Proje Baştan Çökmüş Durumda
“Proje Baştan Çökmüş Durumda”
Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu Başkanı Necati Uyar, kentsel dönüşüm yasasını değerlendirdi…
Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu Başkanı Necati Uyar, kentsel dönüşüm yasasına dair görüşlerini Evrensel Gazetesi ile paylaştı.
Kamuoyunda kentsel dönüşüm kanunu olarak bilinen Afet Riski Taşıyan Alanların Dönüştürülmesi Yasası alel acele Meclis Genel Kurulundan geçirildi. Yasanın hazırlık sürecinde, ilgili meslek odaları, mahalle dernekleri ve diğer kentsel kurumların fikirlerinin alınmaması ise büyük tepkilere neden oldu. Oysa hem kentsel dönüşümün muhattabı olan halkın hem de bilimsel ve teknik olarak sürece müdahil olması gereken meslek odalarının söylecek sözleri vardı. İşte, bu kapsamda Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu Başkanı Necati Uyar, kentsel dönüşüm yasasına dair görüşlerini gazetemiz ile paylaştı.
Öncelikle yasa kapsamında yapılacak kentsel dönüşüm planı hakkında genel bir bilgi verebilir misiniz? Türkiye’nin nereleri dönüştürülecek, neler yapılması planlanıyor?
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un kapsamına bakıldığında temelde “Afet riski taşıyan yapılar” ve “Afet riski taşıyan alanlar” olarak nitelendirilen iki kapsamın bulunduğu görülmektedir. Ancak yasa içinde yer alan düzenlemelerle Çevre ve Şehircilik Bakanlığına “rezerv konut alanı” belirleme yetkisi ve bunun yanında proje sınırları içinde kalan “sağlam yapıların” da uygulama içine alınabilmesi yetkisi veriliyor. Böylesi bir yetkilendirme, yasanın uygulama alanının ve kapsamının oldukça genişlemesi anlamına geliyor.
Yasada yer alan, ülkenin her karış toprağına, ormanlarına, SİT alanlarına, kıyılarına, meralarına, tarım alanlarına istisnasız uzanabilecek olan bu geniş yetkilendirmeyi bir an için görmezden gelir ve yalnızca söylenen sözlere bakacak olursak, yasanın amacı, başta deprem olmak üzere afetler açısından risk taşıyan yapıların yıkılarak yenilenmesinin sağlanması.
Yasanın bu yapılarda yaşayan insanların can güvenliği bulunan yapılara geçişinin sağlanması yönündeki amacı, ülkede genel kabul görecek bir düzenleme.
Ancak, yasada var olan geniş yetkiler, insan haklarına ve Anayasaya aykırı dayatmacı düzenlemeler, keyfi ve yaygın dönüşüm projelerinin gündeme getirilmesini, amacın dışına çıkan uygulamaların yaşama geçirilebilmesini de kolaylaştırıyor.
Öyleyse önümüzdeki günlerde bolca yıkımla karşılaşabiliriz. Ya vatandaş evini yıktırmak istemezse?
Yasa’da bu olasılık dikkate alınmış, kentlerimizde dönüşüme konu olmuş mahallelerde ortaya çıkan barınma hakkına yönelik örgütlenmeler, direnişler, yargıda yürütülen mücadelelerden yola çıkarak önlemler geliştirilmiş.
Yani afet yasası karşısında ‘vatandaşın boynu kıldan ince hale getirilmek isteniyor’ diyorsunuz… Peki, halkın da görüşlerinin alınacağı bir mekanizma kurulamaz mıydı?
Türkiye koşullarında böylesi bir Yasa’nın uygulama alanında kalan yapılar genel olarak kaçak yapılmış, mühendislik hizmeti almamış, ya da malzeme ve işçilikten çalınarak yapılmış, ucuza üretilerek satılmış yapılar. Bu tanımlamadan yola çıktığımız zaman kullanıcı halk olarak karşımıza doğrudan kent yoksulları çıkıyor. Bugüne kadar gerçekleştirilen kentsel dönüşüm uygulamalarında da görüldü ki, içinde yaşayan halkın görüşü alınmak bir yana, bu halkın dışlanması ve alanı terk etmesinin sağlanması temel amaç zaten.
Siz, oda olarak da bir dönüşüm ihtiyacından bildiğimiz kadarıyla bahsediyorsunuz. Peki halk yararına bir kentsel dönüşüm uygulamak bu kadar zor mu?
Aslında kentsel dönüşüm projeleri gerçek anlamda bir sosyal devlet uygulaması olarak gündeme getirilse, halkın söz sahibi olacağı, alandan tek bir kişinin dahi dışlanmayacağı uygulamaların gerçekleştirilmesi tabi ki olanaklı. Halkın söz sahibi olacağı bir mekanizmanın kurulması demek, oluşan rantı halkın paylaşması demek olduğu için böylesi uygulamalar tercih edilmiyor. Çünkü yasalarda tanımlanan amaçlar bir yana, adı konulmamış temel amaçlardan biri oluşan rantın yandaş sermayeye aktarılması, ikincisi ise insanların bankalara ve inşaat sektörü firmalarına borçlandırılması ve sektörün canlı tutulması.
Yani ne hükümet ne de büyük inşaat firmaları rantını kimseyle paylaşmak istemiyor… Peki, hem hükümet cenahı hem de yazılı ve görsel basın bu yasanın deprem riskine karşı çözüm olduğunu söylüyor. Siz öyle düşünüyor musunuz?
Amacı açısından bakıldığında çözüm gibi görünse de, Yasa’da yer alan düzenlemelerin bu haliyle çözüm olacağını sanmıyorum. Çünkü tüm kurgu insanların yaşadıkları evin yıkımının ve yapılacak yeni yapının ve hatta yapılacak altyapının maliyetini üstlenmesi üzerine kurgulanmış durumda. Yasanın hedefinde olan alanlarda yaşayan toplum kesimleri açısından bakıldığında bu proje baştan çökmüş durumda. Yasanın zor kullanılarak uygulanması demek, olası bir afetten korunmak istenen insanların mutlak ve ekonomik bir afet içine sürüklenmesi demektir.
Bu ‘afet’ yasası aynı zamanda bir rant yasası olarak da nitelendiriliyor. Neden böyle ifade ediliyor sizce?
Çünkü yasa öncesinde gündeme getirilen ve uygulanan tüm kentsel dönüşüm projeleri böyle bir izlenimin oluşmasına neden oldu. Bugüne kadar yaşanan örneklerden yola çıkılarak, gelecekte yapılacak uygulamalarda da benzer olayların yaşanacağı tahmin ediliyor sanırım.
Yıkılan binalarla ilgili konut sahibinin borçlandırılacağı da söyleniyor. Gerçekten böyle midir?
Kesinlikle böyle. Yasanın kurgusu, insanların borçlandırılması üzerine kurgulanmış durumda. Devletin yasa çıkararak insanları kurtarması değil, yoksul toplum kesimlerini zorla borçlandırarak bankaları, inşaat sektörünü kurtarması söz konusu aslında.
Yani söylediklerinizden hareketle, bu yasayla dar ve orta gelirli aileler geleceğe pek de umutlu bakamayacak. Peki, Bakan Bayraktar “Belediyeler de katılacak sürece” diyor ancak yasa tüm yetkiyi Bakanlığa veriyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yasada bu düzenleme var gerçekten. Bakanlık isterse belediyeler de bu yetkileri kullanabilecek. Ya da Bakanlığın istediği belediyeler bu yetkiyi kullanabilecek diyebiliriz. Sanırım projenin uygulanacağı alanın niteliği, projenin uygulama zorluğu, alanda oluşan rantın büyüklüğü gibi seçme kriterleri, projeleri belediyenin mi bakanlığın mı yapacağını belirleyecektir.
2/B yasasıyla nasıl bir bağlantısı var sizce bu yasanın? Ya da böyle bir bağlantı var mı?
Yasa orman alanlarında yaşanacak büyük talanın perdesi aslında. Afet riski gibi korku veren, insanların hassas olduğu bir gerekçe oluşturarak orman alanlarının satışı masum gösterilmeye çalışılıyor. Yasada 2/B alanlarının satışından elde edilecek gelirin bir bölümünün kentsel dönüşüm projelerine aktarılması söz konusu. Ancak bunun topluma ne düzeyde yansıyacağı oldukça tartışmalı.
KAYNAK 2/B YASASINDAN SAĞLANACAK
Yani 2/B yasası kentsel dönüşüme kaynak sağlayacak diyorsunuz…
Diğer yandan iki yasal düzenleme bir arada okunduğunda devlet eliyle toplumun kandırılmasının eriştiği boyutun da inanılmaz düzeye ulaştığını görüyoruz. Şöyle ki; 2/B yasasının temel gerekçeleri arasında bu alanların yapılaşmış ve kentleşmiş olması gösterildi ve İstanbul Sultanbeyli ile Antalya Kepez örnekleri sıkça dillendirildi. Bugün gelinen durum şudur: Geçmişte Sultanbeyli’de ya da Kepez’de ya da benzer Orman Kanunu’nun 2/B maddesine tabi olan yerlerde, dişinden tırnağından arttırdığı para ile arsa alan, ciddi borçlar altına girerek, gece-gündüz çalışarak bu arsa üzerine kaçak bir konut yapan vatandaşlar büyük bir yıkım yaşamak üzereler. Çünkü, geçmişte para verip aldıkları arsaları yapılan 2/B düzenlemesi ile bir kez de devletten satın alacaklar, tapularını alıp bir de tapu harçlarını yatıracaklar. Daha sonra bu yapıları kaçak yapı olduğu ve dolayısıyla afet riskli yapı sayılacağı için, parası yapı sahibine ödetilerek yıkılacak. Yıkım sonrası aynı vatandaş bu kez inşaat şirketlerine ve bankalara yüklü miktarlarda borçlandırılarak ancak ev sahibi olabilecek.
Konuşmamızın başında evi yıkılacak olan vatandaşa herhangi bir tercih hakkı verilmediğini söylemiştiniz. Aynı zamanda ev sahibi olabilmesi için borçlandırılacağını belirttiniz. Bu durumda halkın barınma hakkı bu yasayla güvende mi sorusu akıllara geliyor?
Yapılan yasa düzenlemesinin hiçbir yerinde halkın barınma hakkına ilişkin düzenleme yok. Yıkım gibi konular zorlayıcı biçimde ve net olarak yasa içinde yer alırken, toplum kesimlerinin lehine olarak gösterilebilecek düzenlemeler genel olarak “iyi niyet dileği” olmaktan bir adım öteye geçemiyor. Yasa ile barınma hakkı tümüyle görmezden geliniyor.
TOKİ’NİN NİTELİKSİZ UYGULAMALARI
TOKİ’nin kentsel dönüşümde beş yıllık bir pratiği var. Bu pratik çerçevesinde TOKİ’nin bu projede nasıl bir rol alacağını düşünüyorsunuz?
TOKİ, geçmiş yıllarla kıyaslanmayacak sayıda konut üretti son yıllarda. Ancak ne yazık ki bu projelerin çok büyük bölümü başarısız, niteliksiz, insanca yaşam alanı olmaktan uzak uygulamalar olarak ortaya çıktı. TOKİ tarafından oluşturulan mahallelerin dönüştürülmesi konusu da yakın dönem içinde gündeme gelecektir diye düşünüyorum. Bakanlık tarafından doğrudan yapılacak olan ve özellikle belediyelerin dışlandığı uygulamalarda TOKİ’nin aktif rol üstleneceğini sanıyorum. Özellikle muhalefet belediyelerinin olduğu kentler yoğun biçimde TOKİ uygulamaları ile karşı karşıya kalabilir.
‘BAĞIMSIZ’ YARGI GELİYOR
Yani vatandaşa tercih hakkı verilmiyor…
Yasa’da çok sayıda zorlayıcı hüküm var. Öncelikle yapı sahibinden evi terk etmesi ve kendi gücüyle yıkması isteniyor. Tartışmalı bir durum varsa, konutun sahibi evden çıkmak ve yıkmak istemiyorsa, konut devlet eliyle yıkılabiliyor ve yıkım masrafları tapuya şerh düşülerek yine konutun sahibine ödetiliyor.
Peki evinden çıkmak istemeyen vatandaş yargı yoluna başvuramıyor mu?
Bu durumlarda yargıya başvuru hakkında da kısıtlamaya gidilerek açılacak davalarda yürütmeyi durdurma kararının verilmesi de engelleniyor. Bu arada tekrar etmekte yarar görüyorum, salt afet riski taşıyan yapılardan söz etmiyoruz, sağlam olduğu halde, proje sınırı içinde kalan yapılar da bu uygulamaya tabi tutulabiliyor. Proje kapsamına alınmış olan yapılarda direniş oluşmasını engellemek amacıyla evlerin suyu, elektriği, varsa doğal gazı kesiliyor ve içinde yaşayanlar evi terk etmeye zorlanıyor.
SÜREÇ NASIL İLERLEYECEK?
Afet Riski Taşıyan Alanların Dönüştürülmesi Yasası kapsamında deprem riski taşıyan alanlar ve binalar tespit edilecek. Bu işlem için Almanya’dan getirilecek olan röntgen cihazları kullanılacak. Bu cihazla, riskli diye tespit edilen bölgelerde yer alan binaların röntgeni çekilecek. Riskli alanların dışında kalan ama tek tek risk arz eden binaların tespitini ise belediyeler yapacak. Yıkımlar belediyeler ve TOKİ aracılığıyla yapılacak. Riskli yapıların yıktırılması için, kat sahiplerine otuz günden az olmamak üzere süre veriliyor. Bu süre içinde bina, kat sahipleri tarafından yıktırılmadığı takdirde, belediye tarafından bir ek süre daha veriliyor. Verilen ek süre sonunda kat sahibi halen binayı yıkmamışsa bina belediye tarafından yıkılıyor. Eğer bina riskli alanlar içinde kalan ama risk taşımayan yapılar da uygulama bütünlüğü bakımından birlikte değerlendirileceği için gerekirse yıkılacak.
Yıkılacak binaların finansı kredi, hasılat paylaşımı, kat karşılığı gibi sistemlerle sağlanacak. Yıkım kararlarına itiraz edilemiyor. Sadece yıkım ve kamulaştırma bedelleri yargıya taşınabilecek. Hak sahibi, binanın risk tespitine de itiraz edebiliyor ancak itiraz işlemini takip eden süre içerisinde bakanlık ve belediyenin yaptığı tespit çalışmalarının tüm masrafları kat sahipleri tarafından karşılanacak. Tapu müdürlüğü, binanın paydaşlarının tapu kaydındaki arsa payları üzerine, masraf tutarında müşterek ipotek koyuyor. Evinin yıkılmasına direnen hak sahibi hakkında devlet dava açabiliyor. Binanın yıkılması konusunda arsa hissedarlarının anlaşamamaları halinde yıkım kararı için 2/3 çoğunluk yeterli olacak. Hissedarlar 2/3 çoğunluk sağlayarak karar alamadığı takdirde ise Bakanlık ya da TOKİ kamulaştırma veya acil kamulaştırma yapabilecek.
Kaynak : Evrensel
Yorumlar