27 Temmuz 2010 Salı

İpotek bedeli ödendiği halde alacaklısı tapudan ipoteği sildirmezse ne yapılabilir?

İpotek bedeli ödendiği halde alacaklısı tapudan ipoteği sildirmezse ne yapılabilir?

Mahkemeye ödediği ispatlanır,terkini yolunda karar alınır.


İpotekten Kurtarma Ne Demektir?
 
İpoteğe dahil gayrimenkullerden bir veya birkaçının ipotek kapsamı dışına çıkarılmasıdır. İpotek alacaklısının talebi ile tescil istem belgesi düzenlenerek yapılır.


Kanuni ipoteğin sınırı nedir?


Satış bedeli ile sınırlıdır.

İpotek İblağı Ne Demektir?

Önceden tesis edilmiş ipoteğin bedelinin resmi senet düzenlenerek arttırılmasıdır.

İpotek alacağının temliki?

İpotek alacağının resmi senetle veya noterde düzenlenmiş bir sözleşme ile alacaklı tarafından bir başkasına devredilmesi işlemidir.



İpotek derecesi ne demektir?

İpoteğin tapu kütüğünde tescil edildiği derecedir. İpoteklerin birbirine olan öncelik hakkı tescil edildikleri tarih ve yevmiye sırasına göre değil bulundukları dereceye göre belirlenir.İpoteklerin tapu kütüğünün diğer sütunundaki haklara olan önceliği ise tescil edildikleri tarih ve yevmiyeye göre belirlenmektedir. İpoteğin bulunduğu derecenin resmi senet düzenlenerek yükseltilmesi ve indirilmesi mümkündür. Derece içinde sıralar mevcuttur. Talep edilmesi halinde belli bir derecenin belli bir sırasına (3/2 gibi) tescil yapmak mümkündür.
 
İpotek döviz üzerinden yapılabilir mi?
 
İpotek Türk Lirası üzerinden yapılır.Ancak vadesi 5 yıl ve daha fazla olan dış kaynaklı krediler üzerinden yabancı para üzerinden ipotek tesisi olanaklıdır.
 
Fbk. Nedir?
 
İpoteklerin tescilinde kullanılan fekki (terkini) bildirilinceye kadar anlamına gelen kısaltmadır. Alacaklının terkin istemi üzerine ipotek sicilden terkin edilir. Üç ay, bir yıl gibi süreli ipoteklerde de sürenin bitiminde ipotek müdürlükçe kendiliğinden terkin edilmemekte yine alacaklının talebi aranmaktadır.
 
 
İpoteğe teminat ilavesi ne anlama gelir?
 
İpotek kapsamına yeni bir gayrimenkulun resmi senet düzenlenerek ilave edilmesidir.
 
İpotekle temin edilmiş alacak devredilebilir mi?
 
İpotekle temin edilmiş alacak bir başkasına devredilebilir. İpotekli taşınmazın devrinde olduğu gibi ipotek alacağının devrinde de taşınmaz malikinin iznine gerek yoktur.


İpotek alacağının devri, düzenlenecek sözleşmeye göre olur. Uygulamada sözleşmeler genellikle noterlerce düzenlenmektedir. Talep halinde tapu sicil müdürlüğünde resmi senet düzenlenir; tapu kütüğünde yazılı alacaklının adı silinerek yeni alacaklının adı yazılır.

İpotekli taşınmaz kısmen devredilebilir mi?

İpotekli taşınmazın kısmen devredilmesi veya bölünmesi mümkündür, ancak bu durumda rehin hakkı, ayrılan kısımlardan her birine değerleriyle orantılı olarak geçirilir.


İpotekli gayrimenkulün kısmen devredilmesi veya bölünmesi için alacaklının rızasına gerek yoktur. Ancak alacaklı, ipoteğin bu şekilde bölüştürülmesini kabul etmezse, dağıtma işleminin kesinleştiği tarihten itibaren bir ay içinde başvurarak alacağının bir sene içinde ödenmesini talep edebilir.

İpotekli gayrimenkul devredilebilir mi?

İpotekli gayrimenkulün temliki, aksine sözleşme yoksa borçlunun borcunda ve teminatında hiçbir değişiklik meydana getirmeyeceği gibi, temlik için alacaklının onayını da gerektirmez.


İpotekli gayrimenkulün yeni maliki borcu kabul ettiği takdirde alacaklı, hakkını evvelki borçluya karşı muhafaza ettiğini senesi içinde yazılı olarak beyan etmemişse, evvelki borçlu borcundan kurtulmuş olur. Yani, gayrimenkulün bedeli alacağı karşılamazsa evvelki borçlunun diğer mallarına el atılamaz. Yeni malikin borcu kabul etmesiyle ipoteği kabul etmesi arasında fark vardır. Şöyle ki, ipoteği kabul etmek, borç dolayısıyla gayrimenkulün satılmasına katlanmayı kabul etmek demektir; borcu kabul etmekse ipotek paraya çevrilip de gayrimenkul borcu karşılamadığında arta kalan miktardan sorumlu olmayı kabul etmek demektir.

Kredili Konut Alırken Dikkat!

Ekonomik kriz emlak piyasasını tam anlamıyla etkisi altına alırken, krediyle alınan konutların alım-satımında artış yaşanıyor. Nasıl yapılacağı pek bilinmeyen bu alışverişte hem alıcı hem de satıcının dikkatli olması gerekiyor Küresel krizin etkisinin en fazla hissedildiği sektörlerden biri emlak olurken, piyasada yaşanan sıkıntı nedeniyle daha önce olmayan satışlar yapılmaya başladı. Krediyle konut alanların bazıları ödeme sıkıntısına düşünce kredilerinin koşullarını yumuşatmaya, daha kötü duruma düşüp kredilerini ödeyemez hale gelenlerse konutları satışa çıkarmaya başladı. Bu şekilde de piyasada daha önce hiç şahit olmadığımız bir manzara oluştu. Çünkü kredi borcu olan bir konut nasıl alınır ya da satılır kimse bilmiyordu. Bu konuda uygulamalar da açıkça belirtilmediği için kimse nasıl davranacağını bilemez duruma düştü.



Kredili satışlar bu kadar bilinmezi içinde barındırmasına rağmen özellikle alıcılar için cazip görünüyor. Taksitleri ödenmeyerek, satışa sunulan konutların fiyatlarının daha uygun olması ya da alıcıların bu konutları daha uygun fiyatlardan alabileceğini düşünmesi bu durumda önemli bir etken oluyor. Ayrıca daha önce uygun faiz oranlarından alınan konutlar alıcılar için cazip görünüyor. Çünkü şimdiki faiz oranlarından kredi kullanmak daha maliyetli olabiliyor.

Fakat bankaların bu konuda nasıl bir uygulama yaptığı net olarak belli değil. Net olan şu; düşük faiz oranlarından alınan konutlar aynı koşullarda bir başkasına devredilemiyor. Bu konutları almak için mutlaka yeni bir kredi kullanılması gerekiyor. Bu da güncel faiz oranlarından ve masrafları ödenerek alınabilecek bir krediye denk düşüyor.

Uzmanlara göre, kredili konut alımında dikkat edilmesi gereken hassas noktalar var. İlk ve en sağlam yöntem olarak yeni kredi alınarak tapunun el değiştirmesiyle satış yapılması gerektiğini belirten uzmanlara göre, Borç senin üstünde kalsın ben ödemeye devam edeyim.

Sonra da tapuyu ben üstüme alırım gibi düşüncelerden uzak durmak büyük önem taşıyor. Çünkü karşılıklı güvene dayalı bu uygulamalar uzun bir süreci kapsayan kredili konut alımında bazı önemli riskleri içinde barındırıyor.

Kredi borcu bulunan konutlar nasıl satılır?

Uzmanlara göre kredi borcu bulunan konutların satışında şu yöntemler kullanılıyor:

- Konut peşin alınır. Böylece bankanın borcu kapatılır ve satıcının da tüm alacağı ödenir. İpotek kalkar, tapu alıcıya geçer. Burada sadece erken ödeme cezası verilir.

- Alıcı ve satıcı aralarında anlaşır, bankaya haber vermezler. Satıcı kredi bakiyesini aşan tutarı alıcıya



öder, konut üzerinde ipotek bulunduğu halde tapuda alım-satım gerçekleştirilir. Bu durum alıcı ve satıcı için bazı riskleri içerir.

- Bankaya bilgi vermeksizin alıcı ve satıcı aralarında anlaşır. Satıcı kredi bakiyesi dışındaki tutarı alıcıya öder, kredi kuruluşunun işlemden haberdar olmaması için tapuda devir yapılmaz, alıcı ve satıcı aralarında Gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi düzenler. Bu yöntemde riskler daha yüksektir.

- Alıcı ve satıcı kredi kullandıran kuruluşa başvurur ve durumu açıklar. Önceki krediyi veren kuruluş eski krediyi kapatarak, alıcıya yeni bir kredi açabilir. Eski kredi kapatılır ve tapuda alım-satım işlemi gerçekleştirilir. Bu yöntem alıcı ve satıcıya ilave risk yüklemez ancak yeni kredinin faiz oranı eskisinin aynısı olmayabilir.

Burada da erken ödeme cezası verilir.

- Tapusu olmayan bitmemiş bir projeden konut satın almak için ise önce eski satış vaadi sözleşmesinin iptal edilmesi ve yeni bir satış vaadi sözleşmesi yapılması gerekiyor. Bundan sonra alıcı krediyle konutu alıyor ve yeni ipotek koyuluyor. Bu işlemi gerçekleştirmek ise daha karmaşık bir süreci kapsıyor.

Zorunlu Deprem Sigortası Olmayana Su ve Elektrik Yok!

Zorunlu Deprem Sigortası olmayana su ve elektrik yok! Hazine Müsteşarlığı tarafından hazırlanan "Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı Taslağı" geçtiğimiz günlerde Başbakanlığa gönderildi. Tasarının meclisten geçmesi durumunda Zorunlu Deprem Sigortası (ZDS) olmayanlara su ve elektrik aboneliği verilmeyecek. Zorunlu deprem sigortası için kontrolün halen sadece tapuda yapılmakta olduğunu hatırlatan Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) Yönetim Kurulu Başkanı İdris Serdar, taslakta ek olarak su ve elektrik abonelik işlemlerinde de DASK kontrolü getirildiğini söyledi. Taslakta, DASKın zorunlu deprem sigortası dışında, ihtiyaç olması halinde Bakanlar Kurulu kararıyla başka teminatlar da verebilmesinin sağlandığını dile getiren Serdar, bunların, deprem, seylap, yer kayması, fırtına, çığ, dolu, don ve benzeri doğal afetler, terörizm riskleri, çevre kirlenmesi ve benzeri riskler olduğunu söyledi. DASK tarafından sunulacak teminatların ihtiyaca göre sigorta veya reasürans teminatı olabileceğini belirten Serdar, "Bu teminatların verilmesinde, sigorta şirketlerince teminat verilememesi veya teminat verilmesinde güçlükler bulunması ve kamu yararı açısından gerekli görülmesi şartları aranacaktır" dedi. Yönetim Kurulu Başkanı İdris Serdar, DASK ile ilgili olarak kamuoyuna şu mesajı verdi: "Bilmeliyiz ki, ZDS pahalı bir sigorta değildir. Aksine ucuz bir sigortadır. Bu sigortada kar amacı güdülmediğinden primler oldukça düşük tutulmuştur. DASK primleri devlet tarafından konut sahiplerinin ödenebilir bir prim karşılığında maksimum teminat almaları dikkate alınarak belirlenmektedir. Örneğin 1. Deprem Bölgesinde bulunan 100 m2lik bir konutun yıllık prim tutarı 118 YTLdir. Bunun günlüğü ise 32 YKRye denk gelmektedir. Zorunlu Deprem Sigortasının (DASK) konut sahiplerince yaptırılması zorunludur ve bir vatandaşlık görevidir. Bu poliçeyi yaptırarak hem sosyal hem de manevi olarak yükümlülüklerinizi yerine getirir, bir deprem hasarında oluşan zararınızı tazmin ettirirsiniz.

Kirayı Gizleyen 5 Yıl Korkulu Rüya Görecek

Kirayı gizleyen 5 yıl korkulu rüya görecek DÜNKÜ Hürriyet’te yer alan "Maliye’den Kapı Kapı Kira Denetimi" haberi, bazı ev sahiplerini endişelendirdi. Kira geliri elde ettiği halde, bu gelirini hiç beyan etmeyen veya eksik beyan edenler, ciddi anlamda endişeye kapıldılar. Bu endişe, sabahın erken saatlerinde aldığımız yüzlerce sorudan da belli oluyordu. KISKAÇ DARALACAK Maliye Bakanlığı, kira gelirleri ve kentsel rantların vergilendirilmesi amacıyla, etkin bir denetim başlattı. Geçen hafta yazdığımız gibi, bu denetimlerin bir bölümü arsa ve arazi rantları ile arsa karşılığı alınan dairelerin incelenmesine yönelik. Diğer bölümü de kira geliri elde edenlere yönelik. Ankara’da başlatılan çalışma için, görevlendirilen 400 Maliyeci, evleri tek tek dolaşıyor. İkamet edenlerin ev sahibi mi, kiracı mı olduğunu soruyor. Kirada oturanlara; ne zamandan beri kiracı olduklarını, ayda kaç YTL kira ödediklerini, kiranın bankaya yatırılıp yatırılmadığını soruyor ve ev sahibinin kimlik bilgilerini öğrenip, bunları bir tutanağa yazıyorlar. Ankara’daki çalışma, kısa süre içinde, diğer illerde de uygulanacak. BEYAN SINIRI Kira geliri elde edenler, belli sınırı aştığında, bu gelirlerini ikametgahlarının bulunduğu yerdeki vergi dairesine beyan edip, vergi ödemek zorundalar. Kira gelirlerindeki beyan sınırı, yıllar itibariyle tabloda gösterilmiştir. Konut kira gelirlerinde, yıllık kira geliri toplamı, tabloda belirtilen sınırı aştığında, izleyen yılın 1-25 Mart tarihleri arasında, beyan edilmesi gerekiyor. Örneğin, 2008 yılı kira geliri 2.400 YTL’yi aştığında, 1-25 Mart 2009 tarihinde, ilgili vergi dairesine beyan edilecek. Birden fazla konut kira geliri olanlarda, 2.400 YTL’lik sınır, toplam kira gelirine uygulanıyor. İŞYERİ FARKI Tablodan da fark edileceği gibi, işyeri kira gelirleri için beyan sınırı, konuta göre çok yüksek. Bunun nedeni şu; işyeri kiraları ödenirken, kiracı yüzde 20 oranında stopaj (vergi kesintisi) yapıyor. Başka bir anlatımla, brüt kiranın yüzde 20’si peşin peşin vergi olarak ödeniyor. İşyeri kira gelirlerinde, özellik taşıyan bir başka durum daha var. İşyerinin brüt kira geliri; 2003’te 32 bin, 2004’te 56 bin, 2005’de 60 bin, 2006’da 113 bin, 2007’de 82 bin, 2008’de de 85.632 YTL’yi aşmadığı sürece, beyanname verildiğinde, ödenecek vergi çıkmıyor. Üste vergi iadesi alınıyor. KORKULU RÜYA NE? Vergide zamanaşımı süresi 5 yıl. Maliyeciler, geriye dönük 5 yılın kira geliri vergisini, isteyebilirler. Buna göre, 2003 yılı 1 Ocak 2009’dan itibaren zamanaşımına uğramış oluyor. Ancak, 2004 yılı kira gelirinin 2009 yılı sonuna kadar, 2008 yılı kira gelirinin de 2013 yılı sonuna kadar, beyan edilmeyen vergisi; cezası ve faizi ile birlikte istenebilir. Banka hesaplarınıza el konabilir. Bu uygulama, gizlenen diğer gelirler için de geçerli. 5 yıl boyunca korkulu rüya görmektense, gizlenen geliri "Pişmanlıkla" beyan edip, huzur içinde uyumakta yarar var.




Kaynak: Hürriyet Gazetesi

Tapularda Müdürlük Birleşimi

29.03.2010 tarihi itibariyle birleşecek Müdürlükler:




1- Bahçelievler 1. Bölge ve 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

BAHÇELİEVLER TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,

2- Beşiktaş 1. Bölge ve 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

BEŞİKTAŞ TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,

3- Fatih 1. Bölge 2. Bölge ve 3. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

FATİH TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,

4- Kadıköy 1. Bölge 2. Bölge ve 3. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

KADIKÖY TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,

5- Kartal 1. Bölge ve 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

KARTAL TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,

6- Küçükçekmece 1. Bölge ve 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

KÜÇÜKÇEKMECE TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,

7- Pendik 1. Bölge ve 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

PENDİK TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,

8- Silivri 1. Bölge ve 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

SİLİVRİ TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,

9- Şişli 1. Bölge ve 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

ŞİŞLİ TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,

10-Zeytinburnu 1. Bölge ve 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

ZEYTİNBURNU TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,



hizmet vermelerine 08.03.2010 tarihli Makam Oluru ile karar verilmiş olup; 25.03.2010 tarihli 1174 Sayılı Tapu Dairesi Başkanlığı yazısına göre sözkonusu birleştirme işlemi 29.03.2010 tarihinde yürürlüğe girecektir.



05.04.2010 tarihi itibariyle birleşecek Müdürlükler:



1- Tepebaşı 1. Bölge ve 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

TEPEBAŞI TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,

2- Odunpazarı 1. Bölge ve 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

ODUNPAZARI TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,

3- Osmangazi 1. Bölge ve 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

OSMANGAZİ TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,

4- Yıldırım 1. Bölge ve 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

YILDIRIM TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,

5- Balıkesir 1. Bölge ve 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

BALIKESİR TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,

6- Şanlıurfa 1. Bölge ve 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüklerinin birleştirilerek

ŞANLIURFA TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ olarak,



hizmet vermelerine 11.03.2010 tarihli Makam Oluru ile karar verilmiş olup; sözkonusu birleştirme işlemi 05.04.2010 tarihinde yürürlüğe girecektir.

KDV uygulamasında net alan


150 m2’lik net alanın hesabında, her bağımsız birim ayrı ayrı dikkate alınacaktır. Ancak balkon, kömürlük, garaj, asansör boşluğu vb. yerler konutlardan ayrı olarak kullanılamayacağından, bu yerler de 150 m2’lik net alanın hesabında gözönünde tutulacaktır. Samanlık, ahır, odunluk, ekmek fırını gibi yerler ise net alanın tespitinde dikkate alınmayacaktır.






Bu yerlerin 150 m2’lik sınırın hesabında ne ölçüde dikkate alınacağı ise 3 Seri No.lu Konut İnşaatı ve Yatırımlarda Vergi, Resim, Harç Muafiyet ve İstisnası Genel Tebliği’nin dördüncü bölümündeki açıklamalara göre belirlenmektedir.





“Halk konutu standartları”nın değişik 3 ve 4. maddelerine atıfta bulunan bu açıklamalara göre;

- Faydalı alan; konut içerisinde, duvarlar arasında kalan temiz alandır.

- Faydalı alan, genel olarak duvar yüzlerinde 2,5 cm sıva bulunduğu kabul edilerek, proje üzerinde gösterilmiş bulunan kaba yapı boyutlarının her birinden 5’er cm düşülmek suretiyle hesaplanır.





Ancak konutlarda; kapı ve pencere şeritleri; duman ve çöp bacası çıkıntıları, ışıklıklar ve hava bacaları; karkas binalardaki kolonların duvarlardan taşan dişleri; bir konuttaki balkonların veya arsa zemininden 0,75 m’den yüksek terasların toplamının 2 m2’si; çok katlı binalarda yapılan çekme katların etrafında kalan ve ticaret bölgelerinde zemin katların komşu hududuna kadar uzaması ile meydana gelen teraslar; çok katlı binalarda genel giriş, merdiven, sahanlıklar ve asansörler; iki katlı tek ev olarak yapılan konutlarda iç merdivenlerin altında, 1,75 m yüksekliğinden az olan yerler; bodrumlarda konut başına bir adet, konutun bulunduğu bina dışında konut başına 4 m2’den büyük olmamak üzere yapılan kömürlük veya depo; kalorifer dairesi, yakıt deposu, sığınak, kapıcı veya kalorifer dairesi, müşterek hizmete ayrılan depo çamaşırlık; bina içindeki garajlar ile bina dışında konut başına 18 m2’den büyük olmamak üzere yapılan garajlar, faydalı alan dışındadır. Konu hakkında 30 Seri No.lu KDV Genel Tebliği’nde açıklamalar yapılmıştır.

Bina dışındaki kömürlük ve depoların 4 m2’yi, garajların 18 m2’yi aşan kısmı ait oldukları konutun faydalı alanına dahil değildirler. Aşan kısımların 150 m2’lik net alanın hesabında dikkate alınması, bu şekilde bulunan faydalı alan 150 m2 ve daha fazla ise genel oranda (% 18), aşmıyorsa % 1 oranında KDV uygulanması gerekir.







İKİ KATLI YA DA DUBLEKS EVLER

Konut satışlarında KDV uygulamasında her bir bağımsız bölüm, kat ve bina ayrı ayrı gözönüne alınacaktır. İki katlı bir evin iki katı da ayrı ayrı kullanılabilecek yapıda ise, 150 m2’lik net alanın hesabında her kat ayrı ayrı değerlendirilecektir. Her iki kat birbirini tamamlayıcı ve birbirine bağlı ise 150 m2’lik net alanın hesabında (dubleks dairelerde olduğu gibi) iki katın toplam alanı dikkate alınacaktır.

Örneğin, iki katlı ve birbirinden bağımsız ayrı ayrı kullanılabilecek iki daireden oluşan bir evin satışında 150 m2’lik net alanın hesabında her bir konutun net alanı dikkate alınacaktır.

Ancak, söz konusu iki katlı evde yer alan daireler birbirinden bağımsız kullanılamıyorsa yani dubleks ise, 150 m2’lik net alan hesabında evin toplam net alanı dikkate alınacaktır.







BAHÇELİ EVLER

Bahçeli evlerin satışı ile ilgili olarak 150 m2’lik net alanın hesabında, bahçe gözönünde tutulmadan konutun alanı dikkate alınacak, konutu çevreleyen arsa ve arazi ise, bu konutun mütemmimi olarak kabul edilecektir. Arsa ve arazinin ne kadarının mütemmim sayılacağı konusu ise mahalli örfe göre tespit edilecektir. Ayrıca, KDV uygulamasında konutu çevreleyen arsa ve arazinin, konutun net alanı ile orantılı olması esastır.

Maliye Bakanlığı’nca bu konuda verilen bir Özelge son derece dikkat çekicidir. Söz konusu Özelge’de;

“5.000 m2’lik arsa üzerinde yer alan 10 m2’lik iki katlı gayrimenkulün satışı halinde, bu satışın konut değil arsa satışı olarak değerlendirilmesi ve 5.000 m2’lik arsaya isabet eden bedel üzerinden KDV hesaplanması gerekir.”

şeklinde idari görüş bildirilmiştir (MB’nin, 09.09.1991 tarih ve 62108 sayılı Özelgesi).

13 Temmuz 2010 Salı

Yüksek binayı kanun kurtarmaz

Japon Mimar Tatsuya Yamamoto, Türkiye'deki inşaatlarda depreme karşı gördüğü aksaklıkları ve Japon inşaat sistemini anlatarak önerilerde bulunuyor.


Yüksek binayı kanun kurtarmaz

Selcen TANINMIŞ, Hürriyet Istanbul Eki



Depremi'nin ardından Japonya Hükümeti Türkiye'ye bir ekip yolladı. Bu görüşmelerde tanıdık bir isim de vardı. Uzun yıllardır Türkiye'de yaşayan, bir dönem Mimar Sinan Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi'nde hocalık yapan, imzasını İstanbul'daki büyük plazalarda gördüğümüz Mimar Tatsuya Yamamoto. Japon Hükümeti’yle yapılan görüşmelerde tercümanlık yaptı ve teknik görüş verdi. Şu anda İTÜ'yle birlikte sağlıklı bir tespit formu hazırlıyorlar. Bütçenin geçici değil, kalıcı konutlara ve şehrin planlanmasına göre ayarlanması gerektiğini savunuyor. Japon Hükümeti'nin de söylediği bu: ‘‘Boş yere para harcamayın ve depremle birlikte yaşamayı öğrenin.’’



Plazaların ve yüksek binaların depreme dayanıklı olması için özel bir sistem kullanıyor musunuz?



Depremde en önemli konu binanın hem kısa dalgaya hem de uzun dalgaya göre ayarlanmış olması. Türkiye'de binalar sadece kısa dalgaya göre yapılıyor. Kısa dalga aşağıdan gelen sert darbe demek. Uzun dalga ise, yaşanan deprem gibi 30 saniye, 1-2 dakika süren deprem anlamına gelir. Betonarme binalarda, aşağıdan gelen titreşim bina yükseldikçe artar. Deprem sağdan sola vururken bina da dalga yönünde hareket ettiği için yıkılır. Diyelim ki zemin kat dayandı ama yüksek binada üst katlar dalganın hareketine uyum sağladığı için üst katlar yıkılabilir, bina aşağı iner. Bu nedenle yüksek bina yaparken dalgaya uymayacak bina yapmak gerek.



İki dalgaya karşı dayanıklı bina yapmak mümkün mü?



Evet, yapılabilir. Kısa dalga için alttan gelecek sert darbeye dayanacak bir tasarım gerek. Uzun dalga için de binanın dalgaya uyum sağlamaması gerek. Depremde yıkılan binaların sorunlardan biri bu. Yüksek bina sağlam da olsa uzun dalga düşünülmediği için yıkılıyor. Bunun örneklerini bu depremde gördük. Çoğunda inşaat da kötüydü. Yedi kattan yüksek binalarda uygulanması gereken teknikte, kiriş ve kolonların deprem anında ayrılıp yerine tekrar oturacak bir sistemle yapılması gerek.



Nasıl oluyor bu?



Kolonda bir çene var. Çenenin üzerinde kiriş hareket edecek. Duvarlarda çatlak olabilir ama bina yıkılmaz. Bu birinci sistem. İkinci olarak Japonya'da ‘menşin’ denen bir sistem var. Toprak ne kadar hareket ederse etsin yukarıdaki bina hareket etmeyecek şekilde yapılıyor. Binanın altında amortisör, lastik gibi bir şey düşünün, aşağıdaki sallanmayı yukarıya yansıtmıyor.



Bu mekanizma nasıl yapılıyor?



Çeşitli sistemler var. Bir tanesi demin söylediğim gibi lastik ya da yay gibi. İkincisi bir ray yapılıyor ve binanın altına tekerlek koyuyorsunuz. Bina hareket edip geliyor.



Maliyeti nedir bunun?



Maliyeti biraz yüksek ama yüksek binalarda uygulanması gerek. İstanbul'da yüksek betonarme bina çok sayıda var. Çoğu tehlikede.



Japonya'da sınır 8



Betonarme binaların yüksek olması tehlikeli mi peki?



Diyelim ki betonarme bina on katlı, sağa ve sola 50'şer santimetre olmak üzere toplam bir metre oynamış bu depremde. Eğer bina 40 katlı olsaydı, 40'ncı katta iki-üç metre oynayacaktı. Buna betonarme bina dayanır mı? Hesapta dayanabilir ama pratikte dayanmayabilir. Çelik kullanılırsa mesela şansı daha fazla.



Yüksek bina betonarme olmamalı mı yani?



Olabilir ama başka sistemler kullanarak. Biz de şu anda onun için uğraşıyoruz. Japonya'da da en gelişmiş sistem. Prefabrik yüksek konutlar ve iş merkezleri.



Türkiye ile Japonya'nın depremle ilişkin mevzuatını karşılaştırabilir misiniz?



Japonya'daki deprem yasasını çıkartan ve aynı zamanda Türkiye'deki deprem yönetmeliğinin hazırlanmasına yardım edenler benim çok yakın tanıdığım kişilerdi. Buradaki yasal düzenlemede eksik olan bölüm, birinci olarak inşaatlarda uzun dalga hesaplarının yapılmaması. İkinci olarak da Türkiye'de kanunla belirlenen binaların dayanmak zorunda olduğu deprem şiddeti acaba yeterli mi? Japonya'da yasa binaların 8 şiddetine dayanacak şekilde yapılmasını söyler. Emniyet payıyla beraber 8.2 şiddetinde de yıkılmaz. Ama imalat hatasından dolayı 7.8'de de binaların yıkıldığını görüyoruz.



Türkiye'deki mevzuat kaç ?iddetinde deprem öngörüyor?



Türkiye'de bu sınır 7.6'dır. Çünkü bunun üzerinde bir deprem hiç görülmemiş. Öngörülen şiddet sınırı arttırılsa, mesela 7.8'e çıkartılsa, bina maliyeti yükselir. Ona ihtiyaç var mı tartışmak gerek. Ancak önemli olan, mevcut yasal düzenlemeye uygun binalar yapılması. Bence şu andaki düzenleme iyi, yüksek binalar hariç. Yüksek binalarla ilgili kısımda uzun dalga hesaplarına göre inşaat şartı koymak gerekir. Yedi kattan sonraki betonarme binaları bu kanun kurtarmaz. Kanunda gözükmeyen çelik binalar, gökdelenler yapılıyor, 40-50 katlı. Maslak'taki bazı binaları görüyorum ve şüpheleniyorum.



300 YILLIK PREFABRİK VAR



Siz İstanbul'da çok plaza yaptınız. Nasıl bir sistem uyguladınız ?



Yaptığım plazalar içinde beş-altı katın üzerinde bina yok. O yüzden kısa dalgaya uygun sistemle yaptık. Yüksek plaza projelerimiz de var. Kiriş kolonların oynayabileceği prefabrik bina yapmayı planlıyorum. Birkaç avantajı var bu sistemin. Fabrikasyon olduğu için kalitesi yüksek. Binanın ömrü çok uzun. İşçiliği, malzemeyi kontrol edebiliyoruz. Çok iyi malzemeler kullanıldığında bu binaların ömrü çok uzun, 300 yıl.



Bu sistem bildiğimiz prefabrik yapıdan farklı mı?



Prefabrik bina dediğiniz zaman, ömrü çok kısa olarak düşünülüyor. Sözünü ettiğim binanın farkı ise, 300 yıl ömür biçilmesi. Apartman, iş merkezi gibi çok katlı binaları da prefabrik olarak yapabileceğiz. 150 metreye kadar çıkılıyor. Depo ve fabrika binaları için de uygun. Altı ay gibi kısa bir sürede stadyum yapılıyor. Maliyeti inceliyoruz. Alacalı Prefabrik, Japonya'daki firmadan patent aldı, birlikte çalışmayı planlıyorum.







--------------------------------------------------------------------------------



NOT: Iyi hoş da, mevcut çürük ve standart dışı binalar ile dolu bir şehir olan Istanbul'da, "deprem ile yaşamayı öğrenmek nasıl olacak? Mevcut çürük binalar, deprem ile yaşamayı öğrenemeyip, depremde çökeceklerine göre, bu iş nasıl olacak? Tek çözüm, her binanın kontrolden geçirilip, standart dışı olanların yıkılması görülüyor. Peki, bunun olabilirliği nedir? (muhendis1999@hotmail.com)

ABD'li bilim adamı İstanbul için uyardı

ABD'li bilim adamı İstanbul için uyardı




Milliyet, 4.9.99



Menlo Park - AA



İzmit depremini iki yıl önce tahmin eden bilimadamlarından ABD'li jeofizik uzmanı Ross Stein, Kuzey Anadolu fay hattındaki "domino" (zincirleme gerilim ve sarsıntı) etkisinin, İstanbul çevresinde de "tehlikeli sismik gerilimi" oluşturduğunu belirtti.



ABD Jeoloji Tetkik Dairesi (USGS) üyesi olan Stein, California'daki önceki günkü basın toplantısında "17 Ağustos'taki 7.4 büyüklüğündeki depremin ardından Anadolu fay hattı zincirinde oynamadık bir domino taşı kaldı. O da Marmara Denizi tabanında yayılan fay (büyük kırık) uzantısı. Bunlar da İstanbul'a doğru gidiyor" diye konuştu.



"Kırıklardaki gerilim artacak, İstanbul'a yaklaşarak artan gerilim şehirde depremi meydana getirebilecektir" diyen Stein şöyle konuştu:





"Bu bölge (İstanbul) endişe kaynağıdır. İstanbul bölgesinde meydana gelebilecek büyük deprem için yetkililer önlem almalı. Büyük depremin beş yıl içinde mi, yoksa 50 yıl içinde mi olacağını şimdiden kestirmenin imkanı yok.

Halihazırdaki potansiyelin, hemen çok yakında deprem meydana getireceğinin kesin işareti değil, ancak verilere göre depremden sonra yer katmanı levhalarındaki gerilim, İstanbul bölgesi yönüne aktı."



Amerikalı bilimadamı sözlerini şöyle sürdürdü: "İstanbul bölgesine doğru kaydığı düşünülen gerilimi takip etmek, İzmit

bölgesinde gözlemlenen darbe kaymasını kaydetmekten daha zor. Olasılıkları sürekli hesaplamaktayız. İstanbul'un tehlikeyle karşılaşması, beklenmedik bir olgu olmayacaktır.



Bilimin gözü, gerilimi daha da batıya kayan Kuzey Anadolu fay hattının Marmara Denizi'nin tabanının derinliklerine kayan kırıkların hareketine odaklandı. Marmara - İstanbul bölgesinde yeni depremi önceden tahmin etmekteki zorluk, fay sisteminin deniz derinliğindeki belirsizliği."



Stein, 1997'de, Marmara Denizi'nin oluşturduğu "büyük jeolojik körfeze" uzanan Kuzey Anadolu fay hattındaki parçaları inceleyen ekiple birlikte bu alanda bir bildiri hazırladı. ABD Jeoloji Tetkik Dairesi uzmanı Tom Holzer da,

Anadolu'yu incelemiş bir uzman olarak "Anadolu'da birbirini takip eden çok dominoya tanık olduk" dedi.



Stein ve ekibi, Anadolu'da Erzincan'dan başlayıp son 60 yılda meydana gelen, büyüklükleri 6.7 ve daha büyük 10 depremin tümünü inceledi. Stein ve ekibi, araştırmalarında, Anadolu'da fay geriliminin, kayaç kütlelerindeki

kırılmalarla "giderek hem doğuya, hem batıya yöneldiği" sonucunu çıkardı. 1997'deki araştırmada şu görüş dile getirildi:



"Türkiye'de özellikle iki bölge tehlike altındadır: 1939'dan beri büyükçe bölümü epey suskun olan Erzincan'ın doğusuyla, İzmit'in güney bölümü..."

Marmara'da Deprem Tehlikesine Karşı Önlem Alınması İhmal Ediliyor

Marmara'da Deprem Tehlikesine Karşı Önlem Alınması İhmal Ediliyor


Cumhuriyet Gazetesi, 20.02.2000

Altı ay boşa geçirildi



İTÜ Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Barka, Marmara Denizi'nde sürdürülen hiçbir bilimsel çalışmanın sonucunun buradaki deprem riskini değiştirmeyeceğini belirtti. Marmara'daki deprem riskinin 2 kere 2'nin 4 etmesi kadar açık olduğunu söyleyen Prof. Barka, 17 Ağustos depreminden bu yana, 6 ayın boş tartışmalarla geçirildigini vurgulayarak, daha fazla zaman yitirilmeden yapı kalitesinin bozukluğu herkesçe bilinen Istanbul daki yapı stokunun yenilenmesi ve devletin, medyanın, bürokratlann dikkatlerinin bu konuya yoğunlaşması gerektigini kaydetti.



Kuzey Anadolu Fay Hattı'm en iyi bilen bilimadamlarından biri olan ve bu faya ilişkin çalışmalarını kesintisiz sürdüren Prof. Barka, 17 Ağustos depreıninden bu yana geçen süre içindeki gelişmeleri Cumhuriyet'e değerlendirdi.



Prof. Barka, 17 Ağustos depreminin ardından hız kazanan bilimsel çalışmaların sürdüğünü ve yıl sonuna kadar daha kesin verilerin elde edileceğini söyledi. Barka, depremin yarattıgı tahribat nedeniyle şimdi herkesin bu riski ciddiye aldığını ifade ederek önemli olanın bu cidiyeti korumak ve bu dersi pratiğe dönüştürmek olduğunu söyledi.



Marmara'nın deprem gerçeği



"Marmara Denizi'nin içinden ne çalışması yapılırsa yapılsın ve ne çıkarsa çıksın buradaki deprem riskini değiştirmeyecektir. Buradaki deprem riski "iki çarpı iki eşittir dört" kadar kesin. Bu deprem öncesinde de böyleydi ama, bu kadar net değildi" diye konuşan Prof. Barka, Marmara'nın deprem riskinin dayandığı bilimsel verileri şöyleaçıkladı: "Gayet basit.Marmara'nın ortasında en son 1766 yılında deprem meydana geldi. O tarihten bu yana 234 yıl geçti. Buradaki fayın hızı yılda yaklaşık 2 cm. Bunun anlamı burada yaklaşık 4,5 metrelik bir birikim var. Marmara'nın ortasında 1509'da bütün bölgeyi etkileyen bir deprem oldu. Onun öncesinde de depremler var. Fayın hızına, bütün bu son depremlere ve deprem göçüne baktığımızda bunlar bize belirli fıkirler veriyor. Fayın geçtiği yerlerde küçük depremlerle atladığı yer yok. Hep büyük depremlerle kırarak geçmiş"



Marmara'da belirsizlik



Öte yandan Marmara deniz dibinin ve fay hatlarının henüz detaylarıyla bilinmediğini anımsatan Prof. Barka, "Bilgi düzeyi arttıkça bu çalışmalar daha netleşecek. Bizim yaptığımız bu çalışmalarda iyi bir batimetri elde etmek. Bunun yapılması halinde fayların morfolojik olarakdeniz tabanından nereden geçtiğini yakalarsınız. Ondan sonra sismik profillerle fayı daha detaylı olarak ortaya çıkarırsınız. Henüz bu detay batimetriyi elde etmiş değiliz. Tüm çabamız buna yönelik. Şu an için Le Pichon'unki de dahil ohnak üzere Marmara depremi ile ilgili hiçbir hipotez kesinlik kazanmış değil. Bu çahşmalar sonucunda elde edilen sağlıklı bilgilerle Marmara depremi için üretilen hipotezler teke düşecek."



Akılcı yaklaşım



17 Ağustos depreminden bugüne kadarki sürenin boş tartışmalarla geçirildiğini anlatan Prof. Barka, İstanbul gibi depremden etkilenme riski yüksek olan bir metropolitan alan içinde uzıın dönemli planlar yapılması gerektiğini söyledi. Elimizde depreme dayanıksız kötü bir yapı stoku bulunduğu gerçeğinin herkesçe bilindiğini anımsatan Prof. Barka, şöyle devam etti: "Bu yapı stokunu en kısa zamanda yenilemek gerekiyor. Bunu herkes kendisi yapamaz. Burada devlet ön plana çıkar, kredi bulur önayak olur: Örneğin, bir plan dahilinde "senede 300 bin yapı stokunu yeniliyorum" der. Bunu 5 yıl yaptığınız zaman 1,5 milyon yapı stoku yapar. 5 ile çarparsanız 7,5 milyon nüfusun evini yenilemiş olursunuz. Bunun için Dünya Bankası vs çevrelerden kredi bulabilirsiniz. Ve bu krediyi yurttaşlara 20 sene vadeyle verebilirsiniz. Burada, "fay nerden geçiyor" tartışmasını bırakıp medyanın, devletin, bürokratlarm bu yöne konsantre ohnası lazım"



Erken uyarı tartışmalı



Prof. Barka, erken uyan sistemiyle ilgili olarak da şunlan söyledi: "Tamam bu yönde çalışmalar da yapılsın, belki haber de verilebilir. Ama bir de bu işin gerçeği var: 30 senedir Çin'de, Amerika'da, Japonya'da yapılan çalışmalarda belli çıkmazlar var. Önceden uyan olayı azami 20 saniyelik zamanla sınırlı. Bu da gazı kesmek vs için kullanılabitir, ama, insanları uyarmak açısından bir yaran yok. Ama diğer taraftan mühendislik olarak baktığımızda depreme dayanıklı bina nasıl yapılır onu biliyoruz. Oturup bilinmeyen bir konuda medet umacagımıza, bildiğimiz bir konuda en kısa zamanda mesafe almak daha akılcı değil mi?"


Marmara Denizi ve çevresini 20.yüzyılda etkileyen depremleri (Tablo1)
Tablo 1: Marmara denizi ve çevresini 20. yüzyılda etkileyen depremler






No

Tarih

Enlem-Boylam

Büyüklük

Referans



(Yıl/Ay/Gün)

(Kuzey--Doğu)

(Ms)



* A

1901.12.18

39.40--26.70

5.9

NA88



* B

1903.05.26

40.65--29.00

5.9

NA88



* C

1905.10.22

40.60--28.30

5.9

NA88



* D

1909.10.29

40.26--29.64

5.8

NA88



* E

1912.08.09

40.75--27.20

7.4

NA88



* F

1919.11.18

39.35--27.44

6.9

NA88



* G

1928.05.02

39.41--29.45

6.2

NA88



* H

1935.01.04

40.64--27.51

6.4

NA88



1942.11.05

39.38--28.08

6.2

NA88



* J

1943.06.20

40.68--30.47

6.4

NA88



* K

1944.10.06

39.64--26.52

6.8

NA88



* L

1953.03.18

40.00--27.50

7.2

M72



* M

1956.02.20

39.96--30.11

6.1

NA88



* N

1957.05.26

40.57--31.00

7.0

NA88



* O

1963.09.18

40.65--29.15

6.4

TJM91



* P

1964.10.06

40.30--28.23

6.9

TJM91



* Q

1965.08.23

40.51--26.17

5.9

ISC



* R

1966.08.21

40.33--27.40

5.4

ISC



* S

1967.07.22

40.67--30.69

7.1

TJM91



* T

1969.03.03

40.08--27.50

6.0

TJM91



* U

1971.02.23

39.62--27.32

5.6

ISC



* V

1975.03.27

40.45--26.12

6.6

TJM91



* W

1979.07.18

39.66--28.65

4.9

EE89



* X

1983.07.05

40.33--27.21

5.8

EE89



* Y

1983.10.21

40.14--29.35

4.9

EE89



* Z

1988.04.24

40.88--28.24

5.1

HRVD





M72 : McKenzie (1972)

NA88 : Ambraseys (1988)

EE89 : Ekstrom ve England (1989)

HRVD : Dziewonski ve diğ. (1989)

TJM91 : Taymaz ve diğ. (1991)

ISC : Uluslararası Sismoloji Merkezi



.




Tablo1'den açıkça görüldüğü gibi, Marmara denizi ve çevresini etkileyen yüzyılın en büyük depremleri aşağıdaki gibidir:

9 Ağustos 1912 Saroz-Marmara Depremi Ms= 7.4

4 Ocak 1935 Marmara Depremi Ms= 6.4

18 Mart 1953 Yenice-Gönen Depremi Ms= 7.2

18 Haziran 1953 Edirne Depremi Ms= 5.2

18 Eylül 1963 Yalova Depremi Ms= 6.4

6 Ekim 1964 Manyas Depremi Ms= 6.9

23 Ağustos 1965 Saroz Depremi Ms= 5.9

22 Temmuz 1967 Mudurnu-Adapazarı Ms= 7.1

27 Mart 1975 Saroz Ms= 6.6





1509 ve 1766 yıllarında Istanbul'u yerle bir eden depremleri öğrenmek için aşağıdaki linklere tıklayınız:

Marmara'da Deprem Tehlikesine Karşı Önlem Alınması İhmal Ediliyor

Marmara'da Deprem Tehlikesine Karşı Önlem Alınması İhmal Ediliyor


Cumhuriyet Gazetesi, 20.02.2000

Altı ay boşa geçirildi



İTÜ Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Barka, Marmara Denizi'nde sürdürülen hiçbir bilimsel çalışmanın sonucunun buradaki deprem riskini değiştirmeyeceğini belirtti. Marmara'daki deprem riskinin 2 kere 2'nin 4 etmesi kadar açık olduğunu söyleyen Prof. Barka, 17 Ağustos depreminden bu yana, 6 ayın boş tartışmalarla geçirildigini vurgulayarak, daha fazla zaman yitirilmeden yapı kalitesinin bozukluğu herkesçe bilinen Istanbul daki yapı stokunun yenilenmesi ve devletin, medyanın, bürokratlann dikkatlerinin bu konuya yoğunlaşması gerektigini kaydetti.



Kuzey Anadolu Fay Hattı'm en iyi bilen bilimadamlarından biri olan ve bu faya ilişkin çalışmalarını kesintisiz sürdüren Prof. Barka, 17 Ağustos depreıninden bu yana geçen süre içindeki gelişmeleri Cumhuriyet'e değerlendirdi.



Prof. Barka, 17 Ağustos depreminin ardından hız kazanan bilimsel çalışmaların sürdüğünü ve yıl sonuna kadar daha kesin verilerin elde edileceğini söyledi. Barka, depremin yarattıgı tahribat nedeniyle şimdi herkesin bu riski ciddiye aldığını ifade ederek önemli olanın bu cidiyeti korumak ve bu dersi pratiğe dönüştürmek olduğunu söyledi.



Marmara'nın deprem gerçeği



"Marmara Denizi'nin içinden ne çalışması yapılırsa yapılsın ve ne çıkarsa çıksın buradaki deprem riskini değiştirmeyecektir. Buradaki deprem riski "iki çarpı iki eşittir dört" kadar kesin. Bu deprem öncesinde de böyleydi ama, bu kadar net değildi" diye konuşan Prof. Barka, Marmara'nın deprem riskinin dayandığı bilimsel verileri şöyleaçıkladı: "Gayet basit.Marmara'nın ortasında en son 1766 yılında deprem meydana geldi. O tarihten bu yana 234 yıl geçti. Buradaki fayın hızı yılda yaklaşık 2 cm. Bunun anlamı burada yaklaşık 4,5 metrelik bir birikim var. Marmara'nın ortasında 1509'da bütün bölgeyi etkileyen bir deprem oldu. Onun öncesinde de depremler var. Fayın hızına, bütün bu son depremlere ve deprem göçüne baktığımızda bunlar bize belirli fıkirler veriyor. Fayın geçtiği yerlerde küçük depremlerle atladığı yer yok. Hep büyük depremlerle kırarak geçmiş"



Marmara'da belirsizlik



Öte yandan Marmara deniz dibinin ve fay hatlarının henüz detaylarıyla bilinmediğini anımsatan Prof. Barka, "Bilgi düzeyi arttıkça bu çalışmalar daha netleşecek. Bizim yaptığımız bu çalışmalarda iyi bir batimetri elde etmek. Bunun yapılması halinde fayların morfolojik olarakdeniz tabanından nereden geçtiğini yakalarsınız. Ondan sonra sismik profillerle fayı daha detaylı olarak ortaya çıkarırsınız. Henüz bu detay batimetriyi elde etmiş değiliz. Tüm çabamız buna yönelik. Şu an için Le Pichon'unki de dahil ohnak üzere Marmara depremi ile ilgili hiçbir hipotez kesinlik kazanmış değil. Bu çahşmalar sonucunda elde edilen sağlıklı bilgilerle Marmara depremi için üretilen hipotezler teke düşecek."



Akılcı yaklaşım



17 Ağustos depreminden bugüne kadarki sürenin boş tartışmalarla geçirildiğini anlatan Prof. Barka, İstanbul gibi depremden etkilenme riski yüksek olan bir metropolitan alan içinde uzıın dönemli planlar yapılması gerektiğini söyledi. Elimizde depreme dayanıksız kötü bir yapı stoku bulunduğu gerçeğinin herkesçe bilindiğini anımsatan Prof. Barka, şöyle devam etti: "Bu yapı stokunu en kısa zamanda yenilemek gerekiyor. Bunu herkes kendisi yapamaz. Burada devlet ön plana çıkar, kredi bulur önayak olur: Örneğin, bir plan dahilinde "senede 300 bin yapı stokunu yeniliyorum" der. Bunu 5 yıl yaptığınız zaman 1,5 milyon yapı stoku yapar. 5 ile çarparsanız 7,5 milyon nüfusun evini yenilemiş olursunuz. Bunun için Dünya Bankası vs çevrelerden kredi bulabilirsiniz. Ve bu krediyi yurttaşlara 20 sene vadeyle verebilirsiniz. Burada, "fay nerden geçiyor" tartışmasını bırakıp medyanın, devletin, bürokratlarm bu yöne konsantre ohnası lazım"



Erken uyarı tartışmalı



Prof. Barka, erken uyan sistemiyle ilgili olarak da şunlan söyledi: "Tamam bu yönde çalışmalar da yapılsın, belki haber de verilebilir. Ama bir de bu işin gerçeği var: 30 senedir Çin'de, Amerika'da, Japonya'da yapılan çalışmalarda belli çıkmazlar var. Önceden uyan olayı azami 20 saniyelik zamanla sınırlı. Bu da gazı kesmek vs için kullanılabitir, ama, insanları uyarmak açısından bir yaran yok. Ama diğer taraftan mühendislik olarak baktığımızda depreme dayanıklı bina nasıl yapılır onu biliyoruz. Oturup bilinmeyen bir konuda medet umacagımıza, bildiğimiz bir konuda en kısa zamanda mesafe almak daha akılcı değil mi?"

Büyük Marmara fayı: Niçin, nerede ve ne olabilir?

Büyük Marmara fayı: Niçin, nerede ve ne olabilir?


Cumhuriyet Bilim Teknik, 20.11.1999

Le Pichon ve arkadaşları İstanbul'u tehdit eden olası bir depremin, Marmara'yı tek parça halinde kıracağı şeklindeki varsayımlarını bu yazıda temellendiriyor ve deprem senaryosunun ve önlemlerinin buna göre hazırlanmasını diliyorlar.



Xavier Le Pichon, Chaîre de Géodynamique, College de France, Paris

Tuncay Taymaz, İTÜ Maden Fakültesi Jeofizik Bölümü, İstanbul

A. M. C. Şengör, İTÜ Maden Fakültesi, Jeoloji Bölümü, İstanbul



Giriş



Bu yazının amacı okuyucuya, 17 Ağustos 1999 Kocaeli depreminden sonra Kuzey Anadolu Fay sistemi boyunca daha batıda meydana gelecek büyük depremin boyu, yeri ve tabiatı hakkında fikir edinmek maksadıyla İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji ve Jeofizik bölümlerinde , Collège de France'da ve Türkiye Jeolojik ve Jeofizik Deniz Araştırmaları çerçevesinde yapılan çalışmaların bazı sonuçlarını sunmaktan ibarettir. Bu sonuçların İstanbul şehrinin ve genelde Tekirdağ'dan Gebze'ye kadar olan kuzey Marmara sahil şeridinde bulunan yerleşmeler, sanayi tesisleri ve yol, muhtelif boru hatları ve enerji iletim hatları için hayati önemi vardır. Onun için bu bölgelerde yaşayan veya mal sahibi olanları bilgilendirmeği çalışmaların bu ilk safhasında dahî görevimiz addetmekteyiz. Bu aynı zamanda son günlerde gazetelerde çıkan "iki Marmara senaryosu" gibi haberlerin halkta ve muhtemelen bazı yöneticilerde yarattığı kararsızlığın ortadan kaldırılmasına da katkıda bulunacaktır.



Burada sunulan sonuçlar deprem büyüklüğü ve deprem momenti kavramlarının açıklıkla anlaşılmasını gerekli kılmaktadır. Aralarında bu dergide yayın yapmış bazı meslektaşlarımız da bulunan halkımızın ekseriyetine bu kavramlar yabancıdır. Bunların anlaşılamaması medyada yanıltıcı ve dolayısıyla halkın emniyeti açısından zararlı bazı spekülâsyonlara neden olmuştur. Tektonik (yani jeolojinin dünya kabuğunun mimarisi ve bunun gelişmesiyle uğraşan dalı) ve sismoloji (deprembilim) uzmanı olmayan ve bu konularda bilgisiz oldukları görülen akademik unvan sahibi kişilerce yapılan bu spekülâsyonlar Marmara Denizi'nin tabanının yapısının anlaşılmasında karışıklık yaratmakta, bilhassa kavranması zaten son derece güç olan yapısal jeolojik problemlerin halk ve idareciler tarafından hiç anlaşılamamasına neden olmaktadır. Bu nedenle aşağıda önce şiddet, magnitüd (=büyüklük) ve moment kavramlarını açıklayacağız.



Şiddet, magnitüd ve moment kavramları



Depremler üzerine gözlem yapan bir bilimcinin ilk yapması gereken şeylerden biri yerin nasıl sarsıldığını tespit etmektir ki bunun ardından "nasıl bir nedenle?" sorusu sorulabilsin. Bunun en ilkel yollarından biri "çok mu sarsıldı, az mı sarsıldı?" sorusuna cevap vermektir. İlk defa İtalya'da Domenico Pignataro 1783 yılında beş kademeli bir sallanı şiddeti ölçeği geliştirmiş, bunu hafif, mutedil, güçlü, çok güçlü ve âfet olarak ayırarak Calabria'da 1783-1786 yılları arasında olan deprem serisini buna göre sınıflamıştır. 1828'de Hollanda'da P. N. C. Egen bu ölçeği altı basamağa çıkarmıştır. Sismolojinin kurucularından Kont Montessus de Ballore klasik sismoloji kitabında bu tür ölçeklerin tarihini detaylı olarak anlatmış ve Cancani tarafından yapılan ölçek karşılaştırmasını ve buradan türeyen "mutlak ölçeği" anlatmıştır (1) .



Bir sonraki adım eşit şiddette sarsılan bölgeleri belirlemek olmuştur ki bu ilk defa Ren Nehri boyunda 29 Temmuz 1846'da meydana gelen deprem için Johann Noggerath tarafından 1847 yılında yapılmıştır. Şekil 1'de verilen harita Noggerath'ın haritasının baştan çizilmiş şeklidir. Burada Coblenz ve St. Goar civarından en şiddetli sarsılma rapor edilmiş, daha dıştaki bölgeler daha az sarsılmıştır 2 . Değişik şiddette sarsılan bölgeleri ayıran çizgilere isoseist (=eşit sarsılma) çizgileri denir. Kont Montessus de Ballore , yer içinde depremin oluşma noktasına odak , veya derin merkez (hiposantr) bunun yeryüzündeki düşey izdüşümüne de üst merkez (episantr) demiştir. En şiddetli sarsılan bölge episantrı içerir, ama bunu öznel gözlemlere dayanarak tespit edebildiğimiz için her zaman gözlenen episantr ile gerçek episantr çakışmaz. Mesela, 17 Ağustos depreminin en şiddetli vurduğu yer Gölcük'tü, ama gerçek episantr muhtemelen bunun doğusundaydı.



Yer sarsıntısının şiddetinin tespiti bir yerde de bir depremin bir diğer depreme nazaran büyüklüğünün de bir göstergesi olarak kullanılmağa başlandı. Tabiî muhtelif insan yapısı binaların yamulmasını kıstas alan bu yöntemin yapıdan yapıya değişen özellikler nedeniyle önemli bir zayıflığı vardır. Fakat hemen hemen 100 küsur yıl boyunca yer sarsıntısı şiddeti depremin de büyüklüğü hakkında fikir edinmek için tek yol olarak kaldı. Tablo I günümüzde bilhassa deprem

mühendisleri tarafından hasarın dağılımı hakkında fikir edinmek için kullanılan ve Giuseppe Mercalli tarafından İtalya'da ondokuzuncu yüzyıl sonuna doğru geliştirilerek Alman Sieberg ve diğerleri tarafından zamanın inşaat tekniğine göre yirminci yüzyıl içinde tâdil edilen ölçektir.



Şiddet ölçeklerinin en faydalı yanlarından biri de aletli deprembilimin gelişmesinden önce meydana gelmiş depremlerin incelenmesindeki yararlarıdır. Örneğin, 1680 yılında güney İspanya'da Malaga'da meydana gelen deprem, gözlemcilerin raporlarından derlenen bilginin arazinin fay haritasıyla birleştirilmesi sonucu hem episantrın yeri, hem hiposantrın derinliği (50 km), hem de olasılı büyüklük aralığı (M 6,4-7,1) tahmin edilebilmiştir. Bu tür çalışmaların en güzel

örneklerini Prof. Nicholas N. Ambraseys'in Ortadoğu tarihsel depremleri üzerine ülkemizi de içeren çalışmaları verir. Türkiye'nin genç tektoniğini ve hele depremselliğini anlamak isteyen herkes bu tür tarihsel depremsellik çalışmalarının yöntem ve sonuçlarını öğrenmek zorundadır. Marmara Denizi'nin tektoniği hakkında 17 Ağustos'tan sonra dile getirilen ve yayımlanan pek çok fahiş hatanın altında tarihsel depremselliğin nasıl değerlendirileceğinin bilinememesi, bu işin

her önüne gelen eğitimsiz kişice de yapılabileceği kanısı yatmaktadır .



Nesnel bir deprem büyüklük ölçeğinin geliştirilebilmesi, depremi insan gözleminden bağımsız kaydedebilecek depremölçerlerin (sismograf) gelişmesine bağlıydı. İlk kullanılabilir sismograflar ondokuzuncu yüzyılın son çeyreği içinde Filippo Cecchi , James Ewing ve Thomas Gray gibi sismologlarca geliştirildi. Bunlar yerin sarsıntısını objektif olarak ölçebiliyorlardı. Bu aletlerin gösterdiği, daha önceki şiddet dağılımı çalışmalarından elde edilen sonuçların aynısıydı. Yani depremin odağından uzaklaştıkça yerin sarsılma şiddeti azalıyordu (Şekil 2) . Bu şiddet, Şekil2'de görüldüğü gibi sismograflarca dalga genliği olarak kaydediliyordu. Tabiî ki bu genliğin değişmesine neden olan sırf uzaklık değildi. Deprem merkezinden yayılan enerjinin miktarı ve sismografın büyütme oranı d etkiliydi. Ancak 30'lu yıllarda Kaliforniya'da kurulmuş olan sismograf ağı birbrinin tıpkısı olan sismograflardan oluşuyordu. Bu büyütme sorununu ortadan

kaldırıyordu. California Institute of Technology sismologlarından Charles Richter bu avantajı kullanarak yalnızca uzaklığın genlik üzerindeki etkisini incelemeğe koyuldu.



Richter'in bu soruna yaklaşımı, ordinatı genlik, absisi uzaklık olan grafikler çizmek oldu (Şekil 3). Richter amplitüdün uzaklıkla azaldığını biliyordu, ama kendisini hayrete düşüren, değişik büyüklükteki iki depremde bu azalmanın benzer olmasıydı (Şekil 3) . Bir diğer ifade ile, amplitüd azalmasını temsil eden eğrilerin hepsi birbirine Şekil 3'de görüldüğü gibi kabaca paraleldi. Demek ki herhangi iki depremin amplitüd farkı uzaklıktan bağımsızdı, çünkü iki amplitüdün birbirine

oranı hep sabit olacaktı. Şimdi iş meydana gelen depremlerin amplitüdlerinin kendisiyle karşılaştırılacağı bir sıfır düzeyi (yani başvuru standardı) bulmağa kalıyordu. Richter bunu elindeki sismografların hassasiyetine göre yaptı ve 100 km'lik bir uzaklık için 1 mm'nin binde biri büyüklüğünde bir genliği sıfır düzeyi kabul etti. Bunu yaparken Richter'in amacı öyle bir sıfır düzeyi seçmekti ki, olacak her depremin büyüklüğü pozitif çıksın. Ancak geçen zaman içinde sismograflar o denli hassaslaştılar ki, negatif büyüklükler de artık elde edilebiliyor. Örneğin, bir sismograf alıcısının yayında bir balyoz vuran bir insan - 4 büyüklüğünde bir deprem üretebilir.



Richter geliştirdiği ölçeğe astronomide kullanılan yıldız parlaklık ölçeğinde kullanılan büyüklük (=magnitude, ki bu dilimize artık manyitüd olarak da geçmiştir) terimini taktı. Kaliforniya'daki depremlerin büyüklüklerini ölçmek için kullandığı amplitüd S dalgalarının (yani makaslama dalgalarının) kaydıydı. Buna mahalli büyüklük (=local magnitude: M L denir). Ancak yüzey dalgalarının S dalgalarından çok daha fazla enerji taşıdıklarının anlaşılması ve deprem büyüklüğünün aynı zamanda üretilen enerjinin de bir yansıması olmasının arzu edilmesi neticesinde Charles Richter ve büyük Alman sismologu Beno Gutenberg tarafından yüzey dalgalarını kullanarak Ms (=surface wave magnitude) denilen yeni bir büyüklük geliştirildi.



Odakları yüzlerce kilometre derinde olan derin depremler büyüklük tespitinde yeni bir sorunu ortaya çıkardı. Bunlar sığ şoklar gibi aynı periyodda ve yüksek genlikli yüzey dalgaları üretmiyorlardı. Onun için odak derinliğinden etkilenmeyen P (veya basınç) dalgalarını kullanan yeni bir büyüklük daha türetildi. Kütle dalgalarını kullandığı için buna Mb adı verildi (body-wave magnitude) .



Büyüklük, değişik dalgaların ortalaması alınarak hesaplandığı için, değişik istasyonlardan elde edilen bir ortalamadır. İstasyonlar ne kadar fazla olursa, büyüklük hesabı o denli güvenilir olur, zira sismograf üzerinde kaydedilen amplitüdler dalganın yayılma yönüne, yol boyunca karşılaşılan fiziki şartlara ve her kayıt istasyonundaki zemin şartlarına bağlıdır. Bu nedenlerden ötürü yerleri ve enstrümanları değişik olan değişik gruplar tarafından büyüklük hesapları da değişiklik

gösterebilir. Bu nedenle gerek 17 Ağustos depreminde, gerekse de 12 Kasım depreminde Kandilli grubuna medya tarafından rastgele yöneltilen eleştiriler yalnızca medya mensuplarının cehaletinden kaynaklanmaktadır.



Çok büyük depremlerin (Ms>=7,3 ve üstü) yüzey dalgaları yoluyla büyüklüklerinin hesaplanmasında sorun çıkmaktadır, zira büyük fay kırılmalarında hareket eden kayaç kütlelerinin ürettikleri enerji yüzey dalgaları hesabına girmez. Bu sorunu bertaraf etmek için tüm depremlerin büyüklüklerini hesap edebilecek bir yöntem geliştirilmiştir ki buna da moment büyüklüğü (Mw) denir. Bu büyüklük ve bilhassa moment kavramı Marmara Denizi altında bulunabilecek olasılı bir

fayın boyutlarının tarihsel depremsellik verilerinden hareketle tahmin edilmesi açısından bizler için büyük önemi haizdir.



Sismik moment, deprem üreten kaynağın büyüklüğünün bir ölçüsüdür ve şu şekilde tanımlanır: Mo=mAu



Burada m kayaçların makaslama gerilmesine gösterdikleri direnç, A fay düzeyinin kırılan (yani kayan) kesimi, u da fay boyunca meydana gelen ortalama ötelenme, yani kaymadır. Burada çok önemli bir husus, u ile fay uzunluğu arasında bir ilişki olmasıdır. u ne kadar çoksa, fay da o denli uzun olmalıdır. Gözlemler göstermiştir ki, büyüklüğü 7'nin üzerinde olan depremler 100 kilometreden daha uzun fay parçalarını kırmaktadırlar. Şimdi, Mw=8 olan bir depremin ne

büyüklükte bir alanı kırması gerektiğini düşünün.



Momentten hareketle moment büyüklük şu formülle hesaplanır: Mw=2/3log 10 Mo-6,0



Mw de sismik momentten hesaplanan enerji kullanılarak hesaplanan bir büyüklük türüdür ki kuşkusuz en "gerçekçi" büyüklük budur. Ancak bunun da momente bağlı olması gözlemsel olarak en nesnel büyüklüğün Mw olduğunu göstermeketir. Büyük büyüklüklerde Mw ile Ms arasında önemli farklar görülür. Örneğin 1960 Şili depremi Ms olarak 8,3 iken Mw 9,5'tu. Şekil 4 , Mw ile diğer M ölçeklerinin karşılaştırılmasını sunmaktadır.Şekil 5'de de muhtelif doğal ve

insan yapısı olayların açığa çıkarttıkları enerji ve bunun moment büyüklük açısından ifadesi görülmektedir. Bu grafik okuyucuya büyük depremin ürettiği enerjinin büyüklüğü hakkında bir fikir verebilir.



Marmara fayı



Şekil 6, Aykut Barka ve arkadaşlarının çeşitli yerlerde yayımladıkları Marmara tabanı fay geometrisini göstermektedir. Armutlu yarımadası batısındaki fayların hiçbirisi 100 km uzunlukta değildir. Yani bunların hiçbirisi 7'nin üzerinde deprem üretemez. Halbuki 10 Eylül 1509'da meydana gelen ve Küçük Kıyametadı verilen büyük deprem büyük bir olasılıkla Mw>=8'di. Bizi bu kanıya götüren gözlemler şunlardır (3) :



1. İstanbul'da 1000 ev yıkılmış, 5000 can kaybı olmuştur. Şehri kuşatan duvarlarda büyük hasar olmuş, 49 kule yıkılmıştır. Eğrikapı ile Yedikule arasındaki tüm duvarlar, Edirnekapı ve Silivri Kapısı yıkılmıştır. Deniz surlarında İshak Paşa Kapısına kadar büyük hasar olmuş, Topkapı Sarayı tarafında Dilsiz Kapısı ile Kayıklar Kapısı arası çökmüştür. Galata Kulesi parçalanmış, Galata'nın müdafaa duvarları yıkılmıştır. Ayasofya'nın bir minaresi yıkılmış, Fatih Camiinde çok

daha ciddi hasar olmuştur. Hem İstanbul tarafında hem de Beyoğlu'nda yer yarılarak kum fışkırmış, sahil yer yer büyük derinliklere kadar çökmüştür. 109 cami hasar görmüştür. Anadolu Hisarı ve Anadolu Kavağındaki Yoros kalesi zarar görmüştür. Kızkulesi feci şekilde yıkılmış, Haliç boyunda Fener duvarları ciddi tamire ihtiyaç göstermiştir.



2. İstanbul dışında Çekmece köprüleri zarar görmüş, Silivri kalesi yıkılmıştır. Çorlu'da halk o derece korkmuştur ki iki ay evlerine girememiştir.



3. Dimetoka'da bulunan saray zarar görmüş, şehirde başka zarar da olmuştur.



4. Gelibolu'da zarar görmeyen tek bir ev kalmamıştır.



5. Bursa'dan zarar rapor edilmiştir.



6. İznik tahrip olmuştur.



7. İzmit'te tüm camiler ve kaleler tamamen tahrip olmuştur. Bu şehirde başka zarar da vardır. Gebze'de 300 süvari depremde telef olmuştur.



8. Bolu'da kuleler ve minareler çökmüştür.



9. Deprem Kahire'de, Kırım'da, Yunanistan'da ve Besarabya'da hissedilmiştir.



Bu korkunç deprem son beş yüzyılda tüm Doğu Akdeniz bölgesinden bilinen en büyük afettir. Hiç kuşkusuz Gelibolu'dan Bolu'ya kadar olan bir alandaki Kuzey Anadolu Fayı'nı -tek bir fay halinde olmasa bile- tek parça olarak kırmıştır. Bir başka deyişle hareket eden fayların birbirlerine bağlanarak tek bir moment üretebilecek kadar sürekli geometrileri olduğunu varsaymak zorundayız. Tablo-I'de verilen değiştirilmiş Mercalli ölçeğini bir kılavuz olarak alırsak bu

depremin moment büyüklüğünün 8 veya üzerinde olması gerektiği kanısına varırız. Okay ve diğerlerinin 4 depremin burada sayılan tesirlerini Marmara dışında bir odağa bağlamak istemeleri eldeki bilgilerle çelişmektedir. Ambraseys ve Finkel'in de tahmin ettikleri gbi bu depremin olasılı odak noktası İstanbul'un 10-20 km güneyinde olmalıdır.



Ancak o noktada bu denli büyük bir depremi yapacak uzunlukta bir fay eldeki haritalarda görünmemektedir.Şekil 7'de görülen haritadaki tek ve uzun fay işte bu tutarsızlığı çözümlemek için Xavier Le Pichon tarafından ortaya atılan tek ve uzun bir fay fikrinin Le Pichon, Şengör ve Taymaz tarafından geliştirilmiş şeklidir (Yayın Le Pichon ve diğerleri tarafından hazırlık aşamasındadır). Fikrin geliştirilmesi esnasında MTA Sismik-1 gemisi tarafından Türkiye Ulusal Jeoloji

ve Jeofizik Deniz Araştırmaları çerçevesinde toplanmış veriler kullanılmıştır. Bu fikir şimdi, başkanlığını Naci Görür'ün yaptığı yeni bir proje çerçevesinde gene Sismik-1'in toplayacağı verilerle kontrol edilmektedir. Ayrıca Naci Görür, Xavier Le Pichon, A. M. C. Şengör ve Tuncay Taymaz'ın oluşturduğu ve başvurusu yapılmış bir başka proje Fransız finans desteği beklemektedir.



Sonuç



Büyüklük-Moment-Fay Uzunluğu ilişkilerinden hareketle, Marmara Denizi'nin altında, mevcut hiçbir haritada görülmeyen kabaca doğu-batı uzanımlı ve kuzeye doğru hafifçe konveks büyük bir fayın uzandığı tahmin edilmektedir. İlk veriler bu yorumu destekler niteliktedir. Yorum doğru ise büyük bir afet olan 10 Eylül 1509 depreminin izahı kolaylaşmaktdır. Bu yorum ayrıca İstanbul'u bekleyen büyük depremin bazılarınca ifade edildiği atımın gibi birkaç faya dağılarak küçük

depremlere bölüneceği tezinin doğru olamayacağını göstermektedir.



Tersine tek, uzun bir fay burada 1509'da ve 1766'da olduğu gibi gene 7'den büyük bir deprem yaratabilecektir. Kanımız Erdik'in modeline temel alınan 7,4 büyüklüğün fazla iyimser bir tahmin olduğu istikametindedir. İstanbul'u vuracak depremin senaryoları 8 büyüklüğü hedeflerlerse en emniyetli sınırlar içinde çalışılmış olacaktır.



Teşekkür



Yazarlar Türkiye Jeoloji ve Jeofizik Deniz Araştırmaları Genel Koordinatörü Prof. Dr. Naci Görür'e kendilerine tüm veri kaynaklarını - bazı meslektaşlarımızın anlaşılması çok güç bir tavır içinde karşı koymasına rağmen- açtığı için müteşekkirdirler. Prof. Görür'ün cansiperane çalışması olmasaydı ne bu veriler toplanabilir, ne işlenebilir, ne de biz onlara ulaşabilirdik.



1) Montessus de Ballore, [F. J. B. M. B.] (Kont) , 1907, La Science Séismologique¯Les Tremblements de Terre : Armand Colin, Paris, özellikle ss. 45-62 ve

orada verilen referanslar.



2) Brumbaugh, D. S. , 1999, Earthquakes¯Science and Society : Prentice Hall, New Jersey, ss. 18-19.



3) Ambraseys, N. N. ve Melville, C. P. , 1982, A History of Persian Earthquakes : Cambridge University Press, Cambridge, xvii+219 ss; Ambraseys, N. N. and Finkel, C. F. , 1987, Seismicity of Turkey and neighbouring regions, 1899-1915: Annales Geophysicae , c. 5B, ss. 701-726; Ambraseys, N. N., Melville, C. P. ve R. D. Adams , 1994, The Seismicity of Egypt, Arabia and the Red Sea¯A Historical Review : Cambridge University Press, Cambridge, xix+181 ss;

Ambraseys, N. N. and Finkel, C. F. , 1995, The Seismicity of Turkey and Adjacent Areas: A Historical Review, 1500-1800 : Eren, İstanbul, 240 ss; bilhassa Milne konferansının genişletilmiş metni olan şu çok öğretici esere bkz. Ambraseys, N. N. , 1988, Engineeering seismology: Earthquake Engineering and

Structural Dynamics , c. 17, ss. 1-105



4) Ambraseys ve Finkel , 1995, a.g.e., ss. 37 ve sonrası



5) Okay A. Görür N, Emirbaş, E, Boztepe- Güney, A. Kaşlılar-Özcan, A., Okay. N ve Kuçcu, i. 1999, Marmara Denizi'nde birden fazla aktif fay var: Cumhuriyet Bilim Teknik, sayı 653(25 Eylül 1999) ss. 14-16



6) TÜBİTAK Bilim ve Teknik , sayı 382 (eylül 1999), katlanır ekte.