24 Eylül 2016 Cumartesi

İşyeri kiracı hakları!

İşyeri kiracı hakları!
Kiralama işlemlerine ve kiracı ile kiraya verene dair yasal hükümler Türk Borçlar Kanunu kapsamında ele alınıyor. Kanun kapsamında yer alan işyeri kiracı haklarına göre,  kira bedellerinde yapılacak artış, bir önceki yılın üretici fiyat endeksini geçemiyor.

Ayrıca; konut ve iş yeri kiralamada depozito, 3 aylık kira bedelini aşamıyor. Kanun dahilinde yer alan işyeri kiracı hakları ile ilgili diğer hükümler şu şekilde sıralanıyor;

C. Kiraya verenin borçları
I. Teslim borcu
MADDE 301- Kiraya veren, kiralananı kararlaştırılan tarihte, sözleşmede amaçlanan kullanıma elverişli bir durumda teslim etmek ve sözleşme süresince bu durumda bulundurmakla yükümlüdür. Bu hüküm, konut ve çatılı işyeri kiralarında kiracı aleyhine değiştirilemez; diğer kira sözleşmelerinde ise, kiracı aleyhine genel işlem koşulları yoluyla bu hükme aykırı düzenleme yapılamaz.

Kiracının temerrüdü
MADDE 315- Kiracı, kiralananın tesliminden sonra muaccel olan kira bedelini veya yan gideri ödeme borcunu ifa etmezse, kiraya veren kiracıya yazılı olarak bir süre verip, bu sürede de ifa etmeme durumunda, sözleşmeyi feshedeceğini bildirebilir.
Kiracıya verilecek süre en az on gün, konut ve çatılı işyeri kiralarında ise en az otuz gündür. Bu süre, kiracıya yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden itibaren işlemeye başlar.

II. Özenle kullanma ve komşulara saygı gösterme borcu
MADDE 316- Kiracı, kiralananı, sözleşmeye uygun olarak özenle kullanmak ve kiralananın bulunduğu taşınmazda oturan kişiler ile komşulara gerekli saygıyı göstermekle yükümlüdür.

Kiracının bu yükümlülüğüne aykırı davranması durumunda kiraya veren, konut ve çatılı işyeri kirasında, en  az otuz gün süre vererek, aykırılığın giderilmesi, aksi takdirde sözleşmeyi feshedeceği konusunda yazılı bir ihtarda bulunur. Diğer kira ilişkilerinde ise, kiraya veren, kiracıya önceden bir ihtarda bulunmaksızın, yazılı bir bildirimle sözleşmeyi hemen feshedebilir.

Konut ve çatılı işyeri kirasında, kiracının kiralanana kasten ağır bir zarar vermesi, kiracıya verilecek sürenin yararsız olacağının anlaşılması veya kiracının bu yükümlülüğe aykırı davranışının kiraya veren veya aynı taşınmazda oturan kişiler ile komşular bakımından çekilmez olması durumlarında kiraya veren, yazılı bir bildirimle sözleşmeyi hemen feshedebilir.


II. Alt kira ve kullanım hakkının devri
MADDE 322- Kiracı, kiraya verene zarar verecek bir değişikliğe yol açmamak koşuluyla, kiralananı tamamen veya kısmen başkasına kiraya verebileceği gibi, kullanım hakkını da başkasına devredebilir.
Kiracı, konut ve çatılı işyeri kiralarında, kiraya verenin yazılı rızası olmadıkça, kiralananı başkasına kiralayamayacağı gibi, kullanım hakkını da devredemez.

Alt kiracı, kiralananı kiracıya tanınandan başka biçimde kullandığı takdirde kiracı, kiraya verene karşı sorumlu olur. Bu durumda kiraya veren, kiracısına karşı sahip olduğu hakları alt kiracıya veya kullanım hakkını devralana karşı da kullanabilir.

III. Kira ilişkisinin devri
MADDE 323- Kiracı, kiraya verenin yazılı rızasını almadıkça, kira ilişkisini başkasına devredemez. Kiraya veren, işyeri kiralarında haklı sebep olmadıkça bu rızayı vermekten kaçınamaz.
Kiraya verenin yazılı rızasıyla kira ilişkisi kendisine devredilen kişi, kira sözleşmesinde kiracının yerine geçer ve devreden kiracı, kiraya verene karşı borçlarından kurtulur.

İşyeri kiralarında devreden kiracı, kira sözleşmesinin bitimine kadar ve en fazla iki yıl süreyle devralanla birlikte müteselsilen sorumlu olur.

Konut ve Çatılı İşyeri Kiraları
A. Uygulama alanı
MADDE 339- Konut ve çatılı işyeri kiralarına ilişkin hükümler, bunlarla birlikte kullanımı kiracıya bırakılan eşya hakkında da uygulanır. Ancak bu hükümler, niteliği gereği geçici kullanıma özgülenmiş taşınmazların altı ay ve daha kısa süreyle kiralanmalarında uygulanmaz.
Kamu kurum ve kuruluşlarının, hangi usul ve esaslar içinde olursa olsun yaptıkları bütün kira sözleşmelerine de bu hükümler uygulanır.

B. Bağlantılı sözleşme
MADDE 340- Konut ve çatılı işyeri kiralarında sözleşmenin kurulması ya da sürdürülmesi, kiracının yararı olmaksızın, kiralananın kullanımıyla doğrudan ilişkisi olmayan bir borç altına girmesine bağlanmışsa, kirayla bağlantılı sözleşme geçersizdir.

C. Kullanma giderleri
MADDE 341- Kiracı, konut ve çatılı işyeri kiralarında, sözleşmede aksi öngörülmemişse veya aksine yerel âdet yoksa, ısıtma, aydınlatma ve su gibi kullanma giderlerine katlanmakla yükümlüdür.
Giderlere katlanan taraf, bu giderleri ispat edici belgelerin birer örneğini, istem üzerine diğer tarafa vermek zorundadır.

D. Kiracının güvence vermesi
MADDE 342- Konut ve çatılı işyeri kiralarında sözleşmeyle kiracıya güvence verme borcu getirilmişse, bu güvence üç aylık kira bedelini aşamaz.

Güvence olarak para veya kıymetli evrak verilmesi kararlaştırılmışsa kiracı, kiraya verenin onayı olmaksızın çekilmemek üzere, parayı vadeli bir tasarruf hesabına yatırır, kıymetli evrakı ise bir bankaya depo eder. Banka, güvenceleri ancak iki tarafın rızasıyla veya icra takibinin kesinleşmesiyle ya da kesinleşmiş mahkeme kararına dayanarak geri verebilir.

Kiraya veren, kira sözleşmesinin sona ermesini izleyen üç ay içinde kiracıya karşı kira sözleşmesiyle ilgili bir dava açtığını veya icra ya da iflas yoluyla takibe giriştiğini bankaya yazılı olarak bildirmemişse banka, kiracının istemi üzerine güvenceyi geri vermekle yükümlüdür.

IV. İşçinin kişiliğinin korunması
1. Genel olarak
MADDE 417- İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.

İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.

İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.



Bağdat’ta kira 6 ayda yüzde 20 gerileyecek

Bağdat’ta kira 6 ayda yüzde 20 gerileyecek

NECLA DALAN / VATAN EKONOMİ

Cushman&Wakefield’ın Yönetici Ortağı Toğrul Göden, Bağdat Caddesi ile İstiklal Caddesi’nde kentsel dönüşüm ve yüksek kiralar yüzünden sıkıntı olduğunu belirterek, “Ama bu sıkıntı uzun sürmeyecek. Kirada TL’ye dönen var, döviz sabitleme oluyor. 6 ayda kiralar % 20 düşecek” dedi.

Cushman&Wakefield, dünyanın en büyük gayrimenkul danışmanlık şirketlerinden biri... Ofis kiralamadan markalara yatırım danışmanlığına kadar birçok hizmeti veren şirket, dev markaların Türkiye’ye gelmesinde de önemli rol oynuyor. Doğuş Grubu’yla pazarıa giren ABD’li spor mağazası Under Armour’un Türkiye’deki ilk mağazasını Akasya AVM’de açan Cushman&Wakefield, ayakkabı ve genç giyiminin markası Vans ve ABD’li spor ayakkabı markası Skechers gibi dev markalarla da mağazalarını açmak için işbirliği yaptı. Dünyaca ünlü cilt bakım markası Kiehl’s de İstiklal Caddesi’nde ilk cadde mağazasını açmak için Cushman&Wakefield’dan destek aldı.
Sıkıntılar aşılacak
Cushman&Wakefield, Türkiye’deki büyümesinden memnun... Bölgede büyüme potansiyeli gördüğü pazarların başına Türkiye’yi koyuyor. Şirketin Türkiye’deki Yönetici Ortağı Toğrul Gönden ile projelerini, ofis ve AVM’lerle ilgili gelişmeleri konuştuk. Caddelerin farklı dinamiği olduğunu belirten Gönden, “Bağdat Caddesi’nde kentsel yenileme var. Kimse eski binalara geçmek istemiyor. Kiralar çok yüksek ve döviz yüzünden patladı. Kiraların yüzde 90’ı hâlâ döviz. Ancak fiyatlarda düşüş bekliyoruz. Zaten kira düşüren, kuru sabitleyen veya TL’ye dönen mülk sahipleri var. Önümüzdeki 6 ayda kiralarda yüzde 20 düşüş öngörüyoruz” diye konuştu.
İstiklal Caddesi’ne Haziran ayına kadar yoğun ilgi olduğunu sözlerine ekleyen Gönden, “Ancak terör, darbe girişimi derken ilgi azaldı. Mağazalarda yüzde 30-50 cirolar düştü ama işler düzelecek” değerlendirmesini yaptı.
Oturmuş AVM’lerde boş yer bulunmuyor
Ofis piyasasının çok hareketli olduğunu, perakende markalarının ise bekle-gör moduna geçtiğini belirten Toğrul Göden, oturmuş AVM’lerde ise boş yer olmadığını ifade etti. Yeni AVM’lerin kiracı bulmakta da kira seviyesini belirlemekte de sıkıntı yaşadığını kaydeden Göden, şöyle devam etti: “Gayrimenkule baktığımızda bütün piyasa kiracıya döndü. Güç de artık kiracıda. Eskiden kiracılar AVM’de veya ofis binalarında yer almak için yarışırdı, şimdi olay tersine döndü. Arz arttı, kiracı güçlendi. Mülk sahipleri piyasada 10 yıldan fazla gücü elinde tuttu. Çok AVM yapıldı, her yapılan da çok çabuk kiracı buldu. Ofis piyasasında da aynı durum vardı. Ama artık durum değişti.”
Ofis 6 milyon metrekare olur
İstanbul’da ofislerde yüzde 16 boşluk olduğunu anlatan Toğrul Gönden, bu yıl çok yeni projenin devreye girdiğini vurguladı. Gönden, “İstanbul’da 4.5 milyon metrekare ofis var. 2 yıl içinde bu rakam 5-6 milyon metrekareye çıkacak. Bu yıl ofis tarafı çok hareketli. Bankalar, sigorta şirketleri ve perakendeciler piyasayı zinde tutuyor. Kiralara baktığımızda Levent’te metrekare kirası 40-45 dolar, Kozyatağı-Ataşehir’de 28 dolar, Maslak’ta 30 dolar civarında.”

Plansız Programsız Kenstsel Dönüşüm Bağdat Caddesinde Krizi Tırmandırıyor

Sorunun plansız kentleşmeden kaynaklandığını belirten uzmanlar, sıkıntılı sürecin birkaç yıl kadar süreceğinin altını çiziyor.
EVA Gayrimenkul Değerleme araştırma ve raporlama uzmanlarından Emir Sezgin ve Merve Demircan, ard arda verilen ruhsatlarla şantiyeye dönen Bağdat Caddesi’nde gayrimenkul krizi yaşandığını, krizin plansız kentleşmeden kaynaklandığını belirtiyorlar. Uzmanlar, Bağdat Caddesi’nde deprem riski taşıdığı belirlenen binaların yıkım işlemleri sürerken, bir yandan yeni binaların inşa edildiğini, aynı sokakta yan yana birkaç inşaatın birden başlamasının semt sakinlerini tükettiğini söylüyorlar.
Bölge nüfusu azalıyor, ticaret kan kaybediyor
Yaklaşık 700 binanın yıkıldığı Kadıköy’de nüfusun azalmaya başladığını kaydeden EVA Gayrimenkul Değerleme Genel Müdürü Cansel Turgut Yazıcı, geçen yıla kıyasla 60 bine yakın insanın gerek kira rakamlarının yüksekliği gerekse kentsel dönüşüm nedeniyle Kadıköy’den ayrıldığını belirtiyor. Yazıcı, bölgedeki nüfus hareketliliği hakkında şunları söylüyor: “Caddebostan Suadiye özelinde baktığımızda 25-50 yaş arasında nüfusun bir senede %7 azaldığını görüyoruz. Yani bu bölgenin orta yaş nüfusu 2014 ve 2015 arasında geçen bir yılda %7 küçülmüş durumda. Caddebostan Suadiye nüfusunu 0-9 yaş aralığında incelediğimizde durum daha da enteresan. Bu yaş grubu bir senede %8,5 azalmış durumda. Belli ki ilkokul çağı çocuğu olan aileler caddeyi daha az tercih ediyor.”
Bölge sakinlerinin yanı sıra ticari aksın ziyaretçilerinin de hızla azaldığına dikkat çeken Yazıcı, çevreden caddeye gelerek ticareti destekleyen nüfusun artık caddeyi tercih etmediğini, ulaşımın felç düzeyinde olduğunu ifade ediyor. Çatalçeşme’den Caddebostan’a kadar olan güzergahta yola cepheli 20’den fazla mağazanın kiracı beklediğini aktaran Yazıcı, henüz iki ay önce bu rakamın yarı yarıya az olduğunu, bir sene öncesine kadar hava parası olmadan el değiştirmeyen mağazalar göz önüne alındığında caddenin deyim yerinde ise kan ağladığını belirtiyor.
Caddeden giden gidene
Armani, GAP, Zadig Voltaire, Benetton, Cerruti, Divarese, Bershka, HSBC gibi uluslararası firmaların yanı sıra Atalar, Teknosa, Hotiç, Kitchenette gibi birçok yerel firmanın da caddeyi terk ettiğini kaydeden EVA Gayrimenkul Değerleme uzmanları Emir Sezgin ve Merve Demircan, yüksek kira rakamları, azalan ziyaret sayısı ve kiracısı olunan binanın her an kentsel dönüşüme girerek yıkılma ihtimalinin terkedişi hızlandırdığını ifade ediyorlar. Bununla birlikte, kentsel dönüşüme girme riski nedeniyle eski binalarda boşalan dükkanlarda yeni kiralamaların yavaş gittiğini söyleyen uzmanlar, caddeyi terkedenlerin yerine yenilerinin de gelmediğine dikkat çekiyorlar.
Dükkan kiralarına bakıldığında Çatalçeşme’de aylık kiraların 180-560 TL/m2 arasında değiştiğini belirten uzmanlar, Vakko ve Boyner arasında kalan kısımda bulunan dükkanlar için aylık ortalama 300-490 TL/m2 kira talep edildiğini, Boyner’den Caddebostan tarafına doğru gidildiğinde ise kiralarının 100-625TL/m2 arasında değiştiğini söylüyorlar. Fiyatlardaki farklılığın mağazaların tabela değerleri, lokasyonu, bulunduğu katlar, dükkan ve cephe büyüklüklerine göre değiştiğini dile getiren uzmanlar, geçen seneki kiralara bakıldığında Çatalçeşme tarafında kiralar 160-230 TL/m2 arasındayken, Caddebostan tarafına gidildikçe kira aralığının 175-740 TL/m2’ye çıktığını kaydediyorlar.
Yeni projeler geliştiriliyor, satışlar yavaş gidiyor
Taşınmalara karşılık büyük bir geliştirme firmasının cadde üzerinde dört farklı lokasyonda toplam 15.000 m2 kiralanabilir alan içeren yatırımlarına devam ettiğini belirten EVA Gayrimenkul Değerleme uzmanları Emir Sezgin ve Merve Demircan, bu yatırımlar tamamlanınca Bağdat Caddesi’nde yeni bir hareketliliğin olabileceğini, bu lokasyonlardan birinde Beymen’in İstinye Park ve Zorlu’dan sonra İstanbul’daki en büyük mağazasının yer alacağının açıklandığını ifade ediyorlar. Uzmanlar, dünya moda devlerinden Chanel’in de Nişantaşı ve İstinye’den sonra üçüncü mağazasını Bağdat Caddesi’nde açmaya hazırlandığını kaydediyorlar.
Yeni yapılan binalarla nüfusun artmasının beklendiğini, ancak bunun 3-4 sene süreceğini ileri süren uzmanlar, yeni yapılan binalarda satışların çok yavaş gittiğine dikkat çekiyorlar. 2015 yılında konutların ortalama metrekare fiyatı 21.000 TL iken son dönemlerde 29.000 TL’ye ulaştığını söyleyen uzmanlar, sıkışan müteahhitlerin fiyatlarda %30-40 oranında indirim yaptıklarını belirtiyorlar. Uzmanlar, Caddebostan ve Suadiye’deki kiraların ise 2015 yılı Temmuz ayında 28 TL/m2 seviyesinde iken, 2016 yılı Temmuz ayında 30-32 TL/m2 seviyesine yükseldiğini ifade ediyorlar.
“Artık doğruları yapma zamanı”
Bağdat Caddesi’nde yaşanan olumsuz gelişmeler hakkında Cansel Turgut Yazıcı şunları söylüyor: “Bağdat Caddesi özellikle son bir yıldır çok fazla kan kaybetmeye başladı. Bunun sebebi en başta kentsel dönüşüm olarak gözüküyor. Kontrolsüz bir şekilde yapılan yıkım ve inşaatların sayısı arttıkça caddenin ziyaretçi sayısı ve tercih edilirliği azalıyor. Tabii bu değişimde çok önemli bir gerçek de ticaretin dükkânlarda son yıllarda oluşan şişkin kira değerlerini artık karşılayamaması. Ayrıca yabancı para cinsinden yapılan kiralamalarda ısrar edilmesi, artan kura rağmen kur sabitlemenin olmaması kiracıları alternatif aramaya veya dükkanlarından vazgeçmeye ve AVM’leri tercih etmeye teşvik etti. Bağdat Caddesi’nde otopark imkânlarının son derece kısıtlı olması da bir diğer problem. En önemli ihtiyaçlardan biri olan otopark, kentsel dönüşümde hiçbir şekilde desteklenmedi ve otopark sorunu çözülmedi.”
Caddede ticari dinamiklerin de değişim içinde olduğunu dile getiren Yazıcı, şu görüşü ileri sürüyor: “Daha önceki yıllarda gıda perakendesinin diğer dükkânlara göre daha iyi olduğunu gördüğümüz caddede artık gıda perakendecilerinde de sorun başladı. Şaşkınbakkal bölge dinamiği artık kayıyor gibi duruyor. Şaşkınbakkal ve Caddebostan tarafındaki yüksek kira bedelleri, firmaları Suadiye-Çatalçeşme tarafındaki daha uygun kiraya sahip dükkanlara doğru yöneltiyor.”
Caddedeki ‘köpük’ gitmeli
Ticaret ve kira dengesini değerlendiren Yazıcı şunları kaydediyor: “Son yıllarda Bağdat Caddesi çok ciddi şekilde değerlendi. Ancak caddede devam eden ticaret bu değerleri destekleyecek kadar artmadı, hatta azaldı. Dükkan sahiplerinin değer beklentisi ile dükkanın yıllık toplam kirası arasında çarpan yer yer 30-35’lere kadar yükseldi ve bu rakamlar da köpük oluşturdu. Cadde aslında şu anda köpüğünü alıyor diye düşünebiliriz. Mal sahipleri kira bedellerinde indirime gitmedikçe, kur sabitlemeleri yapmadıkça boş yerleri kiralamaları kolay değil. Öte yandan, uygun kira bile çözüm değil. Kiracıların her biri girdiği dükkanı kendi imajına göre yenileyerek yüzbinlerce dolar para harcıyor. Binalarda yıkım kararı alınırsa bu yatırılan paranın kendini geri ödeyemeden boşa gitmesi söz konusu. Kimse bu riski kolay kolay da alamıyor. Mal sahiplerinin kiracıları ikna etmesi için yeni yöntemler gelişiyor. Bunlardan biri de kirasız dönem. Kiracı kiralama yaptıktan sonra kısa bir süre içinde binada yıkım kararı alınırsa, kiracıya belirlenen makul bir süre kirasız oturma hakkı verilmesi bu yöntemlerden biri.”
Birkaç yıl sıkıntılı gözüküyor
Bağdat Caddesi’ndeki sancılı sürecin zaman alacağını belirten Yazıcı, durumu şöyle değerlendiriyor: “Geçtiğimiz yıllarda Anadolu’dan gelerek isim yapmak için piyasaya giren ve Bağdat Caddesinde %70 kat karşılığı oranlarla bina yapımına giren geliştiriciler görüyorduk. Artık bu oranları beklemenin rasyonel olmadığı ortada. Bağdat Caddesi eğer kendini toparlamazsa dört sene önce Fikirtepe halkının düştüğü mağduriyetlere benzer durumlarla karışılacak gibi görülüyor. Öte yandan, caddenin genelinde daha planlı bir kentsel dönüşüm yapılması gerektiği ortada. Koca bir ilçe şantiyeye dönmenin zararlarını hep beraber yaşıyor. İlçedeki inşaatların daha planlı ve bölgesel yapılması şart, ayrıca dönüşüm etap etap ilerlemeli. Bu şekilde gerek ulaşım sorunu gerekse park sorunu kontrol altına alınabilir, ticaretin caddeye gitmesini önleyen etmenler hafifletilebilir. Bu gelişmeler Kadıköy Bağdat Caddesi bölgesinin birkaç sene daha sıkıntı yaşayacağını gösteriyor. İnşallah yanılıyorumdur.”

İstanbul'da kiralık ev sayısı arttı

İstanbul'da kiralık ev sayısı arttı

İstanbul'da geçtiğimiz yıllara göre kiralık ev sayısı arttı. Satılamayan evler kiralığa döndü.

Kaynak: İstanbul'da kiralık ev sayısı arttı

İstanbul"da satılamayan evlerin kiralığa döndü, geçen yıllara göre kiralık konut sayısı arttı. İstanbul Emlakçılar Odası Başkanı Nizameddin Aşa, "Önümüzdeki dönemde kiralık ev adedinin artacağını, kiraların biraz daha gevşeyeceğini düşüyorum. Fiyatlarda şu anda yüzde 10 civarında bir düşüş var" dedi.

"YÜZDE 10 DÜŞÜŞ VAR"
Satılamayan konutların kiralığa döndüğünü ifade eden Aşa, faizlerin yüksek olduğu dönemlerde vatandaşların konut satın almaktan ümidini kestiğini, alım talebini erteleyip kirada devam etmeye karar vermeleri nedeniyle kiralık konutlara olan talebin arttığını söyledi. Aşa, "Bu dakikadan sonra burada da dönüş olacak. Faiz düşüklüğü ve yapılan kampanyalarla kiralık talebi düşecek. Önümüzdeki dönemde kiralık ev adedinin artacağını, kiraların biraz daha gevşeyeceğini düşüyorum. Fiyatlarda şu anda yüzde 10 civarında bir düşüş var" diye konuştu.

"KİRALARDA CİDDİ DÜŞÜŞLER YAŞANACAK"
Nizameddin Aşa, kentsel dönüşüm projelerinin artarak devam etmesi ve insanların evlerine dönmesi ile birlikte önümüzdeki birkaç yıl içinde kiralarda ciddi düşüşler olacağını, beraberinde boş kiralık daire sayısında da artış olacağını söyledi. Geçen yılların aksine boş dairelerin merkezlerde de bulunduğunu ifade eden Aşa, "Ana gözlemimiz genelde merkezlerle ilgili. Beşiktaş"ta eskiden kiralık yer bulamazdınız. Şimdi her sokakta 2-3 tane kiralık afişi var. Mecidiyeköy-Şişli yine aynı şekilde." dedi. İnsanların artık "kaliteli yaşamak" adına merkezlerden uzak ilçeleri tercih ettiğini belirten Aşa, ulaşım probleminin çözülmesi ve toplu ulaşımın yaygınlaşmasının insanların alternatif, daha kaliteli, daha uygun semtlere, yeni binalara ve daha geniş konutlara yönelmesine sebep olduğunu vurguladı.

"KAMPANYALAR İLE KONUT ALIMI KOLAYLAŞTI"

Coldwell Banker Türkiye Ülke Başkanı Gökhan Taş da kiracıların özellikle temmuz-ağustos aylarında yer değiştirdiğini ifade ederek, şunları kaydetti: "Bu aylarda kiralık ev sayısında dönemsel bir artış olduğu gözlenebilir. Son dönemlerde konut satışlarını destekleyen kampanyalar, faiz indirimleri, konut tiplerindeki seçeneklerin artması ile birlikte vatandaşların konut satın alabilmeleri de kolaylaştı. Kiracılıktan ev sahipliğine geçiş kolaylaştığı için de ev değiştiren kişi sayısı arttı ve kiralık ev sayısında artış oldu. Özellikle son dönemde kirada pahalı bölgelerden daha ucuz bölgelere doğru bir geçiş var. Pahalı bölgeler göz önünde olduğu için çok fazla kiralık ev var algısı oluşuyor. Oysa pahalı bölgelerden düşük fiyatlı bölgelere geçmek isteyen vatandaşlar da düşük fiyatlı bölgelerde kiralık ev bulmakta zorlanıyorlar."

"SUNİ YÜKSELİŞ"

ERA Gayrimenkul Türkiye Koordinatörü Mustafa Baygan ise kentsel dönüşüm ve yenileme projeleri kapsamında hızlı başlangıçlar olduğunu belirterek, "Devamında evleri yenilenme aşamasında olan ev sahipleri devlet katkısı ve kira yardımı ile kiralayacağı evlerde pazarlık yapmaksızın yüksek rakamlara daire kiraladı. Yenilenme tamamlanıp ev sahipleri kendi mülklerine geçtiğinde boş kalan bu daireler, yüksek rakamlara alıcı ve kiracı bulamadı. Dolayısıyla bu suni yükseliş ile şu anda özellikle kentsel dönüşümün etkin olduğu bölgelerde, binalarda mutlaka 1-2 daire boş kalıyor" değerlendirmesinde bulundu.

Kaynak: İstanbul'da kiralık ev sayısı arttı

Tapusu olmayan da artık ‘Kentsel Dönüşüm’den yararlanacak

Hükümet, tapusu olmadığı halde Hazine arazisi veya özel şahıs mülkiyeti üzerinde gecekondu, işyeri bulunan işgalcileri de ‘Kentsel Dönüşüm Yasası’ndan yararlandırma kararı aldı. Karar, Diyarbakır Sur, Şırnak Cizre, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin başta olmak üzere tapusu olmayan gecekonduların bulunduğu bütün yerleri ilgilendiriyor.

BAKANLAR Kurulu’nun “6306 Sayılı Kanun Kapsamında Riskli Yapıyı Malik, Kiracı veya Sınırlı Ayni Hak Sahibi Olmaksızın Kullananlara Yardım Yapılmasına Dair” kararı dünkü Resmi Gazetede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onayıyla yayımlandı. Buna göre kendisine ait olmayan arazi veya arsalar üzerinde sahibinin rızası alınmadan izinsiz yapılan gecekondular, kentsel dönüşüm yasası kapsamındaki bir alanda yer alıyorsa bu gecekondu sahipleri de yasanın olanaklarından yararlandırılacak. Böylece elinde tapusu olmayan, Hazine arazisini veya bir başkasının arazisini işgal edenler, o arsa üzerinde yaptıkları gecekondular, diktikleri ağaçlar, çevresine ördükleri duvarlar için öncelikle ‘enkaz bedeli’ alabilecekler. 
KONUT SAHİBİ OLACAK
Kentsel dönüşüm alanı içinde yer alıp tapusu olmayan bu kişiler, mümkün olması halinde yıkılacak gecekondularının yerine yapılacak konut veya işyerinden; mümkün olmaması halinde uygulama alanı dışında yapılacak konut veya işyerinden satın alabilecekler. Bu kişiler, riskli alanda dönüşümü gerçekleştiren idareyle anlaşabilirlerse, riskli alanda yapılacak konut veya işyerinin inşaat maliyeti, arsa bedeli, proje giderleri, yıkım ve nakliye giderleri gibi giderler eklenerek hesaplanacak. Enkaz bedeli de bu borçtan düşülecek. 

‘KİRA’ YARDIMI ALACAK
Riskli alandan idare ile ‘anlaşarak’ tahliye edilenlere de 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca ‘kira yardımı’ yapılabilecek. Yine bu kişiler, edinecekleri konut veya işyerleri için düşük faizli kredi desteğinden yararlandırılabilecek.

ÇEVRE ve Şehircilik Bakanlığı
 yetkilileri,Türkiye’nin her yerinde Hazine arazisi veya özel şahıs arazilerini işgal edip gecekondu yapan çok sayıda kişi bulunduğunu belirterek, “Sur, Cizre,İstanbulİzmirAnkaraAdana’da da böyle yerler var. Bu bir Türkiye gerçeği. Orada 30,40, 50 yıldır oturuyor. Elektriği, suyu, otobüsü var. Orada oy kullanıyor. Dolayısıyla ‘kentsel dönüşüm yapacağım, hadi buradan çık’ diyemiyorsunuz. Dün yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla bu durumdaki kişiler de ‘proje ortağı’ haline getirildi. Onlar da diğer hak sahiplerinin yararlandıkları bazı haklardan yararlanacaklar. Ancak bunların detayları Hazine Müsteşarlığınca netleştirilecek. Dünkü kararlar ana çerçeve çizilmiş oldu” dediler.PROJE ORTAĞI OLDULAR

Kentsel Dönüşümde Kiracının Durumu

    Kentsel dönüşüm yasası artık tüm ülke tarafından anlaşılmış ve bazı bölgelerde uygulamaları başlamış bir yasa niteliğinde. Ancak yasanın zaman zaman eleştirdiğimiz yönleri dışında uygulama sürecinde büyük bir sorunu da ortaya çıkardığı görüldü. Kiracılar sorunu. Birçok yerde kiracıların büyük bir feryatla taşınmazlardan çıkarıldığını görüyoruz. Oysa bu kiracıların bu yasa kapsamında neredeyse hiçbir güvenceleri ve hakları olmadığını görüyoruz. Kiracıların yasa nezdinde yaşadıkları sorunları sıralamak ve en temel 5 sorunu buraya alarak cevaplamak istiyoruz. Buna göre;
1) Kentsel dönüşüm yasanını uygulandığı yerlerde kiracıların durumu ne olacak? 
Kentsel dönüşüm yasasının uygulandığı yerlerde riskli yapı tespiti yapılıp taşınmaz riskli yapı ilan edilmiş ve bu ilan itirazlar sonrasında da kesinleşmişse yıkım aşaması başlamaktadır. Yıkım aşamasında verilen 60 ve 30 günlük süreler kiracılara açısından da son süreler olmaktadır. Artık bu sürelerin sonunda taşınmazın tahliyesi kiracı boşaltmadığı takdirde belediye tarafından elektrik, su, doğalgaz vb. hizmetler kapatılarak yapılacağı için kiracıların bu süreler sonunda tahliyeleri gerekmektedir. Kiracıların bu süreler içerisinde mal sahipleri ile anlaşarak erken tahliye etme karşılığında bazı indirimler alabilme, tahliye yardımı isteme hakkı talep etmeleri anlaşmak şartıyla mümkündür.
2) Kiracı kiraladığı taşınmaz için yaptığı masrafları isteyebilecek mi? Kiracı mal sahibi tarafından tahliye ettirildiğinde taşınmaz için gerekli demirbaş niteliğini taşıyan ve taşınmazda değer arttıran ancak lüks olmayan harcama kalemlerini isteyebilmektedir. Ancak 6306 sayılı yasa kamu gücüyle ilerletilen bir yasa niteliğinde olduğu yine malikin herhangi bir iradesi ile yıkım ve tahliye durdurulamadığı için bizlere göre kiracıların genel kurallar çerçevesinde bu talep hakları kentsel dönüşüm yasası kapsamında bulunmamaktadır.
3) Kiracı bina yeniden yapıldığında yeni yapılan taşınmaza geri dönebilecek mi? 
Eski 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun gereğince bir taşınmazın yıkılması sonrasında kiracının yeni taşınmazda kiracı olarak davet edilmesi esası vardı. Bu madde Türk Borçlar Kanunu kapsamına da alınarak korunmuş olup yine yıkımı yapılan taşınmazlarda eski kiracının yeni taşınmazda kiracı olarak öncelikli daveti esastır. Bu kuralın 6306 sayılı kentsel dönüşüm yasası kapsamında uygulanıp uygulanamayacağı tartışmalıdır. Yasanın kiracıların yasal hakları konusunda bir bölüm içermemesi nedeniyle bu soruna da cevabı yukarıda belirttiğimiz gibi maliklerin iradesi ile bir yıkım olmaması nedeniyle kiracıların yeni taşınmazda kiracı olarak davetlerini içerir bir hüküm olmaması nedeniyle mümkün görmemekteyiz. Ancak bize göre tapuda kira şerhi bulunan taşınmazlarda kira şerhi sahiplerinin yeni yapılan taşınmaza davet edilmek zorunda olacakları hatta inşaat süresinin de bu kira süresine dahil edilmesi gerektiğini düşünmekteyim.
4) Yasa kiracıya kira yardımı hakkı veriyor mu? 
6306 sayılı yasa kapsamında riskli yapılarda ve alanlarda mevcut kiracılara o taşınmazda oturdukları ve kiracı olduklarını belgeledikleri takdirde maliklere yapılan kira yardımının (800 TL.) 2 katı yardım (1.600 TL.) yapılacağı belirtilmiştir. Yani kiracı olduğunuzu belgeleyen belgelerle Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne başvurduğunuz takdirde 1 defaya mahsus ve peşin olarak bu bedeli almaya hak sahibi olduğunuzu bilmeniz gerekmektedir.
5) Kiracının bu yasa kapsamında riskli yapı tespitine bir itirazı olabilir mi?
Kiracının bu yasa kapsamında yasanın ilerleyiş sürecine hiçbir itirazı olamayacağı gibi dava açmakta da hukuki bir menfaati bulunmamaktadır. Taşınmazın riskli ilan edilmiş olması halinde itiraz etme hakkı tebliğden itibaren 15 günlük süre içerisinde maliklere tanınmıştır.
Yasanın kiracılar açısından çok büyük sıkıntılar oluşturduğu ve kiracının süre, masraf vb. haklarını ciddi olarak yok ettiğini görmekteyiz. Bu nedenlerle yasanın yeni yönetmeliklerle desteklenmesi sürecinde kiracılar açısından da daha açık hükümleri içermesi ve onları koruması gerektiğine inanmaktayız.

7 Eylül 2016 Çarşamba

Uluslararası İşgücü Kanunu Tasarısı Mimar ve Mühendisleri Nasıl Etkiler?

Yabancıların kayıt dışı çalışmalarının önlenmesi, yerli-yabancı işgücü dengesi kurularak nitelikli yabancı işgücünden de yararlanılmasını amaçlayan "Uluslararası İşgücü Kanunu Tasarısı", Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlandı ve TBMM Başkanlığı'na sunuldu.
Tasarının gerekçesinde, komşu ülkelerde gerçekleşen olaylar, ülkemizin bulunduğu coğrafyada artan savaşlar, ekonomik darboğazlar, göç veren ülkelerdeki işsizlik sorunu, ya da düşük gelir politikaları gibi daha pek çok ekonomik nedenlerle, Türkiye’nin bir cazibe merkezi haline dönüştüğü vurgulanmıştır. Buna bağlı olarak ülkemizin aldığı göçün arttığına değinilmiş ve bu göçle birlikte gelen uluslararası işgücüne ilişkin politikaların belirlenmesi, uygulanması, izlenmesi, yabancılara verilecek çalışma izni ve çalışma izni muafiyetlerine dair iş ve işlemlerde izlenecek usulleri, yetki, sorumlulukları, uluslararası işgücü alanındaki hak ve yükümlülükleri düzenlemek amacıyla bu kanunun çıkartılmak istendiği yine kanunun gerekçesinde anlatılmıştır.

Tasarının içeriğinde yukarıda belirtilen konularla ilgili detaylı düzenlemeler yapılmıştır. İlgili yönetmelikler bildirilmiştir. 

Ayrıca tasarı içeriğinde, bu yayının okuyucularını ilgilendirdiğini düşündüğüm, yabancı mimar ve mühendislerin ülkemizde ne şartlarda çalışabileceğini önemli düzenlemeler mevcuttur. 

Tasarının 21. maddesi, öğrenimlerini Türkiye'de bir yükseköğretim kurumunun mühendislik ve mimarlık fakültelerinde veya yurt dışında ilgili ülke makamları ve Yükseköğretim Kurulu tarafından tanınmış bir yükseköğretim kurumunda tamamlayarak, mühendis ve mimar unvanlarını almış olan yabancıların, proje bazlı veya geçici süre ile çalışma izni alarak mühendislik ve mimarlık mesleklerini yapabileceğini düzenlemektedir. 

Kanun yapıcı, bu maddenin tasarıya eklenmesinin gerekçesinin, düzenleme ile nitelikli personel olarak kabul gören  bu yabancı mimar ve mühendislerin, proje bazlı ve geçici olarak, ülkemizde gerçekleştirilen önemli projelerde kilit rol üstlenmesi için başkaca bir işleme gerek kalmaksızın çalışma izni alabilmesine imkan sağlanmak isteği olduğunu belirtmiştir. 

Bunun çok doğru bir yaklaşım olmadığı ve ileriye dönük olarak bu meslekleri icra eden vatandaşlarımız için sorunlar yaratacağını düşünüyorum.

Öncelikle 65. hükümetin Sayın Başbakanı Binali Yıldırım, İTÜ mezunu bir gemi inşaat mühendisidir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya Bilkent Üniversitesi’nden mezun elektrik ve elektronik mühendisi, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü YTÜ mezunu makina mühendisi, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz İTÜ mezunu gemi mühendisi, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu İTÜ mezunu inşaat mühendisi, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan İTÜ mezunu gemi mühendisi, Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet ÖzhasekiHacettepe Mezunu elektronik mühendisi, Kalkınma Bakanı Lütfi Elvan ise İTÜ mezunu maden mühendisidir. Kabinenin bu mühendis üyelerinin tamamı en güzide Türk üniversitelerinden mezundurlar. Ayrıca kabinenin de çoğunluğunu teşkil etmektedirler.

26.dönem milletvekillerimizin ise 66 tanesi mühendistir. TBMM’de hukukçulardan sonra en çok mühendisler yer almaktadırlar. 

Millet liyakatlerine güvenip ülkenin yönetimini kendilerine emanet etmişken, kendileri ülkemizde yetişmiş olan mimar ve mühendislere güvenmeyip ithalata yönelmişlerdir. 

Yabancı mimar ve mühendislerin, bu tasarı ile, serbestçe çalışmasının önünün açılmasına engel olmak için, TMMOB üyeleri ve yöneticileri ülkenin pek çok yerinde protesto gösterileri düzenlediler. Seslerini duyurmaya çalıştılar. Ayrıca tasarının yasalaşmaması için ilgili mercilere başvurularda bulunacaklarını tahmin ediyorum.

Üzerinde önemle durulmalıdır ki, ülkemizde pek çok başarılı mimar ve mühendis var. Ayrıca teknik üniversitelerimizde eğitim kalitesi oldukça yüksektir. Kabine üyelerinin ulaştıkları mertebelerden, bu okullardan alınan eğitimle ülkenin en tepesine kadar yükselebildiklerini görüyoruz.

Tasarının gerekçesinde bu yabancı mimarların ve mühendislerin nitelikli olmaları gerektiği yazılmasına rağmen, bu niteliklerin neler olduğu, nasıl ölçüleceği, nasıl denetleneceğine dair hiçbir akılcı, bilimsel, nesnel ölçüt, kural ve koşul belirtilmediği için, bu yabancılara neye göre “nitelikli” sıfatını vereceğimiz belli değildir.

Halihazırda, TMMOB’nin 500.000 civarı üyesi bulunmaktadır. 435.000 civarı öğrenci  göreve atılmak için sıra beklemektedir. Bu basit hesaba göre, ülkenin 1/80’i mimar ya da mühendis iken bu bakımdan bir açığımız olduğunu söylemek kesinlikle söz konusu değildir. 

Bu kadar çok mimar ve mühendis olması, işsizlik sorununu da doğurmaktadır. Yine TMMOB’nin kayıtlarına göre 100.000 civarı işsiz mimar ya da mühendis mevcuttur. Gelecek olan yabancı meslektaşları nedeniyle işsiz sayısı daha da artacak gibi duruyor.

Sürekli olarak artmakta olan popülasyonları nedeniyle hak ettikleri maaşların çok altında ücretler alan,  mesleğin getirdiği haklardan mahrum bir şekilde çalışmak zorunda bırakılan pek çok mimar ve mühendis olduğu da bilinen bir gerçek. Bu tasarı eğer yasalaşırsa, işverenlerin yerli mimar ve mühendislere sağlamadığı, sağlayamadığı ya da sağlamak istemediği haklar, yabancı çalışanlara sağlanacak. Maaşlarının daha fazla olması ya da yabancı futbolcular gibi daha fazla değer görmeleri de muhtemel. 

Görünen o ki, hiçbir kurumun denetimine tabi olmadan kendi adına çalışacak yabancıların, vergi, sigorta gibi ödemeleri yapmayacakları için, maliyetleri düşecek ve denk durumdaki yerellerle eşit silahlarla savaşmayacaklar. Rekabet haksız bir hale bürünecek.

Yabancıların iş sahibi şirketler ile çalışmaya başlaması ile birlikte bu mesleklerde çalışanların hak ve koşulları olumsuz yönde etkilenecek gibi görünüyor. Ülkemizde mevcut olan yabancı hayranlığı, önü açılan yabancıların yönetici pozisyonlarını işgal edip, yerli çalışanların üstü konumunda olmalarına da neden olabilir. Bazı pozisyon değişikliklerine hazır olun. Bu uygulamalar neticesinde, yerel mimar ve mühendisler ara eleman konumuna düşerek, daha düşük ücretle, daha sıradan işlerde çalışmak durumunda kalabilirler. 

Ülkenin sahte mühendis ve mimarlar ile dolup ve mesleki hizmetlerin denetimsiz ve kontrolsüz bir şekilde niteliksiz kişilerce sunulması vatandaşlarımız için tehlike doğuracaktır. Tasarı kanunlaşır ise, nitelik ve niceliği yerel meslektaşları ile boy ölçüşemeyecek kişiler en önemli projelerimizin en hayati kısımlarında rahatça çalışabilecek. Bu mesleklerin icrasının kontrolsüz ve denetimsiz bir şekilde, yeterli eğitim ve mesleki deneyimden yoksun yabancılar eliyle yürütülmesinin yaratabileceği faciaların ve yıkımların bedelini maalesef halkımız ödeyecektir.

Tasarı, Türkiye’de mühendislik ve mimarlık unvanlarının kullanılması hakkındaki uygulamaları düzenleyen, 1938 tarihli 3458 sayılı Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Kanun ile 1954 tarihli 6235 sayılı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu’nu ve Anayasa’nın 135. maddesini büyük ölçüde hükümsüz kılan bir içeriğe sahip. 

Tasarının 7. maddesinin 5 numaralı bendinde, ilgili meslek odalarına danışılacağından bahsedilmesine rağmen, tasarı hazırlık aşamasında iken, TMMOB’den görüş istenmediği biliniyor.  Mühendislik ve mimarlık gibi önemli ve teknik meslekleri ilgilendiren bir kanun tasarısı esnasında neden bu mesleklerin en büyük temsilcilerine danışılmadığı da tasarının anlaşılamayan noktalarından. 

Bir devleti idare edenlerin önceliği kendi vatandaşını korumak olmalıdır. Dünya’nın her yerinde eğitimin, tecrübenin, bilgi birikiminin önemli olduğu mesleklerde, yabancıların çalışmasını düzenleyen kurallar vardır. Mezun oldukları üniversitelerin denkliğine bakılır. Bilgi, eğitim ve tecrübeyi sınamak için sınava tabi tutulurlar. Bunlar veya bunlarla birlikte diğer aranan kriterlerin sağlanması halinde bu ülkelerde çalışmak mümkün olur. Ancak çıkarılması tasarlanan bu kanunun en kritik yanı beyana dayanarak yabancıların çalışmasının kabul edilecek olmasıdır.

Aslında kanun koyucu, tasarının 28.maddesi ile yabancı çalışanlar üzerinde bir denetim mekanizması kurmaya çalışmıştır. 27.01.1954 tarihli 6235 sayılı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu’nun 34. maddesini kaldırmış, 35. maddesini değiştirerek yabancı mimar ve mühendislerin çalışma iznini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan alma mecburiyeti ve 36. maddesinde yaptığı değişiklik ile de ülkemizde bir aydan fazla çalışan yabancı meslek mensuplarının ihtisaslarına en yakın odaya geçici aza olarak kayıt edilmesini zorunlu tutmuştur. 

Kanun koyucunun bu kanunu biraz acele hazırladığını ve yukarıda saydığım önemli ve hassas noktaları gözünden kaçırdığını düşünüyorum. Ancak kanunun halen tasarı aşamasında olduğu da unutulmamalıdır. Mutlaka ilgili kuruluşların, derneklerin ve örgütlerin bu tasarı ile ilgili çekinceleri kanun koyucu tarafından dinlenecektir. Bu minvalde en kısa sürede bu yanlıştan dönülmesini, mühendis ve mimar arkadaşlarımızın mağduriyetinin önlenmesini diliyorum.  

Ev Kiralarken Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar

Herkesin mutlaka bir gün karşısına çıkmış ya da çıkacak olan en önemli hukuksal konulardan biri gayrimenkul kiralama, buna ilişkin sözleşme hazırlanması, kiracının tahliyesi ve tahliye edilmek istenen kiracının mücadelesidir.
Bu sürecin başlangıcı ve bitişi genelde bir takım sorunlar yaratmaktadır. Hem kiracılar hem de taşınmazını kiralayan mülk sahipleri işlemin başında ve sonunda, doğru prosedürleri işletmediklerinden mağduriyetler yaşamaktadırlar. Her iki tarafın da unutmaması gereken husus, bu işlemin bir sözleşmeye dayandığı ve iyi hazırlanan bir sözleşmenin her iki tarafı da koruyacağıdır.
Peki bu önemli konuda nelere dikkat edilmelidir? Bu ilişkiye nasıl başlanmalı, nasıl sonlandırılmalı ve yaşanabilecek bir sıkıntıda hangi hukuksal yollar izlenmelidir? Bu yazımızda ortaya çıkabilecek olumsuz bir durum veya uyuşmazlığın önüne geçmek için detaylı bir inceleme yapacağız. 
Herşeyden önce kiralanacak gayrimenkule ilişkin tapu incelenmelidir
Kira işlemi mülkiyete dayanmaktadır. Bir kişi maliki olduğu bir gayrimenkulü, bu gayrimenkulü kiralamak isteyen diğer bir şahsa kiralamaktadır. Dolandırılmamak veya herhangi bir şekilde sorun yaşamamak için önce kiralayacağınız gayrimenkulün tapusunu ilgili tapu sicil müdürlüğünden kontrol etmenizi tavsiye ederiz. Tapu sicili alenidir, ilgili herkes inceleyebilir. Kiralanacak gayrimenkulün açık adresinin tapu kaydı ile uyuşup uyuşmadığını da mutlaka teyit ediniz.
Eğer arada bir vekil varsa vekâletnamenin geçerliliğini kontrol etmek de önem arz eder zira yetkisiz bir kimse ile yapacağınız kira kontratı geçerli sayılmayacaktır.
Kendi taşınmazını kiralayacak olan mal sahibinin de kiracısını kontrol etmesini ve sözleşmeye kefil istemesini öneriyorum.
Kira sözleşmesi
Her şeyi kontrol ettiniz, başlangıç aşamasını atlattınız ve gayrimenkulü kiralayabileceğinize kanaat getirdiniz. Bu takdirde, gayrimenkulü kiralayacak tarafların bir kira sözleşmesi imzalaması gerekecektir. Ancak bu sözleşme dikkatli bir şekilde hazırlanmalı ve hangi tarafta olursanız olun sizi korumalıdır. Bu nedenle öncelikle kira sözleşmesinin genel hukuksal durumu ile ilgili olarak kısa bir inceleme yapalım:
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na göre, kira sözleşmesi, kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanmayla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.
Daha evvel 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun ile düzenlenen kira ilişkisi, 2011 yılında yapılan değişiklik ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu kapsamına alınmıştır. Dolayısıyla artık taraflar arasındaki hukuki ilişki bir borç-alacak ilişkisi haline bürünmüştür.
Kira sözleşmesi iki tarafa da borç yükleyen sinallagmatik bir akittir. Sözleşmenin içeriğinde iki tarafın da hakları ve borçları açık bir şekilde düzenlenmelidir. Bu nedenle sözleşme hazırlanırken, istediğiniz hususların açık bir dille yazılmış olmasına dikkat edin. İmkân var ise, sözleşmenin bir hukukçu tarafından hazırlanması mutlaka lehinize olacaktır. Hukuki anlamda iyi hazırlanmış bir kira sözleşmesi, ileride doğabilecek maddi ve manevi mağduriyetlerle karşılaşmanızı önleyecektir. Her zaman belirttiğim üzere, avukatlık hizmeti, kişilerin girdiği hukuki işlemlerde ileride yaşanabilecek problemlerin yaşanmaması veya en aza indirilmesi için önleyici olarak kullanılmalıdır.
Kiraya verilen taşınmazı sözleşme şartlarına uygun bir şekilde kiracıya kullandırmak, bunun devamını sağlamak, sigorta ve vergi gibi kiraya verilen taşınmaz ile ilgili ödemeleri karşılamak, kiralananda gizli ya da açık bir ayıp ortaya çıkması halinde kiracının bundan kaynaklanan zararlarını karşılamak kiraya verenin borçlarıdır.
Kiraya verenin kiralananın gizli ya da açık ayıplarından sorumluluğu önemlidir. Bu ayıplar fiziki olabileceği gibi hukuki de olabilir. Teslim anındaki ayıplarda kiracı, borçlu temerrüdü hükümlerine veya sonradan ayıplı hale gelme durumunda başvurulacak hükümlere yönelebilir. Teslimden sonra doğacak ayıplarda ise kiracı ayıbın giderilmesini talep edebileceği gibi, sözleşmeyi fesih hakkını, ortaya çıkan ayıbı giderip bunu kiradan düşme hakkını, kira indirimi talebini, ayıpsız benzerle değiştirilme hakkını veya tazminat hakkını seçimlik olarak kullanabilir.
Kiracının borçları ise kiralananı sözleşmeye uygun olarak kullanmak, taşınmazı özenli bir şekilde kullanmak, komşulara saygı göstermek ve kira bedelini zamanında ödemektir.
Kira sözleşmelerinde şekil şartı yoktur, yazılı ya da sözlü olarak yapılabilirler. Ancak doğabilecek hukuki uyuşmazlıklarda sözlü kira sözleşmelerinin varlığının ve şartlarının ispat edilmesi çok zordur, hatta günümüzde neredeyse imkânsızdır. Bu sebeple kira sözleşmesini mutlaka yazılı yapmaya özen göstermelisiniz. Kira sözleşmesinin noter huzurunda imzalanması da hukuki bir koruma yöntemidir, ancak bu prosedür uygulamada pek kullanılmamaktadır.
Kiracılık haklarının üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilmesi önemli bir konudur ve bunun için kira sözleşmesinin tapuya şerh edilmesi gerekir. Tapuya şerh edilmiş bir kira sözleşmesi devam ederken, kiralanan taşınmaz malın satılması halinde, yeni malik kiracıyı kira süresi dolmadan tahliye ettiremeyecektir. Bu bakımdan taşınmaz malikinden kira sözleşmesinin tapuya şerh edilmesini istemek oldukça faydalı olacaktır.
Ev kiralarken evin ne şekilde teslim alındığına ve ne şekilde teslim edileceğine ilişkin detayların kira sözleşmesinde belirtilmesine önem verilmelidir. Demirbaşların durumu açıkça ve teker teker sözleşmede bulunmalıdır. Hatta sözleşme imzalandığı takdirde, hem kiracının hem de kiralayanın evin durumunu, üzerinde tarih yazacak şekilde fotoğraflamasını öneririm. Kiralayan taraf da evin ne şekilde teslim edilmesini istiyorsa mutlaka sözleşmede bunu belirtmelidir.
Taşınmaz kiralandığı esnada, elektrik, su ve doğalgaz sayaçlarındaki güncel tutar kira sözleşmesinde bulunmalıdır. Böylece, hangi tutara kadar kiraya veren malikin, hangi tutardan sonra da kiracının ödeme mecburiyeti altında olduğu belirlenmiş olur. Önceki faturalardan ödenmemiş borçlar var ise, bunlardan mesul olmadığınızı da sözleşmeye kaydettirmelisiniz. Ayrıca kiracının taşındıktan sonra bu hizmetlere ilişkin sözleşmeleri kendi üzerine alacağı, evi boşalttıktan sonra da hepsinin son fatura bedellerinin ödenip kapatıldığına ilişkin yazıları mal sahibine sunacağı kural olarak yer almalıdır.
Eğer bir apartman dairesi kiralanıyorsa apartmana ilişkin giderler mevcut olacaktır. Bunların hangilerinden ev sahibinin, hangilerinden kiracının sorumlu olacağı ve ev içinde yapılması gereken tadilatlarda ödemeleri kimin yapacağı da sözleşmeye açık bir şekilde yazılmalıdır.
Verilen depozito bedeli ve yapılan masraflar sözleşmede bulunmalı, bedelin ödendiğine dair dekont alınmalı ve bu dekont kiracı tarafından saklanmalıdır.
Kira sözleşmesinin süresi dolduktan sonra, yeni başlayacak süreçte yapılacak kira artış oranı açık bir şekilde sözleşmede yazmalıdır. Böylece ev sahipleri kirada diledikleri gibi artış yapamayacak, sözleşmeyle bağlı kalacaklardır.
Kiracı olduğunuz takdirde kesinlikle elden ödeme yapmamalısınız. Mutlaka bir banka aracılığıyla kiralarınızı ve depozitonuzu ödeyiniz. Ödemelerin ne zaman ve ne şekilde yapılacağı sözleşmeye yazılmalı ve yapılan ödemelere ilişkin dekontlar, makbuzlar ve belgeler kiracı tarafından saklanmalıdır.
Kentsel dönüşüm süreci ülkemizde hızlı bir şekilde devam ettiğinden, gayrimenkulün bulunduğu binanın kentsel dönüşüme konu olması halinde hangi masrafların kiracıya ödenmesi gerektiğini de sözleşmeye ekleyebilirsiniz.
Kiralayan bakımından, sözleşmeye muacceliyet şartı eklemelidir. Bu bir kira bedeli ödenmediği takdirde, kalan aylara ilişkin kira bedellerinin de istenebileceğine ilişkin bir maddedir. Evin habersiz bir şekilde ya da sözleşme süresi bitmeden evvel tahliye edilmesi halinde bu talep hakkının olduğu vurgulanmalıdır.
Diğer taraftan, kira bedelinin geç ödenmesi durumunda doğacak bir cezai şarta ilişkin madde sözleşmeye konulamaz.
Yukarıda anlatılanlar, sorunsuz bir kira ilişkisinin hukuksal olarak nasıl tesis edilebileceğini anlatan maddelerdir. Bunlardan ziyade kiracının da kiralayanın da birbirine karşı saygılı ve hoşgörülü olması bu diken üstünde süren ilişkiyi daha güzel bir şekilde yaşamalarını sağlayacaktır. Bir gayrimenkulün kiracısı iseniz, o gayrimenkulü sanki size aitmiş gibi korumanız ve temiz tutmanız, ayrıca mal sahibinin her ay gelen bu ödemeye ihtiyacı olduğunu bilmeniz gerekirken, mal sahibiyseniz içeride yaşayan insanın sizin mülkünüzü işyeri ya da ev olarak kullandığını ve kendisini rahat hissetmesi gerektiğini lütfen unutmayın. Saygı bütün ilişkilerin temelidir ve hukuktan önce gelir.
KİRA İLİŞKİSİ İSTEDİĞİNİZ GİBİ SÜRMEDİ YA DA MÜLKÜNÜZE İHTİYACINIZ DOĞDU VE KİRACIYI TAHLİYE ETMEK İSTİYORSUNUZ. KİRALAYAN OLARAK BUNU NASIL SAĞLARSINIZ?
Kira sözleşmesi süresi
Konut ve çatılı işyeri kirası sözleşmeleri belirli veya belirsiz bir süre için yapılabilir. Kanuna göre belirli süreli sözleşmeler için 15 gün önceden bildirim yapılmadıkça sözleşme aynı koşullar dahilinde bir yıllığına otomatik olarak uzatılmış kabul edilir. Sözleşmeye eklenecek bir madde ile bu süre uzatılabilir.
Tahliye davası ile kiracının  tahliyesi
Kanunda sayılan tahliye nedenleri doğmuşsa, kiracıyı kiralanandan çıkarmak için tahliye davası açabilirsiniz. Aksi halde kiracı kendi istemedikçe kiralananı boşaltmayabilir. Tahliye nedenleri kiracıdan ve kiralayandan kaynaklanan nedenler olarak ikiye ayrılır. Şimdi teker teker bu nedenlere değinelim:
Kiracıdan kaynaklı tahliye nedenleri
1)Yazılı Tahliye Taahhüdüne Dayanılarak Kiracının Tahliyesi:
Taraflar arasında kira sözleşmesi imzalandıktan sonra, kiralayan kiracıdan yazılı bir tahliye taahhüdü alabilir. Bu taahhüt icra takibine ya da davaya konu edilerek kiracı tahliye edilebilir. Hassas olan nokta, tahliye taahhüdünün tarihinin kira sözleşmesi tarihinden en az bir ay sonra olmasıdır.
2) Haklı Sebepten İki İhtara Dayanılarak Kiracının Tahliyesi:
Sözleşmede belirtilen süre zarfında kira bedelini ödemeyen kiracıya yapılan iki tane haklı ve yazılı ihtar sonucu kiralayanın sözleşmeyi sona erdirme hakkı doğar. Bu haklı iki ihtar bir kira yılında farklı aylara ait gecikmeler için olmalıdır. İhtarda muaccel olan borcunu ödemesi için kiracıya tanınacak süre en az 30 gündür. İkinci ihtardan sonra bir ay içinde tahliye davası açılmalıdır.
3) Borçlar Kanunu 352/III. Maddesine Dayanılarak Kiracının Tahliyesi:
Kiracının veya beraber yaşadığı eşinin aynı ilçe veya belde sınırları içinde oturabilecekleri müsait durumda bir konutları varsa tahliyeleri mümkündür. Kiralayanın, sözleşme imzalanırken bu durumu bilmiyor olması gerekmektedir. Tahliye için dava açma süresi, kira sözleşmesinin bitiminden itibaren bir aydır.
4) Kiracının Ölümü:
Borçlar Kanunu’nun ilgili maddeleri uyarınca, kiracının ölmesi durumunda ölenin ortakları, ölenle birlikte aynı konutta oturanlar, sözleşme şartlarına uydukları müddetçe kira sözleşmesine taraf olabilirler ve sözleşmeyi sürdürebilirler. Bu kişilerin kiracının ödemediği borçlardan sorumlu olmadıklarını beyan etmeleri sözleşmeye aykırılık oluşturur ve kira sözleşmesinin bitmesi için başka bir nedendir.
5) 10 yıllık Uzama Süresinin Bitimiyle Kiracının Tahliyesi:
Yeni yapılan kanun değişikliklerine göre, bir kira sözleşmesinde yer alan ilk sürenin bitimiyle birlikte, toplam on sene uzaması halinde mal sahibinin kiracının tahliyesini talep etme hakkı mevcuttur. Bu talep de açılacak bir tahliye davasının konusu olacaktır.
Kiraya verenden kaynaklı nedenler
1) Mal Sahibinin ve Yakınlarının Konut Gereksinimi Nedeni ile Kiracının Tahliyesi:
Eğer kiraya verenin kendisinin, eşinin, altsoyunun,  üstsoyunun veya bakmakla yükümlü olduğu kimselerin konut ihtiyacı varsa belirli süreli sözleşmelerde kira sözleşmesinin sonundan itibaren, belirsiz süreli sözleşmelerde ise kanundaki fesih sürelerine uyarak belirlenen tarihten itibaren bir ay içinde tahliye davası açabilirler. Ancak bu nedenle kiracı tahliye edildikten sonra taşınmazın üç yıl süre ile yeniden kiraya verilmesi yasaktır.
2) Mal Sahibinin ve Yakınlarının İşyeri Gereksinimi Nedeni ile Kiracının Tahliyesi:
Yukarıda sayılan kişilerin konut gereksiniminden başka, icra edeceği bir meslek veya sanata yönelik olarak işyeri gereksinimi olduğu takdirde, yine yukardaki sürelere uyarak tahliye davası açılması imkânı mevcuttur.
3) Taşınmazın Yeniden İnşa Edilecek veya Esaslı Bir Şekilde Tadilata Girecek Olması Nedeniyle Kiracının Tahliyesi:
Kanuna göre kiralananın esaslı şekilde tamiri veya inşası gerekiyorsa yukarıda sayılan zaman şartına uyularak tahliye davası açılabilir. Kentsel dönüşüm nedeniyle kiracıların son zamanlarda kiralanandan tahliye edildikleri görülmektedir. Bununla ilgili süreç biraz daha farklıdır ve maalesef önüne geçme imkânı mevcut değildir.
Bu konuyla ilgili olarak Kentsel Dönüşüm konusunu işlediğim yazımda detaylı bir anlatımda bulunmuştum. Merak ettiğiniz takdirde incelemenizi tavsiye ederim.
4)  Yeni Malikin Gereksinimleri Nedenleri ile Kiracının Tahliyesi:
Kira konusu yeri, kira sözleşmesi imzalandıktan sonra ancak henüz süresi dolmadan edinen yeni malik, gayrimenkule kendisinin, eşinin, altsoyunun, üstsoyunun veya bakmakla yükümlü olduğu kişilerin ihtiyacı olması halinde,  gayrimenkulü satın aldığı tarihten itibaren bir ay içinde kiracıya yazılı bir şekilde bildirim yaparak, bildirimin ulaşmasından itibaren, altı ay sonra tahliye edilmesini talep edebilir. Kiracı bu süre sonunda gayrimenkulü boşaltmazsa, sürenin dolması ile birlikte tahliye davası açabilecektir. 
Yukarıda genel hatları ile gayrimenkul kirası konusuna değinerek, kira sözleşmesinin genel özelliklerinden ve başvurulabilecek hukuki yollardan bahsettik. Bunun detaylı ve hassas bir konu olduğu şüphesizdir. Bu nedenle hukuksal yardım almaktan çekinmeyiniz.
Ne ev sahiplerinin ne de kiracıların kira ilişkilerinde sıkıntı yaşamaması dileğiyle.

Osmanlı Devletinde Kurulmuş Vakıfların Günümüze Hukuksal Yansımaları

Vakıflar, Osmanlı Devletinde önemli bir misyon yüklenmiş, varlıklı şahıslar tarafından hayata geçirilen kurumlardı. En önemli özellikleri o tarihlerde her şeyin mutlak sahibi olan padişaha yada devlete değil, direkt olarak Allah’a bağlı kurulmaları, tüm varlık nedenini ve devamını O’na karşı sorumlu olarak sürdürmeleriydi.
Eski Osmanlı Vakıflarının günümüz Türkiye’sinde hukuksal olarak vatandaşlarımıza nasıl bir fayda sağlayacağını, bu vakıflarla ilgili şahısların ne gibi talepler bulun anlatmak için dilerseniz önce vakfın ne olduğunu ve neden kurulduğunu kısaca anlatmaya çalışalım.
Türk ve İslam toplumlarında, modern devlet anlayışına paralel bir şekilde devlet tarafından sağlanması gereken bütün sosyal hizmetlerin, varlıklı şahıslar tarafından kurulan vakıflar yardımıyla yapıldığı bilinmektedir.  Varlıklı kişilerin, İslam’da yer alan sadaka düşüncesini sağlamak amacıyla kendilerine ait mallarını, mülklerini kendilerinin belirledikleri amaçlara adamaları ile bu vakıflar kurulmaya başlamış daha sonra da hukuksal bir boyut kazanmıştır. Bu vakıflar ilk zamanlarda hayır amaçlı olarak kurulmaktaydı.
O tarihlerde bu amaçları karşılamak için kurulan hayri vakıflar yanında, ailevi ya da yarı ailevi yarı hayri vakıflar da kurulduğu görülmektedir. Hayri vakıflara çok benzeyen, aynı şekilde kurulan ancak tamamen başka bir amaç ve nitelik taşıyan bu vakıflar bugün hukuksal olarak bizi ilgilendiren bir anlam taşımaktadırlar. Çünkü yine varlıklı kişilerin malını mülkünü Allah’a bağlı olarak vakfetmesiyle kurulan bu vakıflar, ya vakıf kurucusunun ve ailesinin menfaatine, ya da yarı hayra yarı aile menfaatine kurulmaktaydı.  Yani miras kalacak olan malvarlığının, sonsuza kadar azalmadan, aile, soy sop devam ettiği müddetçe, onların menfaatine, devlet ve padişah koruması dışında bekasının Allah’a bağlandığı bir kurum  haline sokulmasıdır. Kimse bu kurumu bozamaz, amacı dışında gelirini ya da mallarını alamaz, satamaz. İslam dünyasında tesis edilen vakıfların büyük çoğunluğunu bu tür vakıflar oluşturmaktadır.
Osmanlı Devletinde kurulduğu kayıtlarda yer alan vakıfların yaklaşık %80’inin ailevi ya da yarı ailevi olduğu görülmektedir. Yani varlıklı kimseler, çoğu kez bu şekilde vakıflar kurmayı tercih etmişlerdir. Peki bunun nedeni nedir? Gelin inceleyelim.
O tarihlerde genelde devlet görevlisi olan varlıklı kişilerin malvarlıklarını görevlerinden kaynaklı tasarruflarında bulunan arazilerin ya da padişahın kendilerine bahşettiği mal mülk olduğu görülmektir. Bu şahıslar, o an için görev nedeniyle kendi uhdelerinde bulunan bu malvarlığından, daha sonra da faydalanmak ya da kendisi öldükten sonra ailesinin faydalanmasını sağlamak adına bunları vakfetmekteydiler.
Ya da devletin savaş ya da herhangi başka bir nedenle varlıklı kişilerin mallarını müsadere ettiği de bilinen bir uygulama olup, bu uygulamanın önüne geçmek amacıyla da vakıf kurumuna başvurulduğu bilinmektedir. Neticede vakıflar yukarıda izah ettiğim üzere Allah’a bağlı kurulmuş olup, devlet veya padişah hangi nedenle olursa olsun bunlara dokunamıyordu.
Bir diğer neden de, İslam hukukunda yer alan miras kurallarının katılığından kurtularak daha rahat bir şekilde malvarlığını dilediğine bırakmak, dilediği gibi kullanmak isteği olarak göze çarpmaktadır.
Bu yukarıda sayılan görünen amaçlar ve görünmeyen amaçlarla Osmanlı Devletinde pek çok vakıf kurulmuş olup, şu an ki sınırlarımızı oluşturan toprakların neredeyse %80’i vakıf malı olarak bir amaca tahsis edilmiştir.  Yani vakıflara ait malvarlığı ciddi bir büyüklüktedir.
Vakıf kurumunda en önemli belge vakfiye yani vakıf senedidir. Vakıfla ilgili olarak vakfın kurucusunun bütün amacı, yapılmasını istediği uygulamalar bu belgede yazmakta ve vakıf her hangi bir zaman sınırlaması ile kurulmadığı için bugün dahi ilk vakfiyeye göre yönetilmesi gerekir.
1.Dünya Savaşında verdiğimiz şehitler, ardından Kurtuluş Savaşı gelmiş ve Genç Türkiye Cumhuriyetinde özellikle erkek nüfusu azalmıştır.  1927 yılında yapılan nüfus sayımında, ülkemizde 13.000.000 civarı vatandaşın yaşadığı tespit edilmiştir. O kadar çok erkek ölmüştür ki, dulluk haritası bile çıkartılmıştır. Bu vakıfların yönetimlerinin o zamanlarda ki şartlar gereği genelde erkeklere bırakılmış olduğu da izahtan varestedir.
Bu savaşlar yaşanana kadar, kurucuları ya da kurucuların aileleri tarafından idare edilen anlattığımız vakıfların çoğunun idarecileri de savaşlarda ölmüş ve vakıflar sahipsiz, idaresiz kalmıştır.
İşte bu nedenle, 2 Mayıs 1920'de, Şer'iyye ve Evkaf Vekaleti olarak kurulan, 3 Mart 1924'te Başbakanlığa bağlanarak şimdiki adını alan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu ilk yıllarında, halen faaliyetlerine devam eden 41.500 Osmanlı vakfından kurucu ve mütevellisi ölen vakıfları yönetmesi için özel bir rol verilmiştir. Nitekim Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün de kuruluş amacına uygun olarak en ulvi görevlerinden biri, vakıfların vakfiyelerine uygun olarak yaşatılmasının ve muhafazasının sağlanması, vakfiye şartlarının yerine getirilmesi, vakıf menkul ve gayrimenkullerinden doğan gelirlerin en iyi şekilde değerlendirilmesi ve bu çerçevede vakıf evlatlarına vakfiyeden doğan galle (gelir) fazlası ödemelerinin yapılmasıdır.
Ülke yeni kurulduğu esnada  ihtiyacı olan maddi gücü, bu kimsenin yönetmediği vakıflardan karşılamak istemiş ve bunu da Vakıflar Genel Müdürlüğü aracılığı ile sağlamaya çalışmıştır. Ayrıca yine bu vakıfların gelirleri ile binlerce fakir ve ihtiyaç sahibine yardım sağlanmıştır.
Nitekim, Vakıflar Genel Müdürlüğü bahsedilen vakıflara ait 18.500 tarihi bina ve 67.000 diğer bina, ayrıca çok yüksek miktarda arazinin, bakımını ve mülkiyet yönetimini üstlenmiştir. Bu öyle büyük bir gelir yaratmıştır ki, sağlanan sermaye ile bugün 38.000 kişiyi istihdam eden ve 120 milyon Euro değerinde kira gelirine sahip Türkiye’nin en büyük bankalarından biri olan Vakıfbank kurulmuştur. Bugün Vakıfbank halka açık bir şirket olup, yaklaşık %60 Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ve adı banka kurulurken kayıtlara geçmiş mazbut ve mülhak vakıflara aittir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kendi gelirlerini mazbut vakıflardan sağladığı düşünüldüğünde aslında bankanın %60’ının sahibi eski Osmanlı Vakıflarıdır.
Bir de önemle üzerinde durulması gereken ve yazımızın devamında değinilecek bir nokta da bu vakıflara ilişkin mevcut olan bütün evrakın, Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivlerinde tutulmasıdır.
Yani özet olarak, günümüzde idarecisi olmayan bütün mazbut vakıfların malvarlığını Vakıflar Genel Müdürlüğü idare etmekte, gelirlerini değerlendirmekte, bütün belgeler kendi arşivlerinde tutulmakta ve bütün talepler yine kendisine yapılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti'nde Eski Osmanlı Vakıflarının Hukuksal Durumu:
Günümüzde eski vakıflar mazbut ve mülhak olarak ikiye ayrılmaktadır. Mülhak vakıflar halen yöneticisi bulunan, malvarlığı ve yapılan hayır ve yatırımların bu yöneticiler tarafından idare edildiği, artan gelirlerinin ne surette değerlendirileceğine bu kimselerin karar verdiği vakıflardır. Vakıflar Kanunu hükümlerine göre Genel Müdürlükçe yönetilip ve temsil edilen vakıflar ile mülga 743 sayılı Kanunun yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğünce yönetilen vakıflar ise mazbut vakıflar olarak anılmaktadır.
2762 sayılı Eski Vakıflar Kanunun 39. Maddesine göre on yıldır yöneticisi olmayan vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresine girecek ve bir daha yönetim hakkının sahibi gelse dahi kendisine vakfın yönetimi verilmeyecektir. Ancak ilgililerin vakfiyeden kaynaklanan intifa hakları Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından korunacaktır.
Mazbut vakıf sayılan bütün vakıflar bir bütün sayılarak bunların temsil ve idaresi Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Teşkilat ve Görevleri Hakkında düzenlenen 227 sayılı Kanun Hükmünde kararnamenin “Görev” başlıklı kısmında yer alan 2. maddesinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün vakfın varlığını koruyacağı vakfın mallarını ekonomik şekilde işleteceği ve vakfedenlerin vakfiyedeki iradeleri doğrultusunda faaliyetlerde bulunacağı öngörülmüştür.  Yine 2762 sayılı Vakıflar Kanununun 13. maddesinde: “ .....satılacak mallardan ele geçecek paranın bu maddelerde gösterilen yerlere sarf edilinceye kadar nemalandırılması mecburidir” denmiştir.
Yani eski vakıflar mazbutaya alınırken devlet bunu çeşitli kanun maddelerine bağlamış ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün bu vakıfların ve malvarlıklarının sahibi değil, emanetçisi olduğunu vurgulamıştır. Sonra da 2011 yılına kadar çıkardığı bütün ilgili kanunlarda bu görevi ve sorumluluğu korumaya çalışmıştır. 2011 yılında ise bir anda emanetçilikten vazgeçip, vakıfların sahibi olma yolunda adım atmıştır.
Zaman içinde vatandaşlar ailelerinden duydukları hikayeler, evlerinde buldukları eski belgeler, atalarının vakıflarını olduğunu öğrenmeleri ile Vakıflar Genel Müdürlüğünden haklarını almak adına taleplerde bulunmaya başlamışlardır. Vakıflar Genel Müdürlüğü de devletin kendisine sağladığı korumadan yararlanarak bu talepleri cevapsız bırakmış ya da gerçeğe aykırı bir şekilde cevaplandırmıştır.
Bunun üzerine ilgililer mahkeme yoluyla taleplerine cevap ve sonuç aramaya çalışmışlardır. Bu iki aşama gerektiren hukuksal bir işlemdir.
Öncelikle açacağınız bir dava ile hak sahibi olduğunuzu iddia ettiğiniz vakıf ile hukuki bağınızı ve soy bağınızı ispatlamanız gerekmektedir. Vakıf evlatlığının tespiti adı verilen bu dava zorlu sürecin ilk adımıdır. Kişinin böyle bir mahkeme kararını alabilmesi için, vakfiyede galle fazlası şartının bulunması ve vakfedenin soyundan gelindiğinin ispatlanması gerekmektedir.
Tespit niteliğinde olan bu davada yargılamayı Asliye Hukuk Mahkemeleri yapmaktadırlar.
Bu kapsamda galleye müstahak vakıf evladı olunduğunun tespit edildiği bir mahkeme kararına sahip olan şahısların mazbut vakıflarda Vakıflar Genel Müdürlüğüne; mülhak vakıflarda ise mülhak vakıf mütevellisine başvuru yapmaları gerekmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne başvurduğunuzda, eğer gerekli kesintiler yapıldıktan sonra hakkınıza düşen bir galle fazlası bulunuyorsa bunu size ödemesi gerekmektedir. Ancak tahmin edeceğiniz üzere böyle bir ödeme müdürlükçe yapılmamaktadır. Çünkü hangi vakıf olursa olsun size geliri olmadığı yönünde bir cevap vermektedir. Bu nedenle gelirin olup olmadığını varsa ne kadar olduğunu tespit ve ödemesini sağlamak için dava açmak zorundasınız. Müdürlük o tarihlerde, ödemeyi ne kadar geç yaparsa o kadar iyi olduğunu düşünüyordu.
Yine Asliye Hukuk Mahkemelerinin görevine giren, galle fazlasının ödenmesine ilişkin bu davalar ise büyük bir çalışma, titizlik ve takip gerektirmektedir.
Bu davaların dayanağı, Vakfa ait olup da Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından herhangi bir şekilde vakıf mülkiyetinden çıkarılmış olan gayrimenkullerin taviz ve/veya satış bedellerinden doğan galle fazlasının vakıf evlatlarına ödenmesi gereğidir.
Zaman içinde bu davaların sayısı artmaya başladı. Bütün paşalar, vezirler, birbirleriyle kız alıp vermiş akrabalık bağlarından dolayı bir paşanın vakfına evlat olduğunuzda, biraz daha işi kurcalayıp detaylara ulaşırsanız başka bir paşanın ya da vezirin vakfına da evlat olduğunuzu ispat edebiliyorsunuz. Hatta bu bağ padişahlara kadar bile uzanabiliyor.
Son dönemlerde, Osmanlı Dönemi vezir ve paşalarının soyundan gelen bir kısım vakıf evlatlarının galle fazlası ödemelerinin kendilerine ödenmediği veya eksik ödendiği gerekçesi ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine pek çok dava açtıkları görülmektedir. Tabi vakıfların sahip olduğu malvarlığı dikkate alındığında bu davaların değerleri de oldukça yüksek olmaktadır. 
Ülkemizde hangi gayrimenkulün kök tapusu incelenirse, özünde bir vakfın arazisi olduğu görülecektir. Bu kapsamda mülkiyet hakkının kutsallığı ve vakıf kurucusunun vakıf senedindeki iradesinin yaşatılması için, bir şekilde müdürlükçe elden çıkarılan gayrimenkullerden doğan gelirlerin vakıf adına değerlendirilmesi ve galle fazlalarının da vakıf evlatlarına dağıtılması mecburidir.
Eski Yargıtay kararlarında da benimsendiği üzere 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 7.maddesinde yer alan “İlgililerin vakfiye şartlarına göre intifa hakları saklıdır.” hükmü gereği bu konuya ilişkin herhangi bir zamanaşımı süresi öngörülmemişti.
Bu maddelere ve eski Yargıtay kararlarına dayanılarak davalar açılmakta iyi kötü devam etmekte idi. Ancak bu davalar esnasında yukarıda belirttiğim bir husus nedeniyle davacılar büyük zorluklar yaşamaktaydı. Davalı Vakıflar Genel Müdürlüğü hak iddia ettiğiniz vakıfla ilgili bütün belgeleri elinde tutmakta, yani iddianızı ispat etmek için ihtiyaç duyduğunuz her şey davalıdan temin edilebilmektedir. Ondan istenmektedir. Doğan rant o kadar büyüktür ki, müdürlük ve devlet vatandaşa bu hakkını vermek istememiş ve tamamen vakıf kavramının amacına ve kurucuların iradesine zıt bir şekilde aşağıda değineceğim bir dizi kanun maddesini 2011 yılında çıkardıkları bir torba yasa ile Vakıflar Kanununa eklemişlerdir.
25 Şubat 2011 tarih ve 27857 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6111 sayılı Kanun’nun 208. Maddesi ile 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 7’inci maddesine aşağıdaki fıkralar eklenmiştir:
“İntifa haklarına ilişkin talepler galle fazlası almaya hak kazanıldığını gösteren mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren beş yıl geçmekle düşer. Mazbut vakıflarda intifa hakları, galle fazlası almaya hak kazanıldığını gösteren mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren, vakfın son beş yıl içindeki malvarlığı, gelirleri ve giderleri ile sınırlı olmak ve galle fazlasının mevcudiyeti şartıyla Genel Müdürlükçe belirlenir.”
6111 sayılı Kanun değişikliğinden görüleceği üzere, ilgili kanun maddeleri, mazbut vakıflarda vakıf evladı olduklarını mahkeme kararıyla ispat eden vakıf evlatlarının galle fazlası hakları talebini beş yıllık bir hak düşürücü süreyle sınırladığı gibi, malvarlığını da son 5 yıl ile sınırlamaktadır.
209’uncu madde ile ise, söz konusu düzenlemenin halen devam eden davalara da uygulanacağı belirtilmiştir. Anılan düzenleme aleyhine Anayasaya aykırılığı iddiası ile Anayasa Mahkemesi’nde dava açılmış, öte yandan 2011/42 Esas sayılı karar ile reddedilmiştir.
Bu benim ve bu isle ilgili avukat ve vakıf evlatlarının önüne kurulmuş bir duvardır. Devlet ve müdürlük birbirlerine danışarak bu davaların açılmasının önüne geçmeye hatta açılsa bile kazanılmasını imkansız hale getirmeye çalışmaktadır. Emanetçi olan kurum, görevini unutmuş, gerçek hak sahiplerinin önünü kapatmış, ya da daha doğrusu kanun çıkarttırarak kapanmasını sağlamıştır.
Bu anlatılan düzenleme gereği, mazbut vakıflarla ilgisini ispat eden vakıf evlatlarına sadece son 5 yıllık dönemde mazbut vakıfların mevcut bulunan malvarlığı hesaba katılarak ödeme yapılacaktır. Ancak, yüz yıllar önce kurulmuş olan mazbut vakıfların o zamanki malvarlıklarının çoğu, mevzuat gereği zaten Vakıflar Genel Müdürlüğünce elden çıkarılıp, bedelleri de yine aynı kurum tarafından şu anda kullanılmaktadır. Dolayısıyla, mazbut vakıfların zaten günümüzde herhangi bir gelir getiren malvarlığı bulunmamaktadır, sadece cami, türbe gibi hayır şartları içeren gayrimenkuller günümüze bırakılmıştır. Mevcut düzenlemenin yürürlüğe girmesiyle birlikte, yıllarca tahsil edilen bu bedeller, vakfedenin iradesine aykırı olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün uhdesinde kalmaya devam edecektir.
6111 Sayılı Kanun ile getirilen düzenlemenin eleştirilere maruz kalan bir diğer yanı da, vakıf evlatlarına galle fazlasını almaya hak kazandıklarını gösteren mahkeme kararından itibaren beş yıllık hak düşürücü süre getirilmiş olmasıdır. Çoğu evlatlık kararının eski olduğu düşünüldüğünde, bu yeni maddeden kaynaklı olarak, daha esasa girmeden hak düşürücü süre nedeniyle bütün davalar reddedilmektedir.
6111 sayılı Kanunun getirmiş olduğu yeniliklerin bir diğeri ve en çarpıcı olanı da, kanunun geriye yürütülmek suretiyle kanundan önce açılmış olan davalara da uygulanmasının öngörülmesidir. Bu nasıl bir korkunun, nasıl bir tedirginliğin ve aczin belirtisidir? Bu nasıl kaypak ve hukuk tanımaz bir uygulamadır? Bir hukuk insanı olarak beni dehşete düşürüyor. Vakıflara karşı kazanılmak üzere olan bütün davalar bir anda kadük kalmıştır. Düşünsenize 10 yıl önce böyle bir dava açarken, bir gün böyle saçma ve geçmişe yürüyebilen bir kanun maddesi ile karşılaşabileceğini kim düşünebilir ki?
Kısaca müdürlük ve devlet el birliği ile, bütün vakıf evlatlarına geçmiş olsun demektedir. Bundan sonra vakıflardan hakkını almak tamamen olanaksız hale gelmiştir. Atalarınızın vakıfları ne amaçla kurduğu, nereye vakfettiği ya da kime bağlı olarak vakfın sürmesini istediği, kurucu iradesi, vakıf senedi artık müdürlüğü hiç ilgilendirmiyor. Vakıf malını istediği gibi satabilir, istediği gibi kullanabilir, vakıf evladı ne olduğunu soramaz ve talep edemez. Ederse de önce elindeki iğne ile müdürlüğün üzerindeki zırhı delmesi gerek. Bütün belgeler, bütün kayıtlar her şey müdürlükte ve arşivlerinde mevcut. Açılmış davaları bile durdurabilen bir zihniyetten bahsediyoruz. Sadece insanlar haklarını almasınlar diye.
Şimdi ; yukarıda yaptığım açıklamaların ışığında tekrar soruyorum; vakıf mallarının sahibi kimdir? Bu mallardan elde edilen gelirler üzerindeki hak kimindir? Uyulması gereken iradeye uyulmadığı taktirde, bunu yapmayan ya da bozan kişiler kime karşı sorumludur? Mahkemelere ya da hakimlere karşı olmadıkları açık diye düşünüyorum. Bu sorularımı iyice değerlendirip, hareket etmeleri ve yaşanan bu hukuksuzluğu bir an önce düzeltmeleri dileğiyle iyi haftalar dilerim.