlarınca tutulmasından ilerigelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı Devlet'e fer'i değil, aynenİsviçre'de olduğu gibi asli sorumluluk yüklenmiştir.
Burada, kusursuz sorumluluğundayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucundasicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimdedeğişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesininvarlığı ile açıklanabilir.
Gerçekten, tapu sicilinintutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hakdurumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir.
Devletin sorumluğunundayandırıldığı tapu sicilinin doğru tutulmasına ilişkin güvenin devamınısağlama amacı, tapu siciline güven ilkesinden daha geniş bir anlamtaşımaktadır. Söz konusu ilkenin uygulanamadığı ve yolsuz tescile güveneniyiniyetli üçüncü kişilerin iktisaplarının korunamadığı bazı hallerde dahi,onların bu yüzden uğradıkları zarardan da Devlet sorumlu tutulur.
Görülmektedir ki; kusursuzsorumluluğun bir biçimi olan tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan Devletinsorumluluğu, bir tehlike sorumluluğudur.
Tapu sicil müdür yadamemurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin mamelekiçıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir.Kusurun varlığı yada yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadeceDevletin memuruna rücuu halinde iç ilişkide etkisi söz konusu olmaktadır. Tapusicilinin tutulmasında kişi çıkarlarının korunması bakımından uyulması gerekenkurallar tapu mevzuatı ile sınırlı olmayıp, bu mevzuat dışındaki hukukkurallarına ve hukukun genel ilkelerine de uyulması gerekmektedir. Tapu müdüryada memurlarının ihlal ettikleri hukuk kuralları ister genel olsun ister saltsicilin tutulmasıyla ilgili olsun her iki halde de ortaya çıkan sonuç tapusicilinin hukuka aykırı tutulmuş olmasıdır ( Dr. Lale Sirmen, Tapu SicilininTutulmasından Doğan Zararlardan Devlet'in Sorumluluğu, Ankara, 1976 Sh.63 vd ).Bu nedenle sicilin hukuka uygun tutulması kavramı tapu mevzuatına uygunluklasınırlı bir kavram olmayıp, hukukun genel ilkelerine uygunlukta gerekmektedir.Bunun dışına çıkan her hukuka aykırı davranıştan Devletin sorumluluğu asıldır.
Az yukarıda ayrıntılarıaçıklandığı ve vurgulandığı üzere; Devletin sorumluluğunun bir tehlikesorumluluğu olduğu hususu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 05.10.1955 gün ve1955/4-58 esas, 1955/64 karar sayılı; 29.06.1977 gün ve 1977/4-845 esas ve1977/655 karar sayılı; 24.09.2003 gün ve 2003/4-491 esas ve 2003/487 kararsayılı; 19.04.2006 gün ve 2006/4-113 esas ve 2006/205 karar sayılı; 09.05.2007gün ve 2007/4-212 esas, 2007/261 karar sayılı, ilamlarıyla yargısal uygulamadada büyük ölçüde kabul edilmiştir.( Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu/Galip Esmer Gayrimenkul Tasarrufları, 1969,s:512 vd.; Prof. Dr. Jale Akipek, Eşya Hukuku, 1972, s:303 ).” (Yargıtay HukukGenel Kurulu, 11/07/2007, E. 2007/4-422, K. 2007/536)
Tapu sicilinin önemi vekişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından Medenî Kanunun1007. maddesi ile tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan ötürü Devletindoğrudan sorumlu olacağı ilkesi benimsenmiştir. Bu sorumluluk asli ve objektifsorumluluk olduğundan zarara uğrayan doğrudan Devletten zararın ödetilmesiniisteyebilir.
Devletin sorumluluğu, tapusicilinin aynî hakları saptaması,herkese açık ve tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir sicil olması esasınadayanmaktadır. Gerçekten, sicile duyulan güven ve sicilin yalnız Hazinecetutulmuş olması, orada yazılanın hak, yazılmayanın da hak olmayacağının maddihukukça benimsenmesi, bu yükümlülüğün kaynağını teşkil etmektedir.
Ayrıca Devlet tapu sicilinin çokmuntazam tutulması ve gayrimenkullerin durumunu tesbit ve tescil bakımındanıslahı ve açık bir hale konulması meselesine büyük bir ehemmiyet vermiş ve busicillerin Devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardandolayı vatandaşlara karşı fer'i değil, aynen İsviçre' de olduğu gibi aslî birmesuliyet yüklenmiştir.
Özetle;sorumluluğun amacı, sicilin tutulmasının devletin gözetim ve denetimi altındaolması, sicilin açıklığı ve güvenirliği ilkesinin varlığıdır.
Öteyandan Devlet'in sorumluluğu memurlar için de bir teminat niteliğindedir. Tapusicili ancak görevli memurun hukuka aykırı bir davranışı sonucu yolsuztutulduğuna göre, Devlet bir bakıma bunların fiillerinden dolayı da sorumlukılınmış olmaktadır. Şu halde sorumluluğun düzenlenmesindeki bir diğer amaç damemur güvenliğinin sağlanmasıdır.
3- İSVİÇRE MEDENİ KANUNDAKİ DÜZENLEMEİLE KARŞILAŞTIRMA
Mülga917. madde, İsviçre Medenî Kanunu’nun 955. maddesinden alınmıştır. İ.M.K.’nun955. maddesinin iki fıkrası alınmış, Devlet'inmemurlardan ileride sebep olabilecekleri zararlar için teminat isteyebileceğiniöngören üçüncü fıkra hükmü ise bize alınmamıştır. Alınmayan hükümde aynen, “Onlar(Kantonlar) memur ve müstahdemlerden teminat isteyebilirler.” şeklindedir.
MK 917/II ye göre de zararı ödeyen Hazine, zararın doğmasında kusurubulunan memurlara Kanun'un deyimiyle «aledderecat rücu etmek hakkını» haizolur. ÎMK 955/II de ise, Kantonların «kusurlu görülen tapu muhafızlığımemurlarına, müstahdemlerine ve doğrudan doğruya denetim yapan makama» rücuedebileceği hükme bağlanmıştır. Görüldüğü gibi bu iki fıkranın kaleme alınışbiçimi birbirinden oldukça farklıdır. Ancak bu farklılığın pratik bir değeriyoktur. Şöyle ki, bir defa MK 917 de Devlet'in sorumluluğunu paylaşacak olanlararasında müstahdemlerin sayılmamış olması iki Devlet'in idarî mevzuatındakifarklılıktan ileri gelmektedir. Nitekim, İsviçre'de tapu sicilinin, idare ileyaptıkları özel hizmet sözleşmelerine göre müstahdem statüsünde çalışangörevliler tarafından tutulması mümkündür. Oysa sicil tutma söz konusu hizmetingerektirdiği aslî ve sürekli bir görev olduğundan bu görev bizim mevzuatımızagöre ancak memur niteliğini taşıyan görevliler tarafından yürütülebilmektedir.
İMK 955/III de, Devlet'in memurlarından teminatisteyebileceğine ilişkin hükmün Medenî Kanun'da yer almadığını daha önce belirtmişidi. Türk kanun koyucusunun bu konuyu bir özel hukuk kolu olan Medenî Kanun'dadüzenlemekten kaçınması aslında tutarlı bir nedene dayanır. Devlet'inmemurlarından teminat istemesi
Devlet tarafındanyürütülen memur politikasının kapsamına girer. Bunun için de böyle birdüzenlemenin, gereği halinde, tapu örgütünün kuruluş ve görevleriyle ilgilikamu hukuku karakterli bir kanunda yapılması daha uygun olacaktır.
4-SORUMLULUĞUN HUKUKÎ NİTELİĞİ
A) ASLÎ SORUMLULUK
Devletin,M.K. 1007. maddesine istinaden tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardansorumluluğu aslîdir. Tapu sicilinin yolsuz tutulmasında, zarar tapu memurunun veyadenetim makamının kusuru sonucu meydana gelmiş olsa dahi, bundan yine birinciderecede Devlet sorumludur. Bu nedenle de tapu sicilinin tutulmasından zarargören kimse, ilk önce zarara sebebiyet veren memur aleyhine dâva açmak zorunda kalmaksızın,zararın tazminini doğrudan doğruya Devlet'ten talep edebilecektir. Böyle birdüzenlemenin, sorumluluğun amacına uygun olarak tapu siciline duyulan güveni artırdığınaşüphe yoktur. Bundan başka Devlet memurlarının görevlerini yerine getirirkenherşeyden önce Devlet'in çıkarlarını gözetmek zorunda oldukları düşünülürse, bugörevlerinden dolayı birinci derecede onların sorumlu tutulmaları hakkaniyet ilkelerinede aykırı düşer. Bu bakımdan Devlet'in buradaki aslî sorumluluğu memurlarıngüvenliğinin de bir şartıdır.
B) OBJEKTİFSORUMLULUK
Devlet'intapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan sorumluluğu, kusur da şartkoşulmadığından, tamamen objektif nitelikte bir sorumluluktur. Gerçi kusurunvarlığı için gerçek kişilerde aranan, hukuk düzeninin kendisinden beklediğiortalama bir tutumdan ayrılması ve temyiz kudretine sahip bulunması gibişartlar tüzel kişilerde aranamayacağından, Devlet'in kusurundan zatenbahsolunamaz. Ama MK 1007 de tapu sicilini tutan memurların kusurlu olmalarışartı da aranmamaktadır. MK 1007'ye göre davacı zararını tazmin ettirmek içinbu zararın tapu örgütüne ait herhangi bir memurun kusurundan ileri geldiğiniispat etmek zorunda olmadığı gibi, Devlet de memurunun kusursuzluğunu ispat etmeksuretiyle tazminat ödemek yükümünden kurtulamaz. Memurların kusuru ancakDevlet'in onlara rücu edip edemeyeceğinin tespiti bakımından önem taşır. YoksaDevlet'in sorumluluğunun doğması için tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmasıylazarar arasında uygun bir illiyet bağının varlığı yeterlidir.
5) SORUMLULUĞUN ŞARTLARI
a) TapuSicilinin Tutulmasına İlişkin Bir Fiil veya İçtinap (Kaçınma)
MK 1007 deDevlet, tapu sicilinin yolsuz tutulmasından doğan zararlardan sorumlukılınmıştır. Tapu sicili ise, görevli memurun yalnız olumlu değil, olumsuz birdavranışı sonucu da yolsuz tutulmuş olabilir. Bu bakımdan Devlet'insorumluluğuna yol açan zarar verici fiil, aynî hakkın gerçek hak sahibi yerinebaşka bir kimsenin adına tescil edilmesi durumunda olduğu gibi yapıcı bir fiilveya tescili gereken bir aynî hakkın tescil edilmemesi durumunda olduğu gibibir içtinap (kaçınma) biçiminde ortaya çıkabilir. Ancak burada önemli olan,zarar verici fiil veya içtinap (kaçınma) ile tapu sicilinin tutulmasıarasındaki ilişkinin varlığıdır. MK 1007 de «tapu sicilinin tutulmasından doğanzararlardan» denildiğine göre, eğer sicildeki yolsuzluğa sicil tutma kavramınagiren bir fiil veya böyle bir fiilden içtinap edilmesi sebebiyet vermemişse, butakdirde ortada tapu sicilinin yolsuz tutulmasından doğan bir zararbulunmadığından Devlet'in sorumluluğu da söz konusu olamaz.
Devlet, tapusicil görevlilerinin, tapu sicilini hukuka aykırı bir şekilde tutmasından;diğer bir deyişle, görevlilerin tapu sicilinin tutulmasıyla ilgili olarakMedenî Kanunda, Tapu Sicil Tüzüğünde (v.s.) yer alan kurallara uymamasındandoğan bütün zararlardan sorumludur. Çünkü, “tapu sicilinin aleniyet görevi,onun gerçek durumla daima tam bir uyum içinde bulunmasını zorunlu kılar.”
Böylecehaklı (geçerli) bir hukukî sebep olmaksızın tapu siciline kasten veya hataenbir kayıt düşürülmesi veya mevcut bir kaydın silinmesi veya değiştirilmesi,yardımcı sicillerin hatalı veya eksik tutulması, yanlış suretler veya sahtesenetler verilmesi, gerekli tebliğlerin yapılmaması (v.s.) suretiyle meydanagelen zararlardan devlet sorumludur. Tapu sicil memurunun yapması gerekeniyapmamasından (ictinap) doğacak zararlar da devletin sorumluluk sınırlarıiçindedir.
b) Tapu Sicilinin Hukuka Aykırı Tutulması
Devlet'inMK 1007 deki sorumluluğunun doğabilmesi için tapu sicilinin tutulmasına ilişkinfiil veya içtinabın hukuka aykırı olması da şarttır. Çünkü tapu sicili, ancakgörevli memur sicilin tutulmasında hukuka aykırı bir fiil veya içtinaptabulunduğu takdirde yolsuz tutulmuş olur. Eğer memurun davranışı hukuka aykırıdeğilse, bu durumda tapu sicili doğru tutulmuş olacağından, artık MK 1007kapsamına giren bir zarardan da söz etmeye imkân yoktur.
Sicilinhukuka aykırı şekilde tutulması, yanlış kayıt yapılması tarzında olabileceğigibi, yapılması gerekli bir kaydın yapılmasının ihmal edilmesi şeklinde deolabilir. Fakat, Devletin sorumluluğu için, memurun sözü geçen fiilde kusurluolup olmamasının önemi yoktur.
Devlet'insorumluluğu için tapu sicilinin tutulmasında kişilerin mameleki (malvarlığı) çıkarlarınıkoruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması, yani objektif hukukaaykırılık yeterlidir. Tapu sicilinin tutulmasında kişi çıkarlarının korunmasıbakımından uyulması gereken kurallar, tapu mevzuatından ibaret değildir. Tapumemurunun tapu mevzuatı dışında kalan hukuk kurallarına, hatta hukukun genelilkelerine aykırı davranması da aynı sonucu doğurur. Ayrıca ihlâl edilen hukukkuralları ister genel, ister yalnız sicili tutmakla görevli memura yöneltilmişolsun, tapu sicili yine hukuka aykırı tutulmuş olur. Bu bakımdan tapu memuru,örneğin, sahte bir vekâletnameye dayanarak sicile yolsuz bir tescil yaptığıtakdirde, sahtelik, araştırma yükümü yerine getirilse bile anlaşılamayacak durumdaysa,tapu memuru hukukî sebepten yoksun bir tescille objektif olarak hukuka aykırıdavranmış olduğundan, bundan doğacak zararlardan dolayı Devlet, MK 1007 ye göresorumlu tutulacaktır.
Tapusicilinin tutulmasında memurun görevlerine aykırı davranması ise, iki bakımdanönem taşır. Birincisi, eğer görev icraî bir fiile ilişkin ise, memurun bunuyerine getirmemesi objektif olarak da hukuka aykırı bir içtinap teşkiledecektir. İkincisi de, memurun görevini ihlâli, onun yönünden bir kusurunvarlığına işaret eder ki, bu durumda Devlet'in rücu hakkı söz konusu olabilir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında,şöyle denilmektedir: «...Davacının aynîhakkı tapu sicil muhafızlığında sahte vekaletnameye müsteniden yapılan muameleile bertaraf edilmiştir. Tapu sicil muhafızının tatbik etmesi gereken hukukîesasın ihlâl edilmiş olması halinde hukuka aykırılık durumu mevcut sayılacağıgibi, tapu memurunun faaliyetleri çerçevesine giren herhangi bir muamele, tapu kütüğününtutulması muamelesi ve böyle bir muamelenin kanuna aykırı şekilde yapılmışolması dolayısıyla meydana gelen bir zarar tapu kütüğünün tutulmasının neticesiolarak bir zarar sayılır. Dâvaya esas olan hadisede sahte vekaletname istimaledilmek suretiyle temsil hakkındaki kanun hükümleri yerine getirilmeden tapusicillerine kayıt düşürülmüş ve davacının aynî hakkı sona erdirilmiştir. Hadise mücerret noterliktebaşlayıp biten ve tapu sicilinintutulması ile ilgili bulunmayan bir muamele olarak tasvir edilemez.Çünkü zarar, sahte vekâletname tanzimi ile değil, bu vekaletnamenin tapu muamelesine mesnet ittihaz edilmesi ile husule gelmiştir ... Tapu sicilmuhafızlığının hukuka aykırı şekilde muamelesiyle zarar arasında illiyet rabıtası mevcutolunca bu zarardan Devlet'in mesultutulması icap eder. Burada tapu muamelesini yapan memurun kusurlu olup olmadığınıntaharrisine lüzum yoktur» (YHGK.5.10.1955, 4/58-64)
Yinebir Hukuk Genel Kurulu kararında da, «...davacınınzararı, hem veraset senedinin gerçeğe aykırı bir durumu tesbit etmesinin, yani mirasçı olmayan bir kimseyi mirasçı olarakgöstermesinin, hem de tapumemurunun gerçeğe aykırı veraset senediniesas tutarak davacı mirasçı adına tapuya yazılması gereken gayrimenkulun kaydının mirasçı olmayankimse adına çevirmiş olmasının neticesidir... MK nun 917 nci maddesinin birincifıkrasıyla kabul edilen mesuliyet,afaki mes'uliyet yani kusursuz mes'uliyet olduğu cihetle tapu memurunun kanuna aykırı bir muamele yaparkenherhangi bir kusur işlemişolması asla aranmaz.» denilmek suretiyle sahte veraset senetlerinedayanarak yapılan yolsuz tescillerdendolayı Devlet'in sorumlu tutulacağı kabul edilmiştir. (YHGK. 20.1.1960,4/1-3)
Tapusicilinin tutulmasıyla ilgili ortaya çıkabilecek hukuka aykırılıklar;
- Tescili gereken bir aynî hakkın tescil edilmemiş olması,
- Terkini gereken bir aynî hakkın terkin edilmemiş olması,
- Tapu kütüğüne yolsuz bir tescil veya terkin yapılması,
- Tescil veya terkinin hukukî sebebinin olmaması, geçerli bir sebebedayanmaması,
- Şerhler ve beyanlardaki kayıtların kayıt veya terkin edilmesiyleortaya çıkabilecek eksiklikler,
- V. b. durumlar sayılabilir.
c) Maddî bir zararın meydana gelmiş olması
Devletin MK1007 gereğince sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için, tapu sicilinintutulmasından maddî bir zararın doğmuş bulunması gerekir. Manevî zararlardandolayı MK 1007’ye dayanılarak Devlete karşı tazminat davası açılmaz. Tapusiciline yapılan yolsuz tescili düzeltme yolu ile zararı önleme imkânı mevcutoldukça, zarardan ve devletin sorumluluğundan söz edilemez. Bu sebeple 10yıllık zamanaşımı süresi işlemeye başlamaz.
Örneğin, mahdut(sınırlı) bir aynî hakkın sicilden yanlışlıkla terkini, bir kimsenin sahtebir vekâletname ile sicilde başkasına ait bulunan bir taşınmazı üçüncü birkişiye devretmesi veya ölmüş birinin adına kayıtlı taşınmazı sahte bir verasetsenedi ile kendi üzerine geçirmesi gibi hallerde sırasıyla, mahdut aynî hakkınsahibi, asıl malik, mirasçılar açacakları tashih dâvası ile sicildeki buyolsuzlukların giderilmesini sağlayabileceklerinden, henüz aynî hakkın kaybındandolayı bir zararın varlığından söz etmeye imkân yoktur. Fakat bütün budurumlarda, sicil düzelttirilemeden, taşınmaz iyiniyetli bir üçüncü kişitarafından iktisap edilecek olursa, bu takdirde gerçek hak sahipleri artıksicilin düzeltilmesini isteyemeyeceklerinden, Devlet'in sorumluluğunugerektiren bir zarar doğmuş olur. Buna karşılık taşınmazı iktisap eden üçüncükişi iyiniyetli değilse, onun aleyhine sicilin düzeltilmesi için tashih dâvasıaçılabileceğinden yine ortada aynî hakkın kaybı dolayısıyla bir zarar sözkonusu değildir.
Diğertaraftan, yanlış kaydı düzelttirmek için dava açma imkanı bulunduğu sürece buyanlış kayıttan doğan zarar, bunun düzeltilmesi için yapılacak giderlertutarıdır. Buna karşılık yanlış kaydı düzelttirmek için iyiniyetle açtığıdavayı kaybeden kişinin zararın kapsamına, bir yandan hakkın kaybından doğanzarar, öte yandan kaybettiği dava giderleri girer. (YHGK, 21.11.1982. 4-548/46)
Aynî hakkınsona ermesi nedeniyle Devlet'ten tazminat istenebilmesi için hakkın sonaerdiğinin her durumda kesin bir ilâmla tesbiti gerekir. Bu bakımdan, üçüncükişilerin iktisabının geçerliliğinin, yani zararın gerçekleşip gerçekleşmediğininanlaşılabilmesi için bunlara karşı da bir tashih davası açılmalıdır. Çünküüçüncü kişilerin iyiniyetli olup olmadığı «nazarî mütalâlarla değil, ancak birmahkeme ilâmı ile
tespitedilebilir». Açılan tashih dâvasının masrafları da Devlet'ten istenebileceğinegöre, böyle bir zorunluluk, asıl hak sahipleri yönünden de bir külfet teşkiletmez. Bu bakımdan tashih dâvasının reddine ilişkin karar kesinleşmedikçe,gerçekleşmiş bir zarardan söz edilemeyeceğinden Devlet'e karşı da MK 1007gereğince bir dâva açmaya imkân yoktur.
Zararıngerçekleştiğinin kesin bir ilâmla tesbiti sorumluluğun doğum şartı olduğundan,bu hususlar Devlet'e karşı açılan tazminat dâvasında re'sen dikkate alınmalıdır.
Sahte veyayanlış vekaletle tapu kaydına ipotek konulması halinde, ipotek borçlusunun aczigerçekleşmedikçe zarar doğmuş solmayacağından Hazine sorumlu tutulamaz(Yargıtay 4. H.D. 13/12/1974, 116841 sayılı kararı).
ç) Uygun illiyet bağının varlığı
Devletinzarardan sorumlu olabilmesi için, tapu sicilinin tutulması ile zarar arasında(haksız fiillerdeki) bir “uygun illiyet ” bağının varlığına ihtiyaç vardır.
Zarar iletapu sicilinin yolsuz tutulması arasında bir illiyet bağının bulunması,zararın, sicilin tutulmasına ilişkin hukuka aykırı bir fiil veya içtinabınsonucu olarak ortaya çıkması demektir. Eğer zararın sebebi sicilin yolsuztutulması değilse, yani bu ikisi arasında bir sebep-sonuç bağı yoksa, butakdirde Devlet'in sorumluluğundan da söz edilemez. Nitekim sahte vekilden satınalmış olduğu taşınmazı, gerçek hak sahibinin sicildeki yolsuz tescilidüzelttirmesiyle, geri vermek zorunda kalan kimse, taşınmaz için ödediği bedelive satış için ödediği harçları Devlet'ten isteyemez. Çünkü bu durumda zararsicildeki yolsuzluğun yarattığı bir görünüşe güvenilmesi sonucu değil, sahtevekâletnameye güvenerek geçersiz bir satış sözleşmesi yapılmış olmasından
ileri geldiğinden, zararla sicil yolsuzluğu arasında bir illiyetbağı yoktur. Devletin sorumluluğu için, önceleri tapu sicilinin yolsuztutulması ile zarar arasında dolaylı-dolaysız illiyet ayırımı yapılmışsa da,sonradan bu ayırım terkedilerek sadece uygun bir illiyet bağının varlığıyeterli görülmüştür.
“Dosyadaki kanıtlara göre, davaya konutaşınmazın sahte nüfus belgesi ve sahte vekaletnameye dayalı olarak satışıyapılmış; davacı tarafından, taşınmazı son olarak satın alan kişiye karşıaçılan tapu iptal ve tescil davası reddedilmiş ve temyiz incelemesinden degeçmek suretiyle kesinleşmiştir.
Yukarıda açıklanan olgular itibariyleusulsüz işlemin noterde sahte olarak düzenlenmiş vekaletnameden kaynaklandığıanlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla zarar tapu sicilinin tutulmasından değil,sicilin düzenlenmesine etken olan vekaletnameden kaynaklanmaktadır. MedeniKanunun 917 ( Türk Medeni Kanunu 1007 ) maddesinde sorumluluğun, tapusicilinden kaynaklandığı belirlenmiştir. Maddede öngörülen sorumluluk, kusursuzsorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören, davalının kusurunu kanıtlamakzorunda değildir. Davalı da kusuru bulunmadığı savunmasının ötesinde uygunilliyet bağının kesildiğini kanıtlamak zorundadır. Kusursuz sorumluluktailliyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veyaüçüncü kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veyahakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halinbulunması gerekmektedir. Somut olayda zarar gören davacının illiyet bağınıkesebilecek ölçüde kusurunun olmadığı yine öngörülmeyen bir durumun dabulunmadığı görülmektedir. Ne var ki gerek ceza yargılamasında, gerekse tapuiptaline ilişkin dava dosyasında zararlandırıcı sonucun ortaya çıkmasında birüçüncü kişinin hukuka aykırı eyleminin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kişininsuç teşkil eden veya ağır kusuru oluşturan eylemi açıktır. Şu haliylesorumluluğu gerektiren illiyet bağının kesildiği kabul edilmelidir. Yapılan buaçıklama itibariyle olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise dekusursuz sorumlu olan davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyetbağının bulunmadığı görülecektir. Aksi bir sonuç kusursuz sorumluluğun ötesindebizi sebep sorumluluğuna götürür ki davanın dayanağını teşkil eden MK.'nun1007. maddesi sebep sorumluluğunu ön görmemiştir.
Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğindedavalının (Maliye Hazinesi) sorumluluğundan söz edilemez. Mahkeme kararı,açıklanan nedenlerle yerinde görülmüş ve onanması gerekmiştir.” (Yargıtay 4. H.D., 18/10/2005, E.2004/12650, K. 2005/11104)
“Görüldüğü gibi zararlandırıcı eylem, tapusicilinin tutulmasından değil, gerçek kişi olan davalıların hukuka aykırı olanağır kusurlarından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar Hazine Medeni Kanunun 917.maddesine göre tapu sicilinin tutulmasından dolayı kusursuz sorumlu ise de,kusursuz sorumlulukta dahi hukuka aykırı eylem ile zararlandırıcı sonuçarasında uygun illiyet bağının bulunması gerekir. Diğer bir anlatımla hukukaaykırı olan eylem ile zarar arasında ki uygun illiyet bağı, zarar görenin veyaüçüncü kişinin ağır kusuru, veyahut da beklenmeyen bir nedenden dolayı kesilmişolmamalıdır.
Somut olayda gerçek kişi olan davalılarınağır kusuru sonucu illiyet bağının kesildiği böylece, kusursuz sorumlu olanhazinenin de bundan dolayı sorumlu olmadığı sonucuna varılmalıdır. Aksi durumdaher kusursuz sorumluluk halinde uygun illiyet bağının varlığı aranmayacaktır.Bu durumda da kusursuz sorumluluk hallerinde kusursuz sorumlu olanınsorumluluktan kurtulma olanağı ortadan kalkmış olacaktır. Böylece kusursuzsorumluluk halleri ile riskten kaynaklanan sorumluluk birbiri ile örtüşecektirki hukukumuzda risk nazariyesine göre sorumluluk Medeni Kanunun 917. maddesindeöngörülmemiştir.” (Yargıtay4. H.D., 27/01/2000, E. 2000/18, K. 2000/545)
d) Kusurun aranmaması
Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğanzarardan sorumluluğu bir “kusursuz sorumluluk” halidir. Yani, zararın meydanagelmesinde tapu sicil memurunun veya yardımcısının veya devletin diğer birorganının hiçbir kusuru olmasa da Hazine zarardan sorumludur. Zarar görenşahıs, sadece, tapu sicilinin hukuka aykırı bir şekilde tutulduğunu ve zararınbundan doğduğunu ispat edecektir; zarara hangi memurun sebebiyet verdiğinitespit ve tayin etmesine lüzum yoktur.
Örneğin,tapu memuru her nasılsa sahte bir vekaletnameye dayanarak sicile yolsuz birtescil yapmışsa, sahtelik, memurun araştırma yükümünü (mülga TST 16) yerinegetirse bile anlaşılamayacak durumda da olsa, tapu memuru hukuki sebeptenyoksun bir tescille (mülga MK 924) hukuka aykırı davranmış olacağından, doğacakzarardan Devlet sorumlu tutulur.
e)Zarar görenin kusurunun dikkate alınması
Hazinenin ödeyeceği tazminatının miktarınıtayinde, BK. m. 44 uyarınca zarara uğrayan şahsın kusuru dikkate alınır. Zararauğrayan şahıs, kendi fiili ile, zararın meydana gelmesine veya artmasına yardımetmiş veya zararın önlenmesi için gerekli hukukî tedbirleri almamış ise,Devletin ödeyeceği tazminat miktarı azaltılır veya Devlet sorumluluktantamamıyla kurtulur.
6-ZAMANAŞIMI
Hazineninsorumluluğunu hükme bağlayan Medenî Kanunun 1007 nci maddesine dayanandavalarda, olayın Borçlar Kanununun 41 inci maddesinde düzenlenen haksızeylemin bir türü olduğu ve müruruzaman (zamanaşımı) yönünden Borçlar Kanununun60 ıncı maddesinin uygulanması gerekeceği gerek uygulamada, gerekse doktrindeortaklaşa kabul edilmektedir. Söz konusu maddenin 1 inci fıkrası uyarınca;zararın ve sorumluluğun öğrenilmesi tarihinden itibaren 1 yıl, herhalde zarardoğuran eylem veya işlem tarihinden başlayarak 10 yıl geçtikten sonra davanınzamanaşımına uğrayacağı kuşkusuzdur.
Tapu sicilinin tutulmasından doğanzararlardan sorumluluğu sebebiyle Devlet'e karşı açılacak tazminat dâvaları, BK60’daki bir ve on yıllık zamanaşımı sürelerine bağlanmıştır. Buna göre, dâva,zarar görenin zararı ve sorumlusunu öğrendiği tarihten itibaren bir yıl, herhalde zarar verici fiilin meydana gelmesinden itibaren de on yıl geçtiktensonra zamanaşımına uğrar. Bu sürelerin başlamasında, tapu sicilinde yapılanyanlış işlem değil, maddî zararın meydana gelmesine sebep olan işlem dikkatealınacaktır.
Bir yıllıksüre, zarar görenin zararı ve sorumlusunu öğrendiği tarihten itibaren işlemeyebaşlayacağından, eğer tapu sicilinin yolsuz tutulması nedeniyle bir aynî hakkınkaybı veya sicile güvenin korunmadığı hallerde amaçlanan aynî hakkınkazanılamaması söz konusuysa, zarar görenin, tashih dâvasının reddine ilişkinkararın kesinleştiğini öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içinde Devlet'e karşıdâva açması gerekir. Haciz şerhinin veya ipoteğin sicilden yolsuz olarakterkininde de, alacaklının aynı şekilde, borçlunun aczinin bir belge ile tespitedildiğini (İİK 105) öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içinde Devlet'e karşıdâva açması gerekir.
BK 60 da onyıllık sürenin de zarar verici fiilde bulunulduğu tarihten itibaren işlemeyebaşlayacağı ifade edildiğine göre, eğer zarar gören her halde sicilin yolsuztutulmasından itibaren on yıl içinde dâva açmamışsa, zarar, on yıl sonrameydana gelse dahi durum değişmeyecek, dâva zamanaşımına uğramış olacaktır. Fakattapu sicilinin yolsuz tutulmasında, zarar görenin çoğu kez zarar verici fiildenhaberdar olmaksızın dahi on yılın geçebileceği düşünülecek olursa, bu süreninçok kısa olduğu ortaya çıkar. Bu durumda tapu sicilinin daima kişilerindenetimi altında bulundurulması gerekir. Oysa hiç kimseye sicildeki hakkınınyerinde durup durmadığını devamlı olarak araştırma görevi yüklenemez. Buherşeyden önce, tapu sicilinin amacına aykırı düşer. Bütün bunlardan dolayıdırki, bir görüşe göre buradaki on yıllık sürenin hiç olmazsa, zararın doğduğununkesin olarak tespit edildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağını kabuletmek gerekir.
“Tapuda yanlışlık başlı başına değil, ancakneden olduğu zarar itibariyle hukuki bir varlık ifade eder. Bu nedenle, M.K.md. 917 uyarınca Hazineye karşı açılan davada on yıllık zamanaşımı, kayıtdüzeltilmesiyle ilgili davanın reddine ilişkin kararın kesinleşmesi tarihindenbaşlar” (YHGK 20/01/1982, K. 82/46).
“Dava, yetkisiz vekaletnameyle tapuda işlemyapılmasından doğan zararın tazmini talebine ilişkindir. Davacıların zararı,asıl maliklerin açtıkları tapu iptali davası sonucunda, tapunun iptaline dairkararın kesinleştiği tarihte doğar. Davacılar adına olan tapunun iptalineilişkin kararın kesinleşme tarihinden bir yıldan fazla süre geçtikten sonradava açılmıştır. Davalı-hazine vekili, yasal süre geçtikten sonra zamanaşımısavunmasında bulunmuş; davacı açıkça savunmanın genişletildiği yönünde itirazdabulunmamıştır. Bu durum karşısında davalı-hazine aleyhindeki davanın zamanaşımınedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar tesisedilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” (Yargıtay 4. H.D., 19/03/2001, E.2000/11205, K. 2001/2585)
“Hemen belirtelim ki; öğreti ve uygulamadaM.K. 917. maddesinden kaynaklanan davalarda uygulanacak zamanaşımına ilişkinyasa maddesi B.K.’nun 60. maddesidir. M.K.’nun 917. maddesi gereğinceHazine’nin sorumlu tutulabilmesinin koşulları, tapu sicilinin tutulmasındanzarar doğmuş bulunması, memurun hukuka aykırı eylemi olması zarar ile eylemarasında illiyet bağı bulunmasıdır.
O nedenle, zarar doğmadıkça Hazine’ninsorumluluğundan sözedilemiyeceği kuşkusuzdur. Diğer bir anlatımla tapu kaydınındüzeltilmesi mümkün bulundukça zarardan sözedilmiyecek ve Hazine’ye karşıaçılacak tazminat davası dinlenemiyecektir.
Yine mülkiyet hakkına dayanılarak açılacakbir davada zamanaşımı da söz konusu değildir. M.K.’nun 933. maddesi uyarıncahaklı bir neden olmaksızın yapılan bir tescil mülkiyet hakkını sona erdirensalt yeterli bir delil olarak kabul edilemez. O nedenle sahteciliğe dayanan birtescil karşısında eski malik tapu tashihi davası sonuçlanıp kesinleşinceye kadartaşınmazın mülkiyetini henüz hukuken kaybetmiş sayılamaz, öte yandan tapudakiyanlışlık başlı başına hukuki bir varlık ifade etmez, ancak neden olduğu zararitibariyle hukuki bir sonuç yaratır. ( Bkz. 16.5.1956 T. E. 1, K.7; 13.5.1944T. 1943/13 E.1944/8 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararları ve H.G.K.20.1.1982 T. 19/9/4 – 458 E.1982/46 K. )
Hal böyle olunca, M.K.’nun 917. maddesindenkaynaklanan davalarda uygulanacak B.K.’nun 60. maddesindeki zamanaşımısüresinin tapu kaydının düzeltilmesi davasının reddine ilişkin kararınkesinleşme tarihinden başlayacağı açıktır. Bu kabul altında somut olayı vedelillere bakıldığında anılan zamanaşımı süresi dolmadığı gibi esasenbaşlamadığı da çok açıktır. Öyleyse tapudaki belirtmenin kaldırılmamasındaHazine’nin önceden var olan hukuki yararının devam ettiğinin kabulükaçınılmazdır.” (YargıtayH.G.K., 21/4/1999, E. 1999/1–222, K. 1999/226)
7- DEVLETİN KUSURLU MEMURU RÜCU ETMESİ
A- DEVLETİN MEMURA RÜCU HAKKI
Tapusicilinin tutulmasından doğan zararı ödeyen Devlet, MK 1007/II ye göre, zararındoğmasında kusuru bulunan memurlara rücu eder (başvurur). Zarara kusuru ilesebebiyet veren memurun, zarar verici fiilin sahibi veya onu denetleyen makamınmemuru olması, rücu bakımından önemli değildir. Devlet, bunlardan hangisi kusuru ile zarara sebebiyet vermişse,ona rücu edecektir. Görüldüğü gibi burada objektif bir sorumluluk kabuledilmemiştir. Rücu için BK. 41 dekişartların gerçekleşmesi yeterlidir. Kusurun —kast veya ihmal— varlığınınispatı Devlet'e düşer. Eğer birden fazla memur, zarara müşterek kusurlarıylasebebiyet vermişlerse, bunlar Devlet'e karşı müteselsilen sorumlu olurlar (BK50). Memurun, denetim makamının hukuka aykırı bir emrini yerine getirmişolması, sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Ancak memur bu aykırılığı görüp, emirverene bildirdiği halde, emir veren ısrar eder ve bunu yazı ile tekrarlarsa,Anayasa'nın 137. maddesi (kanunsuz emir) ve DMK gereğince memurun sorumluluktankurtulması gerekir. Sorumluluk artık emri verene ait olur.
«Olayda takrir alan kişinin (memurun) ibrazedilen vekâletnamenin sahte olduğunu ve alıcı ile satıcıların bir sahte işlemüzerinde anlaştıklarını bilecek durumda olduğunu gösteren bir neden ve delilyoktur... Takrir alan kişinin mübrez ve usulünce düzenlenmiş bir vekâletnameningeçerliği üzerinde ayrıca bir inceleme yanmak zorunluluğu da Yasa'dabenimsenmiş değildir. Meğer ki, şüpheli bir durum bulunmuş olsun. Olayıngerçekleşmesinde ibraz edilen belgenin durumuna, takrirde açıklanan ve kimlikhüviyet cüzdanının dahi vekâletnameyi doğruladığına göre temyiz eden R'ninsorumluluğunun kabulü mümkün değildir.» (Y4HD. 6.7.1967, 965/6790-5861:Karahasan, Tazminat Dâvaları, s. 336)
Devlet,kendisine karşı açılan dâvayı, zarara kusuru ile sebebiyet veren memura ihbaretmelidir (HUMK 49). Bu dâvada kusurun bir rolü olmamakla beraber, memur,dâvaya müdahale ederek, davacının, zararın doğmasındaki kusurunun ispatı veyazararın gerçek miktarının tesbiti bakımından Devlet'e yardımcı olur. Dâvanınmemura ihbar edilmemiş olması halinde, memur ihbar edilseydi, dâvaya müdahaleederek sonucu lehine değiştireceğini ispat ettiği oranda Devlet'e karşısorumluluktan kurtulur. Devlet'in kendisini gerektiği gibi savunmamış olmasınınsonucuna memurun katlanması beklenemez.
“Rücuu yönünde hüküm kurulurken her davalınınkusur oranının ve sorumluluk miktarlarının ayrı ayrı belirlenmesi ve başkacadavaların açılmasına olanak tanınmaması gerekirken bu yön gözetilmeden vedavalıların kusur ve sorumluluk oranları belirlenmeden meydana gelen zarardandavalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmaları usul ve yasayaaykırıdır.” (Yargıtay 4. H.D., 21/03/2002, E. 2001/12098, K. 2002/3349)
“Pozitif hukukumuzda basit rücu hakkına, TürkMedeni Kanununun 917. maddesinde düzenlenen rücu hakkı örnek olarakgösterilebilir. Anılan maddeye göre hazine tapu sicilinin hatalı tutulmasındanötürü zarar görenlere ödemiş olduğu tazminatı kendi memuruna halefiyet ilkesigereğince rücu etmez. Bu hak, hazinenin bağımsız bir hakkıdır. Keza aynıdoğrultuda Anayasa'nın 129. maddesiyle 657 sayılı Yasanın 13. maddesi de örnekgösterilebilir. “ (Yargıtay10. H. D., 27/04/2001, E. 2001/2760, K. 2001/3249)
“Rücuen tazminat istemine ilişkin davalarda,sorumluların birden fazla olması durumunda, her sorumlunun kendi kusurundansorumlu tutulması gerekir. Bu tür davaların niteliği gereği dayanışmalı vezincirleme sorumluluk kararı verilemez. Bu yüzden her davalının zararlandırıcıeylemdeki kusur oranının belirlenmesi gerekir. Davacı, davalıların haksızeylemi sonucu zarar görene ödediği tazminatı rücuen zarar veren davalılardanistediğine göre her davalının kusur oranları belirlenmeli ve davacı tarafındanyapılan ödeme bu orana göre davalılara yükletilmelidir.” (Yargıtay 4. H.D., 6/5/2003, E.2002/14630, K. 2003/5901)
B) RÜCU HAKKININ KAPSAMI
MK. 1007/II dekirücu hakkının kapsamı, Devlet'in zarara uğrayan üçüncü kişiye ödediği tazminatmiktarı, buna yürütülen faiz, vekâlet ücreti ve yargılama giderlerindenibarettir. İcra masraflarının rücu hakkının kapsamına girip girmediği hususuise, Devlet'in aleyhine açılan tazminat dâvasına ilişkin kararın, kesinleşmedenönce veya sonra icraya konulmuş olması ihtimaline göre ayrı ayrıincelenmelidir. Tazminata ilişkin mahkeme kararı kesinleştikten sonra icrayakonulmuşsa, bu takdirde icra masrafları rücu hakkının kapsamına dahil edilemez.Çünkü Devlet, borcunu buna ilişkin ilâm kesinleşir kesinleşmez ödemekzorundadır. İlâmın kesinleşmesine rağmen Devlet'in alacaklının icrayabaşvurmasını bekleyerek, borcunu ödememiş olması, BK 44 de belirtilen zararıarttırıcı bir davranış sayılacağından, bundan kusurlu memurun sorumlututulmaması gerekir. Buna karşılık, tazminata ilişkin karar henüzkesinleşmeden, zarar gören bunu icraya koymuşsa, bu takdirde Devlet ödediğiicra masraflarını da kusurlu memurdan ister.
C) RÜCU DÂVASINDA ZAMANAŞIMI
Devlet'inkusurlu memura açtığı tazminat dâvaları BK 60 daki bir ve on yıllık zamanaşımısürelerine bağlıdır. Bir yıllık süre zararın Devlet tarafından ödendiği vezarara kusuru ile sebebiyet veren memurun öğrenildiği günden itibaren başlar.Devlet'in, herhalde, zararın ödendiği tarihten itibaren on yıl içinde memurarücu dâvasını açmış olması gerekir.
“15.3.1944 gün, E.1943/13, K.1944/8 sayılıİçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi, tapuda yanlışlık başlı başınahukukî bir mevcudiyet ifade etmeyip, ancak sebebiyet verdiği zarar itibariylehukukî bir mevcudiyet ifade eder. Bunun doğal ( tabii ) sonucu isezamanaşımının kayıt tashihine ait davanın reddine ilişkin kararın kesinleşmetarihinden başlamasıdır. Aksinin kabulü, 917. maddenin konuluş amacına da tersdüşer. Nitekim Hazine’nin açacağı rücu davasında da zamanaşımının tapudakiyanlışlık tarihinden değil, ödeme tarihinden başlayacağı, yerleşmiş uygulamagereğidir.” (Yargıtay H.G.K., 20/1/1982, E. 1979/4-548, K. 1982/46)
8) UYGULAMADAN ÖRNEKLER
Tapusicilinin tutulmasından zarar gördüğünü iddia eden kişiler; öncelikle tapukaydının düzeltilmesi davası açmakta ve bu kararın aleyhlerine kesinleşmesiüzerine M.K.’nun 1007. maddesine istinaden Devlete karşı tazminat davasıaçmaktadırlar. Bazen de; bu iki dava terditli olarak açılmaktadır. Yani, tapukaydının düzeltilmesi ve tazminat aynı davada terditli olarak talepedilmektedir.
Tapusicilinin tutulmasından görülen zarar için açılan tazminat davasının Devletaleyhine sonuçlanması üzerine, tapu sicil görevlilerinin kusuru var ise, ödemetarihinden itibaren 1 yıl içinde “rücu davası” açılmaktadır.
Tapu sicilgörevlilerinin kusuru, ya tazminata ilişkin mahkeme kararında belirtilmekte, yada müfettiş veya muhakkik vasıtasıyla belirlenmektedir.
Noter tarafından düzenlenmiş sahte birvekaletnameye dayanarak tapu sicilinde bir işlem yapan tapu memuru,vekaletnamenin sahte olduğunu bilmiyorsa ve normal bir dikkat sarfıylabilebilecek durumda değilse, vekaletnamenin sahte olması sebebiyle neticededoğacak zarardan sorumlu olmayacaktır.
Kusur,Borçlar Kanununda tarif edilmiş değildir. Esasen kusur, üzerinde görüş birliğibulunmayan ve açık bir tarifi verilmiş olmayan bir kavramdır. Kusur, doktrindeşöyle tarif edilmiştir.
Kusur,hukuka aykırı sonucu istemek (kast) veya bu sonucu istemiş olmamakla beraberhukuka aykırı davranıştan kaçınmak için iradesini yeter derecede kullanmamaktır(ihmal).
Kast,kusurun en ağır derecesidir. Kast, failin hukuka aykırı sonucu tasavvurettiğini (bu sonucun bilincinde olduğunu) ve bu sonucu istediğini ifade eder.
İhmal,hukuka aykırı sonucu arzu etmemesine rağmen, bu sonucun meydana gelmemesi içiniradesini yeter derecede kullanmamak, hâl ve şartların gerektirdiği dikkat veözeni göstermemektir. İhmal de iki çeşittir.
Ağır ihmal, hukukaaykırı sonucu meydana getiren fiil işlenirken, böyle bir fiil işleyen herkesingöstereceği dikkat ve özeni göstermemektir.
Hafif ihmalise, hukuka aykırı fiil işlenirken böyle bir fiili işleyen herkesin değil,dikkatli ve tedbirli bir kimsenin göstereceği dikkat ve özeni göstermemişolmaktır.
İhmalindereceleri arasında açık ve kesin bir sınır çizmeye de imkan yoktur. Durum herolayın bünyesi içinde incelenecek ve normal, orta seviyede bir insan tipinin oolayda ne tarzda davranacağı göz önünde tutulacaktır. Böyle bir kimseninalacağı tedbiri almamış, göstereceği özeni göstermemiş olan kimse ağır ihmaldebulunmuş sayılır.
Hukukaaykırı fiilden faili sorumlu tutmak için kusurun çeşitlerinin önemi yoktur. Enhafif bir kusur dahi olsa sorumluluk için yeterlidir.
Tapu sicilgörevlilerinin kusurunun bulunmaması halinde, Müşavirliğimizce, Devletalacaklarının takibi ile görevli Maliye Bakanlığına (Başhukuk Müşavirliği veMuhakemat Genel Müdürlüğü) dava açmaktan vazgeçme yazısı yazılmakta ve genellikleanılan Genel Müdürlükçe 4353 sayılı Kanunun 26. maddesine göre dava açmaktanvazgeçme teklifimiz uygun bulunmaktadır.
Tapu sicilgörevlilerinin kusurunun tespit edilmesi halinde ise, kusurlu personele veyamirasçılarına karşı rücu davası açılmaktadır.
Not: Metinde geçen memur ifadesi, Medeni Kanunun 1007. ve TapuKanunu’nun 26. maddeleri gereği “tapu sicili görevlileri” olarak genişanlaşılmalıdır.
Hazırlayanlar:
Ali Ramazan ACAR Deniz DENİZ
I. Hukuk Müşaviri Hukuk Müşaviri
YARARLANILANKAYNAKLAR:
1) Tapu Sicilinin Tutulmasından DoğanZararlardan Devletin Sorumluluğu (Dr. Lale SİRMEN)
2) Eşya Hukuku (Prof. Dr. Safa REİSOĞLU)
3) Eşya Hukuku (Prof. Dr. Kemal OĞUZMAN-Özer SELİÇİ)
4) Eşya Hukuku (Prof. HATEMİ-SEROZAN-ARPACI)
5) Borçlar Hukuku (Prof. Kemal OĞUZMAN-Turgut ÖZ)
6) Borçlar Hukuku (Prof. Dr. Safa REİSOĞLU)
7) Mevzuatımızda Gayrimenkul Hükümleri veTapu Sicili (Galip ESMER)
1- MEVZUAT
TürkMedenî Kanunun 1007 nci (eski M.K. 917.md.) maddesi; “Tapu sicilinin tutulmasındandoğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet,zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.
Devletinsorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesindegörülür.” hükmündedir.
Tapusicilinin tutulmasından doğan zararın anlamı, bu sicilin tutulmasında,görevlilerin bilerek veya bilmeyerek uygulanması gereken mevzuat hükümlerineaykırı işlemleri veya ihmalleri sonucu bir hakkın kaybına sebep olmalarıdır.
Zikredilenhükümde, Devletin sorumluluğunda kusur aranmaz. Devletin sorumluluğu içinaranacak koşullar özetle, ortada tapu sicillerinin tutulmasından ötürü birzararın olması, zararla tapu sicilinin tutulması arasında bir nedensellikbağının (illiyet bağının) bulunması ve zararın tapu sicilinin hukuka aykırıbiçimde tutulmasından doğmasıdır. Tapu sicilinin tutulmasında hukuka aykırılıkyoksa zaten Devletin sorumluluğu söz konusu olmaz.
2- SORUMLULUĞUN DÜZENLENİŞ AMACI
Taşınmazlara ilişkin aynîhakların Devlet eliyle tutulan tapu sicili aracılığıyla dışa aksettirilmesi,hak ve işlem güvenliğinin sağlanabilmesi yönünden bir güvencedir. Ancak bugüvence sisteminin iyi işleyebilmesi, tapu siciline duyulan güveninsürekliliğine bağlıdır. İşte MK 917 (1007) de kanun koyucu sicilin doğrututulduğuna güvenenlerin, sicilin yolsuz tutulmasından dolayı uğradıklarızararların Devlet tarafından ödeneceği ilkesini koyarak, tapu siciline duyulangüvenin sürekliliğini sağlamayı amaçlamıştır. Şu halde Devlet burada tapusicilinin yolsuz tutulmasından dolayı zarara uğrayan aynî hak sahiplerine karşıolduğu kadar, sicilin doğru tutulduğuna güvenerek sicille ilişki kuran veyolsuz tutulmasından dolayı zarara uğrayan iyiniyetli üçüncü kişilere karşı dasorumlu tutulmuştur.
“Taşınmazların tapu sicilinekaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturulmasında "Devletinsorumluluğu" o kadar önemlidir ki, 743 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 917,4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddelerinde açıkça;
"Tapu sicilinintutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararındoğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder"
hükmüne yer verilerek, busorumluluk yasal düzenleme altına alınmıştır.
…
Diğer taraftan, devletin tapusicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescilbakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hale getirilmesi konusunabüyük önem verilmiş, bu sicillerin Devlet memurlarınca tutulmasından ilerigelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı Devlet'e fer'i değil, aynenİsviçre'de olduğu gibi asli sorumluluk yüklenmiştir.
Burada, kusursuz sorumluluğundayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucundasicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimdedeğişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesininvarlığı ile açıklanabilir.
Gerçekten, tapu sicilinintutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hakdurumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir.
Devletin sorumluğunundayandırıldığı tapu sicilinin doğru tutulmasına ilişkin güvenin devamınısağlama amacı, tapu siciline güven ilkesinden daha geniş bir anlamtaşımaktadır. Söz konusu ilkenin uygulanamadığı ve yolsuz tescile güveneniyiniyetli üçüncü kişilerin iktisaplarının korunamadığı bazı hallerde dahi,onların bu yüzden uğradıkları zarardan da Devlet sorumlu tutulur.
Görülmektedir ki; kusursuzsorumluluğun bir biçimi olan tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan Devletinsorumluluğu, bir tehlike sorumluluğudur.
Tapu sicil müdür yadamemurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin mamelekiçıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir.Kusurun varlığı yada yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadeceDevletin memuruna rücuu halinde iç ilişkide etkisi söz konusu olmaktadır. Tapusicilinin tutulmasında kişi çıkarlarının korunması bakımından uyulması gerekenkurallar tapu mevzuatı ile sınırlı olmayıp, bu mevzuat dışındaki hukukkurallarına ve hukukun genel ilkelerine de uyulması gerekmektedir. Tapu müdüryada memurlarının ihlal ettikleri hukuk kuralları ister genel olsun ister saltsicilin tutulmasıyla ilgili olsun her iki halde de ortaya çıkan sonuç tapusicilinin hukuka aykırı tutulmuş olmasıdır ( Dr. Lale Sirmen, Tapu SicilininTutulmasından Doğan Zararlardan Devlet'in Sorumluluğu, Ankara, 1976 Sh.63 vd ).Bu nedenle sicilin hukuka uygun tutulması kavramı tapu mevzuatına uygunluklasınırlı bir kavram olmayıp, hukukun genel ilkelerine uygunlukta gerekmektedir.Bunun dışına çıkan her hukuka aykırı davranıştan Devletin sorumluluğu asıldır.
Az yukarıda ayrıntılarıaçıklandığı ve vurgulandığı üzere; Devletin sorumluluğunun bir tehlikesorumluluğu olduğu hususu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 05.10.1955 gün ve1955/4-58 esas, 1955/64 karar sayılı; 29.06.1977 gün ve 1977/4-845 esas ve1977/655 karar sayılı; 24.09.2003 gün ve 2003/4-491 esas ve 2003/487 kararsayılı; 19.04.2006 gün ve 2006/4-113 esas ve 2006/205 karar sayılı; 09.05.2007gün ve 2007/4-212 esas, 2007/261 karar sayılı, ilamlarıyla yargısal uygulamadada büyük ölçüde kabul edilmiştir.( Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu/Galip Esmer Gayrimenkul Tasarrufları, 1969,s:512 vd.; Prof. Dr. Jale Akipek, Eşya Hukuku, 1972, s:303 ).” (Yargıtay HukukGenel Kurulu, 11/07/2007, E. 2007/4-422, K. 2007/536)
Tapu sicilinin önemi vekişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından Medenî Kanunun1007. maddesi ile tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan ötürü Devletindoğrudan sorumlu olacağı ilkesi benimsenmiştir. Bu sorumluluk asli ve objektifsorumluluk olduğundan zarara uğrayan doğrudan Devletten zararın ödetilmesiniisteyebilir.
Devletin sorumluluğu, tapusicilinin aynî hakları saptaması,herkese açık ve tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir sicil olması esasınadayanmaktadır. Gerçekten, sicile duyulan güven ve sicilin yalnız Hazinecetutulmuş olması, orada yazılanın hak, yazılmayanın da hak olmayacağının maddihukukça benimsenmesi, bu yükümlülüğün kaynağını teşkil etmektedir.
Ayrıca Devlet tapu sicilinin çokmuntazam tutulması ve gayrimenkullerin durumunu tesbit ve tescil bakımındanıslahı ve açık bir hale konulması meselesine büyük bir ehemmiyet vermiş ve busicillerin Devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardandolayı vatandaşlara karşı fer'i değil, aynen İsviçre' de olduğu gibi aslî birmesuliyet yüklenmiştir.
Özetle;sorumluluğun amacı, sicilin tutulmasının devletin gözetim ve denetimi altındaolması, sicilin açıklığı ve güvenirliği ilkesinin varlığıdır.
Öteyandan Devlet'in sorumluluğu memurlar için de bir teminat niteliğindedir. Tapusicili ancak görevli memurun hukuka aykırı bir davranışı sonucu yolsuztutulduğuna göre, Devlet bir bakıma bunların fiillerinden dolayı da sorumlukılınmış olmaktadır. Şu halde sorumluluğun düzenlenmesindeki bir diğer amaç damemur güvenliğinin sağlanmasıdır.
3- İSVİÇRE MEDENİ KANUNDAKİ DÜZENLEMEİLE KARŞILAŞTIRMA
Mülga917. madde, İsviçre Medenî Kanunu’nun 955. maddesinden alınmıştır. İ.M.K.’nun955. maddesinin iki fıkrası alınmış, Devlet'inmemurlardan ileride sebep olabilecekleri zararlar için teminat isteyebileceğiniöngören üçüncü fıkra hükmü ise bize alınmamıştır. Alınmayan hükümde aynen, “Onlar(Kantonlar) memur ve müstahdemlerden teminat isteyebilirler.” şeklindedir.
MK 917/II ye göre de zararı ödeyen Hazine, zararın doğmasında kusurubulunan memurlara Kanun'un deyimiyle «aledderecat rücu etmek hakkını» haizolur. ÎMK 955/II de ise, Kantonların «kusurlu görülen tapu muhafızlığımemurlarına, müstahdemlerine ve doğrudan doğruya denetim yapan makama» rücuedebileceği hükme bağlanmıştır. Görüldüğü gibi bu iki fıkranın kaleme alınışbiçimi birbirinden oldukça farklıdır. Ancak bu farklılığın pratik bir değeriyoktur. Şöyle ki, bir defa MK 917 de Devlet'in sorumluluğunu paylaşacak olanlararasında müstahdemlerin sayılmamış olması iki Devlet'in idarî mevzuatındakifarklılıktan ileri gelmektedir. Nitekim, İsviçre'de tapu sicilinin, idare ileyaptıkları özel hizmet sözleşmelerine göre müstahdem statüsünde çalışangörevliler tarafından tutulması mümkündür. Oysa sicil tutma söz konusu hizmetingerektirdiği aslî ve sürekli bir görev olduğundan bu görev bizim mevzuatımızagöre ancak memur niteliğini taşıyan görevliler tarafından yürütülebilmektedir.
İMK 955/III de, Devlet'in memurlarından teminatisteyebileceğine ilişkin hükmün Medenî Kanun'da yer almadığını daha önce belirtmişidi. Türk kanun koyucusunun bu konuyu bir özel hukuk kolu olan Medenî Kanun'dadüzenlemekten kaçınması aslında tutarlı bir nedene dayanır. Devlet'inmemurlarından teminat istemesi
Devlet tarafındanyürütülen memur politikasının kapsamına girer. Bunun için de böyle birdüzenlemenin, gereği halinde, tapu örgütünün kuruluş ve görevleriyle ilgilikamu hukuku karakterli bir kanunda yapılması daha uygun olacaktır.
4-SORUMLULUĞUN HUKUKÎ NİTELİĞİ
A) ASLÎ SORUMLULUK
Devletin,M.K. 1007. maddesine istinaden tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardansorumluluğu aslîdir. Tapu sicilinin yolsuz tutulmasında, zarar tapu memurunun veyadenetim makamının kusuru sonucu meydana gelmiş olsa dahi, bundan yine birinciderecede Devlet sorumludur. Bu nedenle de tapu sicilinin tutulmasından zarargören kimse, ilk önce zarara sebebiyet veren memur aleyhine dâva açmak zorunda kalmaksızın,zararın tazminini doğrudan doğruya Devlet'ten talep edebilecektir. Böyle birdüzenlemenin, sorumluluğun amacına uygun olarak tapu siciline duyulan güveni artırdığınaşüphe yoktur. Bundan başka Devlet memurlarının görevlerini yerine getirirkenherşeyden önce Devlet'in çıkarlarını gözetmek zorunda oldukları düşünülürse, bugörevlerinden dolayı birinci derecede onların sorumlu tutulmaları hakkaniyet ilkelerinede aykırı düşer. Bu bakımdan Devlet'in buradaki aslî sorumluluğu memurlarıngüvenliğinin de bir şartıdır.
B) OBJEKTİFSORUMLULUK
Devlet'intapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan sorumluluğu, kusur da şartkoşulmadığından, tamamen objektif nitelikte bir sorumluluktur. Gerçi kusurunvarlığı için gerçek kişilerde aranan, hukuk düzeninin kendisinden beklediğiortalama bir tutumdan ayrılması ve temyiz kudretine sahip bulunması gibişartlar tüzel kişilerde aranamayacağından, Devlet'in kusurundan zatenbahsolunamaz. Ama MK 1007 de tapu sicilini tutan memurların kusurlu olmalarışartı da aranmamaktadır. MK 1007'ye göre davacı zararını tazmin ettirmek içinbu zararın tapu örgütüne ait herhangi bir memurun kusurundan ileri geldiğiniispat etmek zorunda olmadığı gibi, Devlet de memurunun kusursuzluğunu ispat etmeksuretiyle tazminat ödemek yükümünden kurtulamaz. Memurların kusuru ancakDevlet'in onlara rücu edip edemeyeceğinin tespiti bakımından önem taşır. YoksaDevlet'in sorumluluğunun doğması için tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmasıylazarar arasında uygun bir illiyet bağının varlığı yeterlidir.
5) SORUMLULUĞUN ŞARTLARI
a) TapuSicilinin Tutulmasına İlişkin Bir Fiil veya İçtinap (Kaçınma)
MK 1007 deDevlet, tapu sicilinin yolsuz tutulmasından doğan zararlardan sorumlukılınmıştır. Tapu sicili ise, görevli memurun yalnız olumlu değil, olumsuz birdavranışı sonucu da yolsuz tutulmuş olabilir. Bu bakımdan Devlet'insorumluluğuna yol açan zarar verici fiil, aynî hakkın gerçek hak sahibi yerinebaşka bir kimsenin adına tescil edilmesi durumunda olduğu gibi yapıcı bir fiilveya tescili gereken bir aynî hakkın tescil edilmemesi durumunda olduğu gibibir içtinap (kaçınma) biçiminde ortaya çıkabilir. Ancak burada önemli olan,zarar verici fiil veya içtinap (kaçınma) ile tapu sicilinin tutulmasıarasındaki ilişkinin varlığıdır. MK 1007 de «tapu sicilinin tutulmasından doğanzararlardan» denildiğine göre, eğer sicildeki yolsuzluğa sicil tutma kavramınagiren bir fiil veya böyle bir fiilden içtinap edilmesi sebebiyet vermemişse, butakdirde ortada tapu sicilinin yolsuz tutulmasından doğan bir zararbulunmadığından Devlet'in sorumluluğu da söz konusu olamaz.
Devlet, tapusicil görevlilerinin, tapu sicilini hukuka aykırı bir şekilde tutmasından;diğer bir deyişle, görevlilerin tapu sicilinin tutulmasıyla ilgili olarakMedenî Kanunda, Tapu Sicil Tüzüğünde (v.s.) yer alan kurallara uymamasındandoğan bütün zararlardan sorumludur. Çünkü, “tapu sicilinin aleniyet görevi,onun gerçek durumla daima tam bir uyum içinde bulunmasını zorunlu kılar.”
Böylecehaklı (geçerli) bir hukukî sebep olmaksızın tapu siciline kasten veya hataenbir kayıt düşürülmesi veya mevcut bir kaydın silinmesi veya değiştirilmesi,yardımcı sicillerin hatalı veya eksik tutulması, yanlış suretler veya sahtesenetler verilmesi, gerekli tebliğlerin yapılmaması (v.s.) suretiyle meydanagelen zararlardan devlet sorumludur. Tapu sicil memurunun yapması gerekeniyapmamasından (ictinap) doğacak zararlar da devletin sorumluluk sınırlarıiçindedir.
b) Tapu Sicilinin Hukuka Aykırı Tutulması
Devlet'inMK 1007 deki sorumluluğunun doğabilmesi için tapu sicilinin tutulmasına ilişkinfiil veya içtinabın hukuka aykırı olması da şarttır. Çünkü tapu sicili, ancakgörevli memur sicilin tutulmasında hukuka aykırı bir fiil veya içtinaptabulunduğu takdirde yolsuz tutulmuş olur. Eğer memurun davranışı hukuka aykırıdeğilse, bu durumda tapu sicili doğru tutulmuş olacağından, artık MK 1007kapsamına giren bir zarardan da söz etmeye imkân yoktur.
Sicilinhukuka aykırı şekilde tutulması, yanlış kayıt yapılması tarzında olabileceğigibi, yapılması gerekli bir kaydın yapılmasının ihmal edilmesi şeklinde deolabilir. Fakat, Devletin sorumluluğu için, memurun sözü geçen fiilde kusurluolup olmamasının önemi yoktur.
Devlet'insorumluluğu için tapu sicilinin tutulmasında kişilerin mameleki (malvarlığı) çıkarlarınıkoruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması, yani objektif hukukaaykırılık yeterlidir. Tapu sicilinin tutulmasında kişi çıkarlarının korunmasıbakımından uyulması gereken kurallar, tapu mevzuatından ibaret değildir. Tapumemurunun tapu mevzuatı dışında kalan hukuk kurallarına, hatta hukukun genelilkelerine aykırı davranması da aynı sonucu doğurur. Ayrıca ihlâl edilen hukukkuralları ister genel, ister yalnız sicili tutmakla görevli memura yöneltilmişolsun, tapu sicili yine hukuka aykırı tutulmuş olur. Bu bakımdan tapu memuru,örneğin, sahte bir vekâletnameye dayanarak sicile yolsuz bir tescil yaptığıtakdirde, sahtelik, araştırma yükümü yerine getirilse bile anlaşılamayacak durumdaysa,tapu memuru hukukî sebepten yoksun bir tescille objektif olarak hukuka aykırıdavranmış olduğundan, bundan doğacak zararlardan dolayı Devlet, MK 1007 ye göresorumlu tutulacaktır.
Tapusicilinin tutulmasında memurun görevlerine aykırı davranması ise, iki bakımdanönem taşır. Birincisi, eğer görev icraî bir fiile ilişkin ise, memurun bunuyerine getirmemesi objektif olarak da hukuka aykırı bir içtinap teşkiledecektir. İkincisi de, memurun görevini ihlâli, onun yönünden bir kusurunvarlığına işaret eder ki, bu durumda Devlet'in rücu hakkı söz konusu olabilir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında,şöyle denilmektedir: «...Davacının aynîhakkı tapu sicil muhafızlığında sahte vekaletnameye müsteniden yapılan muameleile bertaraf edilmiştir. Tapu sicil muhafızının tatbik etmesi gereken hukukîesasın ihlâl edilmiş olması halinde hukuka aykırılık durumu mevcut sayılacağıgibi, tapu memurunun faaliyetleri çerçevesine giren herhangi bir muamele, tapu kütüğününtutulması muamelesi ve böyle bir muamelenin kanuna aykırı şekilde yapılmışolması dolayısıyla meydana gelen bir zarar tapu kütüğünün tutulmasının neticesiolarak bir zarar sayılır. Dâvaya esas olan hadisede sahte vekaletname istimaledilmek suretiyle temsil hakkındaki kanun hükümleri yerine getirilmeden tapusicillerine kayıt düşürülmüş ve davacının aynî hakkı sona erdirilmiştir. Hadise mücerret noterliktebaşlayıp biten ve tapu sicilinintutulması ile ilgili bulunmayan bir muamele olarak tasvir edilemez.Çünkü zarar, sahte vekâletname tanzimi ile değil, bu vekaletnamenin tapu muamelesine mesnet ittihaz edilmesi ile husule gelmiştir ... Tapu sicilmuhafızlığının hukuka aykırı şekilde muamelesiyle zarar arasında illiyet rabıtası mevcutolunca bu zarardan Devlet'in mesultutulması icap eder. Burada tapu muamelesini yapan memurun kusurlu olup olmadığınıntaharrisine lüzum yoktur» (YHGK.5.10.1955, 4/58-64)
Yinebir Hukuk Genel Kurulu kararında da, «...davacınınzararı, hem veraset senedinin gerçeğe aykırı bir durumu tesbit etmesinin, yani mirasçı olmayan bir kimseyi mirasçı olarakgöstermesinin, hem de tapumemurunun gerçeğe aykırı veraset senediniesas tutarak davacı mirasçı adına tapuya yazılması gereken gayrimenkulun kaydının mirasçı olmayankimse adına çevirmiş olmasının neticesidir... MK nun 917 nci maddesinin birincifıkrasıyla kabul edilen mesuliyet,afaki mes'uliyet yani kusursuz mes'uliyet olduğu cihetle tapu memurunun kanuna aykırı bir muamele yaparkenherhangi bir kusur işlemişolması asla aranmaz.» denilmek suretiyle sahte veraset senetlerinedayanarak yapılan yolsuz tescillerdendolayı Devlet'in sorumlu tutulacağı kabul edilmiştir. (YHGK. 20.1.1960,4/1-3)
Tapusicilinin tutulmasıyla ilgili ortaya çıkabilecek hukuka aykırılıklar;
- Tescili gereken bir aynî hakkın tescil edilmemiş olması,
- Terkini gereken bir aynî hakkın terkin edilmemiş olması,
- Tapu kütüğüne yolsuz bir tescil veya terkin yapılması,
- Tescil veya terkinin hukukî sebebinin olmaması, geçerli bir sebebedayanmaması,
- Şerhler ve beyanlardaki kayıtların kayıt veya terkin edilmesiyleortaya çıkabilecek eksiklikler,
- V. b. durumlar sayılabilir.
c) Maddî bir zararın meydana gelmiş olması
Devletin MK1007 gereğince sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için, tapu sicilinintutulmasından maddî bir zararın doğmuş bulunması gerekir. Manevî zararlardandolayı MK 1007’ye dayanılarak Devlete karşı tazminat davası açılmaz. Tapusiciline yapılan yolsuz tescili düzeltme yolu ile zararı önleme imkânı mevcutoldukça, zarardan ve devletin sorumluluğundan söz edilemez. Bu sebeple 10yıllık zamanaşımı süresi işlemeye başlamaz.
Örneğin, mahdut(sınırlı) bir aynî hakkın sicilden yanlışlıkla terkini, bir kimsenin sahtebir vekâletname ile sicilde başkasına ait bulunan bir taşınmazı üçüncü birkişiye devretmesi veya ölmüş birinin adına kayıtlı taşınmazı sahte bir verasetsenedi ile kendi üzerine geçirmesi gibi hallerde sırasıyla, mahdut aynî hakkınsahibi, asıl malik, mirasçılar açacakları tashih dâvası ile sicildeki buyolsuzlukların giderilmesini sağlayabileceklerinden, henüz aynî hakkın kaybındandolayı bir zararın varlığından söz etmeye imkân yoktur. Fakat bütün budurumlarda, sicil düzelttirilemeden, taşınmaz iyiniyetli bir üçüncü kişitarafından iktisap edilecek olursa, bu takdirde gerçek hak sahipleri artıksicilin düzeltilmesini isteyemeyeceklerinden, Devlet'in sorumluluğunugerektiren bir zarar doğmuş olur. Buna karşılık taşınmazı iktisap eden üçüncükişi iyiniyetli değilse, onun aleyhine sicilin düzeltilmesi için tashih dâvasıaçılabileceğinden yine ortada aynî hakkın kaybı dolayısıyla bir zarar sözkonusu değildir.
Diğertaraftan, yanlış kaydı düzelttirmek için dava açma imkanı bulunduğu sürece buyanlış kayıttan doğan zarar, bunun düzeltilmesi için yapılacak giderlertutarıdır. Buna karşılık yanlış kaydı düzelttirmek için iyiniyetle açtığıdavayı kaybeden kişinin zararın kapsamına, bir yandan hakkın kaybından doğanzarar, öte yandan kaybettiği dava giderleri girer. (YHGK, 21.11.1982. 4-548/46)
Aynî hakkınsona ermesi nedeniyle Devlet'ten tazminat istenebilmesi için hakkın sonaerdiğinin her durumda kesin bir ilâmla tesbiti gerekir. Bu bakımdan, üçüncükişilerin iktisabının geçerliliğinin, yani zararın gerçekleşip gerçekleşmediğininanlaşılabilmesi için bunlara karşı da bir tashih davası açılmalıdır. Çünküüçüncü kişilerin iyiniyetli olup olmadığı «nazarî mütalâlarla değil, ancak birmahkeme ilâmı ile
tespitedilebilir». Açılan tashih dâvasının masrafları da Devlet'ten istenebileceğinegöre, böyle bir zorunluluk, asıl hak sahipleri yönünden de bir külfet teşkiletmez. Bu bakımdan tashih dâvasının reddine ilişkin karar kesinleşmedikçe,gerçekleşmiş bir zarardan söz edilemeyeceğinden Devlet'e karşı da MK 1007gereğince bir dâva açmaya imkân yoktur.
Zararıngerçekleştiğinin kesin bir ilâmla tesbiti sorumluluğun doğum şartı olduğundan,bu hususlar Devlet'e karşı açılan tazminat dâvasında re'sen dikkate alınmalıdır.
Sahte veyayanlış vekaletle tapu kaydına ipotek konulması halinde, ipotek borçlusunun aczigerçekleşmedikçe zarar doğmuş solmayacağından Hazine sorumlu tutulamaz(Yargıtay 4. H.D. 13/12/1974, 116841 sayılı kararı).
ç) Uygun illiyet bağının varlığı
Devletinzarardan sorumlu olabilmesi için, tapu sicilinin tutulması ile zarar arasında(haksız fiillerdeki) bir “uygun illiyet ” bağının varlığına ihtiyaç vardır.
Zarar iletapu sicilinin yolsuz tutulması arasında bir illiyet bağının bulunması,zararın, sicilin tutulmasına ilişkin hukuka aykırı bir fiil veya içtinabınsonucu olarak ortaya çıkması demektir. Eğer zararın sebebi sicilin yolsuztutulması değilse, yani bu ikisi arasında bir sebep-sonuç bağı yoksa, butakdirde Devlet'in sorumluluğundan da söz edilemez. Nitekim sahte vekilden satınalmış olduğu taşınmazı, gerçek hak sahibinin sicildeki yolsuz tescilidüzelttirmesiyle, geri vermek zorunda kalan kimse, taşınmaz için ödediği bedelive satış için ödediği harçları Devlet'ten isteyemez. Çünkü bu durumda zararsicildeki yolsuzluğun yarattığı bir görünüşe güvenilmesi sonucu değil, sahtevekâletnameye güvenerek geçersiz bir satış sözleşmesi yapılmış olmasından
ileri geldiğinden, zararla sicil yolsuzluğu arasında bir illiyetbağı yoktur. Devletin sorumluluğu için, önceleri tapu sicilinin yolsuztutulması ile zarar arasında dolaylı-dolaysız illiyet ayırımı yapılmışsa da,sonradan bu ayırım terkedilerek sadece uygun bir illiyet bağının varlığıyeterli görülmüştür.
“Dosyadaki kanıtlara göre, davaya konutaşınmazın sahte nüfus belgesi ve sahte vekaletnameye dayalı olarak satışıyapılmış; davacı tarafından, taşınmazı son olarak satın alan kişiye karşıaçılan tapu iptal ve tescil davası reddedilmiş ve temyiz incelemesinden degeçmek suretiyle kesinleşmiştir.
Yukarıda açıklanan olgular itibariyleusulsüz işlemin noterde sahte olarak düzenlenmiş vekaletnameden kaynaklandığıanlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla zarar tapu sicilinin tutulmasından değil,sicilin düzenlenmesine etken olan vekaletnameden kaynaklanmaktadır. MedeniKanunun 917 ( Türk Medeni Kanunu 1007 ) maddesinde sorumluluğun, tapusicilinden kaynaklandığı belirlenmiştir. Maddede öngörülen sorumluluk, kusursuzsorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören, davalının kusurunu kanıtlamakzorunda değildir. Davalı da kusuru bulunmadığı savunmasının ötesinde uygunilliyet bağının kesildiğini kanıtlamak zorundadır. Kusursuz sorumluluktailliyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veyaüçüncü kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veyahakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halinbulunması gerekmektedir. Somut olayda zarar gören davacının illiyet bağınıkesebilecek ölçüde kusurunun olmadığı yine öngörülmeyen bir durumun dabulunmadığı görülmektedir. Ne var ki gerek ceza yargılamasında, gerekse tapuiptaline ilişkin dava dosyasında zararlandırıcı sonucun ortaya çıkmasında birüçüncü kişinin hukuka aykırı eyleminin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kişininsuç teşkil eden veya ağır kusuru oluşturan eylemi açıktır. Şu haliylesorumluluğu gerektiren illiyet bağının kesildiği kabul edilmelidir. Yapılan buaçıklama itibariyle olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise dekusursuz sorumlu olan davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyetbağının bulunmadığı görülecektir. Aksi bir sonuç kusursuz sorumluluğun ötesindebizi sebep sorumluluğuna götürür ki davanın dayanağını teşkil eden MK.'nun1007. maddesi sebep sorumluluğunu ön görmemiştir.
Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğindedavalının (Maliye Hazinesi) sorumluluğundan söz edilemez. Mahkeme kararı,açıklanan nedenlerle yerinde görülmüş ve onanması gerekmiştir.” (Yargıtay 4. H.D., 18/10/2005, E.2004/12650, K. 2005/11104)
“Görüldüğü gibi zararlandırıcı eylem, tapusicilinin tutulmasından değil, gerçek kişi olan davalıların hukuka aykırı olanağır kusurlarından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar Hazine Medeni Kanunun 917.maddesine göre tapu sicilinin tutulmasından dolayı kusursuz sorumlu ise de,kusursuz sorumlulukta dahi hukuka aykırı eylem ile zararlandırıcı sonuçarasında uygun illiyet bağının bulunması gerekir. Diğer bir anlatımla hukukaaykırı olan eylem ile zarar arasında ki uygun illiyet bağı, zarar görenin veyaüçüncü kişinin ağır kusuru, veyahut da beklenmeyen bir nedenden dolayı kesilmişolmamalıdır.
Somut olayda gerçek kişi olan davalılarınağır kusuru sonucu illiyet bağının kesildiği böylece, kusursuz sorumlu olanhazinenin de bundan dolayı sorumlu olmadığı sonucuna varılmalıdır. Aksi durumdaher kusursuz sorumluluk halinde uygun illiyet bağının varlığı aranmayacaktır.Bu durumda da kusursuz sorumluluk hallerinde kusursuz sorumlu olanınsorumluluktan kurtulma olanağı ortadan kalkmış olacaktır. Böylece kusursuzsorumluluk halleri ile riskten kaynaklanan sorumluluk birbiri ile örtüşecektirki hukukumuzda risk nazariyesine göre sorumluluk Medeni Kanunun 917. maddesindeöngörülmemiştir.” (Yargıtay4. H.D., 27/01/2000, E. 2000/18, K. 2000/545)
d) Kusurun aranmaması
Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğanzarardan sorumluluğu bir “kusursuz sorumluluk” halidir. Yani, zararın meydanagelmesinde tapu sicil memurunun veya yardımcısının veya devletin diğer birorganının hiçbir kusuru olmasa da Hazine zarardan sorumludur. Zarar görenşahıs, sadece, tapu sicilinin hukuka aykırı bir şekilde tutulduğunu ve zararınbundan doğduğunu ispat edecektir; zarara hangi memurun sebebiyet verdiğinitespit ve tayin etmesine lüzum yoktur.
Örneğin,tapu memuru her nasılsa sahte bir vekaletnameye dayanarak sicile yolsuz birtescil yapmışsa, sahtelik, memurun araştırma yükümünü (mülga TST 16) yerinegetirse bile anlaşılamayacak durumda da olsa, tapu memuru hukuki sebeptenyoksun bir tescille (mülga MK 924) hukuka aykırı davranmış olacağından, doğacakzarardan Devlet sorumlu tutulur.
e)Zarar görenin kusurunun dikkate alınması
Hazinenin ödeyeceği tazminatının miktarınıtayinde, BK. m. 44 uyarınca zarara uğrayan şahsın kusuru dikkate alınır. Zararauğrayan şahıs, kendi fiili ile, zararın meydana gelmesine veya artmasına yardımetmiş veya zararın önlenmesi için gerekli hukukî tedbirleri almamış ise,Devletin ödeyeceği tazminat miktarı azaltılır veya Devlet sorumluluktantamamıyla kurtulur.
6-ZAMANAŞIMI
Hazineninsorumluluğunu hükme bağlayan Medenî Kanunun 1007 nci maddesine dayanandavalarda, olayın Borçlar Kanununun 41 inci maddesinde düzenlenen haksızeylemin bir türü olduğu ve müruruzaman (zamanaşımı) yönünden Borçlar Kanununun60 ıncı maddesinin uygulanması gerekeceği gerek uygulamada, gerekse doktrindeortaklaşa kabul edilmektedir. Söz konusu maddenin 1 inci fıkrası uyarınca;zararın ve sorumluluğun öğrenilmesi tarihinden itibaren 1 yıl, herhalde zarardoğuran eylem veya işlem tarihinden başlayarak 10 yıl geçtikten sonra davanınzamanaşımına uğrayacağı kuşkusuzdur.
Tapu sicilinin tutulmasından doğanzararlardan sorumluluğu sebebiyle Devlet'e karşı açılacak tazminat dâvaları, BK60’daki bir ve on yıllık zamanaşımı sürelerine bağlanmıştır. Buna göre, dâva,zarar görenin zararı ve sorumlusunu öğrendiği tarihten itibaren bir yıl, herhalde zarar verici fiilin meydana gelmesinden itibaren de on yıl geçtiktensonra zamanaşımına uğrar. Bu sürelerin başlamasında, tapu sicilinde yapılanyanlış işlem değil, maddî zararın meydana gelmesine sebep olan işlem dikkatealınacaktır.
Bir yıllıksüre, zarar görenin zararı ve sorumlusunu öğrendiği tarihten itibaren işlemeyebaşlayacağından, eğer tapu sicilinin yolsuz tutulması nedeniyle bir aynî hakkınkaybı veya sicile güvenin korunmadığı hallerde amaçlanan aynî hakkınkazanılamaması söz konusuysa, zarar görenin, tashih dâvasının reddine ilişkinkararın kesinleştiğini öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içinde Devlet'e karşıdâva açması gerekir. Haciz şerhinin veya ipoteğin sicilden yolsuz olarakterkininde de, alacaklının aynı şekilde, borçlunun aczinin bir belge ile tespitedildiğini (İİK 105) öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içinde Devlet'e karşıdâva açması gerekir.
BK 60 da onyıllık sürenin de zarar verici fiilde bulunulduğu tarihten itibaren işlemeyebaşlayacağı ifade edildiğine göre, eğer zarar gören her halde sicilin yolsuztutulmasından itibaren on yıl içinde dâva açmamışsa, zarar, on yıl sonrameydana gelse dahi durum değişmeyecek, dâva zamanaşımına uğramış olacaktır. Fakattapu sicilinin yolsuz tutulmasında, zarar görenin çoğu kez zarar verici fiildenhaberdar olmaksızın dahi on yılın geçebileceği düşünülecek olursa, bu süreninçok kısa olduğu ortaya çıkar. Bu durumda tapu sicilinin daima kişilerindenetimi altında bulundurulması gerekir. Oysa hiç kimseye sicildeki hakkınınyerinde durup durmadığını devamlı olarak araştırma görevi yüklenemez. Buherşeyden önce, tapu sicilinin amacına aykırı düşer. Bütün bunlardan dolayıdırki, bir görüşe göre buradaki on yıllık sürenin hiç olmazsa, zararın doğduğununkesin olarak tespit edildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağını kabuletmek gerekir.
“Tapuda yanlışlık başlı başına değil, ancakneden olduğu zarar itibariyle hukuki bir varlık ifade eder. Bu nedenle, M.K.md. 917 uyarınca Hazineye karşı açılan davada on yıllık zamanaşımı, kayıtdüzeltilmesiyle ilgili davanın reddine ilişkin kararın kesinleşmesi tarihindenbaşlar” (YHGK 20/01/1982, K. 82/46).
“Dava, yetkisiz vekaletnameyle tapuda işlemyapılmasından doğan zararın tazmini talebine ilişkindir. Davacıların zararı,asıl maliklerin açtıkları tapu iptali davası sonucunda, tapunun iptaline dairkararın kesinleştiği tarihte doğar. Davacılar adına olan tapunun iptalineilişkin kararın kesinleşme tarihinden bir yıldan fazla süre geçtikten sonradava açılmıştır. Davalı-hazine vekili, yasal süre geçtikten sonra zamanaşımısavunmasında bulunmuş; davacı açıkça savunmanın genişletildiği yönünde itirazdabulunmamıştır. Bu durum karşısında davalı-hazine aleyhindeki davanın zamanaşımınedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar tesisedilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” (Yargıtay 4. H.D., 19/03/2001, E.2000/11205, K. 2001/2585)
“Hemen belirtelim ki; öğreti ve uygulamadaM.K. 917. maddesinden kaynaklanan davalarda uygulanacak zamanaşımına ilişkinyasa maddesi B.K.’nun 60. maddesidir. M.K.’nun 917. maddesi gereğinceHazine’nin sorumlu tutulabilmesinin koşulları, tapu sicilinin tutulmasındanzarar doğmuş bulunması, memurun hukuka aykırı eylemi olması zarar ile eylemarasında illiyet bağı bulunmasıdır.
O nedenle, zarar doğmadıkça Hazine’ninsorumluluğundan sözedilemiyeceği kuşkusuzdur. Diğer bir anlatımla tapu kaydınındüzeltilmesi mümkün bulundukça zarardan sözedilmiyecek ve Hazine’ye karşıaçılacak tazminat davası dinlenemiyecektir.
Yine mülkiyet hakkına dayanılarak açılacakbir davada zamanaşımı da söz konusu değildir. M.K.’nun 933. maddesi uyarıncahaklı bir neden olmaksızın yapılan bir tescil mülkiyet hakkını sona erdirensalt yeterli bir delil olarak kabul edilemez. O nedenle sahteciliğe dayanan birtescil karşısında eski malik tapu tashihi davası sonuçlanıp kesinleşinceye kadartaşınmazın mülkiyetini henüz hukuken kaybetmiş sayılamaz, öte yandan tapudakiyanlışlık başlı başına hukuki bir varlık ifade etmez, ancak neden olduğu zararitibariyle hukuki bir sonuç yaratır. ( Bkz. 16.5.1956 T. E. 1, K.7; 13.5.1944T. 1943/13 E.1944/8 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararları ve H.G.K.20.1.1982 T. 19/9/4 – 458 E.1982/46 K. )
Hal böyle olunca, M.K.’nun 917. maddesindenkaynaklanan davalarda uygulanacak B.K.’nun 60. maddesindeki zamanaşımısüresinin tapu kaydının düzeltilmesi davasının reddine ilişkin kararınkesinleşme tarihinden başlayacağı açıktır. Bu kabul altında somut olayı vedelillere bakıldığında anılan zamanaşımı süresi dolmadığı gibi esasenbaşlamadığı da çok açıktır. Öyleyse tapudaki belirtmenin kaldırılmamasındaHazine’nin önceden var olan hukuki yararının devam ettiğinin kabulükaçınılmazdır.” (YargıtayH.G.K., 21/4/1999, E. 1999/1–222, K. 1999/226)
7- DEVLETİN KUSURLU MEMURU RÜCU ETMESİ
A- DEVLETİN MEMURA RÜCU HAKKI
Tapusicilinin tutulmasından doğan zararı ödeyen Devlet, MK 1007/II ye göre, zararındoğmasında kusuru bulunan memurlara rücu eder (başvurur). Zarara kusuru ilesebebiyet veren memurun, zarar verici fiilin sahibi veya onu denetleyen makamınmemuru olması, rücu bakımından önemli değildir. Devlet, bunlardan hangisi kusuru ile zarara sebebiyet vermişse,ona rücu edecektir. Görüldüğü gibi burada objektif bir sorumluluk kabuledilmemiştir. Rücu için BK. 41 dekişartların gerçekleşmesi yeterlidir. Kusurun —kast veya ihmal— varlığınınispatı Devlet'e düşer. Eğer birden fazla memur, zarara müşterek kusurlarıylasebebiyet vermişlerse, bunlar Devlet'e karşı müteselsilen sorumlu olurlar (BK50). Memurun, denetim makamının hukuka aykırı bir emrini yerine getirmişolması, sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Ancak memur bu aykırılığı görüp, emirverene bildirdiği halde, emir veren ısrar eder ve bunu yazı ile tekrarlarsa,Anayasa'nın 137. maddesi (kanunsuz emir) ve DMK gereğince memurun sorumluluktankurtulması gerekir. Sorumluluk artık emri verene ait olur.
«Olayda takrir alan kişinin (memurun) ibrazedilen vekâletnamenin sahte olduğunu ve alıcı ile satıcıların bir sahte işlemüzerinde anlaştıklarını bilecek durumda olduğunu gösteren bir neden ve delilyoktur... Takrir alan kişinin mübrez ve usulünce düzenlenmiş bir vekâletnameningeçerliği üzerinde ayrıca bir inceleme yanmak zorunluluğu da Yasa'dabenimsenmiş değildir. Meğer ki, şüpheli bir durum bulunmuş olsun. Olayıngerçekleşmesinde ibraz edilen belgenin durumuna, takrirde açıklanan ve kimlikhüviyet cüzdanının dahi vekâletnameyi doğruladığına göre temyiz eden R'ninsorumluluğunun kabulü mümkün değildir.» (Y4HD. 6.7.1967, 965/6790-5861:Karahasan, Tazminat Dâvaları, s. 336)
Devlet,kendisine karşı açılan dâvayı, zarara kusuru ile sebebiyet veren memura ihbaretmelidir (HUMK 49). Bu dâvada kusurun bir rolü olmamakla beraber, memur,dâvaya müdahale ederek, davacının, zararın doğmasındaki kusurunun ispatı veyazararın gerçek miktarının tesbiti bakımından Devlet'e yardımcı olur. Dâvanınmemura ihbar edilmemiş olması halinde, memur ihbar edilseydi, dâvaya müdahaleederek sonucu lehine değiştireceğini ispat ettiği oranda Devlet'e karşısorumluluktan kurtulur. Devlet'in kendisini gerektiği gibi savunmamış olmasınınsonucuna memurun katlanması beklenemez.
“Rücuu yönünde hüküm kurulurken her davalınınkusur oranının ve sorumluluk miktarlarının ayrı ayrı belirlenmesi ve başkacadavaların açılmasına olanak tanınmaması gerekirken bu yön gözetilmeden vedavalıların kusur ve sorumluluk oranları belirlenmeden meydana gelen zarardandavalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmaları usul ve yasayaaykırıdır.” (Yargıtay 4. H.D., 21/03/2002, E. 2001/12098, K. 2002/3349)
“Pozitif hukukumuzda basit rücu hakkına, TürkMedeni Kanununun 917. maddesinde düzenlenen rücu hakkı örnek olarakgösterilebilir. Anılan maddeye göre hazine tapu sicilinin hatalı tutulmasındanötürü zarar görenlere ödemiş olduğu tazminatı kendi memuruna halefiyet ilkesigereğince rücu etmez. Bu hak, hazinenin bağımsız bir hakkıdır. Keza aynıdoğrultuda Anayasa'nın 129. maddesiyle 657 sayılı Yasanın 13. maddesi de örnekgösterilebilir. “ (Yargıtay10. H. D., 27/04/2001, E. 2001/2760, K. 2001/3249)
“Rücuen tazminat istemine ilişkin davalarda,sorumluların birden fazla olması durumunda, her sorumlunun kendi kusurundansorumlu tutulması gerekir. Bu tür davaların niteliği gereği dayanışmalı vezincirleme sorumluluk kararı verilemez. Bu yüzden her davalının zararlandırıcıeylemdeki kusur oranının belirlenmesi gerekir. Davacı, davalıların haksızeylemi sonucu zarar görene ödediği tazminatı rücuen zarar veren davalılardanistediğine göre her davalının kusur oranları belirlenmeli ve davacı tarafındanyapılan ödeme bu orana göre davalılara yükletilmelidir.” (Yargıtay 4. H.D., 6/5/2003, E.2002/14630, K. 2003/5901)
B) RÜCU HAKKININ KAPSAMI
MK. 1007/II dekirücu hakkının kapsamı, Devlet'in zarara uğrayan üçüncü kişiye ödediği tazminatmiktarı, buna yürütülen faiz, vekâlet ücreti ve yargılama giderlerindenibarettir. İcra masraflarının rücu hakkının kapsamına girip girmediği hususuise, Devlet'in aleyhine açılan tazminat dâvasına ilişkin kararın, kesinleşmedenönce veya sonra icraya konulmuş olması ihtimaline göre ayrı ayrıincelenmelidir. Tazminata ilişkin mahkeme kararı kesinleştikten sonra icrayakonulmuşsa, bu takdirde icra masrafları rücu hakkının kapsamına dahil edilemez.Çünkü Devlet, borcunu buna ilişkin ilâm kesinleşir kesinleşmez ödemekzorundadır. İlâmın kesinleşmesine rağmen Devlet'in alacaklının icrayabaşvurmasını bekleyerek, borcunu ödememiş olması, BK 44 de belirtilen zararıarttırıcı bir davranış sayılacağından, bundan kusurlu memurun sorumlututulmaması gerekir. Buna karşılık, tazminata ilişkin karar henüzkesinleşmeden, zarar gören bunu icraya koymuşsa, bu takdirde Devlet ödediğiicra masraflarını da kusurlu memurdan ister.
C) RÜCU DÂVASINDA ZAMANAŞIMI
Devlet'inkusurlu memura açtığı tazminat dâvaları BK 60 daki bir ve on yıllık zamanaşımısürelerine bağlıdır. Bir yıllık süre zararın Devlet tarafından ödendiği vezarara kusuru ile sebebiyet veren memurun öğrenildiği günden itibaren başlar.Devlet'in, herhalde, zararın ödendiği tarihten itibaren on yıl içinde memurarücu dâvasını açmış olması gerekir.
“15.3.1944 gün, E.1943/13, K.1944/8 sayılıİçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi, tapuda yanlışlık başlı başınahukukî bir mevcudiyet ifade etmeyip, ancak sebebiyet verdiği zarar itibariylehukukî bir mevcudiyet ifade eder. Bunun doğal ( tabii ) sonucu isezamanaşımının kayıt tashihine ait davanın reddine ilişkin kararın kesinleşmetarihinden başlamasıdır. Aksinin kabulü, 917. maddenin konuluş amacına da tersdüşer. Nitekim Hazine’nin açacağı rücu davasında da zamanaşımının tapudakiyanlışlık tarihinden değil, ödeme tarihinden başlayacağı, yerleşmiş uygulamagereğidir.” (Yargıtay H.G.K., 20/1/1982, E. 1979/4-548, K. 1982/46)
8) UYGULAMADAN ÖRNEKLER
Tapusicilinin tutulmasından zarar gördüğünü iddia eden kişiler; öncelikle tapukaydının düzeltilmesi davası açmakta ve bu kararın aleyhlerine kesinleşmesiüzerine M.K.’nun 1007. maddesine istinaden Devlete karşı tazminat davasıaçmaktadırlar. Bazen de; bu iki dava terditli olarak açılmaktadır. Yani, tapukaydının düzeltilmesi ve tazminat aynı davada terditli olarak talepedilmektedir.
Tapusicilinin tutulmasından görülen zarar için açılan tazminat davasının Devletaleyhine sonuçlanması üzerine, tapu sicil görevlilerinin kusuru var ise, ödemetarihinden itibaren 1 yıl içinde “rücu davası” açılmaktadır.
Tapu sicilgörevlilerinin kusuru, ya tazminata ilişkin mahkeme kararında belirtilmekte, yada müfettiş veya muhakkik vasıtasıyla belirlenmektedir.
Noter tarafından düzenlenmiş sahte birvekaletnameye dayanarak tapu sicilinde bir işlem yapan tapu memuru,vekaletnamenin sahte olduğunu bilmiyorsa ve normal bir dikkat sarfıylabilebilecek durumda değilse, vekaletnamenin sahte olması sebebiyle neticededoğacak zarardan sorumlu olmayacaktır.
Kusur,Borçlar Kanununda tarif edilmiş değildir. Esasen kusur, üzerinde görüş birliğibulunmayan ve açık bir tarifi verilmiş olmayan bir kavramdır. Kusur, doktrindeşöyle tarif edilmiştir.
Kusur,hukuka aykırı sonucu istemek (kast) veya bu sonucu istemiş olmamakla beraberhukuka aykırı davranıştan kaçınmak için iradesini yeter derecede kullanmamaktır(ihmal).
Kast,kusurun en ağır derecesidir. Kast, failin hukuka aykırı sonucu tasavvurettiğini (bu sonucun bilincinde olduğunu) ve bu sonucu istediğini ifade eder.
İhmal,hukuka aykırı sonucu arzu etmemesine rağmen, bu sonucun meydana gelmemesi içiniradesini yeter derecede kullanmamak, hâl ve şartların gerektirdiği dikkat veözeni göstermemektir. İhmal de iki çeşittir.
Ağır ihmal, hukukaaykırı sonucu meydana getiren fiil işlenirken, böyle bir fiil işleyen herkesingöstereceği dikkat ve özeni göstermemektir.
Hafif ihmalise, hukuka aykırı fiil işlenirken böyle bir fiili işleyen herkesin değil,dikkatli ve tedbirli bir kimsenin göstereceği dikkat ve özeni göstermemişolmaktır.
İhmalindereceleri arasında açık ve kesin bir sınır çizmeye de imkan yoktur. Durum herolayın bünyesi içinde incelenecek ve normal, orta seviyede bir insan tipinin oolayda ne tarzda davranacağı göz önünde tutulacaktır. Böyle bir kimseninalacağı tedbiri almamış, göstereceği özeni göstermemiş olan kimse ağır ihmaldebulunmuş sayılır.
Hukukaaykırı fiilden faili sorumlu tutmak için kusurun çeşitlerinin önemi yoktur. Enhafif bir kusur dahi olsa sorumluluk için yeterlidir.
Tapu sicilgörevlilerinin kusurunun bulunmaması halinde, Müşavirliğimizce, Devletalacaklarının takibi ile görevli Maliye Bakanlığına (Başhukuk Müşavirliği veMuhakemat Genel Müdürlüğü) dava açmaktan vazgeçme yazısı yazılmakta ve genellikleanılan Genel Müdürlükçe 4353 sayılı Kanunun 26. maddesine göre dava açmaktanvazgeçme teklifimiz uygun bulunmaktadır.
Tapu sicilgörevlilerinin kusurunun tespit edilmesi halinde ise, kusurlu personele veyamirasçılarına karşı rücu davası açılmaktadır.
Not: Metinde geçen memur ifadesi, Medeni Kanunun 1007. ve TapuKanunu’nun 26. maddeleri gereği “tapu sicili görevlileri” olarak genişanlaşılmalıdır.
Hazırlayanlar:
Ali Ramazan ACAR Deniz DENİZ
I. Hukuk Müşaviri Hukuk Müşaviri
YARARLANILANKAYNAKLAR:
1) Tapu Sicilinin Tutulmasından DoğanZararlardan Devletin Sorumluluğu (Dr. Lale SİRMEN)
2) Eşya Hukuku (Prof. Dr. Safa REİSOĞLU)
3) Eşya Hukuku (Prof. Dr. Kemal OĞUZMAN-Özer SELİÇİ)
4) Eşya Hukuku (Prof. HATEMİ-SEROZAN-ARPACI)
5) Borçlar Hukuku (Prof. Kemal OĞUZMAN-Turgut ÖZ)
6) Borçlar Hukuku (Prof. Dr. Safa REİSOĞLU)
7) Mevzuatımızda Gayrimenkul Hükümleri veTapu Sicili (Galip ESMER)
Yorumlar